Kıbrıs Seçimleri (2003)
Yeni Türkiye Partisi Genel Başkanı ve eski Dışişleri Bakanı İsmail Cem'e göre “"KKTC'de seçimlerin adil yapılmayacağına dair bir işaret yok”muş!
Bir de şu rakamlara bakalım:
“KKTC'de 1974'te 120 bin nüfus vardı. Şimdi bu rakam takriben 210 bin!
40 bin asker, 100 bin Türkiyeli, 70 bin Kıbrıslı!”
Her iki Kıbrıslıya karşılık, neredeyse biri de asker olmak üzere iki Türk.
Ve bunun adı da “adil seçim” ve bunu söyleyen de liberal ve sosyal demokrat diye bilinen bir eski Türkiye dışişleri bakanı.
Yani Türkiye’den getirdiğin ve Kıbrıslı Rumlardan ele geçirdiğin savaş ganimetlerini dağıtarak kendine suç ortağı yaptığın kolonizatörlerle nüfusun çoğunluğunu ele geçir. Bu yetmiyormuş gibi, (eğer gizlisini, polisini sayarsan Kıbrıslılarla eşit sayıyı bulur) her Kıbrıslı'nın başına bir de silahlı adam koy ve bunun adı “adil seçim” olsun.
Bu seçime adil seçim demek, insanlarla alay etmektir.
Ama bu adil olmayan seçimlerde Kıbrıslıların kaderi belirlenmeyecektir. Kıbrıslıların kaderi kedi ellerinde değildir. Kıbrıslıların kaderi Türk devletinin elindedir. Kuzey Kıbrıs, Türkiye’nin işgalinden kurtulup, kendi bağımsızlığını sağlayamadığı sürece seçimlerin Kıbrıslıların kendi kaderini belirlemesi açısından hiçbir anlamı yoktur.
Ne var ki, bu seçimlerle Kıbrıslılar kendi kaderini belirlemiyorlar ama Kıbrıslılar bu seçimlerle Türkiye’nin kaderini etkileyecekler. Böylece kendi kaderlerine belki Türkiye üzerinden bir etkileri olacak.
Türkiye’nin gerçek egemeni Devlet Partisi, Irak’ta uğradığı yenilginin rövanşını Kıbrıs’ta almak istiyor. Orada kendi sahasında ve elindeki kartlar çok iyi.
Aslında Kıbrıs’taki muhalefet partileri de ideolojik olarak teslim alınmış durumda. Seçime katılanlar Türk ordusunun işgalini ve Türkiye’den getirilen kolonizatörlerin çoğunluğu oluşturduğunu tartışma konusu yapmıyor ve seçimlerin meşruiyetini sorgulamıyorlar. Dolayısıyla, Kıbrıs halkı bakımından, muhalefet partileri kazansa da bir şey değişmeyecektir.
Ancak, buna rağmen Kıbrıs seçimleri Türkiye politikası bakımından özel bir anlam kazanmış bulunuyor. Bir zamanların Sovyetler ve Amerika’nın dünyanın başka yerlerinde veya sömürgelerde temsilcileri aracılığıyla savaşmaları gibi; Türkiye’deki güçlerin savaşı da Kuzey Kıbrıs’taki güçler üzerinden yürüyor. Muhalefetin bir zaferi, Türkiye politikasında deprem etkisi yaratır. Devlet Partisi’nin gücünü sarsar, hareket alanını daraltır ve moralini bozar. Bu da burjuvaziye devlet sınıflarıyla mücadelesinde ve onun iktidarını sınırlamada daha geniş bir hareket alanı sağlar.
Yani Türkiye’nin kaderi, bütün gücünü ortaya sürmüş Türkiye’nin devlet partisinin kendisini en güçlü ve emin hissettiği yerde, son derece eşitsiz koşullarda belirlenecektir.
Devlet Partisinin kurmayları, her zaman olduğu gibi yine taktik planlarını güzel yaptılar, hatta sonucunu kendisine karşı kullanacakları Türkiye’deki AKP’yi da yanlarına çekerek, reformcu güçleri kendi istedikleri koşullarda, azınlıkta kalmış Kıbrıslıların sırtında savaşa zorladılar.
Kendi ülkelerinde azınlıkta kalmış Kıbrıslıların sırtında çok büyük bir yüktür bu. Bu terazinin bu ağırlığı çekmesi çok zordur.
Bir savaşta zaferin ilk şartı, düşmanın istediği koşullarda savaşı kabul etmemektir. Türkiye’deki demokratik muhalefet ise hem savaşı kabullendi, (yani Kıbrıs’ta kolonizatör oylarıyla yapılacak seçimi tanımayacağını ilan etmedi) hem de seçim durumunda kendi adına fiilen bu savaşı yürütecek Kıbrıslılara hiçbir destek vermedi. Örneğin sosyalist partiler, devrimci demokratik partiler, şimdi bütün güçleriyle Kıbrıs’ta olmalıydılar. Orada olan biten hakkında Türkiye halkını aydınlatmalıydılar. Bunların hiç biri olmadı ve olmuyor.
Hiç olmazsa şimdi, Türkiye’deki devrimci demokratik muhalefet, en azından, Kıbrıs’taki seçimlerin sonuçlarını tanımayacağını, Kıbrıslıların azınlığa düşürüldüğünü ve on binlerce Türk askeri oradayken kendi kaderlerine kendilerinin karar vermelerinin mümkün olmadığını açıkça ilen etmelidir. Sosyalist ve Demokratik partiler, hiç olmazsa bir araya gelip böyle bir deklarasyon yayınlayabilirler. Bu en azından Türkiye’deki Belediye seçimleri kadar önemlidir.
Düşünün Kıbrıs’ta devrimci demokratik bir muhalefet var. Afrika diye bir gazete çıkarıyor. Kıbrıs’ın en etkili gazetelerinden biri. Türkiye ölçülerine vurduğunuzda Milyonlarca satan bir Yeniden Özgür Gündem gibi düşünün. Bu gazetenin yazarlarının hiç birisi, Türkiye’deki devrimci demokratik basının sayfalarında iktibas edilmedi. Oralara yazar olarak davet edilmedi. Yani sadece Devlet değil, sol da Kıbrıslılara sömürge muamelesi yaptı ve yapıyor.
Halbuki Afrika’nın yazarı Arif Hasan Tahsin şöyle yazıyor örneğin:
"Türkoğlu Türklüğünü, Rumoğlu Rumluğunu öne çıkaranın, önde tutanın hizmeti, barışa değil, düşmanlığadır."
“"Ne Türk'üm, ne de Rum. Ne Ermeni, ne Maronit, ne Latin. Ne İngiliz ne de Rus vesaire, "KIBRISLIYIM" diyebildiğimiz zaman yürekten, ve de öyle davrandığımız zaman, KIBRIS sorunu da gerçek anlamında çözülecektir."
Bu satırlar, ulusun tanımından dili, etniyi, soyu dışlamanın yanı Demokratik bir Cumhuriyetin ve tüm ulus, kültür ve diller üzerindeki baskıyı kaldırma programının, Kıbrıs özelinde tekrarından başka nedir ki?
Kıbrıs’ta muhalefet yenilirse, bunun suçlusu, Kıbrıs’ın Devrimci Demokrat Muhalefetine destek olmayan Türk solcuları ve başta da sosyalistleri olacaktır.
08 Aralık 2003 Pazartesi
http://www.comlink.de/demir/
Kıbrıs’ta Seçimler ve Şimdi Ne Yapmalı?
Kıbrıs’ta yapılan seçim öncelikle, işgal altında ve her bir Kıbrıslıya karşılık iki Türkiye’den gelen asker, memur ve kolonizatörün bulunduğu koşullarda, bir seçim ve demokrasiden söz edilemeyeceğini bir kez daha kanıtladı.
Ne var ki, bu seçim aynı zamanda, eğer Kıbrıs’ta Türkiye’den getirilenler değil, sadece Kıbrıslılar oy kullansaydı, yani Kıbrıslılar kendi kaderleri hakkında özgürce karar verselerdi, Kıbrıslıların en az yüzde yetmişinin muhalefet partilerini seçeceğini, dolayısıyla ezici çoğunluğunun Türkiye’nin işgaline karşı olduğunu ve geleceğini Avrupa Birliği içinde gördüğünü kanıtlamıştır. Dolayısıyla Türkiye’nin, Kıbrıslı Türklerin iradesine rağmen; onu hiçe sayarak ve onu kırmak için orada bulunduğunu resmen kayda geçirmiştir.
Ama bu seçim aynı zamanda, Türkiye’nin, Kıbrıs’ın yerlilerine karşı adaya yerleştirdiği kendi güvenilir kolonizatörlerine bile bir gelecek sunmadığını göstermiştir. Eğer Kıbrıs’ın yerlilerinin yüzde otuzunun bir çok arpalık ve imtiyazlar nedeniyle Hükümet tarafını tuttuğunu var sayarsak ve eğer Türkiye’den getirilenler gerçekten Türk devletinin onlardan beklediği gibi, Türk devletinin politikalarına oy verselerdi, Kıbrıs’ın yerlilerinin yüzde yetmişini oluşturan 50.000’e karşılık 160.000 Türkiyeli kolonizatör, asker, memur ve arpalık ve imtiyazlardan beslenen Kıbrıslı karşısında, üçte bir oranında kalmaları gerekirdi. Halbuki muhalefet yarıdan fazlayı bulmuştur. Bu şu demektir: Türkiye’den Kıbrıs’ın yerlilerine karşı, onları azınlık durumda bırakmak ve Türk devletinin politikalarına destek olmak üzere getirilenlerin neredeyse yarısı muhalefete oy vermiş demektir.
Bu Türkiye’ye egemen bürokratik oligarşi için gerçek bir hezimet demektir. O imtiyazlı kıldığı; malları ya da arpalıkları peşkeş çektiği kendi güvenilir nüfusuna bile bir gelecek sunacak durumda değildir artık. Unutmayalım ki, askerlerin oyları, bin bir baskı, tehdit rüşvet ve yalana dayanan karşı propagandaya rağmen sonuç budur. Eğer bütün bunlar olmasa, Kıbrıs’a yerleştirilen Türkiyelilerin de yarısından fazlasının Kuzey Kıbrıs’ın, Türkiye’nin işgaline ve rehini olarak tutulmasına karşı kaderlerini Avrupa’ya katılımda gördükleri belgelenmiş olmaktadır.
Türkiye’ye egemen bürokratik oligarşinin içinde bulunduğu tecridi ve zor durumu bundan daha iyi hiçbir şey gösteremez.
İktidar partilerini, Türkiye’den getirilenlerin tecrit bir biçimde yaşadıkları yerleşim birimlerinden ve Kışlalardan çıkan oylar azınlığa düşmekten kurtarmıştır. Yani feodal gelenekler, içine kapanmışlık, askeri disiplin tek dayanağıdır Türk devletinin. Modern toplumun ekonomik, politik ve kültürel yaşamının sinir merkezleri şehirlerdir. Seçimlerde bir köylünün veya şehirlinin oyu eşittir ama toplumun kaderini belirleyen büyük değişiklikler şehirlerde ve şehirlerin sokaklarında gerçekleşirler. Bu bakımdan seçimler, şehre ve sokağa karşı gericililiğin savaşı kendi güçlü olduğu yere çekmesi anlamındadırlar da. Seçim sonuçları, muhalefetin büyük şehirlerde kesinlikle üstün olduğunu da göstermiştir.
Savaşın kuralı, savaşı düşmanın istediği koşullarda kabul etmemektir. Muhalefet seçimlerin bu anlamını hiç sorgulamadan gericiliğin istediği koşullarda savaşı kabul ederek daha baştan yenik olmasına rağmen, öylesine büyük bir memnuniyetsizlik vardır ki, şehirlerdeki üstünlüğü bu yenilgiyi nötralize etmiş ve buna rağmen yenilmemiştir.
Elbette, Kıbrıs’ta işgal altında ve kendi ülkesinde azınlıkta olma koşulunda seçim ve demokrasiden söz edilemeyeceğini unutarak muhalefetin çoğunluğu kazanacağını düşünenlerin hayalleri yıkılmıştır ve bir moral bozukluğu görülmektedir. Ama bu sağlıklıdır. Bu anlamda, muhalefet içinde, en azından bu hayallerle oyalananların kazancı, kaybettiğidir: Hayalleri!
*
Şunu hiç akımdan çıkarmamak gerekiyor. Kıbrıslılar kendi kaderlerini belirleyemezler ama Türkiye’nin kaderi üzerinde bir etkide bulunup, Türkiye üzerinden kendi kaderini etkileyebilirler. Aslında şu sıra Türkiye’deki güçler arasındaki mücadele, Kıbrıs üzerinden yürümektedir. Dolayısıyla Kıbrıslılar Türkiye’nin kaderi üzerinde belli bir etkide bulunabilirler. Çünkü, Türkiye’deki mücadele Avrupa birliği üzerinden yürümekte; Avrupa Birliği ise Kıbrıs ile bağlıdır.
Ekonomiye egemen olan burjuvazi ile devlet ve politikaya egemen olan bürokratik oligarşi arasındaki savaştır bu. Burjuvazi bu bürokratik oligarşiyi tasfiye etmekten yana değil; militer, bürokratik, kırtasiyeci olmayan ucuz bir devletten yana değil. Bu günkü, pahalı, baskıcı bürokratik mekanizmayı koruyarak Bürokratik oligarşiyi politik iktidardan uzaklaştırmakla yetinmek istiyor. Ancak bunu en küçük bir demokratik ve devrimci bir açılıma yol açmadan başarma çabasında. Bu nedenle son derece korkak davranıyor.
Örneğin, seçimler öncesinde, İstanbul’da bombalar patlayınca, Erdoğan hemen Denktaş’ı destekleyen mesajlar vermeye başladı. Bütün buna rağmen, Muhalefet azınlıkta kalmayınca tekrar Denktaş’a (yani Bürokratik Oligarşiyi) konuşacak cesareti bulabildi. Bu parlamentoda çoğunluğu ele geçirmiş burjuvazinin ne kadar korkak ve dengeleri güden bir politika izlediğini göstermektedir. Öte yandan, bürokratik oligarşi, Irak savaşından sonra iyice tecrit olmuş bulunuyor. Burjuvazi ve oligarşi arasındaki bir denge durumu, Kıbrıslılara, nispeten geniş bir hareket alanı ve Türkiye politikası üzerinde kendi nicel ağırlıklarının çok üstünde bir politik ağırlık sunuyor. Burjuvazi ile bürokrasi arasındaki denge bu olanağı sunmaktadır. Terazinin kefeleri dengedeyse, bir tarafa koyacağınız küçük bir ağırlık, taraflardan birinin ağır basmasın yol açabilir.
Bu durumda bundan sonra ne yapmalı?
Birincisi, Kuzey Kıbrıs’ta şu an aşağı yukarı devrim durumlarında görülen bir atmosfer var. Bunun bir devrime yol açmamasının nedeni, Kuzey Kıbrıs’ın küçüklüğü ve Türk devletinin ve oradaki gücünün büyüklüğü.
Ama devrim durumlarında ortaya çıkan o enerji doğru değerlendirilmez ise kısa zamanda yılgınlığa, depolitizasyona ve gericiliğin tekrar güçlenmesine yarar. Kıbrıs’taki tehlike şimdi budur.
Bunun için ilk yapılması gereken, hiçbir şekilde ulusal koalisyonlar veya benzerlerinde yer almamaktır.
İkinci olarak, muhalefet gerçekten güçlü olduğu yere çekmelidir mücadeleyi. Yani şehirlere ve sokağa.
Denktaş’ın oyunlarına gelmek, Kıbrıs’ta kitlelerde bir demoralizasyona, bürokratik oligarşinin güç toplamasına ve bu da zaten korkak olan hükümetin daha da korkak politikalara yönelmesine yol açar. Ama tersi de olabilir. Muhalefet, sokaklara çıkıp bastırarak, terazinin bürokratik oligarşiye karşı ağırlığını koyabilir. Bu da Türkiye’deki dengeleri alt üst edebilir.
Peki şu an nasıl bir hedef böyle birleştirici bir işlev görebilir. Denktaş’ın istifası. Muhalefet, Denktaş’ın istifası için mitingler yapmalı ve bu mitinglerde ayrıca milli hükümet gibi uzlaşmalara karşı kesin bir tavır koyularak muhalefet partileri üzerinde bir baskı oluşturulmalıdır. Denktaş’ın istifaya zorlanması ve milli hükümet gibi formüllerin engellenmesi, bürokratik oligarşi için büyük bir yenilgi ve bir dönemin sonu anlamına gelir, Türkiye’deki mücadele üzerinde de belli bir etkide bulunur.
Burada parlamento dışında kalan ama toplumda ağırlığı olan radikal muhalefete özellikle büyük görev düşmektedir. Bunu zaten onlar yapabilirler. Şimdi kararlı ve uzlaşmaz olmanın politikada Fransızca konuşmanın zamanıdır.
*
Kıbrıs’taki muhalefetin önünde iki önemli görev daha var.
Birincisi, seçim sonuçları, Türkiye’den göçürülenlerin bile yarısına yakınının geleceklerini Türkiye’nin işgalinde görmediğini göstermesi çok önemsenmelidir. Türkiye’den gelenlere yönelik bir aydınlatma ve onları kazanma kampanyası başlatılmalıdır. En karşı taraftan bile insan kazanmak, en azından tarafsızlaştırmak mücadelede hayati önemdedir. Türkiye’den getirilenlere, hangi gerici amaçla getirilmiş olurlarsa olsunlar, bir haksızlığın diğer bir haksızlıkla giderilemeyeceği, insani olmayan bir çözüme evet denemeyeceği; insanları mağdur bırakacak hiç bir çözüme evet denmeyeceği, artık orada doğmuş insanların bunu kendilerin seçmediği; bir devletin günahının onlardan çıkarılamayacağı anlatılmalıdır. Ve bunu belirleyen somut bir program veya ilkeler deklarasyonu çıkarılmalıdır. Böylece bürokratik oligarşi ve Denktaş çetesinin ayakları yerden kesilebilir.
Diğer görev şudur. Kıbrıslılar, tıpkı Kürtler gibi, Türkiye için de bir Demokratik Cumhuriyet’i hedeflemeli, yani hedef büyütmeli. Yani örneğin, yani Türkiye’deki demokrasi mücadelesinin bayrağını da ele almalı. Yani Kürtler üzerindeki ulusal baskının kalkması, resmi laikliğe karşı gerçek laiklik, pahalı, baskıcı, bürokratik olmayan ucuz bir devlet; tüm fikir ve örgütlenme özgürlüklerini de sokak gösterilerinde kendi bayrağına yazmalı.
Bu tarz bir strateji bir anda Türkiye’nin ezilenlerinde, özellikle ilk elde de Kürtlerde güçlü bir yankı bulur. Bu tarz bir strateji ile Kıbrıslılar Türkiye politikasında çok büyük bir ağırlık kazanabilirler; kendilerini rehin tutan bürokratik oligarşiyi arkadan kuşatabilirler.
Kıbrıslılar, başarıyı, Avrupa organlarının baskılarında aramamalıdır. Bu tam bir tuzaktır. Bu her zaman bürokratik oligarşiyi güçlendiren, onun kullandığı ve kitlelerden korkan burjuvazinin izlediği bir yol olmuştur. Kürt ve Türk burjuvazinin bu korkak yoluna Kıbrıslılar girmemelidir.
Unutmayalım. Avrupa bu günkü bileşimi ile, hiçbir zaman Türkiye gibi bir Devi üyeliğe almaz. Bu nedenle Avrupa aslında tutarlı bir demokrasi istemez Türkiye’de hiç bir zaman. Kıbrıslılar, Kıbrıs’ı rehin olarak kullanıp iktidarından hiçbir şey yitirmek istemeyen Bürokratik oligarşiye karşı, Demokratik bir Cumhuriyet’i hedef yaparak, onun gerçek yüzünü açığa çıkarabilir.
Avrupa’yı demokratikleşme özlemlerinin aracı olarak kullanmak, demokratik muhalefeti güçsüzleştirmektedir. Demokrasi hedef olursa, İsteyenin kaderine ister Avrupa’da ister başka yerde karar vermesi bunun bir yan ürünü olur.
demir@comlink.de
http://www.comlink.de/demir/
21 Aralık 2003 Pazar
Dostları ilə paylaş: |