Julien neden söz açıldığını pek anlamıyordu; o akşam mavi elbiseyi giyip bir ziyarette bulunmağı denedi. Marki ona kendisine eşitmiş gibi davrandı. Julien'in gerçek inceliği sezebilen bir kalbi vardı ama, işin püf noktalarını kavrı-yamıyordu. Markinin bu fantazisini anlamasa, bu kadar aşırı saygı önünde kalmasının imkânsız olduğuna, and içebilirdi. Julien: «Ne hoş deha!» diyordu; çıkmak için ayağa kalktığında marki, damla ağrısından dolayı kend;sini kapıya kadar uğurlayamadığı için özürler diledi.
Bu garip düşünce Julien'i düşündürdü: benimle acaba alay mı ediyor; dedi içinden. Ranip Pirard'a akıl danışmağa gitti, markiden daha az nazik oîan rahip, kendisine ancak ıslık çalarak ve başka konudan söz açarak karşılık verdi. Ertesi sabah Julien siyah elbise giyerek, eline çantasını ve imzalanacak mektupları alıp markinin yanma vardı. Gene eskisi gibi karşılandı. Akşama mavi elbiseyi giyip gidince, pek başka ve doğrusu bir gün önceki kadar nezaketle karşılandı.
Marki ona:
— Hasta bir zavallı ihtiyara seve seve yaptığınız ziyaretlerden pek sıkılmadığmıza göre, dedi, hayatınızın bütün ufak tefek olaylarını, ama dobra dobra ve açık acık ve eğlenceli şekilde anlatmaktan başka şey düşünmeden sayıp dökmeli ona.
28?
Marki:
— Çünkü eğlenmek gerek, diye devam etti; hayatta bir £>u gerçek var. Bir insan beni her gün savaştan sağ çıkaramaz, her gün bir milyon andaç ta veremez; ama şu an, Ri-varol'ü, şezlongumun yanı başında bulsam, acılarımı ve sıkıntımı bir saat için unutturabilir doğrusu. Onu sürgünde, Hambourg'da tanıdım.
Ve Marki, Julien'e, Rivarol'ün doğru dürüst bir kelimeyi anlayabilmek için dördü bir araya gelen Hambourg'lular üzerine anlattığı fıkraları sayıp döktü.
B. de La Mole, bu küçük rahibin havasına girerek, onu sevince boğmak istedi. Julien'in gururunu ince ince deşti. Kendisine gerçek sorulduğuna göre, Julien olanı biteni söylemeğe karar verdi; yalnız iki noktayı es geçti; Markinin sinirine dokunan bir ad'a karşı (70) delice hayranlığını ve papaz olabilecek birine hiç yaraşmayan mükemmel imansızlığı es geçti. Şövalye de Beauvoisis ile arasında geçen o küçük serüveni tam anında atıldı ortaya. Marki, Saint-Honore sokağındaki kahvede, kendisine yakası açılmadık küfürler savuran arabacı ile yapılan kavga sahnesine gözlerinden yaşlar boşanarak güldü. Demek ki, o günlerde efendi ile koruduğu adamı arasındaki ilintilerde sıkı bir dostluk varmış.
B. de La Mole bu garip huyluya ilgi duydu. İ^k zamanlar, gönül eğlendirmek için kalkıyor, Julien'in gülünç taraflarını okşuyordu; ama sonradan bu delikanlının hatalı görüş tarzlarını yavaş yavaş düzeltmeği daha yerinde buldu. Marki: «Paris'e gelen öbür taşralılar herşeye hayran oluyorlar, diye düşünüyordu; bu ise kin besliyor herşeye. Ötekilerinde gösteriş gırla ama, bunda pek öylesi yok, ahmaklar aptal yerine alıyorlar bunu.»
Damla ağrısı kış soğuklarında birkaç ay daha da sürdü.
Marki içinden: «İnsan güzel bir finoyu candan sever, diyordu, benim de bu küçük rahibe bağlanmam neden ayıp oluyormuş sanki? Kimseye benzemiyor. Ona oğlum gibi bakıyorum; Allah Allah! kötülük neresinde bu işin? Bu eğlence, devam ederse, bana vasiyetnamemde beş yüz liralık bir miras bırakmağa patlar nihayet.»
Marki, koruduğu gencin gizli huyunu bir yol anlayınca, her gün yeni bir iş yüklüyordu üzerine.
288
Julien bu büyük asilzadenin aynı iş üzerinde kendisine birbirini tutmayan sözler söylediğini dehşetle gördü.
Bu iş, başına büyük belâ açabilirdi. Julien bir defter tutmadan artık marki ile çalışamaz oldu, bu deftere kararları yazıyor, sonra markiye imzalatıyordu. Julien, her iş için verilmiş kararları özel bir deftere geçiren bir yardımcı tutmuştu. Bu özel defter, bütün mektupların örneğini de içine alıyordu.
Bu defter düşüncesi ilkin gülünçlüğün ve sıkıntının son kertesi gibi göründü. Ama, aradan daha iki ay geçmeden, marki bu defterin iyiliklerini gördü. Julien, markiye bir sarrafın yanından ayrılan ve JuHen'in yönetmekle görevlendirilmiş olduğu toprakların bütün gelir ve giderlerinin hesabını çift deftere göre tutacak olan bir yazıcının tutulmasını teklif etti.
Bu kurallar, markinin gözleri önüne kendi işlerini öyle açık açık serdi ki, kendisini soyan adamın .yardımına lüzum kalmadan iki üç spekülâsyona girişme zevkini bile tadabildi.
Bir gün genç yazmanına:
— Kendinize üç bin frank ayırın, dedi.
— Bayım, hareketim iftiraya sebep olabilir. Marki üzülerek:
— Peki ama ne yapmalıyım? diye sordu.
— Bir karar alıp bu kararı kendi elinizle deftere geçirmelisiniz; bu kararınız bana üç bin frank verebilir. Zaten, bütün bu saymanlık fikrini öğreten B. rahip Pirard'dır.
Marki, kâhyası B. Poisson'un verdiği hesapları dinleyen marki de Moncade'm o asık suratlı çehresiyle, kararı deftere geçirdi (71).
Akşamları, Julien mavi elbiseyi giydi mî, hiç iş konusundan söz açılmıyordu. Markinin güleryüzlü davranışları kahramanımızın hep kırılan özseverliğine öylesine yaradı ki, hemen, hiç istemediği halde, bu sevimli ihtiyara karşı bir biçim bağlılık duydu. Juüen, Paris'te işitildiği gibi öyle duygulu değildi; fakat bir canavar da değildi ve kimse, ihtiyar alay cerrahının ölümünden bu yana onunla, böyle tatlı tatlı konuşmamıştı. Markinin özseverliğine karşı ihtiyar cerrah- . başında bile hiç görmediği bunca inceliği gösterdiğini hay- j retle karşılıyordu. Alay cerrahının, markinin kendi birinci İ
289
rütbe nişanından daha çok legion d'honneur nişanı ile öğün-düğünü anladı en sonunda. Markinin babası büyük bir asilzade idi.
Bir gün, arkasında siyah elbisesiyle iş için konuşmağa gittiğinde, sabah toplantısının sonunda, Julien, markiyi eğlendirdi, o da onu iki saat yanında tuttu, iş adamının Bor-sa'dan getirdiği birkaç banknotu ille de delikanlıya vermek istedi.
— Sanırım, bay le marki, bir söz söylememe müsaade buyurmakla, o size borçlu olduğum derin saygıyı benden esirgemezsiniz.
— Söyleyin, dostum.
— Marki hazretleri, bu ihsanı kabul etmememe rıza buyursunlar. Bu para siyah elbiseli adama verilmiyor, mavi elbiseli adama hoş görülen her durumu bozabilir.
Saygılı saygılı selâm verdi, bakmadan da çıktı. Bu davranış markiyi memnun etti. Akşam durumu rahip Pirard'a açtı.
— Sayın rahibim, size birşey söylemeliyim artık. Julien'-în biliyorum doğumunu, sizden bu mahremiyetteki sırrı saklamanızı istiyorum.
Marki içinden: «Bu sabahki davranışı asil, diye düşündü, ben de asil sayıyorum onu.»
Bir süre sonra, marki iyileşip kalktı en sonunda. Julien'e:
— Gidip iki ay Londra'yı görünüz, dedi. Elçiliğin postacıları ve daha başkaları benim elimle işaretlenip yazılmış mektupları getirirler size. Siz de karşılıkları yazar ve her mektuba karşılığını vererek tekrar gönderirsiniz bana. Gecikmenin ancak beş gün olacağını hesapladım.
Calais yolundaki posta arabası içinde, Julien, üzerine yüklenilen uydurma işlerin anlamsızlığına şaşıp kalıyordu.
ingiliz toprağına bastığında ne gibi kin ve hemen hemen dehşet duygusu duyduğunu hiç söyleyemeyiz. Bonaparte'a beslediği o delice tutkusu biliniyor. Her subayda bir Sir Hue-son Lowe, her asilzadede ise Sainte- Helene rezaletlerine karışan ve çalışmasının karşılığını on yıl nezarette kalmakla gören, bir lord Bathurts görüyordu.
F: 19
296
Londra'da, en sonu kendini beğenmişliğin en üstün derecesini anladı. Onu iyice bilen genç Rus beyzadeleri ile içli dışlı olmuştu.
— Dostum Sorel, diyorlardı ona, takdire şayan insansınız doğrusu, sizde öyle soğuk bir taraf var ki, olup bitene karşı öyle kayıtsız davranıyorsunuz ki, bizler buna ermeği çok istiyoruz.
Prens Korasoff:
— Siz zamanınızı anlamamışsınız, diyordu ona: sizden, istenen şeyin hep tam tersini yapın. İşte, bu namuslu davranış, çağın biricik dini. Ne deliliğe kalkışın, ne de yapma-cıklığa, çünkü o zaman sizden herkes delilikler ve sun'ilikler bekler, böylece de artık iş yürümez.
Julien, bir gün, prens Korasoff ile birlikte kendisini yemeğe çağıran dük de Fitz-Polke'nin salonunda şeref kazandı. Bir saat kadar beklediler. Julien'in bekleyen yirmi kişi arasında yaptığı davranış Londra'daki genç elçilik yazıcıları arasında bugün bile konuşulmaktadır. Yüzü mükemmel-miş.
Züppe arkadaşlarma rağmen, İngiltere'nin Loke'tan beri yetiştirdiği, biricik filozofu, ünlü Philippe Vane'ı görmek istedi. Onu yedi yıllık hapis cezasını bitirdiği sıra buldu. Julien: «Bu memlekette asilzadeliğin şakası yokmuş, diye düşündü; hattâ, Vane ayaklar altına düşmüştür, iftiraya uğramıştır, daha nicesi olmuştur.»
Onu sevinç içinde gördü; asilzadeliğe karşı duyduğu kin sıkıntısını yok ediyordu. «İşte, dedi Julien cezaevinden çıkarken, İngiltere'de gördüğüm tek neşeli adam.»
Vane kendisine: «Zalimlere en yararlı gelen düşünce Tanrı düşüncesidir» demişti...
Sözün sonunu pek aşırı kaçtığından söylemiyoruz.
Dönüşünde B. de La Mole ona:
— İngiltere'den bana ne gibi hoş fikirler getiriyorsunuz: diye sordu...
Delikanlı susuyordu. Marki hemen:
— Ne gibi fikir getiriyorsunuz, eğlenceli olsun olmasın, ne gibi fikir? dedi.
Julien:
— İlkin, dedi, eg akıllı İngiliz bile günde bir saat olsure
291
delidir; memleketin Tanrısı sayılan intihar şeytanı tarafından ziyaret edilir.
2° Akıl ve deha, ingiltere'ye girerken değerinin yüzde yirmi beşini yitiriyor.
3° Yeryüzünde hiçbir yer İngiltere manzaraları kadar güzel, sevimli, heyecan verici değildir.
Marki:
—¦ Söz sırası şimdi bende, dedi.
ilkin, Rus elçiliğindeki baloda, neden kalkarsınız da, Fransa'da savaşı gönülden isteyen yirmi beş yaşında üç yüz bin delikanlı vardır, dersiniz? Bu gibi sözlerin kırallara dokunduğunu sanmıyor musunuz sanki?
Julien:
— Bizim diplomatların karşısında insan konuşurken ne sapacağını bilmiyor, dedi. Hepsinde ciddî tartışmalardan söz açma illeti var. İnsan, gazetelerin o basmakalıp sözlerini tekrarlarsa, budala yerine geçer. Gerçek ve yeni birşey söylerse, şaşırıp kalırlar, ne karşılık vereceklerini bilmezler, bakarsınız ertesi gün, saat sabahın yedisinde, elçilik başyazıcı-sı ağzından: «Sözleriniz yersiz kaçmış» dedirtirler.
Marki gülerek:
— Fena değil, dedi. Fakat, bahse girerim ki siz, bu kadar derin düşünmesini bilen insan olduğunuz halde, İngiltere'ye ne diye gönderilmiş olduğunuzu anlamamışsınız.
Julien:
— Af buyurun, dedi; kiralın elçisinin, insanların en kibarı olan adamın sofrasında haftada bir gün yemek yemek için gittim oraya.
Marki:
— Bu nişanı almak için gittiniz, dedi ona. Siyah elbisenizi çıkarmanızı istemiyorum sizden, maviler giyen adamla yaptığım o daha tatlı sohbete alıştım. Durum değişene kadar, şunu iyi bilin ki: ben bu nişanı takınca, dostum dük de Chaulnes'un, haberi olmaksızın, altı aydır, diplomatlık işinde çalışan ikinci küçük oğlu olacaksınız.
Marki pek ciddî sesle ve ince davranışları bir yana bı-Takarak:
— Dikkat edin, sizi kendi sınıfınızdan ayırmak istemiyorum, dedi. Bu, himaye edilen için olduğu kadar himaye
292
eden için de bir hata ve bir felâkettir her zaman. Dâvalarım sizi üzerse, yahut artık işimize yaramazsanız, dostumuz; rahip Pirard'ınki gibi size, iyi bir papazlık bulurum.
Marki pek soğuk bir şekilde:
-*— Fazlasını beklemeyin öyle, diye ekledi.
Bu nişan Julien'in gururunu alabildiğine okşadı; haba-bam konuşup durdu. Sık sık tahkir edildiğini ve coşkun bir konuşma anında, hemen herkesin ağzından kaçabilecek, az: kibarlık taşıyan, garip garip sözlere bakarak alındığını daha az düşündü.
Bu nişan ona garip bir ziyaret kazandırdı; bu ziyaret baronluk unvanının elde edilişi yüzünden bakanlığa teşekkür etmek için ve bakanlıkla konuşmak için Paris'e gelen B. le baron de Valenod'nun ziyareti oldu. Azledilen B. de Renal'm yerine Verrieres belediye başkanı olacaktı.
Julien, B. de Valenod, B. de Renal'in bir jakobin olduğunu anladıklarını söyleyince, içinden bir hayli güldü. Gerçek şu ki, bir seçim öncesinde, yeni baron, hükümetin adayı idi, ama koyu kıralcı kazada, büyük bölge toplantısında, liberaller tarafından tutulan da B. de Rânal idi.
Julien'in Bn. de Renal hakkında birşeyler öğrenmeğe çalışması boşuna oldu; baron, eski rekabetlerini hatırlar gibi oldu, bu işe de hiç yanaşmadı. En sonunda Julien'den, babasının oyunu gelecek seçimlerde kendisine vermesini rica etti. Julien durumu babasına yazacağına söz verdi.
— Bay le şövalye, beni, B. le marki de La Mole'a takdim etmelisiniz, dedi.
Julien: «Gerçekten, etmeliyim, diye düşündü; ama böyle bir rezili ha!...»
— İşin açıkçası ben, diye karşılık verdi, La Mole konağında solda sıfır bir insanım, kimseyi takdim filân edemem.
Julien markiye herşeyi söylerdi: o akşam Valenod'nun isteğini, 1814 yılından bu yana yaptıklarını ve davranışlarını anlattı.
B. de La Mole, pek ciddî bir tavırla:
— Yarın yeni baronu takdim edersiniz bana, dedi, hem yetmez bu kadarı, öbür güne yemeğe çağırıyorum ben onu. O,, yeni belediye başkanlarından biri olacak.
Julien soğuk soğuk:
293
— O halde, dedi, babamı da kimsesizler yurdu başkanlığına getirmenizi istiyorum.
Marki yeniden sevinçlenerek:
— Böyle olmalı işte insan, diye karşılık verdi; anlaştık gitti; ahlâk dersleri vereceksiniz sanıyordum. Olgunlaşıyor-sunuz.
B. de Valenod, Julien'e Verrieres piyango baş satıcısının öldüğünü bildirmişti: Julien bu işin B. de Cholin'e, bir zamanlar B. de La Mole'ün odasında istidasını bulup okuduğu bu içi geçmiş budalaya da devretmenin yerinde olacağını düşündü. Maliye Bakanlığından bu yeri isteyen mektubu imzalatırken Julien'in sayıp döktüğüne marki alabildiğine güldü.
B. de Cholin'in atanmasından sonra Julien, bu yerin bölge milletvekilinin ricası ile B. Gros'ya, ünlü hendeseciye istenmiş olduğunu öğrendi: bu gönlü temiz adamın olup olacağı bin dört yüz frank yıllık geliri vardı, ailesinin geçimini sağlamak için de, ölen baş satıcıya her yıl altı yüz frank borç öderdi.
Julien yapmış olduğu işe şaşırıp kaldı. «Bu ölen adamın ailesi, acaba nasıl geçiniyor?» Bu düşünce içini sızlattı. «Bu birşey değil, diyordu içinden, arzuma kavuşursam, kim bilir daha nice haksızlıklar yapmak ve bu haksızlıkları, duygulu güzel sözlerle örtmek gerekecek: zavallı B. Gros! Onun hak kazandığı nişanı ben aldım, bu nişanı bana veren hükümete kul köle olmak zorundayım.»
BÖLÜM VIII
GERÇEĞİ BELİRTEN HANGİ SÜSTÜR?
Suyun kandırmıyor, dedi susayan dev. — Ama bu bütün Diyarbakır'ın en derin kuyıısudur.
PELLICO
Bir gün Julien, B. de La Mole'ün, bütün topraklan içinde, yalnız ünlü Boniface de La Mole'e ait olduğundan, ilgi duyduğu, Seine kıyılarındaki, güzelim Villequier arazisinden
294
dönüyordu. Konakta Hyeres'ten dönen markiz ile kızını
buldu.
Julien artık bir züppe olup çıkmıştı, Paris'te yaşamak san'atmı anlıyordu. Bn. de La Mole'e açıkça soğuk davrandı. Genç kızın attan düşüş şekli üzerinde sevinçli sevinçli açıklamalar aldığı zamanların hiçbir anısını saklamıyor göründü.
Bn. de La Mole onu büyümüş ve solgun buldu. Boyu poşunda, davranışında taşralılıktan artık hiç iz kalmamıştı; konuşması ise hiç te böyle değildi: konuşmasında gene alabildiğine ciddîlik, alabildiğine resmîlik görülüyordu. Bu akla yakın davranışlarına rağmen, gururu yüzünden olacak ki, konuşmasında aşağılıktan hiç eser yoktu; sade bir yığın şeye gene önemli diye baktığı seziliyordu. Ne var ki, sözünü tutacak adam olduğu da görülüyordu.
Bn. de La Mole babasına, Julien'e verdiği nişan üzerine
alaylı alaylı:
— Serbest denemez, ama akılsız da denemez, dedi. Kardeşim sizden on sekiz aydır bu nişanı istemişti, hem o bir La Mole'dür!.
— Evet; ama Julien'de görülmedik hava var, adını ettiğiniz La Mole'de ise böylesini aramayın hiç.
B. le dük de Retz'in geldiği bildirildi.
Mathilde önüne geçilemez bir esneme ihtiyacı duydu; adamı görünce, babasının salonunu dolduran eski müdavimleri ve eski elbiseleri hatırlar gibi oluyordu. Paris'te yeniden yaşayacağı hayatın ne sıkıcı olacağı üzerine bir hayal kuruyordu. Ama böyle olduğu halde Hyeres'de de Paris'i özlüyor du.
«Oysa ondokuz yaşındayım henüz! diye düşünüyordu: bütün şu yaldızlı budalaların dediğine göre bu, mutluluk çağı imiş.» Salondaki konsolun üzerine yığılmış, Provence'a yolculuğu sırasında gelip yığılmış sekiz on cilt yeni şiir kitaplarına bakıyordu. B. de Croisenois, B. de Luz ve öteki dostlarından daha zekî olmak bedbahtlığına uğramıştı. Pro-vence'm o güzel göğü, şiir, güney üler\ nicesi, daha nicesi üzerine kendisine diyecekleri herşeyi bir bir düşünüyordu.
İçinde en derin can sıkıntısının vç daha kötüsü, zevki bulma umutsuzluğunun belirdiği pek güzel gözleri, Julien
295
üzerinde durdu. Hiç değilse o, düpedüz bir başkası gibi değildir.
Yüksek tabakadaki kadınların kullandıkları, aceleci, kesik, ama hiç te kadınca olmayan sesle:
— Bay Sorel, diye sordu, bu akşam B. de Retz'in balosuna geliyor musunuz?
— B. le dük ile tanışmak şerefine nail olamadım, ba-yancık. (Bu sözler ve bu ad, dikbaşlı taşralının ağzını sanki tırmalıyordu.)
— Kardeşime, sizi konağına getirmesini söylemiş; gelseydiniz, hiç olmazsa bana, Villequier'deki toprak hakkında birşeyler söylemiş olurdunuz; ilk yazın oraya gitmekten söz açılıyor. Şatonun oturulabilir durumda, yani yörenin de söylendiği kadar güzel olup olmadığını öğrenmek isterdim. Boş yere övülen o kadar çok şey var ki!
Julien karşılık vermiyordu. Kızcağız pek kesin bir sesle:
— Kardeşimle geliniz baloya, diye ekledi.
Julien saygı ile selâmladı. «Öyle ya, balo ortasında bile, ailenin her insanına hesap vermek zorundayım. İş adamı olarak para almıyor muyum?» diye düşündü. Kızgın kızgın da ekledi: «Hem kıza söylediğimin babasının, kardeşinin, annesinin damarlarına basmıyacağım Tanrı bilir! Burası doğrusu zalim bir prens sarayı. Burada hem düpedüz değersiz insan olmak, hem de kimseye yana yıkıla söz söyleme fırsatını vermemek gerekmiş.»
Dostlarından bir yığın kadınla tanıştırmak üzere annesinin çağırdığı Bn. de La Mole'ün yürüyüp gidişine bakarken: «Betime gidiyor şu sırık kız! diye düşündü. Her modayı ifrata kaçırıyor, elbisesi omuzlarından düşüyor... Yolculuğa çıkmadan öncekinden daha solgun... Ne o renksiz saçlar öyle, o kadar da sarı ki! Sanki ışık süzülüyor arasından! Bu bakışta, ne azametli selâm veriş var öyle! O ne öyle kraliçe davranışları!»
Bn. de La Mole, salondan çıkmak üzere bulunan kardeşini çağırdı.
Kont Nobert, Julien'e sokuldu:
— Azizim Sorel, dedi ona, B. de Retz'in balosuna git-
296
mek için bu gece gelip sizi nereden alayım dersiniz? Sizi götürmem için beni iyice sıkıştırdı.
Julien, yerlere kadar eğilerek selâm vere vere:
— Bunca lûtfu kime borçlu olduğumu iyi biliyorum, diye karşılık verdi.
Garip kızgınlığı, Norbert'in kendisiyle konuşurken takındığı o nazik ve hattâ ilginç edaya kızacak hiçbir şey bulamayarak, onun, Julien'in bu iltifat edici söze vermiş olduğu karşılıkta belirmeğe başladı. Bu karşılıkta bir bayağılık havası buluyordu.
Akşam, baloya gittiğinde, Retz konağının güzelliğine ağzının suyu aktı. Giriş avlusu altın yaldızlı işlemeli büyük bir al bezden yapılma çadırla örtülmüştü; bundan daha gökçen hiçbir şey olmazdı. Bu çadırın altında avlu, çiçeklen-miş bir portakal ve zakkum ağaçları ile dolu bir koru haline getirilmişti. Saksılar, yeterince yere gömme ustalığı gösterildiğinden, zakkumlarla portakallar âdeta topraktan çıkıyor gibiydiler. Arabaların geçtiği yol kumla döşenmişti.
Bu birlik bizim taşralıya olağanüstü geldi. Böyle bir ihtişamı düşünemezdi bile; coşkun hayali, kızgınlığını bir an içinde yok etti. Baloya gelirlerken, arabada, Norbert'in keyfi yerinde idi, bizimki ise herşeyi kara görüyordu; daha avluya girer girmez, roller değişti.
Norbert, bunca ihtişam içinde, ancak, noksan olabilen birkaç noktaya ilgi duyuyordu. Herşeyin giderlerini hesaplıyor, artık, yüksek bir toplama vardıkça, Julien onun hemen hemen kıskançlık duyduğunu ve kızdığını gördü.
Kendisi ise, dans edilen salonlajm ilkine girdiğinde, büyülenmiş, hayretler içinde kalmış, hattâ heyecan coşkunluğundan âdeta korkar duruma gelmişti. İkinci salonun kapısında iğne atılsa yere düşmezdi, kalabalık o kadar çoktu ki, ilerlemek imkânsız geldi ona. Bu ikinci salonun süsü Gra-nada'daki Elhamra sarayına benziyordu.
Omuzu Julien'in göğsüne dayanan, bıyıklı bir delikanlı:
— Balonun kıraliçesi odur, bunu kabul etmeli, diyordu. Yanındaki:
— Bütün kış en güzel kadın olarak geçinen Bn. Four-ınont, ikinciliğe düştüğünü görüyor, diye karşılık veriyordu: hele şu garip haline bak.
297
— Hoşa gideyim diye bütün hünerlerini döküyor doğrusu ortaya. Bak, karşılıklı - takım dansında tek başına kalınca cilveli cilveli gülümseyişine bak. Doğrusu ya, diyecek yok buna, diyecek.
— Bn. La Mole pek iyi gördüğü zaferinin kendisine verdiği zevki belli etmemeğe çalışıyor. Konuştuğu kimsenin hoşuna gitmekten çekiniyor sanki.
— Tam üstüne bastın! Buna derler işte baştan çıkarmak sanatı.
Julien bu büyüleyici kadını görebileyim diye boşuna uğraşıyordu; kendisinden daha uzun boylu yedi sekiz kişi kadını görmesine engel oluyordu.
Bıyıklı delikanlı:
— Böyle asîl duruşta oldukça fındıkçılık var, diye yeniden söze başladı.
Yanındaki:
— Hele sanki baştan çıkarmak üzere oldukları anda usulca eğilen şu iri mavi gözlere bak, diye karşılık verdi. İki gözüm önüme aksın, bundan daha pasaklı hiçbir şey olamaz.
Bir üçüncüsü:
— Güzel Fourmont onun yanında bak ne bayağı kalıyor, dedi.
— Bu çekingen hal: «Bana lâyık erkek olsaydınız, size hoş görüneyim diye neler de neler yapardım!» demek istiyor.
Birincisi: .
— İyi ama kim muhteşem Mathilde'e lâyık olabilir? diye sordu: bu olsa olsa güzel, tatlı dilli, boylu poslu, cengâ-ver, ancak yirmi yaşında bir prens olabilir.
— Rusya imparatorunun gayri meşru çocuğu... ki, bu evlenmenin şerefine, kendisini bir yere baş yaparlar; ya da sadece, şehirli kılığına girmiş köylüye benzer, kont de Thaler. ..
Kapının önü aralandı, Julien içeri girebildi.
«Madem şu züppelerin gözüne bu kadar güzel görünüyor, ben de hele bir göreyim şunu, diye düşündü. Bu adamlara göre mükemmelin anlarım ne olduğunu.»
Onu gözleriyle araştırdığı sıra, Mathilde kendisine baktı. Julien içinden: «Haydi iş basma» dedi; ama yüzündeki
298
ifadede öfkeden eser kalmamıştı. Merak onu öyle bir zevkle ilerletiyordu ki, Mathilde'in alabildiğine omuzlarından sarkan elbisesinin değeri o saat arttı, doğrusunu söylemek gerekirse bu artış gururunu az okşuyordu. «Güzelliğinde gençlik var,» diye düşündü... Beş altı genç, içlerinde Julien'in kapıda neler konuştuklarını duyduğu gençler, Mathilde ile kendi arasında bulunuyordu. Mathilde ona:
— Siz, bayım, siz ki bütün kışı burada geçirdiniz, dedi, doğrusu bu balo mevsiminin en güzel balosu değil mi?
Bizimki karşılık vermiyordu.
— Coulon'un bu kadrili hoşuma gidiyor (72); bu baylar bu havayı mükemmel bir şekilde oynuyorlar.
Delikanlılar ille de bir karşılık vermesi istenen mutlu adamın kim olduğunu görmek için arkalarını döndüler. Kızcağız bir türlü cesaret göremedi.
— İyi bir yargıç olmağı beceremiyorum, bayancık, ömrümü yazmakla geçiriyorum: bu gördüğüm, ilk muhteşem balodur.
Bıyıklı delikanlılar kızıp köpürdüler. Daha sıcak bir ilgi ile:
— Bay Sorel, bilgi sahibi bir insansınız siz, dedi; bütün bu baloları, bütün bu eğlencelere, bir bilge gibi, J. - J. Rousseau gibi bakıyorsunuz. Bu çılgınlıklar sizi baştan çıkar-maksızm şaşırtıyor.
Bir söz Julien'in muhayyilesini döndürmüş ve kalbinden olanca kuruntuyu uzaklaştırmıştı. Dudak büküp biraz da aşırı bir dille:
— J. - J. Rousseau, diye karşılık verdi, kibarlar âlemi hakkında hüküm vermeğe kalktı mı, bir budala gibi görünüyor gözlerime yalnız; o bu âlemi anlamıyor, sonradan görme bir uşak ruhu ile giriyordu buraya.
Mathilde derin bir saygı ile:
— Ama Contrat Social'ı yazdı (73), dedi.
— Cumhuriyeti öven, ama bütün monarşik şeflerin yok olmasını isteyen bu sonradan görme, bir dük dostlarından birine yol arkadaşlığı etmek için yemek üzerine gezinti yönünü değiştirirse, sevincinden sarhoş olur.
Dostları ilə paylaş: |