KAŞGARLI MAHMUT
XI. yüzyılda yaşayan Türk dil bilginidir. Divân-ı Lügati’t-Türk adlı eseriyle ünlüdür. Karahanlılar soyundandır. 1072 yılında yazmaya başladığı eserini 1074′te tamamlayarak Bağdat’ta Abbasî halifesi El-Muktedî Billah’a sunmuştu. Eserin el yazması tek kopyası Fatih Millet Kütüphanesi’nde 1910 yılında bulundu. 1915-1917 yıllarında öğretmen Kilisli Rıfat Efendi’nin çevirisi üç, Besim Atalay’ın çevirisi ise beş cilt olarak basıldı. Karahanlılar döneminde yetişen ve ilk Türk dil bilgini olan Kaşgarlı Mahmut’un doğum tarihi, kesin olmamakla birlikte 1025 olarak biliniyor. Babası Barsaganlı bir bey idi. 1071-1077 arasında Bağdat’ta bulunan Mahmut, Türk kültürünün Araplara tanıtılmasında büyük rol oynadı.
İbn-i Fadlan, Gerdizi, Tahir Mervezî, Muhammed Avfî ve Beyhakî gibi kendi döneminin Türk hayat ve cemiyetleri üzerine eğilen ünlü âlimleriyle birlikte Türk illerini adım adım dolaşan Kaşgarlı Mahmut, çalışmalarında Türkçe’yi resmi dil olarak kabul eden Karahanlı Devleti’nden de büyük destek gördü. Türkçe’nin serpilip gelişmeye başladığı o dönemde, Mahmut’la birlikte Balasagunlu Yusuf Has Hacib de Türk diline büyük hizmet etti. Bu iki Türk âlimi, ortaya koydukları eserlerle, Türk dil birliğinin sağlanmasına önemli katkılarda bulundular. Aynı zamanda filolog, etnograf ve ilk Türk haritacısı olan Kaşgarlı Mahmut, Divân-ı Lügati’t-Türk adlı eserinde; yaşadığı devirdeki Türk illerinin ve boylarının kullandığı ağızları canlı olarak tespit etti.
Mahmut, Divân-ı Lügati’t-Türk adlı kitabındaki haritası
MUHAMMED İKBAL
Pakistan’ın Milli Şairi düşünür, yazar, siyaset adamı
1873 yılında Pakistan'ın Pencap eyaletine bağlı Seyalkat kentinde doğdu. Muhammed İkbal mutasavvıf bir anne babanın oğludur. Babası Muhammed Nur, çok muttaki birisi olarak hem din, hem de dünya işleriyle meşgul olurdu.
İkbal çocukluğundaki ilk eğitimini evinde babasından aldı. Daha sonra Kur’an-ı Kerim’i okumak için medreseye gitti ve büyük bir kısmını ezberledi. Bu merhaleden sonra babasının arkadaşı Mir Hüseyin’in görev yaptığı bir okula gitti. Mir Hüseyin Arapça ve Farsça hocası olarak İkbal’e İslâm edebiyatını sevdirdi. Burayı bitirdikten sonra Pencap eyaletinin başkenti Lahor‘a giden Muhammed İkbal, orada hükümete ait bir okula girdi.
Zaten Lahor birçok lisenin bulunduğu bir şehirdi. Burada felsefe ve İngilizceden öğretmenlik diploması alan İkbal, Lahor'da doğu dilleri fakültesine hoca olarak tayin edildi. İşte Muhammed İkbal bu devrede şiir yazmaya başlayarak yavaş yavaş ismini duyurdu.
1905 de Londra'daki Chambrich Üniversitesi’ne girmek için İngiltere'ye gitti. İkbal, oradan felsefe ve iktisat bölümünü üstün bir derece ile bitirerek mezun oldu. Londra'da üç sene kadar kaldı. Yine Londra'da kaldığı müddet içinde hukuk üzerine okuyan İkbal savcılık diplomasını aldıktan sonra Almanya'ya giderek Münih Üniversitesi’nde felsefe dalında doktora yaptı. 1908’de Hindistan'a döndüğünde, yazı ve şiirlerine hayranlık duyanlar, onu büyük bir coşkuyla karşıladı.
İkbal, Hindistan'daki çalışma hayatına avukat olarak başladı. Daha sonra Lahor'da hükümete ait bir okulda, Arap dili ve edebiyatı bölümünde hocalığa başladı bilahare ayrıldı.
Hocalık görevinden istifa edişinin sebebi kendisine sorulduğunda cevaben: "İngilizlere hizmet etmek zordur. Ben istediğimi insanlara anlatamıyordum. Şimdi ise hürüm, dilediğimi söyler ve dilediğimi yaparım" diyordu.
Muhammed İkbal ülkesinin siyasetine de katılmış ve halkını bu konularda yönlendirmişti. Müslüman Hintli mücahitler adıyla yazdığı şiirleri Hindistan'daki Müslümanların hareketlenerek İngiliz sömürüsüne başkaldırmalarında büyük tesiri olmuştu. 1926’da Pencap eyaletinden Hukuk Komisyonuna seçildi.
1930’da Pakistan devletinin kuruluşu konusunda kendisine has görüşüyle insanların huzuruna çıkan İkbal, Hindistan'ın bölünmesinin din, ırk ve dil esasına göre taksimini öngörüyordu. O zaman bu görüşünü daha sonra Pakistan devlet başkanı olacak olan Muhammed Ali Cinnah'a anlatırken, şiir ve konuşmalarında bu düşüncesine oldukça fazla yer vermişti. Daha sonra 1932 de Londra'da anayasa hazırlamak için oluşturulan ve çok uzun münakaşalara sahne olan kongreye katılan İkbal, o sırada şiddetli ve uzun sürecek bir hastalığa yakalanır. Doktorların gayretlerine rağmen bir türlü iyileşmeyen İkbal ölümü tebessüm ve rıza ile karşılayarak 1938’de Allah’ın rahmetine kavuşur.
MUSTAFA DAĞISTANLI
Mustafa Dağıstanlı, Türk milli güreşçi. 11 Nisan 1931 yılında Samsun’un Çarşamba İlçesine bağlı Söğütpınar köyünde dünyaya geldi. Güreş yaşamına 18 yaşındayken başladı. 1958 yılında milli takıma kabul edildi. Üç defa Dünya Şampiyonasını kazandı. İki altın madalyasını da Olimpiyat Oyunlarında elde etti.
-
1954 yılı Tokyo Japonya’da Serbest stil 57 Kg’da Dünya 1.
-
1955 yılı Barcelona İspanya’da Greko-Romen stil 57 Kg’da Akdeniz Oyunları 1.
-
1956 yılı İstanbul’da Serbest Stil 62 Kg’da Dünya kupası 1.
-
1956 yılı Melbourne Olimpiyatlarında Serbest stil 57 Kg’da 1.
-
1957 yılı İstanbul’da Serbest stil 62 Kg’da Dünya 1.
-
1959 yılı Tahran, İran’da Serbest stil 62 Kg’da Dünya 1.
-
l960 yılı Burgaz’da Serbest stil 62 Kg’da Balkan 1.
-
1960 yılı Roma Olimpiyatlarında Serbest Stil 62 Kg’da 1.
-
Kendine has en iyi güreş teknikleri; Yerden kaldırıp ters sarma, Dana bağı dalış pozisyonuna girerken uygulamak.
-
Türkiye ve Uluslar arası şampiyonalarda DÜNYADA YENİLGİSİ OLMAYAN TEK GÜREŞÇİDİR.
-
1973-1980 yıllarında Adalet Partisi Samsun Milletvekili olarak TBMM’de görev yaptı.
-
Devlet Üstün Hizmet Madalyası sahibidir
Nene Hatun
Nene Hatun 1857'de yılında doğmuştur. Nene Hatun dini çalışmaları ile adını tarihe yazdıran kahraman Türk kadınıdır.
Erzurum'da bulunan Aziziye Tabyası'nın savunulmasında gösterdiği kahramanca çalışmalardan dolayı tarihimizin unutulmaz Türk kadını simgelerinden biri olmuştur. 1877 yılında o dönemde Osmanlı vatandaşı olan Ermeni çeteleri, Azîziye Tabyası'na girmişlerdi. Tabyayı koruyan Türk askerlerini uykuda iken kılıçtan geçirdiler ve ardından Rus askerleri tabyayı ele geçirmişlerdir.
Bu hadisenin ardından Erzurum halkı ayaklandı ve Tabya'ya doğru yol almaya başladı. İşte bu gidenler arasında Nene Hatun da vardı. Abisi Hasan bir gün öncesinde cepheden yaralı dönmüştü ve Nene Hatun'un kollarında can vermişti. Nene Hatun üç aylık bebeğini emzirdikten sonra, Yüce Allah'a emanet ederek vedalaşır ve ağabeyinin de tüfeğini alarak yola koyulur.
Ölümünden birkaç ay önce Nene Hatun Türk Kadınlar Birliği tarafından yılın annesi seçilmiştir.
Nene Hatun yirmi iki Mayıs 1955 tarihinde zatürre hastalığından dolayı Erzurum'da 98 yaşındayken hayatını kaybetmiştir.
Nizamülmülk
Nîzâmülmülk, tam adı Ebu Âli el-Hasân et-Tusi Nizamülmülk [d. 1018 - ö. 14 Ekîm 1092]
Devlet hizmetindeki hayâtı, babası ile berâber Gazne Devletinin Horasan vâlisi Ebü’l-Fâzıl Es-Suri’nin hizmetinde bulunmakla başladı. 1040 yılındaki Dandanakan Savaşından bir süre sonra Alp Arslan’ın Belh vâlisi Ali bin Şadan’ın maiyetine girerek, vilâyet işlerinin yürütülmesiyle vazifelendirildi. Selçuklu Sultanı Tuğrul Beyin vefatı ile Alp Arslan ve kardeşi Süleyman Bey arasındaki taht mücâdelesi sırasında yerinde görüş ve tedbirleriyle dikkatleri çekti ve 1063 yılında Alp Arslan’ın yanında hizmete başladı. Alp Arslan Sultan olunca 1064 yılında Selçuklu Devletine vezir tâyin edildi. Zamânın halîfesi Kâim bi Emrillah tarafından Nizâmülmülk ünvânı ile taltif edildi. Bu ünvânıyla tanındı.
Nizâmülmülk, vezir olduğu 1064’ten, şehit edildiği 1092 senesine kadar aralıksız yirmi dokuz sene Büyük Selçuklu Devletine, tam bir dirâyet ve adâletle hizmet etti. Vazifeli olduğu için katılamadığı Malazgirt Meydan Muhârebesi hâriç, bütün Selçuklu fütûhatında bulundu. Sultan Alp Arslan’ın vefâtıyla veliaht Melikşah’ın tahta geçmesini sağlayıp, nizam ve âsâyişin korunmasında muvaffak oldu. SultanMelikşah’a muhâlefet eden veya başkaldıran Selçuklu prenslerinin itâat altına alınmasında büyük hizmeti geçti. Sultan Melikşah, devletin idâresinde ona çok büyük ve geniş yetkiler verdi. Nizâmülmülk’ün akıllı, tedbirli ve adâletli idâresi sâyesinde de, Melikşâh’ın saltanatı, aynı zamanda Büyük Selçuklu Devletinin de en parlak ve en şanlı devri olmuştur.
Nizâmülmülk, âlim, edip ve kadirşinâs bir zât olduğu için meclisi; ilim ve sanat adamlarının toplandığı bir yer hâline gelirdi. Abbâsi halîfesi de kendisine çok hürmet eder, meclisinde bulunurdu. Âlimlere, şâirlere, sanatkârlara karşı çok ikrâm, ihsan ve iltifât ederdi. Birçok câmi, mescit, vakıf eserleri yaptırdı.
Büyük Selçuklu Devletine; idârî, adlî, askerî, mâlî, sosyal ve kültürel sâhada pekçok yenilikler ve değişiklikler getirdi. Sarayı, merkezî hükümet teşkilâtını, İslâm esaslarına dayalı mahkemeleri, toprak sistemini sağlam esaslar üzerine yeniden düzenledi. Gerçekleştirdiği yeni sistemler bâzı değişikliklerle berâber bütün Türk-İslâm devletlerince devam ettirildi.
Nizâmülmülk, zamânında yayılmaya ve kuvvetlenmeye çalışan bozuk fırkalara karşı, Ehl-i sünnet bilgilerinin sistemli bir şekilde öğretilmesi sağlandı. Bunun için Bağdat, Belh, Nişabur, Herat, İsfehan, Basra ve Musul gibi çeşitli şehirlerde, kendi unvanı ile anılan Nizâmiye Medreselerini kurdurdu. Onuncu yüzyılda Ehl-i sünnete muhâlif cereyanların giderek yaygınlaşması sebebiyle İslâm dünyasında ortaya çıkan karışıklıkların giderilmesinde Nizâmiye Medreselerinin çok büyük hizmeti geçti. Bu medreselerin en meşhurlarından birisi de, Bağdat’taki Nizâmiye Medresesi olup, asrın büyük âlimlerinden birisi olan Ebû İshak-ı Şîrâzî burada ders vermekle vazîfeli idi.
Nizâmülmülk’ün Selçuklu Devletindeki bütün düzenleme ve değişiklikleri ciddî bir şekilde tetkik eden, devlet idâresinde kendi görüşlerini, icrâatını ve bunların gerekçelerini gelecek nesillere intikal ettirmek maksadıyla Fârisi olarak yazdığı Siyâsetnâme isimli eseri, bugün siyâset ilmiyle uğraşanların el kitapları arasında sayılmaktadır. Siyâsetnâme’de Türk-İslâm devletlerinin idârî, mâlî, siyâsî, askerî, sosyal ve kültürel yönlerini incelemektedir. Tam doğru metin ve ilâvesiz nüshası, İstanbul’da Süleymâniye Kütüphânesi, Molla Çelebi kısmında 114 numarada mevcuttur. Siyâsetnâme, birçok dillere tercüme edilerek, yayınlanmıştır.
PİR SULTAN ABDAL
16'ncı yüzyılda yaşadı. Hakkında fazla bilgi yok. Asıl adı Haydar. Yaşamının büyük bölümü Banaz köyünde geçti. 16'ncı yüzyılın ikinci yarısında Sivas çevresinde boy gösteren Alevi-Bektaşi kökenli ve İran yanlısı mezhep olaylarına karıştı. Sivas Beylerbeyi Deli Hızır Paşa, Pir Sultan'ı astırdı. Ölümümün, 1547-1551 ya da 1587-1590 arasındaki bir tarih olduğu sanılıyor. Çeşitli araştırmalarda 6 ayrı Pir Sultan kimliğine değinilir. Sırasıyla, Çorum yöresinden olup bir süre Ankara'da Hasan Dede tekkesinde kalan Pir Sultan'ım Haydar; aruzla şiirler yazan Pir Sultan; Divriği yöresinde yetişen ve asıl adı Halil İbrahim olan Pir Sultan Abdal; 18'inci yüzyılın ikinci yarısı ile 19'uncu yüzyılın başında yaşamış olan Abdal Pir Sultan; 16'ncı yüzyıl sonu ile 17'nci yüzyıl başında yaşayan ve Pir Sultan'ın asılmasıyla ilgili deyişleri söyleyen Pir Sultan Abdal ve son olarak menkıbeleşmiş yaşamıyla tanınan, Hızır Paşa'nın astığı kabul edilen 16'ncı yüzyıl şairi Banazlı Pir Sultan Abdal. Halk edebiyatı araştırmacıları, gerçek Pir Sultan Abdal olarak Banazlıyı kabul eder. Pir Sultan Abdal, Alevi gelenekleri ve tarikat içinde yetişti. Hayati (Şah İsmail), Kul Hüseyin ve Kul Himmet'ten etkilendi. Şiirlerinde duru ve yalın bir dil kullandı. Ana konuları, aşk, tasavvuf ve kavgadır. Tekke ve tasavvufun kalıplarını aşıp geniş bir halk kesimine seslenebildi. Medrese öğrenimi görmediği için, diğer bazı halk şairlerinin tersine, Divan Edebiyatı'ndan hiç etkilemedi. Sadettin Nüzhet Ergun, Abdülbaki Gölpınarlı, Pertev Naili Boratav, Cevdet Kudret, Cahit Öztelli, Sabahattin Eyuboğlu, Mehmet Fuad, Orhan Ural, Mehmet Bayrak ve Erol Toy'un Pir Sultan Abdal ile ilgili araştırmaları ve kitapları vardır.
PİRİ REİS
Gerçek ismi Muhiddin Piri,1465 yılında Gelibolu'da doğmuştur. Osmanlı denizcisi Kemal Reis'in yeğeni olur. Piri Reis Akdeniz'de 1481 yılından itibaren, bağımsız olarak dolaşan amcasının yanında denize açıldı. 1487'de onunla İspanya'da zor durumda bulunan Müslümanların yardımına gitti. 1493 yılına kadar ise Sicilya, Sardunya, Korsika adalarına ve Fransa'nın güney kıyılarına yapılan akınlara katıldı.
Bu tarihlerde, bir dünya devleti haline gelen Osmanlı, denizlerde de hâkimiyet kurarak Akdeniz'i bir Türk gölü hâline getirmişti. Piri Reis, denizcilik faaliyetlerini daha faydalı kılmak maksadıyla amcasıyla Osmanlı Devleti'nin hizmetine girdi. 1499-1502 yıllarında meydana gelen Osmanlı-Venedik savaşlarında bir savaş gemisinde kaptanlık yaptı.
1511'de amcasının vefatıyla bir süre Gelibolu'ya çekilen Piri Reis, burada Kitab-ı Bahriye adlı eseri üzerinde çalışmaya başladı. 1513'te ise denizcilikte edindiği tecrübe ve bilgilerini aktarabilmek için, ilk dünya haritasını çizdi.
1516'da yapılan Mısır Seferi’ne Osmanlı donanmasında kaptan olarak katılan Piri Reis, 1517'de tamamladığı ilk haritasını, Yavuz Sultan Selim'e sundu. 1522'de ise Rodos Seferi'ne katıldı. 1524'te Sadrazam Makbul İbrahim Paşayı Mısır'a götüren gemiye kılavuzluk ettiği sırada, kendisiyle ilgilenen sadrazamın yardımıyla tamamladığı Kitab-ı Bahriye'yi, Kanuni Sultan Süleyman'a sundu.
1528'de daha da geliştirerek çizdiği ikinci haritasını da padişaha takdim etti. Bu tarihten sonra Piri Reis, güney denizlerinde görev yaptı. Aden'in (Yemen) Portekizlilerin eline geçmesi üzerine, Süveyş'teki Osmanlı donanmasına kaptan tayin edildi ve 1548'de Aden'i geri aldı. Piri Reis'in 1554'te Kahire'de hayat yolculuğu son buldu.
Sezai Karakoç
1933'te Diyarbakır'ın Ergani ilçesinde doğdu. Parasız yatılı okuduğu Gaziantep Lisesi'ni 1950'de bitirdi. 1955'te Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye ve İktisat Bölümü'nden mezun oldu. 1956-1965 arasında Maliye müfettiş yardımcılığı ve gelirler kontrolörlüğü görevlerinde çalıştı. Temmuz 1965'te memurluktan ayrıldı. Gazetecilik ve yayıncılık işlerine girdi. "Diriliş" dergisini aylık, haftalık bazen haftada iki kez yayınladı. 1971'den sonra kısa bir süre için Gelirler Genel Müdürlüğü'nde gelirler kontrolörlüğü yaptı. 1974 sonrası yeniden devlet memurluğu görevinden ayrılarak gazetecilik ve yayıncılığa başladı. Yeni İstiklal, Yeni İstanbul, Babıali'de Sabah, Milli Gazete'de yazılar yazdı.
İlk şiiri 1951'de "Hisar" dergisinde çıktı. Üniversite yıllarında 1955'te "Şiir Sanatı" dergisini çıkardı. Mülkiye, Yenilik, XX. Asır, İstanbul, Şiir Sanatı dergilerindeki şiirleriyle tanındı. Başlangıçta Pazar Postası'nda İkinci Yeni akımı doğrultusunda şiirler yazdı. Daha sonraki yıllarda tümüyle kendi şiirine yöneldi. Yeni biçim araştırmalarına, değişik imgelerle kendine özgü, mistik ve İslami içeriğe yer veren eserleriyle kuşağının en iyi şairleri arasına girdi. Gazete yazılarında ise İslam toplumlarının çağdaş dünyadaki konumlarını ele aldı. Eski Türk uygarlıklarına ilişkin değerlerle, çağdaş bir kişilik oluşturma düşüncelerini işledi.
ŞİİR:
-
Körfez (1959)
-
Şahdamar (1962)
-
Hızırla Kırk Saat (1967)
-
Sesler (1968)
-
Taha'nın Kitabı (1968)
-
Kıyamet Aşısı (1968)
-
Gül Muştusu (1969)
-
Zamana Adanmış Sözler (1970)
-
Şiirler (1975)
-
Ayinler (1977)
-
Leyla ile Mecnun (1981)
-
Ateş Dansı (1987)
-
Alınyazısı Saati (1989)
DENEME-İNCELEME:
-
Yunus Emre (1965)
-
Yazılar (1967)
-
İslamın Dirilişi (1967)
-
İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü (1967)
-
Mehmet Akif (1968)
-
Mağara ve Işık (1969)
-
Edebiyat Yazıları 1 (1982)
-
Edebiyat Yazıları 2 (1986)
ÖDÜLLERİ
-
1968 Milli Türk Talebe Birliği Milli Hizmet Madalyası
-
1970 Sürgündeki Macar Yazarları Gümüş Madalya Ödülü
-
1982 Türkiye Yazarlar Birliği Hikâye Ödülü
-
1988 Türkiye Yazarlar Birliği Üstün Hizmet Ödülü
-
1991 Dünya Sanat ve Kültür Akademisi Öd
-
Süleyman Çelebi
Süleyman Çelebi, 1351 yılında Orhan Gazi döneminde Bursa'da doğmuştur. Vezir Ahmet Paşa’nın oğludur. Gençliğinde Bursa'da iyi bir eğitim aldığı sanılmaktadır. O devirde, Çelebi unvanı ilim adamlarına ve Mevlevi tarikatı büyüklerine verilmekteydi. Mevlevi olduğuna dair kanıt yoktur. Bilgili tavırlarıyla Padişah Yıldırım Bayezid’in dikkatini çekmiş ve yapımı 1399’da tamamlanan Bursa Ulu Cami’ye imam olarak atanmıştır.
Anlatılanlara göre Hz. Muhammed’in öbür peygamberlerden pek farkı olmadığını söyleyen bir vaize içerleyerek, yüzlerce yıldır zevkle okunan Mevlidi kaleme almıştır.
Bir şaheser olan “Mevlid” adlı eserini 1409 yılında tamamlamıştır. Vesilet’ün Necat (Kurtuluş vesilesi) tek eseridir. Bu eser, halk arasında, “Mevlid” olarak söylenmiş ve pek sevilmiştir. Mevlidin orijinal yazması maalesef günümüze ulaşmamıştır. İstanbul Ayasofya Kütüphanesi’nde bulunan 1510 tarihli Mevlid, en eski el yazma nüshasıdır. Vesiletün Necât'ın tamamı 732 beyitten meydana gelmiş olup ‘mesnevî’ tarzında olup Arûz vezni ile yazılmıştır. Mevlid'in ekserisi ‘Fâilâtün fâilâtün fâilün’ veznindedir.
Türk edebiyatında pek çok Mevlid adlı eser yazılmıştır. Fakat Süleyman Çelebi’nin yazdığı Mevlid halk tarafından çok beğenilmiş, benimsenmiş hatta Kur’an’dan bir parça sayılmıştır. Dünyada, hiçbir şair ve hiçbir şiir Mevlid kadar değerli, büyük ve uzun ömürlü olamamıştır.
Mevlid, Hazret i Muhammet’in “en son ve en büyük peygamber” olduğunu kanıtlamak için yazılmıştır. Mevlid, gerçekte, bir mesnevidir.
Peygamber Muhammet Mustafa’nın doğumunu ve hayatını anlatan bir dinî hikâyedir. Mevlid, Hazreti Muhammed’in, sırasıyla doğumunu (Viladet), peygamberlik gelişini (Risalet), göğe çıkışını (Miraç), ölümünü (Rıhlet) anlatır. Eserin başında Tanrı’ya yalvarış (münacaat), sonunda dua bölümleri bulunur.
Mevlid’de samimiyet, sıcaklık, coşku, yalınlık gibi özellikler iç içedir. Özellikle; halka halkın diliyle seslenen bu eser, okuyanı veya dinleyeni derinden etkiler ve onlara bir ruh enginliği verir.
Süleyman Çelebi’nin “Vesilet’ün Necat” adlı mevlidinin dışında da birçok başka şiiri vardır.
Süleyman Çelebi, 1422 yılında Bursa’da ölmüştür. Çekirge yolundaki Yoğurtlu baba Mezarlığında bulunan türbesinde yatmaktadır.
AHMET YESEVİ
Türkistan'da yetişen büyük velilerdendir. Adı Ahmet bin İbrahim bin İlyas Yesevi olup, Piri Sultan, Hoca Ahmet, Kul Hace Ahmet diyede tanınır. Babası Hace İbrahim'in nesebi Hz. Alinin oğlu Muhammet bin Hanefi'ye dayanır. Hicri 5. asrın ortalarında doğduğu tahmin edilmektedir. Ahmet Yesevi çok küçük yaşta babasını, 7 yaşındada annesini kaybetmiştir. Yesi şehrinde ilim ve terbiye tahsil etmiştir. Bundan dolayı YESEVİ nisbetiyle şöhret bulduğu kabul edilmiştir. Yesi'de, önce Arslan Baba Hazretlerinden ders aldı. Arslan Baba'nın vefatıyla Buhara'ya gitti. Orada Ehli Sünnet âlimlerinden Yusuf Hamedani’ye bağlandı ve manevi ilimleri tahsil etti. İnsanlara doğru yolu göstermek için ondan icazet (diploma) aldı.
Hoca Ahmet Yesevi Buhara'da bir müddet ders verdi. Daha sonra bu vazifeyi başkasına devredip Yesi'ye döndü ve burada talebe yetiştirmeye başladı. Büyüklüğü ve şöhreti kısa zamanda Maveraünnehir, Horasan ve Harzem dolaylarına yayıldı.
Ahmet Yesevi Hazretleri yetiştirdiği talebelerinin her birini bir memlekete göndermek suretiyle İslamiyetin doğru olarak öğretilip yayılmasını sağladı. Onun bu şekilde gönderdiği talebelerinden bir kısmı da Anadolu’ya geldiler. Bu vesileyle onun yolu Anadolu’da yayılıp tanındı. Anadolu’nun Müslüman Türklere yurt olması, onun manevi işaretiyle hazırlandı. Sade bir Türkçe ile Halkın anlayacağı, sohbet tarzındakiHikmet adlı şiirleri, Çin'den, Marmara sahillerine kadar yayılıp, Türk Milletine manevi ışık olmuştur. Ahmet Yesevi Hazretleri Hicri 590 (1194) de Yesi şehrinde vefat etmiştir. Kabri üzerine türbe, 200 yıl sonra, Timur Han tarafından inşa edilmiştir.
ALİ FUAT BAŞGİL
1893 yılında Çarşamba’da doğdu. İlkokulu Çarşamba'da, ortaokulu İstanbul'da bitirdi. Birinci Dünya Savaşı'nın başlaması sebebiyle lise tahsilini yarıda bırakarak, yedek subay teğmen rütbesiyle askerlik görevine başladı. 4 yıl Kafkas Cephesi'nde savaştı. 1918'de Fransa’ya giderek lise tahsilini tamamladı. 1921 yılında Paris'te Hukuk Fakültesi'nde üniversite tahsiline başladı. 'Boğazlar Meselesi' konulu teziyle doktor unvanını aldı. Ayrıca Paris Siyasi Bilimler Yüksek Okulu ile Sorbon Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nin Felsefe Bölümü'nden diploma aldı. Lahey Devletler Hukuku Akademisi'nin kurslarına katıldı. Burayı bitirip sertifikasını aldıktan sonra 1920'de Türkiye'ye döndü. Millî Eğitim Bakanlığı Yüksek Öğretim Kurumu'na Genel Müdür Yardımcısı olarak tayin edildi. 1930 yılında Ankara Hukuk Fakültesi'nde açılan imtihanı kazanarak doçent oldu. Bir yıl sonra profesörlüğe yükseldi. İstanbul Üniversitesi'nin kurulması üzerine Anayasa Hukuku derslerini okutmak üzere bu üniversiteye geldi. Bu görevi sırasında Mülkiye Mektebi'nde hocalık, İstanbul Yüksek İktisat ve Ticaret Mektebi'nde müdürlük yaptı. 1937'de Hatay Cumhuriyeti'nin Anayasası'nı hazırladı. 1939 yılında Ordinaryüs Profesör oldu. Türkiye'de ilk defa İş Hukuku derslerini ihdas etti, müfredat programını hazırladı ve hocalığını yaptı. 1938 - 1942 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı idi. 1947 yılında Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti'ni kurdu. 1952'de Pakistan'da, 1959'da Ürdün'de toplanan İslâm Kongreleri'nde ve 1959'da Almanya'da toplanan Hukuk Kongresi'nde Türkiye'yi temsil etti.
15 Ekim 1961 tarihinde Cumhuriyet Senatosuna Samsun Senatörü olarak seçildi. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılmasından sonra Cumhurbaşkanlığı'na adaylığını koydu. Bazı baskılardan dolayı adaylıktan çekildi. Bunun ardından Cumhuriyet Senatosu üyeliğinden istifası istendi. Yurt dışına giderek Cenevre Üniversitesi'nde Türk Tarihi ve Türk Dili Kürsüleri'nde başkan olarak görev yaptı. 1965 yılında, yaş haddinden emekliye ayrılarak Türkiye'ye geldi. 17 Nisan 1967 tarihinde vefat etti. Kabri, İstanbul'da Karacaahmet Mezarlığı'ndadır.
ESERLERİ:
La VieJuridiquedesPepul es (Belçika 1939),
Klasik Ferdî Hak ve Hürriyetler Nazariyesi ve Muasır Devletçilik Sistemi (1938).
Esas Teşkilat Hukuku Dersleri (3. cilt, 1940),
Türkiye İş Hukuku (1940),
Vatandaşın Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne Müracaat Hakkı (1944),
Hukukun Ana Müessese ve Meseleleri (1947),
Cihan Sulhu ve İnsan Hakları (1948),
Türkçe Meselesi (1948),
Vatandaş Hürriyeti ve Bunun Teminatı (1948),
Demokrasi ve Hürriyet (1949),
Vatandaş Hak ve Hürriyetlerinin Korunması ve Anayasamızın Eksiklikleri (2. cilt, 1960),
27 Mayıs İhtilâli ve Sebepleri (1963).
Dostları ilə paylaş: |