Küresel Sebepler
Çatışmaya taraf olan devletler ve uluslararası kuruluşlar: Darfur’da yaşanan çatışmaları uluslararası krize dönüştüren ve içinden çıkılmaz bir sorun haline getiren en önemli faktör bölge üzerinde çeşitli menfaat beklentilerine sahip olan ülkelerin etkisidir. Bir takım siyasi ve ekonomik çıkarlarından dolayı çatışan tarafları çıkarlarına uygun olarak desteklediği düşünülen bu devletler Sudan’da ve tüm bölgede istikrarsızlığın önemli nedeni sayılabilir. Bu ülkelerin başında, Darfur çatışma bölgesine ve Sudan’a komşu olan Çad, Eritre ve Libya gibi ülkelerle ekonomik çıkarlarını gözeten Çin ve Amerika Birleşik Devletleri yer alır.
Sudan’ın batıda komşusu olan Çad, Darfur’la aynı sınırı paylaşır. Bölge nüfusunun etnik yapısı ve dağılımı gözetilmeksizin çizilen Sudan-Çad sınırının her iki tarafında da aynı Afrikalı kabileler yaşar. Örneğin Afrikalı Zaghawa ve Massaleit kabileleri Sudan-Çad sınırının her iki yakasında da yaşarlar. Başka bir ifadeyle, uluslararası sınır, aynı etnik grup ve kabileleri ikiye bölerek yarısını Çad’ta diğer yarısını da Sudan’da yaşamaya zorlamıştır. Çad Devlet Başkanı İdris Deby’nin Zaghawa kabilesine mensup olduğunu hatırlatmakta yarar var. Daha da önemlisi, 1960’lı yıllarda Çad’lı muhalif gruplar Sudan’ın Darfur bölgesinde örgütlenirken, 2004’te Darfurlu muhalif grupların silah ve diğer ihtiyaçları Çad’lı Zaghawalar tarafından sağlandığı ifade edilir. Cancevid milislerinin sınır ötesi akınlarının bir nedeni de bu silah akışını durdurmak olarak belirtilir. .
Sudan hükümetiyle iyi ilişkiler içinde olan Deby, arabuluculuk yaparak çatışan tarafları ateşkes görüşmelerinin başlamasına ikna edebilmişti. Ancak, Darfur’daki ayaklanmayı bastırmada Sudan hükümetinin safında yer alması bu arabuluculuğuna gölge düşürdü. Bir diğer nokta da, Çad’ın Zaghawa kabilesine mensup olan Deby’nin, Sudanlı Zaghawalılara karşı Sudan hükümetinin safında yer alması Deby’yi oldukça zor bir duruma düşürmüştü. Neticede, Çad’ın da Deby’nin de korktuğu başına geldi: Darfur’da meydana gelen çatışmalar Çad’a da sıçradı. 2005–2006 yıllarında Sudan askeri uçaklarının isyancı gruplara yönelik sınırötesi operasyonu iki ülke arasındaki ilişkileri gerginleştirdi. Karşılıklı suçlamalar ve gerginlik, Libya’nın arabuluculuğuyla sona erdi.
Darfur’daki olaylarda, bölgedeki müttefikleri aracılığı ile İsrail’in de önemli oranda rolü olduğu iddia edilmektedir. Sudan’ın yıpratılmasını Eritre ve Kenya gibi müttefiklerinin güçlenmesi için önemli bir adım olarak gören İsrail, bölgedeki bazı hareketlerle doğrudan doğruya görüşmeler yürüttüğü ifade edilmektedir. Örneğin, Federal İttifak Partisi siyasi büro üyesi yedi üst düzey yönetici, Başkan Yardımcısı Şerif Harir’in, İsrailliler ile Darfur’daki silahlı grupları bir araya getiren ve Eritre tarafından düzenlenen toplantıya katılmasını protesto ederek partiden 2004 yılı Ocak ayında ayrıldıklarını açıklamışlardı. Bu üyelerden biri olan Sadık Harun’un verdiği bilgilere göre, söz konusu toplantıda Eritre üzerinden bazı İsrail silahlarının Darfur’daki isyancılara ulaştırılması konuşulmuştu. Yine bölgede İsrail uydusu bir ülke olması, Arap âleminin kuşatılması, Nil’deki su kaynaklarına yakınlaşarak hâkim olma ve Mısır’ın sıkıştırılması gibi eskiden beri uygulanan temel politikalarda işlevsel bir rol oynanacaktır.
Libya’nın Sudan’a yönelik Pan-Arapçı politikaları yeni olmamakla beraber, Kaddafi’nin yoğun arabuluculuk çabasının önemli bir gerekçesi var. Darfurlu silahlı grupları, kabile liderlerini ve sivil toplum temsilcilerini Libya’da bir araya getiren Kaddafi, barış görüşmelerinin zeminini oluşturdu. Bununla da yetinmeyen Kaddafi, Afrika Liderler Zirvesi düzenleyerek Darfur çatışmasını masaya yatırdı. Kaddafi’nin amacının Darfur sorununa Batının, özellikle de ABD, Fransa ve NATO’nun olası bir müdahalesini önlemek, en azından sınırlamak olduğu söylenebilir.
Eritre, Sudan’a doğudan komşu olan bir ülkedir. Aynı zamanda, SLMA, JEM ve diğer Sudan muhalif grupları açıkça destekleyen bölgedeki tek ülke olarak bilinmektedir. Başkenti Asmara, Sudan muhalif grupların başkenti haline geldiği söyleniyor. Darfur barış görüşmelerine katılan ülkelerden biri de Eritre’dir.
Çin, Sudan’da petrol araştırma ve üretimine en büyük yatırımı yapan ülke olarak merkezi hükümete en yakın duran ve dolaylı olarak destekleyen devlettir. Londra merkezli baskı grupları, Çin ve Rusya’yı BM Güvenlik Konseyi’nin 2005 yılında Sudan’a uyguladığı silah ambargosuna uymamakla suçladı. SLM/A ve JEM de Çin’i Sudan’a silah satmakla suçlarken, bölgedeki Çinlilerin kontrolündeki petrol kuyularına saldırılarını sürdüreceklerini bildirdiler. Darfur’lu muhalif gruplar bölgede Çinli barış gücü görmek istemediklerini yenilerken, Sudan hükümeti de Afrika ülkeleri dışında sadece Çin ve Pakistan’dan barış gücü kabul edebileceğini bildirdi. Muhalif gruplar, ortaklaşa yayınladıkları bir bildiride, bölgede petrol araştırmalarının ve üretiminin durdurulmasını, özellikle yabancıların can güvenliğinin olmayacağını duyurdular.
Amerika Birleşik Devletleri ile Sudan arasındaki ilişkilerin kopukluğu, rayına bir türlü oturtulamaması,1967 Arap-İsrail Savaşı’yla başladı. Savaşın başlamasıyla Sudan, ABD ile diplomatik ilişkilerini resmen kesmişti. Çakal Carlos, Ebu Nidal ve Bin Ladin gibi muhaliflere geçmişte ev sahipliği yapan Sudan, neticede ABD’nin terörist ülkeler listesine geçti. 1997’de kapsamlı ambargonun uygulanmaya başlamasıyla ABD ile Sudan arasındaki ilişkiler tamamen koptu. Sudan’ın, özellikle 11 Eylül’den sonra, uluslararası terörizme karşı işbirliğine hazır bir tutum sergilemesi, iki ülke arasında ilişkileri nispeten yumuşattı. Öte yandan, Darfur’da şiddet ve iç savaşın devam etmesi, ABD’nin 2007’de, Sudan’a yeni yaptırımlar uygulamasına neden olarak gösterildi.
Aslında, ABD’nin Çin’e kaptırdığı Sudan’la ilişkilerini iyileştirme eğiliminde olduğuna yönelik de ciddi emareler vardır. Ambargo ve yaptırımların kapsamlı bir barış antlaşmasıyla kaldırılacağı söz ve şartı, Washington tarafından açıkça dile getirildi. Sudan ABD için Afrika’nın en çekici ülkesi. Petrol rezervleri bakımından Suudi Arabistan’la yarışacak kadar zengindir. Doğalgaz ve dünyanın üçüncü büyük saf uranyum yataklarına sahip olan Sudan’a, yakın gelecekte Afrika’nın en zengin ülkesi gözüyle bakılıyor. Bu nedenle, son dönemlerde ABD bir yandan tarafsız arabulucu rolüyle Sudan hükümetine yaklaşma politikaları geliştirirken, diğer yandan müttefiki Çad ve Eritre üzerinden muhalif grupları desteklediği belirtilmektedir.
Çatışmaya Arabulucu Olarak Taraf Olan Ülke ve Uluslararası Kuruluşlar: Afrika Birliği, Nisan 2004’te Ndjamena’da imzalanan İnsani Ateşkes Antlaşmasıyla çatışmaya arabulucu ve gözlemci sıfatıyla taraf oldu. Mısır, Libya, Çad, Nijerya ve Etiyopya’dan gelen gözlemci ve görüşmecilerden oluşan Afrika Birliği Ateşkes Komisyonu, merkezi hükümetle silahlı gruplar arasında ilk barış görüşmelerini 2004 yılında Abuja’da başlattı. Darfur’daki Afrika Birliği Komisyonu’nu oluşturan Afrika ülkelerinin aynı zamanda merkezi hükümeti destekleyen ülkelerden olması, SLM/A ve JEM’de kuşku uyandırdı. Önceleri Afrika Birliği’ni “Diktatörler Kulübü” olarak adlandıran isyancı gruplar, sonraları Afrika Birliği’nin tarafsız arabuluculuk çabaları ve rolüne saygı gösterdiler.
Arap Birliği, 2006 zirvesini Sudan’ın başkenti Hartum’da düzenledi. ABD ve BM’nin etnik soykırım suçlamalarına katılmadıklarını belirten Arap Birliği, bölgede yaşananların insani bir felaket olduğunu ve endişe duyduklarını, durdurulması için de arabuluculuğa devam edeceklerini belirtti. Afrika Birliği’nin Darfur’daki barış gücünü destekleyen Arap Birliği, ABD tarafından önerilen uluslararası barış gücünün, sorunu içinden çıkılmaz hale getirebileceğini vurguladı. Sudan hükümeti Afrika Birliği dışında uluslararası bir barış gücünü kabul etmeyeceğini daha önceleri açıklamıştı. Medyanın Darfur çatışmasını Arap-Afrikalı çatışması olarak yansıtması, merkezi hükümetin Arap kabileleri desteklemesi ve en önemlisi yönetimin Arap-merkezli olması, Arap Birliği ve Arap ülkelerinin Darfur çatışmasına bakış açılarını ve tutumlarını belirlemede etkili oldukları açıktır.
Avrupa Birliği 2004 yılında ABD ile ortaklaşa bir bildiri yayınlayarak Sudan hükümetini hem destekledi hem de uyardı. Güney Sudan ayrılıkçı SPLM/A ile imzaladığı barış anlaşmasının olumlu ve önemli bir gelişme olduğunu ifade ederlerken, Darfur konusunda da Sudan hükümetini uyardılar. Darfur çatışmasında önceleri ABD ile ortak tutum sergileyen Avrupa Birliği, Sudan hükümeti ve Arap Birliğinin tutumu karşısında kendi politikalarını geliştirmeye başladı. NATO ve BM güçlerinden oluşan bir barış gücünün bir an önce bölgeye gönderilmesine taraftar olan Avrupa Birliği, sonraları Afrika Birliği’nin gönderdiği barış gücünü siyasi, mali ve lojistik olarak destekleme kararı aldı. Afrika Birliği barış güçlerinin büyük ölçüde AB’nin sunduğu yardımlarla ayakta durması, şiddet olaylarının devam etmesi ve mültecilerin yardım talepleri Avrupa Birliği’nin bölgeye 3000 kişilik bir barış gücü heyeti gönderme kararı almasına yol açtı. Çad’da konuşlandırılan barış gücünün görevi Darfur’daki Afrika Birliği barış güçlerine lojistik destek sağlamak, sınır güvenliğini sağlamak ve mültecilere insani yardım ulaştırmak olarak özetlenebilir.
BM ve Darfur
Darfur’da silahlı çatışmalar başladığında, BM Naivasha’da Sudan hükümeti ile Sudan Halkının Kurtuluş Hareketi/Ordusu arasında barış görüşmelerinde arabuluculuk yapıyordu. Barış görüşmelerinin kesintiye uğrayacağından endişe eden BM, Darfur çatışması konusunda Sudan hükümetine yönelik aleyhte bir karar çıkartmadı. Darfur’da silahlı çatışmaların 2003 yılının ilk aylarında başladığı göz önünde bulundurulursa, BM’nin 25 Mayıs 2004 tarihinde Darfur’la ilgili ilk resmi bildirisinin ne kadar geciktiği görülecektir. BM Güvenlik Konseyi, bildirisinde hükümetten Cancevid milislerini hemen silahsızlandırmasını istedi.
Konsey, Temmuz’da 1556 sayılı ikinci kararını, insani yardım kuruluşlarının baskısıyla çıkararak Sudan Hükümeti’nden insan hakları ihlallerini biran önce durdurulması ve Cancevid milislerini silahsızlandırılması talebini yeniledi. Güvenlik Konseyi, karara uyulmadığı takdirde Sudan üzerinde yaptırımlar uygulayabileceğiyle tehdit etti. 2004, Eylül ayında çıkarılan 1564 sayılı kararla da, Sudan hükümetinden insan haklarını ihlal edenlerin yargının önüne çıkarılmasını istendi. 1574 sayılı karar, tarafların görevlerini yerine getirmemeleri durumunda, Güvenlik Konseyinin gerekli önlemleri alacağını ve hareket edeceğini duyurdu. Ayrıca karar, Darfur bölgesinin kalkınması için BM’den ve Dünya Bankasından Sudan hükümetine mali yardım sunmalarını ve kredi açmalarını talep etti.
BM kararlarının iki nedenden dolayı yaptırım gücünden yoksun olduğu söylenebilir: bağımsız bir devletin iç işlerine karışmama prensibi ve Çin’in Güvenlik Konseyinde veto hakkını kullanma olasılığı. Sudan’ın petrol üretiminde % 40 pay sahibi olan Çin, Sudan hükümetine karşı yaptırım gücü olan kararların alınmasında ciddi müdahaleleri olmuştur.
Barış Süreci
Hükümet ile çatışan gruplar arasındaki ilk ciddi barış girişimi 2004 yılı Mart ayında başladı ve Nisan ayında bir ateşkes anlaşması yapıldı. SLA lideri Nur ile güneydeki ayrılıkçı lider John Garank’ın Nisan 2004 tarihinde Eritre’de buluşmaları, o sıralarda yeni yeni başlayan barış çabalarına önemli bir darbe vurmuştur.
Batıda yoğun bir medya propagandası ile başlayan insani müdahale baskıları Temmuz 2004 tarihinde ABD Dışişleri Bakanı Colin Powel ve hemen ardından BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın bölgeye ziyaretleri ile yeni bir boyut kazanmıştır. Her iki yetkili de Sudan yönetimi ile yaptıkları görüşmelerden olumlu izlenimler edinerek döndüklerini belirtmelerine rağmen sonraki günlerde yaptıkları açıklamalarda Sudan yönetimini tek yanlı uzlaşmazlıkla suçlamışlardır.
İsyancılarla dayanışma ve gövde gösterisi şeklinde organize edilmesine özen gösterilen bu ziyaretler ve ardından yapılan açıklamalar, Sudan yönetimini uluslararası platformlardan uzaklaştırarak, izole etmeye dönük bir çaba olarak yorumlanmıştır.
Çok geçmeden toplanan BM Güvenlik Konseyi Darfur’la ilgili aldığı kararda (1556 Sayılı Karar), Sudan yönetiminden Cancevid milislerini 30 gün içinde silahsızlandırmasını istemiştir. Aynı kararda ayrılıkçı milislerin engellenmesine yönelik ciddi bir kararlılık ortaya konmaması Sudan yönetimi tarafından eleştirilerek karar reddedildi. Ancak sonraki günlerde Sudanlı diplomatlar, gerekli adımların atılacağını belirterek BM ile arasında gerilim istemediğini belirtmiştir.
Sudan’ın güney bölgelerini kopararak bu topraklarda Hıristiyan bir devlet kurmaya çalışan Garank ile bölgeye giden Amerikalı senatörlerin görüşmesi sırasında Darfur’a 5 bin Hıristiyan milisin barış gücü askeri olarak yerleştirilmesi önerisi de Hartum hükümeti tarafından reddedildi. Temmuz ayında hükümet ile ayrılıkçı hareketler arasında Etiyopya’da yapılan barış görüşmeleri, isyancıların kendileri silah bırakmaya razı olmadıkları halde, Cancevidlerin silahsızlandırılması konusundaki ısrarlarının Sudan yönetimi tarafından reddedilmesi sonucu başarısızlıkla sonuçlandı.
Sudan yönetimi Afrika Birliği tarafından bölgeye gönderilecek 100 kişilik bir ateşkes gözlem ekibinin barışın gelmesine yeteceğini savunurken, Arap Birliği Örgütü, Sudan’ın tezlerine destek vererek, bölgeye uluslararası bir barış gücü askeri göndermenin gereksiz olduğunu duyurdu.
İnsani Durum
İsyancı grupların sunduğu verilere göre, çatışmanın başladığı tarihten bu güne kadar, hükümet güçleri ve Cancevid milislerinin 200.000’den fazla sivil insanı öldürdüğü, 3200 köyü yaktığı ve 2 milyondan fazla insanı yerlerinden ettiği iddia ediliyor. Yine JEM’in iddialarına göre, özellikle Cancevid milislerinin Afrikalıları hedef aldığını, köylerini yaktığı, mallarını yağmaladığı ve hayvanlarına el koyduğu belirtildi. 2003 Temmuz ayında, Tawilah’da, 120 kadına tecavüz edildiği bu iddialar arasında. Kısacası, isyancı gruplar Darfur’da yaşananların etnik bir soykırım olduğunu savunuyorlar.
Diğer yandan hükümet yetkilileri bu iddiaların asılsız olduğunu ve rakamların abartıldığı şeklinde bir açıklama yaptı. Özellikle sivillere yönelik şiddet ve tecavüz olayları konusunda, söz konusu olayların kontrolden çıkmış bazı gruplar tarafından işlenmiş olabileceği ifadesi kullanıldı.
Darfur’da silahlı çatışmaların en yoğun olduğu 2003 yılında, köylerin yakılması, şiddet olaylarının artması ve neticede güvenliğin ortadan kalması, bölgede yaşayan halkı toplu göçe zorladı. 2004 yılına gelindiğinde, Darfur toplam nüfusunun 3/1’i, 2,7 milyon, bu çatışmalardan etkilenmiş, bunun 1,6 milyonu kamplarda yaşamaya başlamıştı.
Yine ulaşılan bilgilere göre, Darfur bölgesinde 101 mülteci kampı kurulmuştur. 22’si Kuzey Darfur’da, 42’si Güney Darfur’da ve 37’si Batı Darfur’da yer alan bu kamplarda yaklaşık 1,5 milyon insan barınmakta. Bu kamplara ek olarak, Darfur-Çad sınırında da 11 kampın kurulduğu ve yaklaşık 200.000 mülteciyi barındırdığı tahmin ediliyor. Darfur bölgesinde, 70.000 mülteci barındıran kamplar olduğu gibi birkaç bin mülteciden oluşan kamplar da bulunmaktadır.
Sonuç olarak, 2009 yılına gelindiğinde, çatışmalardan etkilenen toplum nüfus sayısı 4,2 milyon olarak tahmin edilirken, bunun 2,4 milyonunun mülteci kamplarında yaşadığı belirtiliyor. BM’nin insan hakları yetkilisine göre son beş yılda 300 bin insan hayatını kaybettiği,2,5 milyon kişi evlerinden ayrılmak ve hayatlarını mülteci olarak yaşamaya devam etmek zorunda kaldığı ifade edilmiştir.
Ancak söz konusu kayıpların üstü örtülü biçimde tarafların işine geldiğini söylemek de mümkün. Batılılar ve isyancı gruplar, bu kayıpları Sudan üzerindeki baskılarını artırmak için fırsata dönüştürürken, Sudan yönetimi de diğer eyaletlere gözdağı olduğuna inandığı söylenebilir. Böylece kayıplar sebebiyle Sudan üzerindeki uluslararası baskılar giderek yoğunlaşırken, oluşan ortam, değişik ülkelerin farklı gayelerle söz konusu sorunu kullanmalarına uygun zemin oluşturmaktadır. Sayıları ne olursa olsun olayların büyük bir insani felakete dönüştüğüne kuşku yok.
ULUSLARARASI CEZA MAHKEMESİ VE SUDAN - EL BEŞİR KARARI
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Roma statüsüne göre 2002 yılında Hollanda’nın Lahey kentinde kurulmuştur. Daimi bir mahkeme özelliğine sahip ve soykırım, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları gibi belirli konular hakkında, kurulduğu tarihten sonra işlenen suçlar yönünden yargılama yapma yetkisine sahiptir. Devletlerin kendi iç hukuklarında yargılamadığı veya isteksiz davrandıkları durumlarda UCM, ikincil bir mahkeme olarak yargılama yetkisini kullanmaktadır.
UCM’nin yargılama yetkisinin söz konusu olabilmesi için, suçun ya taraf ülke topraklarında ya da taraf ülke vatandaşı tarafından işlenmesi gerekiyor. Bunun dışında, bir suç hakkında soruşturma açılabilmesi ancak ilgili “devlet”in gönüllü olarak UCM yargılama yetkisini kabul etmesi ya da BM Güvenlik Konseyi’nin konuyu UCM’ye havale ettiğine dair bir karar alması halinde mümkün olabilmektedir.
Sudan Devleti Roma statüsünü kabul etmemiş ve UCM’nin tarafı olmamıştır. Tarafı olmayan bir devletin yetkilileri hakkındaki yargılama yapılamamakta ise de; Roma statüsüne göre, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin aldığı bir karara binaen Sudan yetkilileri hakkında mahkeme savcısı soruşturma başlatmıştır.
B.M. Güvenlik konseyinin 5 daimi üyesi bulunmaktadır. Bunlar ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa’dır. ABD, İsrail, Libya ve Türkiye UCM’nin tarafı değildir. Daimi üyelerden olan ABD’nin UCM’ye taraf olmadığı gibi ikili antlaşmalarla kendi askerlerini soruşturmalardan muaf tutmaktadır. Buna rağmen ABD’nin Sudan yetkilileri hakkında UCM’nin yargılama yapması kararına taraf olması oldukça düşündürücüdür. ABD Sudan hakkındaki yargılama kararında çekimser kalarak özellikle İsrail hakkındaki kararlarda gösterdiği “Veto” hakkını, Sudan hakkında kullanmayarak, karara dolaylı olarak destek olmuştur.
Sorun B.M. Güvenlik konseyinin 5 daimi temsilcilerinin veto hakkındadır. Irak, Afganistan başta olmak üzere, dünya içerisinde çıkarılan karışıklık, darbe ve iç savaşlardaki konumları ile kendi İnsan hakları karneleri, yüksek silah satışları dikkate alındığında, adaletsizliğin konseyi olduğu açıktır. Veto hakkı UCM’nin kendilerine dokunamamasına ve cezadan muaf kalma adaletsizliğine sebep olabilmektedir. Veto yetkisinin kaldırılması, Adil bir dünya için zorunludur.
Uluslararası Ceza Mahkemesinin kuruluş amacı olan; dünya genelinde işlenen haksızlıkları ve yoğun ihlalleri engelleme idealinin uygulamada gerçekleşemeyebileceğini görmekteyiz. UCM, Afganistan ve Irak’ın işgalinde ölen yüz binlerce insanla ilgili herhangi bir karar alamazken, petrol kaynakları yönünden küresel güçlerin çekişme sahası haline gelmiş bir bölgeyle ilgili karar alabilmesi, sadece “üçüncü dünya” ülkelerinin(!) yetkililerini yargılıyor olması mahkemeye duyulan güveni zedelemektedir. Onlarca yıldır yapılan savaşlarda ölen insanların sorumluları arasında ABD ve Avrupa yöneticileri bulunmuyor mu? Ruanda’da yapılan soykırımda Belçika yetkililerinin, Irak’ta bir milyondan fazla kişinin ölümünde ABD ve İngiltere yetkililerinin, Afganistan’da yüz binlerce kişinin ölümü ve halen devam eden sivil katliamların başta ABD olmak üzere NATO üyesi ülkelerinin yetkililerinin sorumluluğu ne zaman gündeme gelecek? Soruları haklı olarak sorulmaktadır. Adaletin sağlanması için suça karışan ABD, A.B devletleri de dahil olmak üzere zulme karışan tüm yetkililere dokunulmazlık tanınmadan eşit bir şekilde yargılanmalı ve hak ettikleri cezalar verilebilmelidir.
Uluslararası barış ve güvenliği sürekli kılmak ve uluslararası ceza yargılamasının adil ve objektif bir nitelik kazanması için UCM’nin güçlü ve güçsüz bütün ülkeler üzerinde etkin bir konumda olması gerekir. UCM’nin güçsüz ülkelerin yetkililerini yargılaması ancak güçlü ülkelerin yetkililerine dokunamaması mahkemeye duyulan güven ve inancı yok etme noktasına gelebilir.1 Unutulmamalıdır ki Adalet, küçük sineklerin takıldığı, büyük sineklerin delip geçtiği bir örümcek ağı değildir2.
MAZLUMDER, başta Türkiye olmak üzere, ABD, İsrail, Libya ve Sudan’ında vakit geçirmeden Uluslar arası Ceza Mahkemesinin tarafı olması gerektiği beyan eder. Ancak mahkemenin adil bir tutum alabilmesi için, başta veto yetkisinin kaldırılması olmak üzere gerekli diğer tedbirlerin de alınması gerektiğini ifade eder.
Uluslararası Ceza Mahkemesi, 14 Temmuz 2008’de başsavcı Luis Moreno-Ocampa Sudan devlet başkanı Ömer El Beşir’in savaş suçu ve insanlığa karşı suç işlediğini öne sürerek tutuklanması talebinde bulunmuştu. 2009 yılı Mart ayında ise mahkemeden savcının talebi yönünde karar çıktı. Bu kararı 22 üyeli Arap Ligi, 53 üyeli Afrika birliği, 57 üyeli İslam konferansı teşkilatı, Rusya, Çin, İran ve Türkiye olumsuz karşılamış, Amerika başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesi de desteklemiştir.
UCM, 04. 03. 2009 tarihinde Sudan Devlet Başkanı Ömer Hasan el-Beşir’in tutuklanmasına ilişkin kararını açıkladı. Görev başında olan bir devlet başkanı hakkında tutuklama kararı çıkarılması bakımından ilk karardır.
Mahkeme; El-Beşir’i dolaylı olarak insanlığa karşı suç ve savaş suçları işlemekten dolayı sorumlu tutmaktadır. Savcılığın hazırladığı iddianamede Ömer el-Beşir için, 2003 Nisan’ından 2008 Ağustos ortalarına kadar Darfur’da yaşayan Fur, Zegava ve Mesalit kabilelerine bağlı sivil vatandaşlara karşı insanlık suçu işlendiğini iddia etmektedir. Mahkeme savcının toplu soykırım iddialarını bu aşamada reddetmiştir. Ancak, cinayet, tecavüz, işkence, çok sayıda sivili göçe zorlama ve mallarına el koymakla suçlamaktadır. Ömer el-Beşir’i Devlet Başkanı ve Silahlı Kuvvetlerin en üst düzey komutanı sıfatıyla Silahlı Kuvvetlerin, Cancavid milisleri, istihbarat ve güvenlik güçlerinin işlediği bu insanlık suçlarını planlamak ve uygulamakla suçlanmaktadır. Suç tarihlerinde Ömer el-Beşir’in devlet kurumlarının tamamında tam yetkili olduğunu da iddia etmektedir.
Ayrıca mahkeme daha önceki yıllarda, devlet bakanı ve İnsani Yardımlardan Sorumlu Bakan Ahmed Harun’u ve Cancavid milislerinin komutanlarından Ali Kushab`ı insanlığa karşı suç ve savaş suçu işlemekten ötürü tutuklama kararı çıkarmıştı.
Sudan hükümeti başkanı El- Beşir, hem kendisi hem de diğer yetkililer hakkındaki UCM’nin kararlarını reddetti ve uymayacağını ilan etmiş bulunmaktadır.
Ancak UCM, kendileri ile dayanışma içinde olunmaması ve kararlarının yerine getirilmemesi halinde 6 ay sonrasında yeni bir karar için BM Güvenlik konseyine başvuracağını belirtmişti. Bu durum yakın dönemde Sudan hakkında yeni gelişmeler olacağını göstermektedir.
SONUÇ
Sudan’da, hükümete karşı silahlı muhalif örgütler ile hükümet güçleri ve diğer bir kısım silahlı gruplar arasında yaşanan çatışma ve şiddet hareketleri sonucunda ciddi insanlık dramı oluşmuştur. Muhaliflere göre 300 bin, Dünya sağlık örgütü verilerine göre yaklaşık 200 bin (çatışma, hastalık beslenememe dahil), hükümet yetkililerine göre ise isyancı ve ayaklanma yapan kişilerin mazlum olmadıkları ve yaklaşık 10 bin kişinin yaşamını yitirdiği belirtilmektedir. Yerinden edilmeler, milyonlarca mültecinin insani yaşam sorunu devam etmektedir. Sayısal veriler arasındaki uçurumlar olsa da Sudanlıların ciddi mağduriyetler yaşadıkları gerçeği ortadadır. Bunların tek bir nedeni olmadığı, sorunun yerel ve uluslar arası nedenler ve aktörlerin menfaatlerin de etkisi olduğunu değerlendirilmelidir.
MAZLUMDER raporun başlangıç kısmında da belirttiğimiz gibi; Sudan’da yaşanan insanlık dramının ortaya çıkarılabilmesi amacıyla bağımsız ve tarafsız gözlemcilerin, insan hakları savunucularının yerinde araştırma ve inceleme yapması gerektiğini ifade eder. Bu amaçla, Sudan’da başta hükümet yetkilileri olmak üzere, tüm muhalif kesimlerin, mağdurların dinlenilmesi ve ihlallere ait varsa kanıtların ortaya çıkarılması ile ondan sonra adil sonuçlar hükümler çıkarılması gerektiğini ifade eder.
Konuyla alakalı olarak Sudan Büyükelçisi İbrahim MARER ABDURRAHİM ile görüşen MAZLUMDER Genel Başkanı Ömer Faruk Gergerlioğlu, ziyaret sırasında Sudan Devlet Başkanı Ömer El BEŞİR hakkında UCM tarafından verilen tutuklama kararı ile alakalı karşılıklı değerlendirmelerde bulunmuştur. MAZLUMDER bu görüşmede, Darfur’da meydana gelen olaylara ilişkin olarak, Sudan’ın uluslararası kuruluşlara kapısını açması gerektiğini ve Darfur hadisesine ilişkin tarafsız-objektif bir rapor hazırlanması gerektiğini belirtmiştir. MAZLUMDER Genel Başkanı, büyükelçinin teklifi doğrultusunda sivil toplum temsilcileri ile beraber bir heyet oluşturup Sudan’a gidebileceğimizi belirterek, büyükelçilik yetkilileri ile bu konunun detaylarını en kısa sürede netleştirmek istediklerini belirtmiştir.
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin verdiği kararın ardından Türkiye’de başlayan tartışmalarda Darfur bölgesiyle Gazze arasında bazı karşılaştırmalar yapılarak, Gazze konusunda gösterilen hassasiyetin Darfur konusunda gösterilmediği, bunun nedeninin ise Sudan’ın Müslüman yöneticileri olduğu yönünde basında bazı haberlere rastlanmıştır.
MAZLUMDER, yıllık Dünya İnsan Hakları raporu hazırlamaktadır. Dünya genelinde yaşanan insan hakları ihlallerini izlemekte ve değişik kaynaklardan elde edilen verileri raporlaştırılmaktadır. MAZLUMDER, 90’lı yıllardan beri Sudan’la ilgili çalışması mevcuttur. Darfur sorununun başladığı 2003 yılında başlamak üzere 2004–05–06–07–08 yıllarında konu MAZLUMDER Dünya İnsan Hakları Raporunda ele alınmıştır. (raporlar ekte mevcuttur). Hazırlanan bu raporlarda bölgedeki insani durum tüm detaylarıyla ortaya konulmaya çalışılmıştır. MAZLUMDER uzun yıllar Türkiye’nin bu bölgeye bakan bir insan hakları penceresi olmuştur ve hâlihazırdaki Sudan yönetimini, yaşanan mağduriyetler ve yapılan hak ihlallerinden dolayı görüşlerini açıklamıştır.
MAZLUMDER’in yanında Türkiye’den ve İslam dünyasından birçok insan hakları örgütü ve insani yardım kuruluşu söz konusu bölge ile alakalı çalışmalar düzenlemiş ve raporlar hazırlamıştır. Bunun anlamı bölgedeki krizin farkında olmaktır.
MAZLUMDER bu haksızlıkları dile getirirken, BM Güvenlik konseyinin adil olmayan veto hakkını ve cezasızlık sağlayan ikili antlaşmalarını ile çifte standartlı tutumları da kınamaktadır. Dünya genelinde adil ve tarafsız bir mahkemenin yargılama yetkisi ve bu mahkemenin aldığı kararları önemli bulurken, bunun tüm dünya liderleri ve halihazırda ihlalleri işlemiş olan ABD AB ve diğer tüm dünya ülkelerinin de bundan muaf tutulmaması gerektiğini ifade eder. Aksi halde yargı bir kısım insanları cezalandıran bir kısmına da dokunmadan onu koruyan bir mekanizmanın aleti konumuna getirilmektedir.
Sudan yetkilileri hakkında UCM tarafından başlatılan, soruşturma ve bir tedbir olan tutuklama kararıdır. Yargılama kararı kişinin suçlu olduğu ve kesinlikle cezalandırılacağı anlamına gelmemektedir. Zulmü işlemiş veya engellememiş kişilerin yargılanması; suçluluklarının her türlü şüpheden uzak ve kesin bir şekilde ispatlanması halinde kamuoyu vicdanı ve mağdurların tatmini açısından cezalandırılmaları, suçsuz iseler de beraat ederek aklanmaları gerekir.
Adil yargılanma herkes için gereklidir. MAZLUMDER Hilful Fudul örneğinden yola çıkarak adaletin gerçekleştirilmesine destek olmak istemektedir.
Dostları ilə paylaş: |