Mathilde'in kendisine karşı gösterdiği ilgi işaretlerine kanmamağa karar verdiği halde, bu işaretler kimi günler öyle açıktan açığa oluyor, gözleri gitgide açılmağa başlayan Julien de, onu öyle güzel buluyordu ki, bu güzelliğe, kimi zamanlar şaşıp kalıyordu.
«Kibar âleminin bu delikanlılarmdaki ustalık ve vurdum duymazlık en sonunda topluma üstün gelecek, dedi; buradan çekip gitmeli ve bütün bunlara bir son vermeli.» Marki üzerine aşağı Languedoc'ta sahip bulunduğu birkaç parça araziyi ve evi yönetme işini yüklemişti. Bir yolculuk gerekli idi; B. de La Mole bu yolculuğa güç-belâ razı oldu. Gözü yükseklerde olmanın tutkuları bir yana bırakılırsa, Julien de onun bir eşi olmuştu.
Yola çıkmağa hazırlanırken Julien içinden: «Yaptıkları ile kaldılar, beni hiç pusuya düşürmediler, diyordu. Bn. de La Mole'ün bu baylara ettiği alaylar gerçek ya da sırf bana güven vererek kandırmak amacı ile olsun, bunlardan doğrusu eğlendim.»
«İşin içinde kerestecinin oğluna karşı suikast yoksa, Bn. de La Mole'ün davranışı artık anlaşılmaz, fakat benim için olduğu kadar marki de Croisenois için de anlaşılmaz insanmış o kadar doğrusu. Dün, söz gelişi, besbelli burnundan kıl alınmıyordu, ben ne kadar yoksul ve aşağı tabakadansam işte o kadar soylu ve barlıklı bir delikanlının kızın bana iltifat etmesine içerlediğini görmek zevkini de tattım. îşte zaferlerimin en güzeli; Languedoc ovalarından geçerken, posta arabasındaki yerimde beni eğlendirecektir.»
Yola çıkışını bir sır diye saklamıştı ama Mathilde, ertesi gün Paris'ten ayrılacağını, uzun zaman da geri dönmiyece-ğini kendisinden daha iyi biliyordu. Müthiş bir başağnsma tutulduğunu, salonun boğucu havasının da bu ağrıyı büsbütün arttırdığını ileri sürdü. Bahçede uzun uzun dolaştı, Nor-bert'le, marki de Croisenois ile, Caylus, de Luz ve de La Mole konağında akşam yemeği yemiş olan daha bir kaç gençle
336
öyle iğneleyici sözlerle alay etti ki, hepsi de kalkıp gitmeğe zorladı. Julien garip bir şekilde bakıp duruyordu.
Julien: «Bu buluş belki de bir oyun, diye düşündü; iyi ama sık sık solmasına, bütün bu heyecanlara ne demeli ki!» Biraz sonra gene kendi kendine: «Yok canım! dedi, bütün bunlar hakkında yargı vermek için kim oluyorum ben? Pa-ris'li kadınların en incesi ve en yükseği var karşımda. Az. kalsın beni tongaya düşürecek olan bu sık sık solumayı o, o kadar sevdiği Leotine Fay'dan öğrenmiş olmalı (95).»
Bir başlarına kalmışlardı; konuşma doğrusu durgu geçiyordu. Gerçekten acılı Mathilde içinden: «Hayır! Julien, bana karşı hiçbir şey duymuyor,» diyordu.
Gitmek için izin istediğinde genç kız, kolunu sımsıkı tuttu. Pek heyecanlı bir sesle:
— Bu akşam benden bir mektup alacaksınız, dedi, sesi tanınmıyordu.
Bu durum o saat Julien'e dokundu.
Kız:
— Babam, diye devam etti, kendisine gördüğünüz işlere doğrusu bir değer veriyor. Yarm gitmemelisiniz; bir bahane bulun.
Ve koşarak uzaklaştı.
Boyu poşu güzeldi çok. Böyle güzel bir ayağa rastlamak imkânsızdı, Julien'in gözlerini kamaştırırcasma koşuyordu; ama iyice gözden yok olunca insan Julien'in artık ne düşündüğünü bilebilir mi? Bu gitmemelisiniz sözünü söylerken takındığı o emredici tavrından bir hayli alınmıştı. XV. Louis de, öleceği an, baş doktoru tarafından patavatsızca söylenen, şu ölmemelisiniz sözünden adamakıllı alınmıştı, oysa XV. Louis sonradan görme bir insan da değildi.
Bir saat sonra, bir uşak Julien'e bir mektup getirdi; bu besbelli bir aşk bildirisi idi.
Yanaklarını geren ve kendisini istemeye istemeye gülmeğe zorlayan sevincin önüne geçmek için yazıları edebî süzgeçten geçirerek, içinden: «Yazışta pek o kadar akıcılık yok» dedi.
Tutkusu taşacak kadar güçlü olduğundan, birden: ((Nihayet ben de, diye bağırdı, ben de, bencileyin bir köylü parçası, asîl bir kadından aşk ilânı aldım demek!»
33T
Elinden geldiği kadar sevincini önleyerek: «Bana gelince, kötü davranmadım, diye ekledi. Karakterimdeki yüksekliği koruyabildim. Hiç söylemedim sevdiğimi.» Harflerin biçimini incelemeğe koyuldu; Bn. de La Mole'ün İngiliz'lere yaraşır güzel minik yazısı vardı. Sayıklama durumuna bile gelen bir sevinci önlemek için bedensel bir çalışmaya ihtiyaç duyuyordu.
«Buradan gitmeniz beni söylemeğe zorluyor... Sizi artık görmemek olanca gücümün üstünde olacak.»
Julien'in aklına bir buluşta bulunmuş gibi bir düşünce geldi, Mathilde'in mektubu üzerinde yaptığı incelemeyi bir yana bıraktı, sevinci bir kat daha arttı. «Ben ki, yalnız ciddî konulardan söz açan ben diye bağırdı, marki de Croise-nois'yi demek alaşağı ettim! Hem de o kadar yakışıklı olduğu halde! Bıyıkları var, güzel bir üniforması var; tam sırasında, hep, nükteli ve ince bir söz söylemesini biliyor üstelik.»
Julien tadına doyulmaz bir an yaşadı; mutluluktan delicesine, bahçede dolaşıp duruyordu.
Neden sonra çalışma odasına çıktı ve bereket henüz sokağa çıkmayan marki de La Dole'e, kendisini rahatsız etmek istediği hakkında haber saldı. Normandia'dan gelme birkaç mektubu göstererek, Normandia dâvalarının önemli oluşu kendisini Languedoc'a gitmeği geri bırakmağa zorladığını, kolayca ispat etti.
İşler hakkında konuşup etmeği bitirdiklerinde, marki ona :
— Gitmediğinize çok sevindim, dedi, sizi görmek hoşuma gidiyor.
Julien çıktı; bu söz canım sıkıyordu. ...
((Ben ise, kızını baştan çıkaracağım! marki de Croise-nois ile evlenmesi belki de suya düşecek, oysa bu evlilik markinin yarınının büyüsü sanki; kendisi dük olmasa bile, hiç değilse kızı günün birinde dük olacak birisiyle evlenecek ya.» Julien, Mathilde'in mektubuna rağmen, markiye verilmiş açıklamaya rağmen, Languedoc'a gitmeği kafasına koydu. Bu erdem pırıltısı çok çabuk söndü.
F: 22
338
Kendi kendine: «Ben ne iyi insanım doğrusu, dedi; benim gibi bir halk çocuğunun, böyle asil bir aileye acıması! Benden, dük de Chaulnes benden bir uşak diye bahsediyor! Marki bu korkunç servetini nasıl da artırıyor? Ertesi gün sarayda bir Hükümet darbesi olacağını öğrenince, elindeki senetleri satarak; ya ben, bir üvey ana sillesi yiyerek toplumun en aşağı tabakasına düşmüş olan ben, asıl ruha sahip olan ama bin franklık geliri olmayan, yâni ekmeği olmayan, daha doğrusu ekmek sözünü ağzıma alamayan ben; ben işte, nasıl olur da karşıma çıkan bu nimeti teperim! O kadar güçlük içinde geçmekte olduğum yoksuluktan yanıp kavrulan çölde susuzluğumu giderecek olan pırıl pırıl bir kaynak! Yok canım, olmaz bu kadar hayvanlık; hayat denilen bu bencillik çölünde herkes başının çaresine bakıyor.»
Ve bundan sonra, Bn. de La Mole'ün, hele dostları zengin kadınların kendisine birkaç kez nasıl tepeden baktıklarını hatırladı.
Marki de Croisenois'yi yere vurmanın verdiği zevk bu erdem belirtisinin iyice yok oluşunu sağladı.
Julien: «Kızmasını ne kadar isterdim! dedi; ona öyle güvenle bir kılıç darbesi indirirdim ki.» Ve böyle derken ikinci kılıç hareketi yapıyordu. «Bundan önce, azıcık cesaretinden alçakça istifadeye kalkan, gevezenin biriymişim. Bu mektuptan sonra, onun ayarında bir insanım demektir.»
Sonsuz bir zevkle ve ağır ağır konuşarak: «Evet, diyordu, meziyetlerimiz, markiye göre de ve bana göre de, ölçülüdür, ama Jula'lı zavallı keresteci ondan üstün çıkıyor.»
«Tamam! diye bağırdı, vereceğim karşılığa ne imza atacağımı buldum. Neyin nesi olduğumu unuttuğumu sanmayın, sanmayın, Bn. de La Mole. Size Yüce Louis'nin peşinden Haçlı'lar savaşma giden ünlü Guy de Croisenois'nin soyundan birine bir kerestecinin oğlu ile ihanet ettiğinizi gösterecek ve iyice hissettireceğim.»
Julien sevincinden kabına sığamıyordu. Bahçeye inmek zorunda kaldı. Kapısını anahtarla kilitlediği odası, ona, soluk alamıyacak kadar dar geliyordu düpedüz.
«Ben Jura'nm zavallı köylüsür diye söylenip duruyordu "boyuna, ben, şu bunaltı veren siyah elbiseyi ömrümce taşımağa mahkûm olmuşum! Heyhat! bundan yirmi yıl önce,
339
olsa, ben de onlar gibi üniforma giymiş olurdum! O zamanlar bencileyin bir insan ya savaşta can verir, ya da otuz altı yaşında general olurmuş.» Elinde sıkı sıkı tuttuğu bu mektup, ona bir kahraman durşu ve havası veriyordu. «Şimdi ise, insan, bu kara cübbe sayesinde, rık yaşında, ayda yüz bin franklık maaşla ve Beauvais piskoposu gibi de, (cordon bleu) nişanı elde ediyor besbelli.»
Mephistopheles gibi (96) gülerek: «İyi ya işte! dedi, ben onlardan daha akıllıyım; yaşadığım çağda hangi üniformayı seçmesini biliyorum.» Bunun üzerine papaz cübbesine karşı beslediği sevgi ve bağlılığın bir kat daha arttığını duydu, «Benden daah da yoksul doğan ama gününü gün eden nice kardinal da var! söz gelişi hemşehrim Granvelle (97).»
Julien'in coşkunluğu yavaş yavaş dindi; ihtiyat gene ağır bastı. Rolünü ezbere bildiği, üstadı Tartufe gibi, kendi kendine şu mısraları okudu:
J puis croire ces mots, un artifice honnete. Je ne me fierai point â des propos si doux, Qu'un peu de ses faveurs, apres quoi je soupire, Ne vienne m'assufer tout ce qu'ils m'ont pu dire.
Tartufe, perde IV, sahne V. (98>
«Tartufe de bir kadın tarafından hapı yuttu, ama o da ötekiler kadar değerli idi haydi haydi...» Ağır ağır söyleyerek, kendini yenmeğe çalışan o yaman eda ile: «... Karşılığım ele geçmiş olabilir... bunun çaresini de buluruz, diye ekledi, karşılığa tanrısal Mathilde'in mektubundaki o en ateşli cümlelerle başlarız.»
«İyi hoş ama, B. de Croisenois'nin dört uşağı üzerime çullanır da ya elimden mektubunu alırsa?»
«Hayır, çünkü yanımda silâh var, hem, herkesin bildiği gibi bende, uşaklara ateş etme illeti var.»
«Bak, içlerinden biri cesaret gösteriyor; hemen üzerime atılıyor. Ona belki yüz Napoleon vâdetmişlerdir. Ya onu öldüreceğim ya da yaralanacağım, zaten istenen de bu ya. Beni kitabına uydurup hemen deliğe tıkarlar; polisin yaka paça eline düşerim, yargıçların olanca adaletine ve hünerine uyarak beni, Poissy'de bulunan B. Fontan ile B. Magalon'la arkadaşlık etmeğe götürürler. Orada, dört yüz serseri içinde-
340
yatarım deli - dolu...» Kızgınlıkla yerinden kalkarak: «Bu gibi adamlara acıyacağım ha! diye bağırdı. Onlar ellerine geçirdiklerinde asîl olmayan insanlara acırlar demek!» Bu söz, istemediği halde, o ana kadar aklını alabora eden B. de La Mole'e karşı duyduğu saygının son soluğu oldu.
«Ağır olun, beyzadeler, bu hafif yollu makyavelce kurnazlığı anlıyorum; rahip Maslon ya da papaz okulundaki B. Castanede de daha iyisini beceremezdi. Karşılık verme amacı ile yazılan mektubu elimden alacaksınız, ben de Colmar'-da ayaklanma çıkarmış diye kurşuna dizilen albay Caron'un durumuna düşeceğim (99).»
«Baylar, durun hele bir dakika, uğursuz mektubu iyice sarılıp sarmalanmış bir pakete koyup B. rahip Pirard'a göndereceğim. Bu rahip jansenisttir, namuslu adamdır, para ile baştan çıkanların soyundan değildir. Evet, ama mektupları açar... Bu mektubu en iyisi Fouque'ye göndermeliyim.»
Julien'in bakışının korkunçlaştığmı, yüzünün iğrençleş-tiğini kabul etmeli; yüzünde açıktan açığa cinayet kokusu seziliyordu. Bütün toplumla savaşan bir zavallı adamdı.
Julien: «Silâh başına!» diye bağırdı. Ve bir sıçrayışta konağın dış merdivenlerini aştı. Sokak başındaki yazıcının dükkânına daldı, adamcağızı korkuttu. Ona Bn. de La Mo-le'ül mektubunu uzatarak: «Şunun bir örneğini çıkarın,» dedi.
Yazıcı çalışırken, o da Fauque'ye yazdı; dostuna değerli birşeyi saklamasını rica ediyordu. Bir an durarak: «Fakat, dedi, postadaki sansür mektubumu açacak ve size istediğiniz mektubu iade eder... hayır, baylar.» Protestan bir kitapçıya gidip koca bir Kutsal kitap satın aldı, Mathilde'in mektubunu ustalıkla kapağın arasına sakladı, hepsini paket ettirdi, adını Paris'te kimsenin bilmediği Fouque denen işçilerden birinin adresine yazılmış paketi, posta arabası ile gönderdi.
Bu iş bitince, gülerek ve gönül rahatlığı içinde Le Mole konağına döndü. Odasına girip kapısını kilitledikten, elbisesini fırlatıp atarak: «Sıra şimdi sizde!» diye bağırdıktan sonra:
«Nasıl! bayancık, diye Mathilde'e yazıyordu, nasıl olur da siz Bn. La Mole, babanızın uşağı Arşene eliyle, saflığı ile
341
düpedüz alay etmek için olacak, Jura'nın zavallı bir oduncusuna böyle baştan çıkarıcı bir mektup gönderirsiniz...» Bunun üzerine aldığı mektubun en anlaşılır sözlerini bir bir kâğıda geçiriyordu.
ihtiyacı B. le Şövalye de Beauvoisis'nin o diplomatça ihtiyatına bile taş çıkarabilirdi. Saat henüz pek pek ondu; Julien, mutluluktan ve kendi gücünden, ama bir zavallı için yepyeni sayılan gücünü duymasından sarhoş, İtalyan Ope-rası'na gitti. Geronimo'nun şarkı söyleyişini dinledi. Onu müzik hiçbir zaman bu kadar coşturmamıştı. Bir Tanrı olmuştu (*).
BÖLÜM XIV
BİR GENÇ KIZIN DÜŞÜNCELERİ
Ne kararsızlıklar! Uykusuz geçen nice geceler! Yüce Tamrı'm! kendimi küçük mü düşüreceğim? O kendiliğinden nefret edecek benden... Ama gidiyor, uzaklaşıyor.
Alfred DE MUSSET
Mathilde kendi kendine savaşarak bu mektubu yazmıştı. Julien'e karşı duyduğu ilginin başlangıcı ne olursa olsun, genç kızın kendini bildiğinden beri, gönlünde bir başına saltanat süren gururunu o saat yendi. Bu yüksek ve soğuk ruh ilk olarak tutkulu bir duyguyla dolmuştu. Fakat bu duygu gurura üstün geldiği halde, gene de gururdan taşan alışkanlıklara bağlı idi. iki aylık gönül savaşları ve yeni yeni duygular bütün iç dünyasını değiştirdi sanki.
Mathilde mutluluğa erdiğine inanıyordu. Üstün bir zekâya bağlı, cesur ruhlar üzerindeki bu pek güçlü görüşün haysiyet ve aşağılık işlerden doğan olanca duygu ile uzun uzun çarpışması gerekti. Bir gün saat daha sabahın sekizinde, annesinin yanma girdi, gidip Villequier'ye sığınmağa izin vermesini rica etti. Markiz kızma karşılık vermeğe bile tenezzül etmedi, gidip gene yatağa yatmasını ileri sürdü üs-
(*) Esprit per, pre, gui, 11. A. 30 (100).
342
telik. Bayağı usluluğun ve basma-kalıp düşüncelere karşı, olan saygının son çabası bu oldu.
Kötülük etmek ve Caylusların, Luz'larm Croisenois'la-rın kutsal bildikleri düşünceleri sıfara indirmek korkusu, onun ruhunda pek az yer etmişti; bu gibi insanlar kendisini anlayacak şekilde yaratılmış gibi gelmiyordu ona; bir araba ya da bir toprak satın almak söz konusu edilirse onlara akıl danışabilirdi. Gerçek korkusu Julien'in kendisinden hoşlanmaması idi.
«Yüksek bir adam gibi göründüğü halde belki de başka türlüdür gerçekte?» Kızcağız karakter noksanlığından nefret ediyordu, çevresini saran o güzelim delikanlılarda bulduğu tek kusur bu idi. Onlar modaya uymayan, ama sandıklarına göre, gene de modaya uyar görünen her türlü davranışla gösteriş satarak eğlendikçe, Mathilde'in o kadar gözünden düşüyorlardı.
Merttiler, ama işte hepsi bu kadar. İçinden : «Ama, nasıl oluyor da mert oluyorlar? diyordu; düelloda mertler ama, düello artık bir törenden başka birşey değil. Düelloda herşey önceden biliniyor, hattâ insanın yere serilirken ne söyliyece-ği bile biliniyor, çimene boylu boyunca uzanıp yatmak, elini de kalbinin üzerine götürmek, düşmanına kibarca bir özür dileyişte bulunmak ve çoğu zaman hayali, daha doğrusu, kuşkuları uyandırmak korkusuna kapılarak ölümünüzün ertesi gününde baloya gidecek olan bir sevgiliye bir iki söz söylemek gerek.»
Baştan başa çelikle pırıl pırıl parlayan bir süvari bölüğünün başında insan tehlikeye göğüs gerer ama, tek başına, garip, anî büsbütün korkunç bir tehlikeye atılmak?
«Heyhat! diyordu Mathilde, III. Henri sarayında doğuştan olduğu kadar karakter bakımımdan da üstün insanlar varmış! Ah! Julien eğer Jarnac ya da Moncontour savaşlarında döğüşseydi (101), korkum olmazdı artık. O kuvvet ve dinçlik çağlarında Fransız'lar, kukla değilmişler. Savaş günü dediğin en az kararsızlık günü imiş sanki.»
«Hayatları bir Mısır mumyası gibi, hep bir örnek, hep aynı bir kılıf içinde zehirlenmemiş. Evet, diye ekledi, gecenin on birinde, Catherin de Medicis'nin oturduğu, Soissons-konağından çıkıp eve dönmek için, bugün Cezayir'e gitmek
343
için gerekenden doğrusu çok daha cesaret gerekmiş. Bir insanın hayatı bir raslantılar dizisidir. Şimdi uygarlık tesadüfü, beklenmedik şeyi kaldırmıştır ortadan. Düşüncelerde beklenmedik birşey de olsa, bu beklenmedik şeye karşı pek öyle hicivler yazılmazdı; olaylarda beklenmedik birşey de olsa, hiçbir alçaklık korkumuzun üstünde değildir. Korku yüzünden yaptığımız her çılgınlık, örtbas edilmiştir. Soysuz-laşmış ve can sıkıntısı saçan yüzyıl! Boniface de La Mole, «ğer, 1793 yılında, kendi soyundan on yedi kişinin kelleleri iki gün sonra giyotinde koparılmış olmak üzere, kendilerini, koyunlar gibi teslim ettiklerini görmüş olsaydı, ne derdi acaba? Ölüm mutlaktı ama, hiç olmazsa bir iki ihtilâlciyi yakalamak ve öldürmek kötü davranış olurdu. Ah! Fransa'nın o kahramanlık çağlarında, Boniface de La Mole çağında olsaydı, Julien, bir süvari bölüğü komutanı, kardeşim de o zamanki geleneklere bağlı, uslu akıllı ve ağzından bal damlayan, genç bir rahip olurdu.»
Birkaç ay önce, Mathilde aynı kalıptan çıkma insanlar' dan az başka bir kişiye rastlamaktan umudunu kesmişti. Kibarlar alemindeki birkaç delikanlıya mektuplar yazarak bir mutluluk duymuştu. Bir genç kız için pek yersiz, pek ihtiyatsız sayılan bu cüret, B. de Croisenois'mn, annesinin babası dük de Chaulnes'un tasarlanmış evlenmenin suya düştüğünü görünce, bunun neden ileri geldiğini öğrenmek isteyecek olan, bütün Chaulnes ailesinin gözünde, şerefini iki paralık edebilirdi. O zamanlar, mektuplarından birini yazdığı günlerde Mathilde'in gözüne uyku girmiyordu. Ama bu mektuplar karşılıklardı sadece...
Bunda ise sevdiğini söylemeğe dili varıyordu. Toplumun en alt sınıfında bulunan bir adama ilk mektubu (ne korkunç sözcük!» yazıyordu.
Bu iş, bir de meydana çıkarsa, silinmez bir leke olabilirdi. Annesinin evine gelen kadınlardan hangisi ondan yana çıkmağı göze alabilirdi? Salonlardaki korkunç nefret kavasını hafifletmek için onlara hangi nakaratı tekrarlamaları söylenebilirdi?
Yazmak hele şöyle dursun, söylemek bile iğrençti! Napoleon Baylen kalesinin düştüğünü öğrenince: «Bazı şeyler vardır ki yazılmaz» demiş. Ve bu cümleyi kendisine söyleyen
344
Julien idi! sıcağı sıcağına ders verir gibi sanki.
Fakat bütün bunlar gene birşey değildi, Mathilde'in iç darlığının başka nedenleri vardı. Kibarlar âleminde yaratacağı korkunç etkiyi, kendi sınıfına hakaret ettiğinden o silinmez lekeyi ve olanca hakareti unutarak, Croisenois'lardan, Luz'lardan, Caylus'lardan pek başka yaratılışta olan bir adama mektup yazmıştı.
Julien'm karakterindeki o derinlik, bilinmezlik, kendisiyle şöyle gelişi güzel bir bağıntı kurmak isteyen birisini bile ürkütürdü. Ve onu kendine âşık etmek istiyordu ama, belki kendisi kölesi olacaktı onun!
«Beni avucunun içine alacak olursa, neler olmaz ki niyetleri? Haydi öyle olsun bakalım! Medâe gibi ben de şunu derim (102): «Bunca tehlike ortasında bana, BSN kalıyor.»
Mathilde'e bakılırsa, Julien'in asalete aldırış ettiği yoktu. Daha kötüsü, belki ona karşı hiçbir sevgi bile duymuyordu!
Korkunç kuşkularla dolu bu son anlarda, kadınlık gururundan doğma düşünceler belirdi. Artık canına yeten Mathilde: «Benim gibi bir kızın kaderinde herşey garip olsa; gerek» diy« inledi. İşte o zaman tâ beşikten beri kendisine aşılanan gurur erdemliğe karşı savaşıyordu. Tam bu sırada Julien'in yola çıkışı herşeye korkunç bir kız verdi.
(Böylesi karakterler bereket versin ki pek azdır.)
Akşam, geç vakit, çok ağır bir sandığı kapıcı odasına indirtmek kötülüğünde bulundu; sandığı taşıtmak için de Bn. de La Mole'ün oda hizmetçisi ile mercimeği fırına veren uşağı çağırdı. «Bu oyun hiçbir sonuç vermeyebilir, dedi içinden, ama ya başarı gösterirse, benim kalkıp gittiğime inanacak.» Bu muziplik üzerine keyifli keyifli yatıp uyudu. Mathilde ise gözünü bile yummadı.
Kitaplığa daha henüz gelmişti ki, Bn. de La Mole kapıda göründü. Delikanlı ona karşılığını verdi. Kızla konuşmanın kendi görevi olduğunu düşünüyordu; zaten, daha kolay birşey olamazdı ama Mathilde, onu dinlemek istemedei ve çekip gitti Julien buna çok memnun oldu, ne söyliyeceğini bilmiyordu.
«Bütün bunlar kont Norbert ile bir olup çevirdikleri bir oyun değilse, bu kadar asil bir kızın bana karşı duyduğu ga-
345
rip aşkı alevlendiren düpedüz benim soğuk bakışlarımdır. Bu sarışın koca bebeğe tutulursam, olurundan da fazla bir aptal sayılırım.)) Bu düşünüş yolu onu hayatında hiç duymadığı kadar soğuk ve hesaplı duruma soktu.
«Başlamak üzere bulunan savaşta, diye ekledi, asaletten ileri gelen gurur, onunla benim aramda askerî durum alarak yükselen bir tepe gibi olacak. Bu tepede davranışları işte doğru dürüst yönetmek gerek. Paris'te kalmadığıma çok kötü ettim; bütün bunlar oyundan başka birşey değilse bu hareketimi daha sonraya bırakmak beni hem küçük düşürmüş olacak ve hem de tehlikeye sokacak. Gitmekte rie gibi tehlike vardı sanki? Benimle alay ediyorlarsa, ben de onlarla alay ediyordum. Bana karşı duyduğu yakınlıkta bir gerçek varsa, ben de bu yakınlığı yüz kat çoğaltıyordum.»
Bn. de La Mole'ün mektubu Julien'e öylesine dolu bir gurur oyşayışı vermişti ki, başına gelenlere güldüğü halde, artık kalkıp gitmenin yerinde olacağını iyice düşünmeği unutmuştu bile.
Hataları üzerinde kılı kırk yararcasma durmak onun karakterinin bir kaderi idi. Bu son hataya pek kızmıştı, bu küçük yenilgiden önceki o inanılmaz zaferi artık âdeta düşünmüyordu. İşte bu anda saat dokuz sularında, Bn. de La Mole kitaplığın kapısının eşiğinde göründü, ona bir mektup fırlattı ve kaçtı.
Bu mektubu yerden alırken: «Galiba bu iş mektup mektup yazılan roman olacak, dedi. Düşman oyalama hareketi yapıyor, ben de soğukluk ve erdem silâhları ile karşı koyacağım.»
İç sevinciği çoğaltın mağrur bir ifade ile kendisinden kesin bir karşılık isteniyordu. Kendisiyle alay etmek isteyen kişileri, ilk sahifede, tefe çalmanın zevkini tattı, karşılığının sonuna doğru da, gene alay olsun diye, ertesi gün hareket etmeğe karar verdiğini bildirdi.
Bu mektup bitince: «Bunu ona verebilmem için bahçe işime yarar» diye düşündü, çıkıp bahçeye gitti. Bahçe Bn. de La Mole'ün odasının penceresine bakıyordu.
Bu oda birinci katta, annesinin dairesine bitişik, ama burada büyük bir alt kat ta vardı.
Bu ilk kat o kadar yüksekti ki, elinde mektubu ile, ıh-
346
lamur ağaçlarının uzayıp gittiği yolda dolaşan Julien, Bn. de La Mole'ün penceresinden görülemezdi. Çok iyi budanmış ıhlamurların meydana getirdiği kemer, görüşü, olduğu gibi kapıyordu. Kızan Julien içinden: «Vay canına! dedi, gene mi bir sakarlık edeceğim! Benimle alay etmeği kafalarına koydularsa, beni elimde böyle mektup olduğu halde kepaze ettirmek, düşmanlarımın ekmeğine yağ sürer.»
Norbert'in odası kızkardeşininkinin tam üstünde idi, Julien ıhlamur ağaçlarının budanmış dallarının meydana getirdikleri kemerin altından çıkarsa, kont ile arkadaşları onun bütün eylemlerini izleyebilirlerdi.
Bn. de La Mole camının arkasında göründü; delikanlı mektubunu şöyle yarım yamalak gösterdi; kızcağız başını eğdi. Julien hemen koşa koşa odasına çıktı, tesadüf bu ya, büyük merdivende, güzel Mathilde ile karşılaştı, genç kız mektubunu pek rahat ve gülen gözlerle yakaladı.
Julien içinden: Altı ay içli dışlı olduktan sonra, benden bir mektup almak cesaretini gösterdiğinde, zavallı Bn. de Renal'in gözlerinde nasıl tutku vardı; Bana galiba, hiçbir zaman, gülen gözlerle bakmadı.»
Bundan sonraki düşüncesini olduğu gibi açıklayamadı; yoksa nedenlerin değersizliğinden mi utanıyordu ne? İçinden: «Ama sabah elbisesinin güzelliği, kibar oluşu bakımından, diye ekliyordu, pek başkalık var! Zevk sahibi bir insan Bn. de La Mole'ü otuz adım öteden görünce, toplumda doldurduğu sınıfı anlayı verir di. İşte öz bir değer adı verilen şey budur.»
İşi toptan alaya vurduğu halde, Julien bütün düşüncesini gene de kendi kendine açamıyordu; Bn. de Renal'm uğrunda kendini feda edecek marki de Croisenois'sı yoktu. Delikanlının rakip olarak yalnız artık Maugiron soyundan gelme kimse kalmadığı için. Maugiron adını alarak asalet taslayan şu sersem ilçebay B. Charcot'su vardı.
Saat beşte, Julien bir üçüncü mektup aldı; bu mektup ona kitaplığın kapısı altından atılmıştı. Bn. de La Mole sı-vışmıştı gene. Kendi kend'ne gülerek: «Ne de mektup yazma heveslymiş bu böyle! dedi, insan bütün bunları karşı karşıya geçerek söyleyemez mi ki sanki! Düşman mektuplarımı elde etmek istiyor, besbelli, hem de birkaç mektup!» Bu
Dostları ilə paylaş: |