Julien'e merdiven dalgasını anlatırken:
— Uşak bu merdiveni bulduğunu söylerse, dedi, ben ne diyeyim kocama?
Bir an hayale daldı:
— Sana bu merdiveni satan köylüyü bulmaları için yirmi dört saat lâzım.
Sonra Julien'in kollarına atılıp, çırpma çırpına onu sıkarken, öpücüklere boğa boğa:
— Ah! ölmek, böyle ölmek! diye inliyordu. Sonra gülerek:
— Ama seni açlıktan öldürmemeli, dedi. Gel bakalım;
237
ilkin seni hep kilitli duran Bn. Derville'in odasına saklıyayım.
Gidip koridorun ucunda etrafı gözledi, Julien de koşarak geçti.
Kapıyı kilitlerken:
— Vururlarsa, sakın açayım deme, dedi; zaten kims» gelip vurmaz ya, yalnız çocuklar kendi kendilerine oynarlarken bir muziplik yaparlar.
Julien:
— Çocukları bahçeye, pencerenin altına getirt, dedi, şunları doya doya bir göreyim, konuşturuver.
Bn.de Renal uzaklaşırken:
— Olur, olur, diye bağırdı.
Hemen az sonra elinde portakallar, bisküitler, bir şişe de Malaga şarabı ile geldi; ekmek aşırmanın yolunu bulamamıştı.
Julien:
— Kocan ne yapıyor? diye sordu.
— Köylülerle alım - satım işlerini tasarlayıp yazıyor.
Fakat saat çoktan sekizi vurmuştu, evde alabildiğine gürültü oluyordu. Bn.de Renal'ı görmezlerse, dört bir yanda fellek fellek ararlardı; delikanlıyı bırakıp gitmek zorunda kalmıştı. Biraz sonra, her türlü ihtiyata meydan okurcasına, gene gelip bir fincan kahve getirdi; açlıktan ölmesin diye içi titriyordu. Kahvaltıdan sonra, çocukları Bn. Derville'in odasının penceresi altına getirmenin yolunu buldu. Julien, çocukları serpilmiş gördü, yalnız bayağılaşmalardı, ya da kendi düşünceleri değişmişti.
Bn.de Renal onlara Julien'den söz açtı. En büyüğü, eski mürebbi hakkında sevgi ve özlemle karşılıkta bulundu; ama küçüklerin kendisini hemen hemen unuttuklarını gördü.
Bn.de Renal o sabah evden dışarı çıkmadı; evin içinde kendilerine patates ürününü sattığı köylülerle pazarlıklara girişmekle uğraşarak, durmadan bir aşağı iniyor, bir yukarı çıkıyordu. Bn.de Renal öğleye kadar, tutuklusu ile görüşmeğe bir an bile zaman bulamadı. Öğle yemeği çanı çalıp ta yemek gelince, aklına delikanlı için bir tabak sıcak çorba aşırmak düşüncesi geldi. Elinde tabağı sakına sakına taşıyarak, Julien'in bulunduğu odanın kapısına sessizce yaklaştığında, sabahleyin merdiveni saklamış olan uşakla yüz yüze geldi.
238
Uşak ta o an, koridoru sessiz sessiz ve etrafı dinlercesine geçiyordu. Her halde Julien ihtiyatsızca yürümüştü. Uşak biraz şaşkın şaşkın uzaklaştı. Bn.de Renal gözünü budaktan sakmmaksızın Julien'in yanma girdi; bu karşılaşma delikanlıyı titretti. Delikanlıya:
— Korkuyorsun sen, dedi, ben dünyanın bütün tehlikelerine göğüs gererim, hem de gözlerimi kırpmadan. Yalnız birşeyden korkuyorum, sen gittikten sonra yalnız kalacağım andan.
Ve koşarak delikanlının yanından uzaklaşıp gitti.
Kendinden geçmiş Julien içinden: «Ah! dedi, bu yüksek, ruhlu kadının duyduğu tek korku vicdan azabı.»
En sonunda oldu akşam, B. de Renal Casino'ya gitti.
Karısı müthiş başı ağrıdığını söyledi, odasına çekildi, Elisa'yı başından savdı ve o saat kalkıp Julien'in kapısını açmak üzere yataktan çıktı.
Julien doğrusu açlıktan ölüyordu. Bn.de Renal kilere gidip ekmek aradı. Julien bir çığlık işitti. Bn.de Renal döndü, sonra ona kilere ışıksız girdiğinde, içine ekmek konulan büfeye yaklaşırken, elini uzattığı sıra, bir kadiri koluna değdiğini anlattı. Julien tarafından işitilen çığlığı koparan Elisa idi.
— Orada ne halt ediyormuş?
Bn.de Rânal besbelli aldırış etmezcesine bir halle:
— Ya tatlı çalıyordu, ya da bizi gözetliyordu, dedi. Ama bereket bir kutu ezme ile koca bir parça ekmek buldum.
Julien, Bn.de Renal'e önlüğünün ceplerini göstererek:
— Ne var orada öyle? diye sordu.
Bn.de Renal, yemekten beri, ceplerinin ekmekle dolu olduğunu unutmuştu.
Julien onu kollarında en ateşli ihtirasla sıktı; kadın ona hiç böylesine güzel görünmemişti. İçinden belli belirsizce: «Paris'te bile, diyordu, daha yüksek bir kadına rastlamıyaca-ğım.» Bn.de RenaPde bu gibi işlere az eli yatkın bir kadın toyluğu, ama aynı zamanda da yalnız büsbütün başka soydan ve büsbütün başka korkularla dolu tehlikelerden çekinen bir insanın gerçek cesareti vardı.
Julien, kıtlıktan çıkmış gibi yemeği yer, ciddi ciddi kO-
ZS»
nuşmaktan tiksindiği için, sevgilisi de bu yemeğn yavan olu-,şu üzerinde kendisiyle alaylı alaylı konuşurken, odanın kapısı birden gümbür gümbür sarsıldı. Bu B.de Renal idi.
— Kapıyı neden kitledin? diye bağırıyordu.
Julien ancak kanepenin altına giriverecek kadar zaman bulabilmişti.
B.de Renal içeri girerken:
— Ooo! soyunmamışsmız, dedi; yemek yiyorsunuz, ama kapınızı da kilitlernişsiniz anahtarla.
Başka günler olsa, bütün kocalık hakkının verdiği sertlikle sorulan bu soru, Bn.de Renal'in eteklerini tutuşturur-du, ama şimdi kocasının Julien'i görmesi için yalnız biraz eğilmesi gerektiğini seziyordu; çünkü B.de Renal, Julien'in az önce kanepenin karşısında oturduğu iskemleye yığılıver-mişti.
Baş ağrısı herşeyi hoş göstermeye yetti. Kocası kalkıp kendisine Casino bilardosunda kazanmış olduğu «poule» oyununu, «Doğrusu tam on dokuz franklık bir (poule)» diye uzun uzadıya anlatıp dururken, Bn.de Renal, kendilerinden üç adım ötede, bir iskemle üstünde duran Julien'in şapkasını gördü. Serinkanlılığı bir kat daha arttı, soyunmağa başladı, bir yolunu bulup, hemen kocasının arkasına geçerek, kaşla göz arasında bir robunu şapkalı iskemleye attı.
B.de Renal nihayet çıkıp gitti. Kadın, Julien'e papaz okulundaki hayatının hikâyesini bir daha anlatmasını rica etti; «Dün seni dinlemiyordum, sen konuşurken ben, yalnız seni başımdan savma cesaretini bulmağa çalışıyordum.»
Bn.de Renal yeniden ihtiyatsızlaşmıştı. Pek yüksek ses-Je konuşuyorlardı, kapıya güm güm vurulan bir darbe ile konuşmaları yarıda kaldığında, saat sabahın ikisi olabilirdi. Bu gene B.de Renal idi.
— Kapıyı çabuk açın, evde hırsızlar var! diyordu, Saint -^ean bu sabah merdivenlerini bulmuş.
Bn.de Renal, Julien'in kollarına atılarak:
— İşte herşeyin geldi sonu, diye bağırdı. İkimizi de öldürecek, hırsızlara inanmaz; ben senin kollarında, yaşarken duymadığımdan daha mutlu gideceğim ölüme.
Kızıp köpüren kocasına hiç karşılık vermiyor, Julien'i ateşle kucaklıyordu.
240
Julien ona emredici bir bakışla bakarak:
— Bari Stanislas'm anasını kurtar, dedi. Ben tuvaletin penceresinden avluya atlar, bahçeye dalıp sıvışırım, köpekler tanıdı beni. Elbiselerimi bir paket yap, elinden geldiği kadar çabuk fırlat bahçeye. Bu esnada, bırak kırsın kapıyı. Aman, ağzından birşey kaçırayım deme, seni menederim bundan, şüphelenmesi emin olmasından kat kat iyidir.
Kadının tek karşılığı ve tek kaygusu:
— Atlarken ölürsün! demek oldu.
Julien'le birlikte tuvaletin penceresine gitti; sonra o saat elbiselerini saklama fırsatını buldu. En sonunda öfkeden deliye dönen kocasına kapıyı açtı. Adam hiçbir şey söylemeden, odayı, tuvaleti araştırdı, sonra da çekip gitti. Julien'in elbiseleri atılmış oldu, Julien elbiselerini aldı, hemen Doubs tarafındaki bahçenin alt başına doğru koştu.
Koşarken, bir kurşunun vınladığını, sonra da bir silâh sesi işitti.
«B.de Renal değil, diye düşündü, o böylesine körlemesi-ne nişan almaz. Köpekler sessiz sessiz yanlarında koşuyordu, bir ikinci kurşun besbelli bir köpeğin ayağına rastladı, çünkü hayvan acı acı çığlıklar koparmağa başladı. Julien bir tara-çanın duvarından sıçradı, bir elli adım kadar sürüne sürüne ilerledi, sonra yeniden bir başka yönde kaçmağa başladı. Birbirlerine seslenen sesler işitti, uşağın, düşmanını, bir tüfek attığını açıkta gördü; bir çiftçi de bahçenin öte ucundan ateş edip duruyordu, ama Julien çoktan Doubs kıyısına varmış giyiniyordu.
Bir saat sonra, Verrieres'den bir fersah ilerde, Cenevre yolunda idi; «Şüphe ederlerse, diye düşündü Julien, beni Paris yolunda ararlar.»
BİRİNCİ KİTABIN SONU
İKİNCİ
KİTAP
Güzel değil, yüzünde hiç allık yok.
SAINTE - BEUVE
BÖLÜM I
KIR HAYATININ EĞLENCELERİ
Ne zaman size kavuşacağım ey kırlar!
ı VERGİLE.
Yemek yemek için uğradığı bir hanın sahibi:
— Bayım her halde Paris posta - arabasını bekliyorlar? diye sordu.
Julien:
— Ha bugünkü, ha yarınki bence bir, diye karşılık verdi. Umursamazcasma konuşurken posta - arabası çıka geldi. İki kişilik boş yer vardı.
Julien'le birlikte arabaya binen, Cenevre tarafından gelen yolcu:
— Vay anasını! demek sensin, azizim Falcoz, dedi. Falcoz:
— Ben seni Lyon yöresine yerleşmiş satıyordum, dedi, Rhone'a yakın güzel bir vadide değil miydin?
— Amma da yerleşmek. Kaçıyorum. Falcoz gülerek:
— Ne! Kaçıyor musun? Sen, Saint - Grlaud, sen bu halim selim halle, nasıl oldu da bir suç işledin? dedi.
— îşleseydim, durum gene böyle olacaktı. Taşrada sürülen iğrenç hayattan kaçıyorum. Bildiğin gibi, ben koruların
F: 16
serinliğinden ve kır sessizliğinden hoşlanırım; beni sık sık şair yaratışlı olmamla da suçladm. Hayatım boyunca politikanın lâfını etmekten kaçtım, ama politika gene ağına düşürüyor beni.
— Canım, sen hangi partidensin?
— Hiçbirinden, beni batıran da bu ya. İşte benim bütün politikam: müziği, resmi severim; iyi bir kitap benim, için bir olaydır; kırkıma gelmişim. Yaşayacak ne zaman kalıyor bana? On beş, yrmi, haydi bilemedin otuz yıl değil mi? Eh! diyorum ki, otuz yıl sonra bakanlar diyorum, biraz daha iş-bilir olurlar ama, şimdikiler kadar namuslu kalmalarına engel olmaz bu. İngiltere tarihi bizim geleceğimiz hakkında bana ayna işi görüyor. Her zaman kendi yetkisini çoğaltmak isteyen bir kral olacak; hep millet vekili olma tutkusu, ün ve Mirabeau tarafından kazanılmış birkaç yüz bin frank taşra zenginlerinin uykusunu kaçıracaktır; buna liberal olmak ve halkı sevmek adını vereceklerdir. Senato üyesi olmak, ya da saraym adamı olmak tutkusu müfritleri her zaman ağma düşürecektir. Devlet gemisinde, iyi para çıkıyor diye, herkes dümenini döndürmek isteyecektir. Acaba kendi yağı ile kavrulup giden bir yolcuya göre ufak bir yer bulunmayacak mı îıiç?
— Sadede gel, sadede, bu sakin yaratılışın göz önünde tutulacak olursa pek hoş olmalı. Seni taşradan kaçıran son seçimler mi?
— Felâketim daha önceden başlıyor. Dört yıl önce, kırk yaşında idim, beş yüz bin frank param vardı, bugün yaşım dört yıl daha yükseldi, ama büyük bir ihtimalle, Rhone yakınında, Monfleury'deki şatomun satışından, sağlama elli bin frank içeri gireceğim.
«Paris'te, sizin XIX. yüzyıl adını verdiğiniz şeyin zorladığı o ebedî komedyadan usanmıştım. Babacanlığa ve sadeliğe susamıştım. Rhene yakınındaki dağlık yerde bir arazi alıyorum, yeryüzünde eşi görülmemiş.»
«Köy papazı ile civardaki küçük ağalar altı ay etrafımda dönüp duruyorlar; onları yemeğe çağırıyorum; politikadan söz açmamak ve açıldığını işitmemek için, dedim ki onlara, Paris'ten ayrıldım dedim. Gördüğünüz gibi, hiçbir gazeteye
243
abone olmadım. Postacı ne kadar az mektup getirirse, o kadar memnun oluyorum.»
«Bu papazın işine gelmedi; arası çok geçmeden, bir yığın garip ricalar, sıkıcı sıkıcı şeylerle, daha nicesi ile karşılaştım. Yılda iki üç yüz frank vermek istiyordum yoksullara, bu parayı dinsel kurumlara yatırmamı rica ediyorlar; yok Ermiş Joseph kurumu, yok Meryem Ana kurumu, yok bilmem ne kurumu, reddediyorum; bunun üzerine hakaretin bini bir para. Bunlardan alınmak budalalığını gösterdim. Beni hayallerimden çekip alan ve bana tuhaf tuhaf insanları ve kötülüklerini hatırlatan can sıkıcı birşeyle karşılaşmadan, sabahları dağlarımızın güzelliğini doyasıya seyretmek için dışarı çıkamıyorum artık. Söz gelişi, şarkısı (ihtimal bir Yunan melodisidir bu) çok hoşuma giden, Rogation alaylarında, artık benim tarlalarım takdis edilmiyor, çünkü, papazın dediğine bakılırsa, bu tarlalar bir yobazın malı imiş. Dini bütün bir bunak kadının ineği ölür, kadın der ki, çayırı ben yobaza, Paris'ten gelme filozofa ait olan bir göle bitişikmiş te ondan ölmüşmüş ineği, sekiz gün sonra bütün balıklarımı kireçle zehirlenmiş buluyorum karınlan havada. Belâ, çevremi tümen tümen sarmada. Sulh yargıcı, namuslu, ama yerinden olmaktan ödü kopan adam, hep beni haksız çıkarıyor. Tarlaların sessizliği benim için bir cehennemdir. Köydeki rahipler kurulunun başı olan papazın, beni yüzüstü bıraktığını gördükleri zaman, hattâ liberallerin başı tarafından, emekli yüzbaşı tarafından kışkırtılmış bütün hepsi, bir yıldır beslediğim duvarcıdan tutun da, sabanlarımı onaracağını ileri sürerek yalan dolanla beni söğüşlemek isteyen arabacı ustasına varıncaya kadar herkes, çullandı üzerime.»
«Bir dayanağım olsun da dâvalarımdan birkaçını kazanayım diye, kalkıp liberal oldum; fakat, dediğin gibi, şu körolası seçimler geldi, oyumu istediler...
— Tanımadığın biri için mi?
— Yok canım, hattâ pek fazla tanıdığım bir herif için. Baltayı taşa vurdum, reddettim! İşte o andan sonra, liberaller de çullandı üzerime, bıçak kemiğe dayandı. Hani paya-zın aklına esip te beni hizmetçimi öldürmüşüm diye suçlamış olsaydı, kalıbımı basarım ki, her iki partiden yirmi ta-
244
gık çıkıp cinayetin işlendiğini gördüklerine basarlardı yemini.
— Sen komşularının nabzına şerbet vermeden, hattâ gevezeliklerini dinlemeden köyde yaşamak istiyorsun. Ne yanlış!...
— Sonunda yanlışlık düzeldi. Monfleury satılığa çıkarıldı, gerekirse, elli bin frank kaybederim, ama alabildiğine sevinçliyim, bu yalan ve belâ cehenneminden kurtuluyorum. Ancak Fransa'da, bir apartmanın Champs - Elysees'ye bakan dördüncü katında bulunabilen yalnızlığı ve kır sessizliğini gidip arıyacağım. Roule mahallesinde, kutsal ekmeği ruhaniler kuruluna devrederek, gene siyasî işime dönersem, bu yalnızlığı ve bu kır hayatını gene düşüneceğim.
Gözleri öfkeden ve pişmanlıktan parlayan Falcoz:
— Bonaparte zamanında bütün bunlar olmazdı, dedi.
— İyi, hoş ama, senin Bonaparte neden yerinde rahat duramadı? Bugün acısını çektiğim herşeyi o meydana ge,-tirdi.
Julien'in dikkati burada bir kat daha arttı. Daha ilk sözden Bonaparte'çı Falcoz'un B.de Renal'in 1816 yılında artık reddettiği eski çocukluk arkadaşı olduğunu, filozof Saint -Giraud'nun da belediye evlerini satılığa çıkarmasını iyi beceren, şu... ilçebaylığmdaki kalem âmirinin kardeşi olması gerektiğini anlamıştı.
Saint - Giraud:
— Bütün bunlar Bonaparte'm başı altından çıkmıştır, diye devam etti. Namuslu, zararsız (ki varsa), yaşı kırka gelmiş ve beş yüz bin franklık bir adam, taşraya gelip yerleşiyor da sükuna kavuşamıyor; Bonaparte'm rahipleri ile asilzadeleri onu oradan dehliyorlar.
Falcoz:
— Ah! hakkında kötü konuşma onun, diye bağırdı. Saltanat sürdüğü on üç yıl içinde öbür devletlerin gözünde Fransa hiç bu kadar itibar kazanmamıştır. O zamanlar, her yapılanda büyüklük vardı.
Kırk dört yaşındaki adam:
— Senin, canı cehenneme gidesice imparatorun, diye devam etti, olup olacağı savaş meydanlarında büyüklük gösterdi, bir de 1802 yılma doğru maliyede yenilikler yaptı. O Z2-
245
mandan beriki bütün tutumuna ne demeli? Mabeyincileri, şatafatı ve Tuileries'deki ziyafetleri ile, piyasaya bütün krallık zamanının aptallıklarının bir yeni baskısını sürdü. Bu baskı düzeltilmiş olsaydı, belki bir iki yüzyıl daha tutunabi-lirdi. Asilzadelerle rahipler eskiye dönmek istediler ama, onun piyasada tutunmasını sağlayacak demir bilekleri yoktu.
— İşte eski bir matbaa ağzı inan olsufj! Matbaacı kızarak:
— Beni yerimden yurdumdan eden kim? diye devam etti. Napoleon'un, hayatlarını ne yolda kazandıklarını hiç ölçüp biçmeden, devletin hekijnlere, avukatlara, müneccimlere yaptığı gibi davranacak yerde, tutup «concordat» sı (52) ile, etrafına topladığı rahipler. Bonaparte'm baronlarla kontlar yaratmasaydı, bugün ortalıkta küstah beyzadeler türer miydi? Hayır, bunlann modası geçmiştir. Rahiplerden sonra, beni en çok kızdıran, beni liberal olmağa zorlayan taşralı küçük asilzadelerdir.
Konuşma uzayıp gitti, bu yol konuşma yarım yüzyıl daha Fransa'yı uğraştıracaktır. Saint - Giraud taşrada yaşamanın yersiz olduğunu boyuna söyleyip dururken, Julien korka çekine B.de Renal'ı örnek olarak öne sürdü.
Falcoz:
— Aman, delikanlı, iyisiniz! diye bağırdı; o örs olmamak için çekiç olmağı tercih etti, ne çekiç hem de. Fakat Valenod tarafından bastırıldığını görüyorum. Bu domuzu tanır mısınız? Domuzlukta yoktur işte eşi. Sizin B.de Renal, bu günlerde işinden edildiğini, Valenod'nun da kendi yerine geçtiğini görürse ne duruma düşer acaba?
Saint - Giraud:
— Ettikleri ile kalır baş başa, dedi. Delikanlı, demek Verrieres'i biliyorsunuz? öyle olsun bakalım! Kaderin basa getirdiği Bonaparte o ve hükümdarlık taslamaları Valenod'-larla Maslon'larm hüküm sürmesine yol açan Renal'leri ve Chelan'ları yarattı yaratabildiği kadar.
Karışık bir politika havası taşıyan bu konuşma Julien'i saşkma döndürüyor, onu aşk ve heyecan dolu hülyalarından alıyordu.
Uzaktan uzağa görülen Paris'e, ilk bakışta az ilgi duy-
246
du. Yarınki hayatı üzerine kurduğu hayaller Verrieres'de geçirmiş olduğu yirmi dört saatin şu anki anısı ile savaş halinde idi. Rahiplerin rezaletleri bize cumhuriyeti kazandırır da asillere karşı zulümler başlarsa, sevdiceğinin çocuklarını hiçbir zaman başıboş bırakmayacağına, onları korumak için her şeyi terkedeceğine and içiyordu.
Verrieres'e geldiği gece, şayet, merdivenini Bn.de Re-nal'm yatak odasının penceresine dayadığında, bu odada bir yabancı, ya da B.de Renal görmüş olsaydı, ne olurdu acaba?
Fakat sevgilisinin kendisini gerçekten geri göndermek istediği ve onun da, karanlıkta kadının yanma oturup kendi durumunu savunduğu anda, ilk iki saat ne mutlu geçmişti! Julien'inki gibi bir ruha sahip olan bütün ömrü boyunca böylesi anılar peşinde koşmuştur. Görüşmenin gerisi daha şimdiden, on dört ay önceki aşklarının ilk çağları ile karışıyordu.
Araba durduğu için, Julien de derin hayalinden uyandı. J. - J. Rousseau sokağında, posta arabalarının avlusuna girmişlerdi.
Delikanlı yaklaşan bir tek atlı arabaya:
— Malmaison'a gitmek istiyorum, dedi.
— Aman bayım, bu saatte mi, ne yapacaksınız orada?
— Size ne! Çekin.
Her gerçek tutku yalnız kendini düşünür. İşte bu yüzden, bana öyle geliyor ki Paris'te, tutkular bu kadar gülünçtür, burada komşu dediğin kişi hep kendisini düşündüklerini ileri sürüp durur boyuna. Julien'in Malmaison'daki heyecanlarını anlatmağa dilim varmaz. Ağladı. Ne! Bu yıl yapılmış, bu parkı parça parça ayıran kötü beyaz duvarlara rağmen mi? —Evet, bayjm: Julien'e göre olduğu gibi, yarınki kuşak için de, Arcole, Sainte - Helene ve Malmaison arasında hiç te ayrım yoktu (53).
Akşam olunca, Julien tiyatroya girmeden önce bir hayli tereddüt geçirdi, bu baştan çıkarıcı yer hakkında garip düşünceleri vardı.
Onu derin bir güvensizlik fıkır fıkır kaynayan Paris'e hayran olmaktan alıkoydu, yalnız kahramanı (54) tarafından yaptırılmış anıtlara ağzmm suyu aktı.
«İşte şimdi entrika ve riyanın düştüm tam göbeğine! Rahip de Frilair'in koruyucuları hüküm sürmedeler burada.»
Üçüncü günün akşamı, merak onu, herşeyi görme tasarısını bir yana bırakarak rahip Pirard'm karşısına çıkmağa sürükledi. Bu rahip kendisine, soğuk bir dille, B.de La Mo-le'ün konağında onu bekleyen hayat şeklinin ne olduğunu anlattı.
«Eğer birkaç ay içinde bir işe yaramazsanız, gene, ama daha başka itibarla papaz okuluna dönersiniz. Markinin, Fransa'nın en büyük senyörlerinden birinin evinde oturacaksınız. Siyah elbise giyeceksiniz, ama bir din adamı gibi değil, matem tutan bir insan gifr. Şu şartı koşuyorum ki, haftada üç sefer, sizi takdim edeceğim bir seminerde din derslerinizi izleyeceksiniz. Her gün, Öğleyin, markinin kitaplığında bulunacak, burada dâvalar ve daha başka şeyler için yazılacak mektuplarla uğraşacaksınız. Marki, aldığı her mektubun kenarına, verilmesi gerekli karşılığın ne olacağını tutar, bir iki cümle ile işaret eder. Üç ay içinde, bu karşılıkları verecek duruma geçeceğinizi söyledim, öyle ki, markinin imzasına sunacağınız on iki mektup içersinde, en azından sekiz on tanesini imzalayabilsin. Akşam, saat sekizde, bürosunu derleyip toplayacak, saat onda da serbest kalacaksınız.
Rahip Pirard:
— Olabilir ki, diye devam etti, tatlı sesli bir takım ihtiyar kadınların, ya da erkeklerin size sonsuz vaadlerde bulunurlar, hattâ olanca kabalığı göze alarak marki tarafından alınmış mektupları kendilerine göstermeniz için size para bile teklif ederler...
Julien kıpkırmızı kesilerek:
— Aman! Bayım! diye bağırdı. Rahip acı bir gülümseyişle:
— Gariptir, dedi, bu kadar yoksul olmanıza, bir yıl papaz okulunda okumanıza rağmen sizde, hâlâ bu gibi fazilet duyguları kalmış. Kör olup çıkmışsınız açıkçası!
Rahip hafif bir sesle ve sanki kendi kendine konuşuyormuş gibi: «Acaba kan kuvveti mi bu?» diye mırıldandı. Julien'e bakarak:
— Garip olanı şu ki, diye ekledi, marki tanıyor sizi... Nasıl tanıyor bilmiyorum. Başlangıç olarak size, yüz altın
248
maaş veriyor. Yalnız aklından geçenle iş gören bir adam bu, hatası da bundan ileri geliyor; çocuklukta sizinle âşık atacaktır. Memnun kalırsa maaşınız, gitgide sekiz bin franka kadar yükselebilir.
Rahip acı bir dille:
— Ama siz de takdir edersiniz ki, diye devam etti, bütün bu parayı o güzel gözlerinizin hatırı için vermiyor size. Mesele işe yaramak. Ben sizin yerinizde olsam, pek az konuşur, hele bilmediğim şey hakkında hiç ağzımı açmam.
Rahip:
— Tamam! dedi, hakkınızda bir takım şeyler öğrendim; B.de La Mole'ün ailesini unutuyordu. îki çocuğu var, bir kız ve bir de ondokuz yaşında, parmakla gösterilecek kadar kibar mı kibar giyinen, delinin teki bir oğlan ki, öğle üzeri iki saat sonra ne yapacağını bilmez hiç. Hoştur, gözüpektir; İspanya savaşında bulunmuştur (55). Marki, bilmem neden, genç kont Norbert'le dost olursunuz sanıyor. Çok iyi lâtince bilir insan olduğunuzu söyledim, belki de oğluna Ciceron ve Vir-gile hakkında uluorta cümleler öğreteceğinizi düşünüyordur.
«Ben sizin yerinizde olsam, bu genç güzel adam tarafından alaya alınmağa dünyada fırsat vermem; hattâ, pek kibar, ama biraz alayla karışık iltifatlarına karşılık vermeden önce, onları birkaç kere tekrarlatırım ona.
«Genç kont de La Mole'ün sadece küçük bir burjuva olduğunuzdan, önceleri sizi hor göreceğini sağlamıyacağım. Büyük babası saraydanmış, bir politika meselesi yüzünden, 26 Nisan 1574 tarihinde, Greve alanmda başı kesilmek şerefine ermiş. Siz, siz ise Verrieres'li bir kerestecinin oğlusunuz, bundan başka, babasının parası ile yuvarlanıp gideceksiniz. Bu farklara parmak basın, bu ailenin hikâyesini de Morer'-nin kitabında okuyun; evlerinde yemek yiyen bütün dalkavuklar bir de kalkıp ince telmihler adını verdikleri şeyi yumurtlarlar.
«Süvari bölüğü başı ve yarının Fransa meclis üyesi, B.le kont Norbert de La Mole'ün alaylarında ne biçimde karşılık vereceğinizi iyi kestirin, sonra bana dert yanmağa gelmeyin.
Julien temelli kızararak:
— Beni hor gören bir adama, dedi, karşılık bile vermemeliyim gibime geliyor.
349
— Bu hor görme hakkında fikriniz yok; bu hor görme ancak aşırı iltifatlarla belirecektir. Bir budala olsaydınız, bunlara inanırmış gibi görünebilirdiniz; servet edinmek isterseniz, bunlara inanır gibi yapmak zorundasınız.
Julien:
— Artık bütün bunlar işime gelmiyeceği gün, diye sordu, şayet 103 numaralı hücreme dönersem, bir nankör yerine mi geçerim?
Rahip:
— Besbelli, diye karşılık verdi, evin bütün çanak yalayıcıları sizi çekiştireceklerdir, ama ben işe karışırım. Adsun qui feci. Bu kararın bana ait olduğunu söylerim.
Julien B. Pirard'da gördüğü acı ve hemen hemen kötüye işaret sayılan tondan iyice alınmıştı; bu ton son karşılığım büsbütün çürütüyordu.
Durum şu ki rakip Julien'i sevmeği bir gönül suçu gibi görüyor. Bir biçim dinsel dehşetle kalkıp doğrudan doğruya bir başkasının kaderine karışıyordu.
Aynı kötü tavırla, sanki güç bir işi yerine getiriyormuş gibi:
Dostları ilə paylaş: |