34- KAPININ EŞİĞİNDEN ÖTE HİÇ GİTMEZ
Adana’nın Feke ilçesinde Mısır Ezher’de tahsil yapmış, ilmi yüksek, zekâsı keskin ama ameli birazcık noksan “Kara Külah” namında bir hocası varmış. Bu hoca efendinin sık sık görevi aksatan “Kör Kostil” namında bir de fahri müezzini varmış. Bir gün Cuma hutbesine çıkmış, Besmele’nin faziletini anlatıyormuş;
—Besmeleyi hulus-i kalp ile yani ihlâs ve samimiyetle okuyanın şeytan, on arşın gerisinde durur, ona yaklaşıp zarar veremez. Ancak Kara Külah gibi söylediklerini yapmayan bir zamane hocanız, Kör Kostil gibi ezan okunduktan sonra camiye gelen tembel bir müezzininiz, sizin gibi de camide dinlediklerini hiç umursamayan, üzerine bulaştırmayan, duydukları ile amel etmeyen zamane cemaati olursa; şeytan, kapının eşiğinden öte hiç gitmez” demiş.
“Yapmayacağınız şeyleri niçin söylersiniz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz Allah katında büyük bir nefretle karşılanır.” (Saf 61/2–3)
35- BİZ İÇİNDE İKEN
Sultan II. Mahmut zamanında bir zat, Ramazanda bazı ahbap ve aşinasını iftara davet etmiş, meşhur şair İzzet Molla’da davetliler arasında imiş. Yatsıya kalıp cemaatle teravih namazına başlamışlar. İmam olan zat, neredeyse iki secdeyi bir edecek kadar namazı acele kıldırıyormuş. Daha beş dakika geçmeden onuncu rekâtın tahiyyatına gelmişler.
O esnada dışarıdan gelen bir adam, hazır abdestim varken ben de cemaate yetişeyim diye düşünüp safa tam duracağı esnada cemaat selam vermiş. İzzet Molla adama dönerek;
—Be adam! Biz içinde iken yetişemiyoruz. Sen dışardan gelip nasıl yetişeceksin!” demiş.10
36- KEVSERLE İHLÂSI BİLMEDİĞİNE YEMİN ET
Bazı garip davranışları ile tanınan “Karatepe” köylüleri, bir Ramazan günü camii hocasına gelip;
—Hoca Efendi! İftar oldu. Şu ezanı oku, namazımızı kıldır da evimize gidip iftarımızı yapalım demişler.
Hoca Efendi, dağlardaki güneşi göstermiş;
—Görmüyor musunuz? Daha güneş batmadı, güneş batmadan akşamın vakti girmez, iftar da olmaz” demişse de bir türlü inandıramamış. Köylüler hep bir ağızdan;
—Hoca Efendi! Biz saatlerdir güneşi gözetliyoruz. Bu günün güneşi battı. Bunu gözlerimizle gördük. Senin, o dağlarda, tepelerde, gördüğün güneş, olsa olsa dünden kalmıştır” diye ısrar etmişler.
Çaresiz kalan ve bütün köylülerin bu dayatmasıyla karşı karşıya bulunan hoca efendi kendi kendine;
—Bari uzun sureler okuyayım da, bunların namazları olmayacak olmamasına, hiç olmazsa oruçları sakatlanmasın” diye düşünerek akşam namazını kıldırmaya başlamış.
Hoca Efendinin namazı uzatmasına dayanamayan cemaatten yaşlı birisi, namazda iken Hoca Efendinin cübbesinin yakasını tutmuş ve sesini yükselterek;
—Hoca Efendi! Hoca Efendi! Ne uzatıp duruyorsun. Kevser ile ihlâs surelerini bilmediğine yemin et” demiş.
37- KÖPRÜDE VURUŞAN İKİ KOÇ
Nasrettin Hocaya sormuşlar;
—Hocam! İki boynuzlu koç, köprüde vuruşurken biri aşağıya yuvarlanıp suda boğulmuş ve ölmüş. Ne lazım gelir, öbür koçun sahibi bunu ödeyecek mi?
Hoca Efendi;
—Hayır, Hayır. İki dilsiz hayvan kendi kendilerine vuruşmuşlar ve biri diğerinin ölümüne sebep olmuş. Koç sahibinin ne günahı var? demiş.
Bunun üzerine;
—Hocam köprüden aşağıya düşüp ölen senin koçtu” demişler.
Hoca Efendi irkilmiş ve ses tonunu yükselterek;
—Yoo! O zaman iş değişti! Kara kaplı kitaba bir bakmak lazım” demiş.
38- DUA BİLE YAPSAN İKİ NUSHA YAP
1988 Yılında Kayseri, Develi Müftülüğüne naklen tayin olmuş ve ilk tanışma vaazımı yapmıştım. Cumadan sonra telefon edip tebrik eden ve tanışmak istediğini söyleyen bir Mülkiye Başmüfettişi, bana çay içme esnasında şunu söyledi;
—Müftü Bey! Siz hem idareci, hem inşaatçı, hem de irşatçısınız. İşiniz çok sağlam olmalı. Bu sebeple affınıza sığınarak size bir müfettiş tavsiyesinde bulunmak isterim;
Ne olur, dua bile yapsanız iki nüsha yapınız. Birini Allah’a arz edersiniz; Birini de, kendinizi ispatlamak için yanınızda muhafaza edersiniz” diyerek hizmette daima tedbirli olmanın önemini hatırlatmıştı. Bu uyarıyı hayatım boyunca hiçbir zaman unutmadım. Öyle ki, arkadaşlarıma işlerini sağlam yapmalarını, yazılan her yazının iki nüsha olmasını veya belgelendirilmesini hatırlatırken; “Dua bile yapsanız iki nüsha yapın” diye latife ile uyarıda bulunurum.
39- Hz. İSA GÖKTE NE YİYİP İÇİYOR?
Çok sıcak bir yaz mevsiminde Adana’ya yeni tayin edilen ve cemaatin pek çoğunun yaylalarda olması sebebiyle beklediği ilgiyi bulamayan Adana Merkez vaizlerinden merhum Mehmet Uyanık Yeni Cami’de vaaz ediyormuş;
—Aziz Cemaat! İçinizden bazıları bana “Hocam! Hz. İsa öldürülmedi, Allah tarafından göğe çekildi diyorsunuz. Orada ne yiyor ne içiyor” diye soruyor. Değerli müminler, saygı değer Adanalılar! Allah göğe çıkardığı peygamberini yedirir, içirir, doyurur, görür, gözetir. Ancak siz yerdeki Mehmet hocanız ne yiyor, ne içiyor diye niye sormazsınız!” diye latife yapmış.
40- AZ BÜYÜK DEĞİLSİN!
Zavallı bir züğürdün, parasızlık canına tak etmiş. Eline birazcık para geçince öpmüş, koklamış ve evirip çevirip dikkatlice bakarak söylenmeğe başlamış;
—Çok iyi biliyorum ki, hâşâ sen hiçbir zaman ilah değilsin! Hâşâ Peygamber de olamazsın! Ama herkesin kalbine girdiğine, gönlünü çeldiğine ve sevgilisi olduğuna göre, az büyüklerden de değilsin galiba!” demiş.
41- MELEĞİN KANADI
Bizans halkı, papazlarla birlikte kiliselerde toplanıp uzun tartışmalara dalarlar;
—Hâşâ meleğin kanadı var mı? Erkeklik dişilik vasıfları var mıdır? Yok mudur? Münakaşaları günlerce, aylarca devam eder. Bu tartışmalar sürüp giderken Bizans halkı etrafını göremez hale gelir.
Bu esnada Fatih Sultan Mehmet, karadan gemileri yürüterek Haliç’e indirir. Döktürdüğü toplarla Bizans surlarını dövmeye başlar. Ordu millet kenetlenmesi ile gönül mimarı Akşemsettin ve kurmaylarıyla birlikte Tekbir sedaları arasında 29 Mayıs 1453 Salı sabahı İstanbul’a girer ve Feth-i Mübin gerçekleşir.
Dostları ilə paylaş: |