Danasını, dedi, Bn. markiz de La Mole'ün göreceksiniz. Uzun boylu sarışın, dinine dört elle bağlı, yüksekten bakan, alabildiğine kibar, bir o kadar da mânâsız bir kadındır. Uluorta asillik düşünceleri yüzünden ün salmış, ihtiyar dük de Chaulnes'nin kızıdır. Bu kibar kadın kendi ayarındaki kadınların ne mal olduğunu ortaya döken bir biçik hülâsa, kabartma gibidir. Zaten, o, Haçlı Akmları'na katılmış olan atalara malik olmanın takdir ettiği tek şey olduğunu saklamaz. Para çok sonra gelir artık; hayrete mi düşürüyor bu sizi? Dostum, artık taşrada bulunmuyorsunuz.
«Onun salonunda bir yığın kodamanın bizim prenslerden garip bir hafiflikle dolu dille söz açtıklarını göreceksiniz. Bn. de La Mole'e gelince, bir prensin ve hele bir prensesin adını her ağzına alışında sesini saygı ile alçaltır. Onun önünde II. Philippe'in ya da VIII. Henri'nin canavar olduklarını söylemenizi size tavsiye etmem. Onlar KRAL'dır, herkesin ve hele sizinle benim gibi, asîl olmayanın mutlak saygıları gösterilir onlara.
B. Pirard:
250
— Ama, diye ekledi, bizler rakibiz, zira o size bu gözle bakacaktır; bu yüzden de size, yarınki kurtuluşu için gerekli eda uşaklarına davrandığı gibi davranacaktır.
Julien:
— Bayım, dedi, Paris'te uzun boylu kalmayacağım galiba.
— Daha neler; yalnız şunu da aklınıza yerleştirin ki, bizim elbiseyi giyen bir insan için başarı, ancak büyük kişizadelerin sayesinde kazanılır. Bana kalırsa, neyin nesi olduğunu bilmiyorum ama, sizin yaratılışınızda garip bir şey var, başarı gösteremediniz mi eziyetler çekmiş olacaksınız; sizin gibisi için bu iki yolun ortası yok. Aldatmayın kendinizi. Erkekler size söz söylerlerken üzerinizde hoş etki uyandırmadıklarını görüyorlar; burası gibi toplumsal bir yerde, saygılar kazanamadınız mı, felâkete mahkûm olmuşsunuz demektir.
«Marki de La Mole'ün şu kaprisi olmasaydı, Besançon'-daki durumunuz ne olacaktı? Günün birinde, size yaptığı bu iyiliğin anlarsınız inceliğini ve bir canavar değilseniz, ona ve ailesine karşı sonsuz bir minnet duyarsınız. Sizden daha bilgili nice züğürt rahipler, âyinlerinden kazandıkları on beş ve dilencilikleri sayesinde Sorbonne'dan elde ettikleri on metelikle yıllar yılı Paris'te yaşamışlardır... Geçen kış, hani, şu kardinal Dobois denen yezitin ilk yılları hakkında size ne anlattığımı hatırlayın. Yoksa, gururunuz, ondan daha üstün mü olduğuna inanıyor?
«Söz geliş:, ben sakin ve uluorta insan olarak, papaz okulunda can vermeği düşünüyordum; oraya bağlanmak çocukluğunu göstermiştim. Bakın neler oldu! istifamı verdiğim sıra işimden çıkarılmış olacaktım. Biliyor musunuz ne kadardı servetim? Ne eksik ne fazla, topu topu beşyüz frank param vardı; bir dostum bile yoktu, yalnız iki üç tanıdığım vardı. Hiç görmediğim B.de La Mole, beni bu çıkmazdan kurtardı; söyleyecek tek sözü oldu, bana bir köy papazlığı verdiler ki buraya gelenlerin hepsi de kötü huylardan uzak. varlıklı insanlardır, gelirim yüzümü kızartıyor, emeğimin kat kat üstünde para alıyorum. Boş hayallere kapılmayasıniz diye sizinle böyle uzun uzun konuştum yalnız.
«Bir söz daha: bende çabuk alınma huyu var; olabilir ki bir daha beraberce konuşmayız.
«Şayet markinin yüksekten bakışları, ya da oğlunun pis şakaları, bu evi başınıza zindan ederse, size Paris'te otuz fersah ötedeki bir papaz okulunda ve tercihan güneyden çok kuzeyde çalışmalarınızı tamamlamanızı tavsiye ederim. Kuzeyde daha çok uygarlık ve daha az haksızlık vardır; hem, dedi sesini alçaltarak, şunu itiraf etmeliyim ki, Paris gazetelerinin yakın oluşu küçük zalimlerin gözlerini korkutuyor.
«Birbirimizde görüşmekten memnun kalırsak, markizin konağı işinize gelmezse, sizi vekilim olarak yanıma alırım, bu köy papazlığının getirdiği parayı da yarı yarıya bölüşürüz.
Julien'in teşekkürlerini yarıda keserek:
— Bana Besançon'da yapmış olduğunuz o nadir teklif için, diye ekledi, size bunu ve daha fazlasını borçluyum. Şayet, beşyüz frank param olmasaydı, beni kurtarmış olacaktınız.
Rahip sesindeki o insafsız havayı yok etmişti. Julien yerin dibine geçerek, gözlerinin yaşardığını sezdi; dostunun kollarına atılmak arzusu ile tutuşuyordu; sesine elinden geldiği kadar kendine hâkim bir eda vererek, ona şunu demekten alamadı kendini:
— Daha kundakta iken babamın nefretini kazanmıştım; büyük acılarımın ilki idi bu; fakat artık tesadüften yanıp yıkılmıyacağım, bayım, sizi bir baba bildim.
Şaşırıp kalan rahip:
— Peki, iyi, dedi; sonra bir papaz okulu müdürü tavrı ile tam anında durumu kurtararak; hiçbir zaman tesadüf dememeli, oğlum, hep kader deyin.
Araba durdu; arabacı pek büyük bir kapının tunç tokmağını vurdu; burası DE LA MOLE KONAĞI idi; hattâ gelip geçenler şüphe etmesinler diye, kapı üstündeki siyah bir mermerde bu sözcükler okunuyordu.
Bu gösteriş Julien'i sarstı. «Jakobenler ne de korkuyor-larmış! Her çit arkasında bir Robespierre ve onun idam arabasını görüyorlar sanki; çoğu buna katılasıya gülüyorlar ve ayak takımı kargaşalıkta görüp tanısın, sonra yağma etsin diye evlerini böyle belli ediyorlar işte.» Düşüncesini rahip Pirard'a açtı.
— Ah! zavallı yavrum, yakında muavinim olacaksın. Aklınıza ne de tüyler ürpertici düşünceler gelmiş!
252
Julien: ,
— Daha basit hiçbir şey bulamadım, dedi. Kapıcının ağırbaşlı oluşu ve hele bahçenin temizliği hayretini uyandırmıştı. Ortalık gün güneşti.
Dostuna:
— Ne hoş mimarî! dedi.
Voltaire'in ölüm yılma doğru yapılmış, Saint-Germain mahallesindeki o pek düz önyüzlü konaklardan biri idi bu. Moda ile güzellik birbirinden hiç bu kadar uzak düşmemişlerdi.
' B Ö L Ü M 11
KİBARLAR ÂLEMİNE GİRİŞ
Gülünç ve dokunaklı anı: insanın on sekiz yaşında iken tek başına ve bir bildiği olmadan girdiği ilk salon! bir kadının bakışı beni yerin dibine geçirmeğe yeterdi. Daha hoş görüneyim derken, daha gülünç oluyordum. En yanlış her biçim düşünceye dalıyordum; ya ortada fol yok yumurta yokken içimi açıyor, ya da bana azıcık sert sert baktığından bir adamı düşman görüyordum. Ama o zamanlar, sıkılganlığımdan ileri gelen müthiş üzüntüler içinde, güzel bir gün ne hoş şeydi öyle!
KANT.
Julien bahçenin ortasında şaşkın şaşkın duruyordu.
Rahip Pir ad:
— Ayol aklınızı başınıza alın; dedi aklınıza korkunç düşünceler geliyor, hem çocuk davranıyorsunuz! Nerede Hora-ce'm nil mirasi'si? (Hiçbir zaman taşkınlık istemez.) Düşünün ki, bu uzak milleti, sizin buraya yerleştiğinizi görünce, sizi alaya almağa çalışacaklar; kendilerinden üstün olduğunuzu haksızlık sayarak, sizi kendileriyle eşit görecekler. Ba-
253
bacan hallerle, yerli yerinde nasihatlar vererek, size yol göstermek istermiş gibi görünerek, sizi büyük bir münasebetsizliğe yuvarlamağa çalışacaklar. Julien dudağını ısırarak:
— Ben onları başımdan bilirim defetmesini, dedi ve yeniden bütün itimatsızlığını buldu.
Markinin çalışma odasına varmadan önce, bu bayların geçtikleri, ilk kattaki salonlar size, muhteşem oldukları kadar kederli gibi de gelirdi, ey okur. Bu salonları böyle, olduğu gibi size verseler, gene de orada oturmağı istemezdiniz; burası sıkıntının ve zavallı mantığın vatanıdır. Julien'in gözünü kat kat büyülediler. «Nasıl olur da, diye düşündü, insan böyle şahane bir yerde oturur da bedbaht olabilir?»
En sonu, bu baylar bu muhteşem konaktaki odaların erj çirkinine vardılar; içerde ölü gözü kadar ışık vardı; burada, zayıf, cin gibi gözlü ve sarı perukalı ufak tefek bir adam bulunuyordu. Rahip Julien'e doğru döndü ve onu takdim etti. Bu marki idi. Julien onu pek güçlükle tanıdı, markiyi pek kibar buldu. Bu artık Bray-le-Haut manastırmdaki, kendini pek beğenmiş, büyük asilzade değildi. Julien'e perukasında pek çok saç var gibi geldi. Bu duygunun yardımı ile, olahca sıkılganlığı yok oldu. III. Henri'nin dostunun torunu ona ilkin pek mıymıntı bir insan gibi göründü. Alabildiğine zayıftı ve durmadan kıpırdayıp duruyordu. Fakat hemen dikkat etti ki Besançon piskoposununkinden daha cana yakın kibar halleri vardı. Konuşma üç dakika bile sürmedi. Çıkarlarken, rahip Julien'e:
— Bir tabloyu seyreder gibi, markiye baktınız, dedi. Buradaki insanların kibarlık adın verdikleri şeyden ben pek bir şey anlamam, yakında siz bu konuda benden kat kat fazla bilgi edineceksiniz; ama bakışınızın cür'eti bana pek az kibar gibi geldi.
Gene arabaya binildi, arabacı iki yanı ağaçlı caddenin az kenarında durdurdu arabayı; rahip Julien'i bir yığın salona soktu. Julien burada eşya namına hiçbir şey bulunmadığını gördü. Tam kendine göre pek açık saçık bir konuyu gösteren, altın yaldızlı güzel bir duvar saatine bakarken, kibar mı kibar giyinmiş bir adam gülerek yanma sokuldu. Julien onu yarım - yamalak selâmladı.
Adam gülümsedi ve elini onun omuzuna koydu. Julien irkildi ve geriye sıçradı, öfkeden kıpkırmızı oldu. Rahip Pi-rard, olanca ciddiyetine rağmen, gözünden yaşlar aka aka güldü. Adam bir terzi idi.
Rahip çıkarken delikanlıya: «Sizi iki gün serbest bırakıyorum, dedi; ancak o zaman Bn.de La Mole'e takdim edilmiş olabilirsiniz. Bir başkası olsaydı, bu yeni Babil'e gelişinizin bu ilk günlerinde üzerinize, bir kızmışsınız gibi titrerdi. Baştan çıkacağınız varsa, hemen çıkın, ben de sizi düşünme bağlılığımdan yakamı kurtarmış olurum, öbür gün, bu terzi size iki takım elbise getirecek; provanıza yardım edecek çocuğa beş frank verirsiniz. Hem, sesinizin nasıl olduğunu bu Paris'-lilere göstermeyin. Bir kelime söylerseniz, sizinle alay etmenin yolunu bulurlar. Bu onların hüneridir. Yarından sonra öğle üzeri bende olun... Haydi bakalım, yapın yapacağınızı.. Unutuyordum, şu adresleri alın da gidip kendinize ayakkabı, gömlek, şapka ısmarlayın.»
Julien bu adreslerin yazısına bakıyordu.
Rahip:
— Markinin elinden çıktı bu, dedi; herşeyi önceden gören, emretmektense iş yapmağı seven faal bir adamdır. Onu bu gibi zahmetlerden kurtarmanız için sizi yanına alıyor. Bakalım bu tezcanlı adamın size yarım-yamalak söylediği her şeyi anlamakta yeterince hüner gösterecek misiniz?. Zaman bunu belli edecek: kollayın kendinizi!
Julien adreslerde gösterilmiş dükkânlara tek kelime söylemeden girdi; buralarda saygı ile karşılandığını, hattâ ayakkabıcının onun adını sıra defterine yazarken, B. Julien Sorel diye geçirdiğini gördü.
Pere-Lachaise mezarlığında (56), pek iyiliksever, sözlerinden de bir hayli liberal olduğu anlaşılan bir adam, bir politika meselesinin üzerine kitabe şerefinden yoksun bıraktığı mareşal Ney'in (57) mezarını Julien'e göstermeği üzerine aldı. Fakat, kendisini gözyaşları içinde, hemen hemen kucaklayan bu liberalden ayrılırken, Julien, artık gösteriş yapmadı. Bu denemeden kazandığı zenginlikle dolup taşarak ertesi gün, öğle üzeri, rahip Pirard'm karşısına çıktı, adam ona uzun uzun baktı.
Rahip sert bir tavırla ona:
25&
— Belki kendini beğenmişin biri olabilirsiniz, dedi. Julien'de, matem tutan, çok genç bir adam hali vardı;
doğrusu çok kibardı ama, temiz yürekli rahip kendisi de taşralı olduğundan, Julien'in yürürken yaptığı, taşrada züppeliği ve gururu belli eden omuz hareketlerine dikkat etmedi. Julien'i görünce marki, onun hal ve tavırları hakkında iyi yürekli rahibinkinden o kadar değişik bir fikir edindi ki, ihtiyar adama şöyle dedi:
— B. Sorel'in dans dersleri almasına bir itirazınız olur mu?
Rahip taş kesilip kaldı. En sonunda:
— Hayır, diye karşılık verdi. Julien papaz değil.
Gizli küçük bir merdivenin basamaklarını ikişer ikişer çıkan marki, konağın göz alabildiğine uzayıp giden bahçesine bakan güzel bir tavanarasma .gidip kahramanımızı kendi eliyle yerleştirdi. Delikanlıya gömlekçiden ne kadar gömlek aldığını sordu.
Böyle büyük bir asilzadenin bu gibi ufak tefek şeylerle uğraştığını görerek korkan Julien, kalkıp:
— İki tane, diye karşılık verdi.
Marki ciddî bir hal ve Julien'i düşündüğünü belli eden, kesin ve hâkim bir sesle:
— Çok iyi, dedi, çok iyi! Gidip yirmi iki gömlek daha alın. İşte.
Tavanarasmdan inen marki, yaşlı bir adamı çağırdı:
— Arşene, dedi ona, B. Sorel'e siz hizmet edeceksiniz. Birkaç dakika sonra, Julien eşi bulunmaz bir kitaplıkta
yalnız başına kaldı; bu an ona çok hoş geldi. Heyecanlı iken birden bastırılıp yakalanmamak için, gidip karanlık bir keseciğe saklandı; buradan kitapların o pırıl pırıl sırtını kendinden geçercesine inceliyordu. İçinden: ((Bütün bunları okuyabilirim, diyordu. Nasıl olur da hoşlanmam buradan? B.de Rânal marki de Mole'un bana yaptığının yüzde birini yapacak olsa yerin dibine geçerim sanırdı. Şimdi yazılacak mektuplara bakalım.»
Bu iş sona erince. Julien kitaplara sokulmağı göze aldı; bir Voltaire baskısını görünce sevinçten deli gibi oluyordu. Baskına uğramamak için gidip kitaplığın kapısını açtı. Sonra.
seksen kitabın herbirini açıp açıp bakmak zevkini tattı. Güzel mi güzel ciltlenmişlerdi, bu Londra'nın en iyi ciltçisinin şaheseri idi. Julien'in hayretini son kerteye çıkarmak için bundan az bile yeterdi.
Bir saat sonra, marki içeri girdi, mektuplara baktı ve Julien'in «cela» kelimesini iki «1» ile, yâni «cella» diye yazdığını hayretle gördü. İçinden: «Sakın rahibin bilgisi üzerinde söz ettiği o kadar şey bir masal olmasın sadece!» diye düşündü, îyiden iyiye cesareti kırılan marki, tuttu, tatlı tatlı:
— İmlânıza pek güvenemiyor musunuz? diye sordu. Julien, işlediği yanlışı hiç düşünmeden:
— Doğru, diye karşılık verdi; kendisine B.de Renal'm ters ters konuşuşunu hatırlatan, markinin tatlı sözlerinden içi dolup taşmıştı.
Marki: «Pranc-Comtois'lı küçük rahibin ağzına bakarak büyük denemeye girişmek zaman kaybetmek demektir, diye düşündü; ama güvenilir bir adama da o kadar ihtiyacım vardı ki!»
Marki ona:
— «Cela» kelimesi yalnız bir «1» ile yazılır, dedi; mektuplarınız bitince, sözlüğü açıp imlâsından emin, olmadığınız kelimelere bakın.
Saat altıda, marki kendisini çağırttı, Julien'in çizmelerine biraz üzüle üzüle baktı.
— Bir haksızlık ettim size, dedi, her gün saat altı buçukta giyinmeniz gerektiğini size söylememişim.
Julien hiçbir şey anlamadan ona bakıyordu.
— Çorap giymenizi söylemek istiyorum. Arşene bunu size hatırlatır; bugün için sizin adınıza özür dilerim.
Bu sözleri tamamladıktan sonra, B.de La Mole Julien'i yaldızlarla pırıl pırıl parlayan bir salona soktu. Bu gibi durumlarda B.de Renal kapıdan ilk olarak geçmek için adımlarını sıklaştırmaktan asla geri kalmazdı. Eski patronunun bu anlamsız boş gururu Julien'in markinin ayağına basmasına, üstelik mafsal ağrısı yüzünden adamakıllı canını yakmasına sebep oldu. Marki: «Üstelik sersem de, ah!» diye söylendi. Delikanlıyı uzun boylu ve ahım şahım görünüşlü bir kadına tanıttı. Bu markiz idi. Julien onu tıpkı, Ermiş-Charles yortusu ziyafetinde, hazır bulunduğu sırada, Verrieres bel-
257
desi ilçebayınm karısı, Bn.de Maugiron gibi biraz şirretçe buldu. Salonun son derece muhteşem durumundan biraz sıkılan Julien, B.de La Mole'un ne dediğini işitmedi. Markiz ona şöylece bakmağa tenezzül etti. Salonda birkaç erkek vardı ki Julien bunlar aarsında Bray-le-Haut'daki törenden bir kaç ay önce kendisiyle konuşmak lûtfunda bulunan, genç Agde piskoposunu görünce sevinçten uçtu sanki. Bu genç din adamı sıkılgan Julien'in kendi üzerine diktiği tatlı bakışlarından besbelli çekindi ve bu taşralıyı tanımamazlıktan gelmekte hiç tereddüt etmedi.
Bu salonda toplanmış bulunan erkeklerin birşeye canları sıkılmış ve baskı altında kalmışlar gibi geldi Julien'e; Paris-te alçak sesle konuşulur ve öyle ufak tefek şeyler üzerinde inceden inceye durulmaz.
Saat altı buçuğa doğru içeri, bıyıklı, yüzü pek solgun ve pek uzun boylu, hoş bir delikanlı girdi; pek küçük bir başı vardı.
Elini öptüğü markiz, ona:
— Hep bekletirsiniz, dedi.
Julien bunun kont de La Mole olduğunu anladı. Daha ilk "bakışla onu hoş buldu.
İçinden: «Kötü kötü şakaları beni bu evden çıkarmak zorunda bırakacak adamın, bu delikanlı olması, mümkün mü!» diye geçirdi.
Kont Norbert'i inceden inceye süzerken Julien, çizmeli ve mahmuzlu olduğunu gördü; «Ben ise her halde aşağı olduğum için ayakkabı giymeliyim.» Sofraya oturuldu. Julien markizin sesini biraz yükselterek, ciddî bir kelime söylediğini işitti. Hemen o anda, son derece sarışın ve pek ince bir genç kızın, gelip kendi karşısına oturduğunu gördü. Kız onu hiç açmadı; bununla beraber dikkatlice bakarken, hiç böyle güzel gözler görmediğini düşündü; fakat bu gözler büyük bir soğuk kalpliliği gösteriyordu. Sonra sonra Julien, bu gözlerin arayan, ama çalımlı olmak zorunluluğunu hatırlatan can sıkıntısı anlamı taşıdıklarını gördü. «Bn.de Renal'ın da çok güzel gözleri vardı doğrusu, diye düşündü, bu yüzden herkes ona kompliman yapardı; fakat bu gözlerde onlara benzer hiç
F: 17
258
bir şey yok.» Julien'in bunun Bn. Mathilde'in gözlerinin zaman zaman saçtığı nüktenin ateşi olduğunu, adına böyle dendiğini işittiğini anlayacak kadar denemesi yoktu. Bn.de Re-nal'ın gözleri pırıl pırıl yanınca bu, tutkuların ateşinden, ya da kötü davranış hikâyesine karşı duyulan kızgınlığın sonucundan ileri gelirdi. Yemeğin sonuna doğru Julien, Bn.de La Mole'ün gözlerindeki güzelliğin biçimini anlatmak için bir deyim buldu: «Kıvılcımlı gözler», dedi. Dahası, kızcağız gitgide sinirine dokunan annesine müthiş benziyordu, bizim delikanlı artık kıza bakmaz oldu. Buna karşılık, kont Norbert her bakımdan ona hoş geliyordu. Julien öylesine kendinden geçti ki, kendinden daha varlıklı ve daha soylu olduğu için, onu kıskanmak ve ondan nefret etmek düşüncesi aklının ucundan bile geçmedi.
Julien markinin canı sıkılır gibi olduğunu gördü.
İkinci servise doğru, marki oğluna:
— Norbert, dedi, B. Julien Sorel'e iyi davranmanı isterim, ona genelkurmayımda yer verdim, bu (cella) iyi giderse kendisini olgun bir adam yapacağım.
Marki komşusuna dönüp:
— Yazıcımdır bu, dedi, «cela» yi iki «1» ile yazıyor. Herkes Norbert'e doğru biraz fazla aşırı bir baş hareketi
yapan Julien'e baktı; fakat millet toptan olarak onun bakışından memnun kaldı.
Marki her halde Julien'in görmüş olduğu öğrenim şeklinden söz açmıştı ki, davetlilerden biri ona Horace hakkında soru sordu: «Besançon piskoposunun yanında hep Horaee'sm adını ettiğim için başarı gösterdim, diye söylendi Julien, anlaşılan bir bu yazarı tanıyorlar.» Bu andan sonra, aklını basma topladı. Bn.de La Mole'ün kendi gözünde hiçbir zaman bir kadm sayılmıyacağma karar verdiğinden, bu iş kolay oldu. Papaz okulundan beri, erkekleri hakir görüyor, onlar tarafından güç korkutuluyordu. Yemek salonu hele daha az muhteşem dayanıp döşenmiş olsaydı, olanca serinkanlılığı ile hareket edebilirdi. Dorğusunu söylemek gerekirse, ona hâlâ etki eden, Horace'dan söz açarken bazan konuştuğu kimseyi içinden gördüğü, herbiri sekiz ayak yüksekliğinde, iki ayna idi. Cümleleri bir taşralıya göre pek öyle uzun değildi. Bir soruya yerli yerinde karşılık verdiğinde, ürkek ve cana yakın
259
çekingenliği, parıltısını bir kat daha arttıran, güzel gözleri vardı. Hoş karşılandı. Bu biçim sınav ciddî sofra havasına bir parça ilgi katıyordu. Marki iyice terletmesi için Julien'in yanmdakini bir işaretle kışkırttı. İçinden: «Birşey bilmesi mümkün mü!» diye düşünüyordu.
Julien yeni yeni düşünceler ortaya atarak karşılık verdi ve nükteli değil, Paris'te konuşulan dili bilmeyen için nükteli konuşmak olmaz, ama yersiz ve hoş olmayan şekilde ortaya atılmış yeni yeni düşünceler saçmak uğruna sıkılganlığından oldukça sıyrıldı ve lâtinceyi iyice bildiği görüldü.
Julien'in karşısındaki, her nasılda, Lâtince bilen, bir Aca-dedie des Inscriptions üyesi idi (58); Julien'in sağlam bir ümanist olduğunu gördü, artık delikanlının yüzünü kara çıkarmak tehlikesini atlattı, derken onu zor duruma düşürmenin yolunu aradı doğrusu. Tartışmanın kızgınlığı ile Julien, en sonunda yemek odasının dayalı döşeli oluşunu unuttu, lâtin şairler hakkında karşısındakinin hiçbir yerde okumamış olduğu düşünceler ortaya atmağa kalktı. Adam namuslu olduğundan ötürü tutup bu düşüncelerinden dolayı genç yazıcıyı tebrik etti. Bereket versin ki, Horace'm zengin mi yoksa yoksul mu olduğu konusunda bir tartışma koptu: Moliere ve La Fontaine'in dostu, Chapelle gibi, hoş, zevk peşinde koşan ve kaygusuz, keyfince beyitler düzen bir adam mı; yoksa lord Byron'u suçlayan, Southy gibi, boyuna saraya girip çıkan ve kralın, doğum günü adma şiirler donatan aylıklı zavallı bir ozan mı diye tartışma koptu. Auguste ve IV. Georges zamanındaki toplum durumundan söz açıldı (59); aristokrasi iki dönemde de mutlak kudret idi; ama Roma'da, topu topu basit bir şövalye olan Mecene tarafından iktidarı elden gitmiş görünüyordu (60); İngiltere'de ise, IV. Georges'u âdeta bir Venedik dukası durumuna indirmişti. Bu tartışma markiyi can sıkıntısının kendisini daha yemeğin başlangıcında içine düşürdüğü miskinlikten çıkarır gibi oldu.
Julien, ilk olarak söylendiğini işittiği Southey, lor Byron, IV. Georges gibi, bütün çağdaş adlardan doğrusu hiçbir şey anlamıyordu. Ama Roma'da olup biten, Horace'm, Mar-tial'in (61), Tacite'in, daha nicesinin eserlerinden çıkarılabi-îen olayların her ağıza almışında, söz götürmezcesine bilgili bir insan olduğu kimsenin gözünden kaçmadı. Julien bu yüce
260
din adamı ile yaptığı ünlü tartışmada, Besançon piskoposundan öğrenmiş olduğu bir yığın düşünceyi hiç tereddütsüz ortaya döktü; hani bunlarda az hoşa gitmiş düşünceler olmadılar.
Ozanlardan söz açma tavsayınca, kocasmı eğlendiren* herkese hayran olmadığı bir kanun sayan markiz, sonunda, Julien'e bakmak tenezzülünde bulundu. Yanındaki Akademi üyesi markize: «Bu genç rahibin garip hareketlerinin altında belki bilgili bir insan gizlidir» dedi. Ve Julien bu sözlerin bir bölümünü işitti. Bütün uluorta cümleler ev sahibesinin mizacına oldukça uygun düşüyordu; Julien hakkındaki bu yargıyı kabul etti. Akademi üyesini yemeğe çağırmış olduğundan ağzı kulaklarına vardı .«B.de La Mole'ü oyalıyor» diye düşünüyordu.
BÖLÜM III
İLK ADIMLAR
Pırıl pırıl ışıklarla ve binlerce insanla dolu bu vadi gözlerimi kamaştırıyor. Biri bile beni tanımıyor, hepsi benden üstün. Aklım başımdan gidiyor.
Poemi dell'av. REINA.
Ertesi sabah erken erken, Julien kitaplıkta mektupları yazıp çizerken, kitapların arkasına çok ustaca gizlenmiş, küçük bir odalar arası kapıdan içeri Bn. Mathilde girdi. Julien bu buluşa hayran ola dursun, Bn. Mathilde delikanlıya burada tesadüf ettiğinden iyice şaşırmış ve hemen hemen canı sıkılmış gibi görünüyordu. Julien onda ince örülü saçlarından ötürü, sert, haşin ve âdeta erkekçe hal gördü. Bn. Mat-hilde'in bulunmadığı sıralarda babasının kitaplığından kitaplar sızdırma illeti vardı. Julien'in burada bulunuşu bu sabahki ziyaretini boşa çıkarıyordu. Voltaire'in La Princesse de Babylona adlı, düpedüz monarşik ve dinsel bir öğrenime bi-
261
çilmiş kaftan gibi gelen, Sacre-Coeur şaheseri sayılacak eserini aşırmağa geldiğini düşündükçe, iyice kızdı. Onaltı yaşında olmasına rağmen, bu zavallı kızın, bir romana ilgi besleyebilmek için nükte dikenine ihtiyacı vardı.
Kont Norbert saat üç sıralarında kitaplıkta göründü; akşama politikadan söz açabilmek için, bir gazete karıştırmağa gelmişti, varlığını bile unuttuğu Julien'i görünce, ağzı kulaklarına vardı. Ona karşı iyi davrandı; ata binmeği teklif etti.
— Babam bize yemeğe kadar izin veriyor.
Julien bu bize sözünü anladı ve onu hoş buldu. Julien:
— Aman, bay le kont, dedi, seksen ayak yüksekliğindeki bir ağacı kesmek; yontmak ve ondan keresteler çıkarmak söz konusu olsaydı, açık açık konuşabilirim, bu işin bal gibi altından çıkabilirim; ama ata binmek, bu ömrümde ya altı kere başıma geldi ya gelmedi.
Norbert:
— tyi ya, bu da yedinci olur, diye karşılık verdi.
İşin aslına bakılırsa, Julien, •*• kralının Verrieres'e girişini hatırlatıyor ve ata ustaca bindiğine inanıyordu. Fakat, Boulogne ormanından dönerlerken, Bac sokağının tam ortalık yerinde, bir arabadan birden kaçmayım derken, hop düştü, düştü de üstü başı çamur içinde kaldı. Bereket iki kat elbisesi vardı. Yemekte, kendisiyle konuşmak isteyen marki, gezintisinin nasıl davrandı.
Julien:
— Bay le kont bana çok iyi davranıyorlar, dedi, teşekkür ederim, bu ilginin bütün değerini anlıyorum. En uysal ve en güzel atı hazırlatmak lûtfunda bulundular bana; fakat nihayet ata bağlayamazlardı ya beni, işte, bu tedbirlerdeki kusurdan, köprünün yanındaki o pek güzel sokağın tam ortasında, yere yuvarlandım.
Dostları ilə paylaş: |