Mathilde'i sevdiğimiz için, üzüle üzüle itiraf edeceğiz ki o, bu gençlerin çoğundan mektuplar almış, üstelik bazan onlara karşılıklar bile vermişti. Bu kızın çağının geleneklerine göre bir istisna teşkil ettiğini de söylemekte tez davranalım. Asîl Sacre-Coeur manastırında ki öğrencilere kondurulabi-len ihtiyatsızlık çoğu zaman böyle değildir.
Bir gün marki de Croisenois Mathilde'e, geçen gün kendisine yazdığı, adını hemen hemen lekeliyecek bir mektubu geri çevirdi. Bu yol ihtiyatla kızın daha çok gözüne gireceğini umuyordu. Ama Mathilde'in sağa sola mektup donatırken hoşlandığı şey ihtiyatsızlıktı. Zevki kaderi ile oynamaktı. Markiye altı hafta söz söylemedi.
Kızcağız bu gençlerin mektupları ile gönlünü eğlendiriyordu; fakat ona göre bütün bu mektuplar, birbirine benziyordu. Hep en derin, en hazin aşktan söz açılıyordu.
Kuzinine:
— Hepsi de Filistin'e gitmeğe hazır, hepsi de tam erkek, diyordu. Daha saçma birşey bilmiyor musunuz siz? Ömrüm boyunca alacağım mektuplar işte böyle olacak! Bu yol mektuplar ancak yirmi yılda, modaya bağlı olarak değişebilirler. Her hade imparatorluk çağında bu kadar renksiz değillermiş. O zamanlar kibirler âleminde yaşayan bütün bu gibi gençler gerçekten büyüklüğü olan işler görmüşler ve başarmışlar. Dük de N •*•, dayım, Wagram savaşında bulunmuş.
Mathilde'in yeğeni, Bn. de Sainte - Heredite:
— Bir kılıç sallamak için ne zekâ lâzım sanki? Hem sararmış olsalar, öyle söz ederler ki bu savaştan! dedi.
— İyi ya işte! bu hikâyeler beni eğlendiriyor. Gerçek bir savaşa içinde on bir erin öldürüldüğü, bir Napoleon sa-
324
vaşma girmek, yiğitliği gösterir. Tehlikeye atılmak ruhu yükseltir ve bana tapan zavallıların içine düşmüş gibi oldukları can sıkıntısını kaldırır ortadan; bu can sıkıntısı, sanki bulaşıcı hastalıktır. İçlerinden hangisinin aklına olağanüstü birşey başarmak düşüncesi gelmiştir? Benimle evlenmeğe can atıyorlar, güzel iş! Zenginim, babam da damadını yükseltecek. Ah! biraz beni eğlendiren bir damat bulabilse bari!
Mathilde'in canlı, kesin, pitoresk görüş tarzı görüldüğü gibi gazın da bozuyordu. Bir tek sözü çoğu zaman en kibar dostlarının gözünde kehanet sayılıyordu. Meraya daha az uygun düşmüş olsaydı, bu biçimdeki konuşmasının kadın ağzına yakışmayacak kadar açık olduğunu, hemen hemen itiraf etmiş olurlardı.
O, o ise, Boulogne ormanında gezinen atlı delikanlılara karşı düpedüz haksızlık ediyordu. Yarını dehşetle değil, bu güçlü bir duygu olurdu, fakat onun yaşma göre pek nadir sayılan bir tiksinti ile görüyordu.
Ne isteyebilirdi? Mal-mülk, doğuştan asalet, zekâ, herkesin söylediğine göre, kendisinin de inandığına göre güzellik, herşey kaderin elleriyle kondurulmuştu üzerine.
îşte Julien'le dolaşmaktan hoşlanmağa başladığı zaman, Saint-Germain mahallesinin en çok imrenilen mirasçı kızın düşünceleri bunlardı. Kızcağız Julien'in gururu karşısında şaşırıp kaldı; bu küçük burjuvanın becerikli olsuna hayran kaldı. «Rahip Maury gibi piskopos olabilir» diye düşüdü.
Arası çok geçmeden kahramanımızın, onun düşüncelerinden çoğunu içten ve tasarlanmış olmayan şekilde kabullenmesi Mathilde'i meşgul etti; bunu düşünüyordu; yeğenine konuşmaların en ince noktalarını bile açıyor, buna rağmen gene de herşeyi iyice anlatmadığını sanıyordu.
Aklında birden şimşek gibi bir düşünce çaktı: «Sevmek mutluluğuna erdim, dedi bir gün kendi kendine, inanılmaz bir sevinç coşkunluğu içinde. Seviyorum, seviyorum, evet! Ben yaşta, genç .güzel, aklı ileri bir kız. heyecanlar duyabi-lirse, bu aşk değil de nedir? Boşuna uğraştım. Croisenois'yı, Caylus'u, uzun sözün kısası sevemezdim ya hepsmi. Onlar tam erkek, belki de tek tam erkekler; ama ne yazık ki canımı sıkıyorlar.»
Manon Lescaut'da, Nouvelle Heloise'de, Lettres d'une
Religieuse portugaise'de nicesinde, ama nicesinde okumuş olduğu bütün aşk tasvirlerini birer birer aklından geçirdi. Söz konusu olan şey, besbelli salt gerçek tutku idi; gerçek aşk dediğin onun yaşındaki ve onun kadar soylu bir kıza yakışmazdı öyle. O ancak III. Henri de Bassompierre çağında Fransa'da rastlanan kahramanca duyguya aşk adını veriyordu (90). Bu aşk engeller karışısmda hemen sönmezdi, hayatın eğlencesi değildi, hayatı değiştirirdi; fakat, daha çoğu bu aşk, büyük işler gördürürdü. «Catherine de Medicis ya da XIII. Louis'ninki gibi (91) gerçek bir saray hayatının olmaması yazık yazık bence! Ben içinde nice cüret .ve nice büyük şey bulunan her işi yapmağa yetkili buluyorum kendimi. Ayaklarıma kapanan yürekli, ama XIII. Louis gibi bir kral uğrunda neler yapmam ki! Baron de Tolly'nin sık sık dedi-ğince, onu Vende'ye götürürdüm, o da orada işe başlayıp kurtarırdı tahtını; o zaman ferman filân kalmazdı artık... Bana Julien de yardım ederdi. Sanki nesi eksik? Bir asalet unvanı ve bir de servet. Bir unvan bulur, servet te elde ederdi...»
«Croisenois'nin hiç bir eksiği yok, hayatı boyunca yarı-kralcı, yarı - hürriyetçi bir dük, ifrat ve tefritten hep kaçan, bunun için de her yerde ikinci derecede kalan bir çenesi düşük kimse olacak yalnız.»
«Başlangıçta ifrat sayılmayan hangi büyük iş vardır ki? Bu gibi iş ancak başarıya ulaşınca uluorta insanların gözünde olabilirmiş gibi görünür. Evet, aşk olanca mucizeleri ile kalbimde hüküm sürecektir; aşkı varlığımı aydınlatan ateşten alıyorum. Tanrı'nm bana bu bağışta bulunması lâzımdı. Bütün yararlarını bir tek insana sunamazdı boşuna. Mutluluğum bana lâyık mutluluk olacak. Günlerimin herbi-ri kendisinden öncekine soğuk soğuk benzemiyecek. Toplumsal yönden benden alabildiğine başka bir insanı sevebilmekte bile büyüklük ve soyluluk vardır. Bakalım; o bana her zaman lâyık olmakta devam edecek midir? Kendisinde rastladığım ilk zaaf karşısında, bırakıveririm onu. Benim gibi soylu ve söylediğine göre (bu babasının bir sözü idi) benim gibi kahraman yaradılışlı bir kaç genç kız bir aptal gibi hareket etmemelidir.»
«Marki de Croisenois ile evlenecek olsaydım oynayaca-
326
ğım rol bu mu olacaktı? Yeğenlerimin öylesine tiksindiğim mutluluklarının yeni bir eşine kavuşacaktım. Zavallı markinin bana neler söyleyeceğini, ona ne gibi karşılıklar vereceğimi önceden biliyorum. Kişiyi sıkıntıdan esneten bir aşk nedir? Bir manastıra kapağı atmak daha iyi olur. Yeğenlerimin en küçüğü için olduğu gibi, ben de bir nikâh anlaşmasına imza basacağım, karşı tarafın noteri tarafından bir'gün önce anlaşmaya konulan son bir şart yüzünden kızıp köpür-mezlerse, büyük - annemle büyük - babam torunlarının mürüvvetini göreceklerdir.»
BÖLÜM XII BİR DANTON MU OLACAK?
Heyecan ihtiyacı, bugün Fransa'da IV. Henri adıyla saltanat sürdüğünü gördüğümüz Navarre kralı ile arası pek geçmeden evlenen halamın, güzel Marguerite de Va-lois'mn karakteri heyecan ihtiyacı idi. Kumar oynamak ihtiyacı bu sevimli prensesin karaktarindeki bütün sırrı açığa vuruyordu; daha on altısından itibaren, kardeşleriyle yaptığı kavgaları ve barışmaları bundan ileri geliyordu. İyi güzel ama, çiçeği burnunda bir kız acaba ne oynayabilir? Taşıdığı en değerli şeyi; bütün hayatının gül pembe noktası sayılan, şerefini oynayabilir.
IX. Charles'm yaşadığı çocuğu, Dük d'ANGOULEME'in Anıları'ndan.
«Julien'le benim aramda evlenme anlaşması, noter işi gibi şey hiç olmayacak, herşey kahramancadır, herşey tesadüfün eseri olacak. O bir de soylu olsaydı, benim aşkım, Marguerite de Valois'nm çağının en saygıdeğer insanı sayılan genç La Mole'e karşı duyduğu aşk olurdu. Saray delikanlıları bu kadar ileri kibarlık taslarlarsa biraz garip maceracık-tan söz açılınca sararıp solarlarsa bende mi günah? YUna-
d/S*
nistan'a ya da Afrika'ya küçük bir yolculuk yapmak onlarca cesaretin son kertesi ama gene de hep birlikte dolaşmağı bilirler yalnız. Tek başlarına kalır kalmaz, ödleri kopar, Bedevi mızrağından değil de, gülünç olmaktan korkarlar, bu korku deli eder onları.»
«Oysa, Julien'ciğim, bir başına hareket etmekten hoşlanıyor yalnız. Bu marifetli insanda, başkalarından iltimas ve yardım beklemek gibi en ufak düşünce arama, arama hiç!, o başkalarını hakir görüyor, bunun için de ben onu hakir görmüyorum.»
«Eğer, yoksulluğu yetmiyormuş gibi, Julien bir de soylu olsaydı, aşkım pis bir budalalık, gelişi güzel birine yamanma sayılırdı ancak; böylesini istemezdim; böylesinde büyük aşkları dile getiren hava olmazdı hiç; yenilecek zorluğun büyüklüğü ve olayın korkunç belirsizliği olmazdı.»
Bn. de La Mole bu tatlı düşüncelere kendin o kadar kaptırmıştı ki, ertesi gün, kuşku bile etmeden, marki de Cro-isenois ile kardeşine tutup Julien'i övdü. Göklere çıkarışı o kadar ileri gitti ki, ötekilerin sinirine dokundu.
Kardeşi:
— Böylesine cerbezeci olan bu gençten kendinizi korurun, diye bağırdı; gene ihtilâl olursa, giyotinde hepimizin uçurtur kafasını.
Kız karşılık vermekten çekindi, cerbeze sözünün onlarda yarattığı korku için kardeşi ile marki de Croisenois'yı alaya almakta tez davrandı. Doğrusunu söylemek gerekirse beklenmedik birşeyle karşılaşmak korkusu, beklenmedik şey karşısında duyulan afallamak korkusundan ileri geliyordu ancak..
— Hep o, hep o, Baylar, gülünç olmak korkusu, ne yazık ki, 1816' yılında, geberip giden canavar.
Bn. de La Mole: «Bir memlekette iki parti oldu mu, der- v di, gülünç olmak yoktur artık.» Kızı bu düşünceyi kavramıştı. Julien'in düşmanlarına :
— îşte böyle, Baylar, diyordu, hayatınız boyunca hep korkacaksınız, arkanızdan da size diyecekler ki:
Bir kurt değildî, göîgesiydi yalnız (92).
Marhilde arası çok geçmeden yanlarından ayrıldı. Kar-
328
deşinin sözü onu ürküttü, onu hayli kayguya düşürdü; ama, daha ertesi gün, bir sözde övgülerin en güzelini buluyordu.
«Cerbezenin can verdiği bu çağda, onun cerbezesi, onları korkutuyor. Kardeşimin dediğini bildireceğim ona; ne karşılık vereceğini görmek isterim. Fakat gözlerinin parla-dığı anlardan birini yakalıyacağım. O zaman yalan söyleyemez bana.»
Uzun ve belli belirsiz bir hülyaya daldıktan sonra:
— Bir Danton olacak! diye ekledi. Ne gelir elimizden! İhtilâl başlar yeniden..O zaman Croisenois ile kardeşim ne rol oynarlar? Kader yazacağını yazmıştır; asilce boyun eğiş. Boğazlarını gık demeden bıçağa uzatan, kahraman koyunlar olurlar. Can verirken tek korkuları zevksizlik olacaktır gene. Benim Julien'ciğim ise bir parça kurtuluş umudu bile olsa, kendisini tevkif etmeğe gelecek ihtilâlcinin beynine sıkar kurşunu. Onun zevksizlikle damgalanmak korkusu yoktur.
Bu son söz kızcağızı kara kara düşündürdü; bu söz acı anılar uyandırıyor, bütün cesaretini kırıyordu. Bu söz ona B. de Caylus'un, B. de Croisencis'nm, Bn. de Luz'un ve kardeşinin zevzekliklerini hatırlatıyordu. Bu baylar Julien'de-ki papaz havasına hep birlikte şu damgayı vururlardı; sinsi ve ikiyüzlü.
Birden, sevinçten pırıl pırıl gözlerle:
— İyi ama, diye ekledi, alaylarmdaki acı ve keskinlik, onlar sezmeden, bu kış gördüğümüz en değerli insanın kendisi olduğunu ispat ediyor. Kusurlarından, gülünçlüklerinden kime ne? Onda büyüklük var, zaten ötekiler de bu büyüklüğe kızıyorlar, üstelik başkalarına öylesine yumuşak ve alçak gönüllü davrandıkları halde. Gün gibi belli ki elinde avucunda yokmuş ta papaz olmak için okumuş; onlar ise süvari bölüğü kumandanıdırlar ve okumağa ihtiyaçları olmamıştır; bu iş daha kolaydır.
O ebedî kara elbisesinin ve şu papaz çehresinin bütün uğursuzluklarına rağmen, zavallı çocuk, bin güçlükle karnını doyurabiliyor, yoksa açlıktan ölürdü, meziyeti korkutuyor onları, belli. Hem bu papaz çehresini, birkaç dakika baş-başa kaldık mı takınmıyor artık.' Bu baylar da zarif ve beklenmedik sandıkları bir söz söyledikleri zaman, ilkin Julien'e
329
bakmıyorlar mı? Bunu bal gibi gördüm. Oysa ona birşey sormadıkça, onun da kendileri ile hiç konuşmadığını biliyorlar artık. O bir bana açık açık söz söylüyor, yüksek ruhlu olduğumu sanıyor. Kibarlı kolsun diye onların itirazlarına karşılık veriyor yalnız. İşi hemen saygıya döküyor. Benimle saatlerce tartışıyor, azıcık itirazda bulunsam fikirlerimden; kuşku ediyor. Uzun sözün kısası bu bütün kış hiç kavga gürültü etmedik; yalnız şatafatlı sözlerle dikkat çekildi. Bu yetmiyormuş gibi, üstün bir insan olan, hem de ailemizin şerefini yükseltecek olan babam bile, Julien'e saygı besliyor. Ona herkes kin. besliyor, annemin dini bütün dostlarından başka kimse, ama kimse onu küçümsemiyor.
Kont Caylus'un atlara karşı merakı vardı ya da meraklı diye gösteriyordu kendini; hayatını tavlasında geçiriyor, öğle yemeklerini bile orada yiyordu. Hiç gülmek nedir bilmez huyuna eklenen bu aşırı merak, kont'a, dostları arasında büyük yer sağlıyordu; bu küçük çevrenin kartalı idi o.
Bu küçük çevre ertesi gün Bn. de La Mole'ün uzun arkalıklı koltuğu gerisinde toplanır toplanmaz, ama Julien henüz yokken, B. de Caylus, Croisenois ile Norbert'den cesaret alarak, Mathilde'in Julien hakkındaki temiz düşüncesine sertçe çıkış yaptı, hem de tam sırasmda, hemen hemen Bn. de La Mole'ü gördüğü ilk anda yaptı. Kız bu tilkiliği daha çok uzaktan anladı, bundan da çok hoşlandı.
İçinden: «İşte, dedi, on altınlık geliri olmayan, ancak birşey sordular mı kendilerine karşılık verebilen dehâ sahibi bir adama karşı hepsi de birlik olmuşlar. Siyah cübbesini giydi mi ödleri kopuyor ondan. Ya apoletli elbise olsa ne olacak?.
Genç kız hiçbir zaman böyle zekî olmamıştı. Daha ilk saldırılar başlar başlamaz alaylı söylerle, Caylus ile yardakçılarını altetti. Bu parlak subayların alaylarmdaki ateş sö-nünde B. de Caylus'a:
— Yarın Franche - Comte dağlarından bir asilzade, Ju-lien'in kendi yasadışı çocuğu olduğunun farkına varır da, ona bir asalet unvanı ile birkaç bin frank para verirse, dedi, altı haftaya kalmaz o da sizin gibi bıyık büyütür, baylar; altı hafta sonra o da sizler gibi süvari bölüğü kumandanı olur. baylar. O zaman karakterindeki büyüklük artık gülünç sa-
330
yılmaz işte. Müstakbel dük cenapları, sizde şu bayat kötü mantığı görüyorsunuz. İyi ama, sizi çileden çıkarmak istersem, Julien'in öz babasının Napoleon zamanında savaş tutsağı olarak Besançon'a getirilen, hattâ, iç rahatlığı ile ölmek için, ölüm döşeğinde oğlu olduğunu tanıyan bir İspanyol dükü olduğunu söylemek kötülüğünü işlersem, ne söz düşer
sizlere?
Asîl bir adamın yasa dışı çocuğu olabilmesi üzerine ortaya dökülen bütün bu varsayımlar B. de Caylus ile B. de Cro-isenois'ca hemen hemen kötü karşılanmış oldu. İşte Mathil-de'in muhakemesinde gördükleri bütün şey.
Nobert kızkardeşinden çekindiği halde, kızkardeşinin sözleri o kadar açıktı ki, gülümser ve güzel yüzüne, itiraf edelim, oldukça kötü gelen ciddî bir tavır takındı.
Mathilde yarı ciddî bir sesle ona :
— Ne o dostum, hasta mısınız? diye sordu. Alaylara ahlâk dersi vererek karşılıkta bulunduğunuza göre pek hasta
olmalısınız.
Ahlâk nerede, siz nerede! bir bakanlık mı koparmak istiyorsunuz yoksa?
Mathilde Caylus'un o kızgın halini, Nobert'ln sinirlenişini ve Bn. de Croisenois'nm sessiz umutsuzluğunu o saat unuttu. Ruhunu kaplayan uğursuz bir düşünce üzerinde verilecek bir kararı vardı.
«Julien bana oldukça içten davranıyor, dedi kendi kendine; o yaşta insanın, hele müthiş yoksul olup da, hayret uyandırıcı bir yükselme tutkusunun pençesinde kıvranarak acı çekecek olursa, bir sevgiliye ihtiyacı vardır. Bu sevgili belki de benimdir; ama onda aşk diye birşey gördüğüm yok hiç. Karakterine yaraşan cesaretle bana, bu aşktan söz açmış olurdu.»
Bu kararsızlık, o andan sonra Mathilde'in her dakikasını dolduran, hattâ, Julien kendisine her söz söylediğinde, yeni yeni ipuçları bularak yaptığı, bu kendi başına tartışma, içinde ölesiye bunaldığı bu can sıkıntısı anlarını hemen yo-
ketti.
Günün birinde bakan olunca, kiliselere ormanlarını geri verebilecek (93), akıllı bir adamın kızı olan Bn. de La Mole. Sacre-Coeur manastırında, en dalkavukça yaltaklanışların
331
temel direği olmuştu. Bu acı dünya durdukça geçmez. Bütün soyluluk, mal - mülk, daha nice üstünlükleri yüzünden onu, bir başka genç kızdan daha mutlu olması gerektiğine inandırmışlardı. Prenslerdeki iç sıkıntısının ve olanca çılgınlıklarının işte kaynağı budur.
Mathilde bu düşüncenin kötü etkisinden yakasını bir türlü kurtaramamıştı. İnsan zeki de olsa, on yaşında bütün bir manastırdaki, görünüşte çok haklıca yapılan dalgavukça sözlere karşı koyamaz.
Julien'e gönül bağladığına inanır inanmaz, artık can sıkıntısı kalmadı. Büyük bir aşkla sevmeği başardığından kendisini her gün kutluyordu. «Bu eğlencenin nice tehlikesi de var, diye düşünüyordu. Daha iyi! Bin kere daha iyi!»
«Böyle büyük bir aşk duymadan, on altı yaşımdan yirmi yaşıma kadar, hayatımın en güzel çağını bunaltıcı can sıkıntısı içinde geçirdim. En güzel yıllarımı çoktan uçurdum elden; bütün zevkim, annemin 1792 yılında Coblentz'de, dendiğine göre, bugünkü kadar hiç ciddî söyîemeyen, kadın dostlarının havadan sudan konuşmalarını dinlemek oldu inadına.»
Bu amansız kararsızlıkların Mathilde'i altüst ettiği sıra Julien kendisine dikilen o uzun uzun bakışlarını bir türlü anlamıyordu. Kont Norbert'in davranışlarında bir kat daha soğukluk, Bn. de Caylus'un, B. de Luz'un ve B. de Croisenois'nm eylemlerinde de yepyeni bir azametli duruş görüyordu açıkça. Bunlara alışmıştı. Bu açı kendi haddini bilmeyerek aşırı zekâ gösterdiği bir akşam toplantısından sonra geliyordu kimi an başına. Mathilde'in kendisine karşı gösterdiği özel davranış olmasa, öğleden sonraları Bn. de La Mo-le'e eşlik ettikleri sıra, o bıyıklı parlak gençlerin araşma katılmazdı bahçede.
Julien içinden: «Evet, bunu kendi kendimden saklamam imkânsız, diye sordu. Bn. de La Mole bir tuhaf bakıyor bana. Yalnız, o güzelim mavi gözlerinin alabildiğine hayranlıkla üzerime çevrildiği anda bile bakışlarında, hep bir inceleme dileği, bir serinkanlılık ve şirretlik okuyorum. Bunun aşktan ileri gelmesine imkân var mı? Onun bakışları ile Bn. de Rânal'm bakışları arasında nasıl da başkalık var!»
Bir gün öğle yemeğinden sonra, B. de La Mole'ün çalış-
332
ma odasından; gelen Julien, acele acele bahçeye dönüyordu. Umursamadan Mathilde'in topluluğuna yaklaşırken, pek yüksek sesle söylenen birkaç sözcük duydu. Julien kendi adının geçtiğini iki kez işitti gerçekten. Göründü; ortalığı o saat derin bir sessizlik sardı, bu sessizliğe son vermek için boşuna uğraşıldı. Bn. de La Mole ile kardeşi başka bir konuşma konusu bulamayacak kadar heyecanlı idiler. B. de Cay-lus, B. de Croisenois, B. de Luz ile dostlarından biri Juüen'e karşı buz gibi soğuk davrandılar. O da uzaklaşıp gitti.
BÖLÜM XIII
BİR PUSU
Yersiz yersiz sözler, tesadüf eseri mey dana gelen karşılaşmalar kalbinde azıcık ateş varsa hayali güçlü insanın gözünde son apaçıklığın kanıtları haline gelirler.
SCHİLLER.
Ertesi gün, Norbert'le kızkardeşini, gene kendisinden söz açarlarken yakaladı. Yanlarına varınca ortalığı, bir gün önceki gibi, bir ölüm sessizliği sardı. Kuşkularının artık sınırı yoktu. «Bu sevimli gençler benimle yoksa alay etmeğe mi kalkacaklardı? Şunu da açık açık ortaya dökmeli ki bu Bn. de La Mole'ün bir zavallı yazıcı parçasına gönül vermesinden daha da ihtimal dahilinde, daha da akla yakın. İlkin acaba bu gibi insanlarda o aşk denen şey var mıdır? tşleri güçleri aldatmak. Azıcık iyi söz söylüyormuşum diye beni kıskanmak, zayıflıklarından bir tanesi gene. Herşey böylece çıkıyor ortaya. Bn. de La Mole sadece müstakbel erkeğinin gözüne girmek için beni beğenmediğine inandırmak istiyor.»
Bu öldürücü kuşku Julien'in bütün ruh dünyasını değiştirdi. Bu düşünce onun kalbinde mahvetmek yolunda hiç güçlük çekmediği bir aşk başlangıcı buldu. Bu aşk sadece Mathilde'in o az bulunur güzelliği, daha doğrusu kraliçe gibi tavırlar takınması ve hayran olunacak kadar güzel giyinmesi karşısında doğmuştu. Bu gibi şeylerde Julien henüz bir sonradan görme insandı. Yüksek sosyeteden güzel bir ka-
333
din, söylediklerine göre, toplumun en yüksek sınıflarına eriştiğinde, ileri akıllı bir köylüyü en şaşırtan şeymiş, Julien'i şu son günlerde hülyalar kurmağa sürükleyen şey hiç te Mathilde'in karakteri değildi. O bu karakteri hiç çözemediğini bilecek kadar akıllı idi. Bu karakterde gördüğü bütün şey sadece bir görünüş olabilirdi.
Söz gelişi Mathilde, iki dünya bir araya gelse, pazar günleri yapılan şaraplı ekmek törenini kaçırmazdı; hemen her gün kiliseye giden annesine eşlik ederdi. Eğer La Mole konağının salonunda, patavatsızın biri nerede olduğunu unutur, krallığın ya da dinin gerçek, ya da varsayımlı çıkarlarına hafif yollu bir telmihte bulunamağa da kalkarsa, o anda Mathilde buz gibi ciddî bir tavır takınırdı. Bakışı, o pek alaylı bakışı, eski bir aile portresindeki olanca yüksek azameti alırdı.
Fakat Julien onun odasında her zaman için Voltaire'in felsefî düşüncelerle dolu en derin eserlerinden bir kişini bulundurduğuna iyice güven getirmişti. Hattâ kendisi bile bu çok hoş biçimde ciltlenmiş güzel baskıdan birkaç cildini sık sık aşırırdı. Koşusundaki her cildin arasını şöyle biraz açarak, alıp götürdüğü cildin eksikliğini gizlerdi. Papaz okulundaki bir kurnazlığa baş vurdu. Bn. de La Mole'ü ilgilendirebileceklerini varsaydığı ciltlerin üzerine birkaç tane kıl parçası koydu. Ciltler haftalar haftası yok oluyordu ortadan.
Kendisine durmadan Uydurma Anılar gönderen kitapçısına kızmış bulunan B. de La Mole, kalkmış, Julien'i, biraz iğneleyici bütün yeni eserleri satın almakla görevlendirmişti. Fakat yazıcı, zehir eve yayılmasın diye, bu kitapları markinin kendi odasındaki küçük bir kitaplığa koyma buyruğunu almıştı. Delikanlı bu yeni kitapların da krallığın ve dinin çıkarlarına birazcık olsun karşı geldiklerinden ötürü, yok olmakta gecikmediklerini sezdi hemen. Okuyan, düpedüz Nobert değildi.
Julien, bu denemeyi gözünde büyüterek, Bn. de La Moie' de Machiavel iki yüzlülüğü olduğunu sanıyordu. Bu yaygın hainlik genç kızın gözlerinde bir büyü, hemen hemen beğendiği biricik manevî büyü idi. İki yüzlülükten ve erdem sözlerinden ileri gelen iç sıkıntısı delikanlıyı bu aşırı düşünceye sürüklüyordu.
334
Bu aşkından daha çok hayalini kızıştırıyordu.
Bn. de La Mole'ün boyunun poşunun inceliği, giyinişin-deki büyük zevki, elinin aklığı, kolunun güzelliği, bütün dav-ramşlarındaki hoşa gidicilik üzerinde uzun uzun hayallere kapıldıktan sonradır ki, tutkun buluyordu kendini. Böylesi anlarda onun, güzelliğini tamamlamak için, bir Catherine de Medicis olduğuna inanıyordu. Üzerine kondurduğu karaktere göre, frçbir şey artık pek öyle derin ya da pek öyle korkunç değildi. Gençliğinde hayran olduğu Maslon'larm, Frilair'lerin ve Castanede'lerin ülküsü sayılan karakterdi bu. Bir kelime ile söylersek bu onun için Paris ülküsü idi.
Paris'li karakterinde derinlik ya da hainlik olduğunu varsaymak kadar eğlenceli birşey olabilir mi hiç?
Julien: «Bu üçü-birlik besbelli benimle alay ediyor» diye düşünüyordu. Gözlerinin Mathilde'in bakışlarına karşılık verirken takındığı dumanlı ve soğuk ifade görülmezse, karakteri pek az anlaşılır. Şaşırıp kalan Bn. de La Mole'ün iki üç kez göstermeğe çalıştığı dostluk güvenliklerini acı bir olay yok etti.
Bu anî gariplikten alınan genç kızın, doğuştan soğuk, gamlı, zekâya karşı duygulu bu genç kızın kalbi, insan oluş bakımından gereken oranda tutkuya kapıldı. Fakat Mathilde'in karakterinde çok ta gurur vardı ve olanca mutluluğunun bir başka kimseden geleceğine inanan bir duygunun doğuşu acı bir hüzünle karışmıştı.
Bu hüznün iç sıkıntısından doğma o kuru hüzünden başka olduğunu sezebilme yolunda Julien'in Paris'e geleli beri çoktan gözü bir hayli açılmıştı. Kızcağız, eskisi gibi, akşam toplantılarına, tiyatrolara ve her biçim eğlencelere düşüklük göstereceği yerde, bunlardan kaçıyordu.
Fransız'larca söylenen şarkı Mathilde'in canını öldüresiye sıkıyordu, oysa, operadan çıkarken orada bulunmağı bir iş edinen Julien, genç kızın şimdi elinden geldiğince sık sık operaya gittiğini gördü. Her davranışında görülen mükemmel ölçüyü biraz kaçırmış olduğunu sezer gibi oldu. Dostlarına bazan iğneleyici söylerle dolu hakaret edici muzipliklerle karşılık veriyordu. Delikanlı onun hele marki de Croi-senois'ya içerlediğini anlar gibi oldu. «Ne kadar zengin olursa olsun, bu kızı oracıkta bırakıp gitmediğine bakılırsa, bu
335
delikanlı paraya delice düşkün olsa gerek!» diye düşünüyordu. Ve o, erkeklik adına yapılan bu hareketlerden kızıp kö-pürerek, kıza karşı bir kat daha soğuk davranıyordu. Çoğu terbiye dışı karşılıklar verdiği de oluyordu.
Dostları ilə paylaş: |