T. C. DİYanet iŞleri başkanliği eğİTİm hiZMETleri genel müDÜRLÜĞÜ Program Geliştirme Daire Başkanlığı


HADİSLERİN BAĞLAYICILIĞI VE GÜNCEL DEĞERİ



Yüklə 5 Mb.
səhifə490/740
tarix05.01.2022
ölçüsü5 Mb.
#63144
1   ...   486   487   488   489   490   491   492   493   ...   740

HADİSLERİN BAĞLAYICILIĞI VE GÜNCEL DEĞERİ


Sünnetin bir bütün ve kavram olarak bağlayıcılığı kesindir. Peygamber'e uymayı, verdiği hükme razı olmayı, onun hükmü karşısında müminlere seçim hakkı tanınmadığını belirten âyetler, sünnetin Müslümanların hayatındaki etkin ve bağlayıcı rolünü ortaya oymaktadır. Ancak Hz. Peygamber'in değişik vasıflarla ortaya koyduğu sünnetin bağlayıcılık derecesinin ve çerçevesinin aynı olmadığı da bir gerçektir.

وَاتَّبَعُواْ النُّورَ الَّذِيَ أُنزِلَ مَعَهُ أُوْلَـئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

Yüce Allah’ın Araf sûresi 158’deki “O’na uyun” emri bir önceki ayette bulunan “onunla birlikte inen nura uyun” sözünden daha geneldir. Bu ayet Hz. Peygamber’e kendi içtihadıyla teşri kıldığı hükümlerde de ittibayı içermektedir.

Geniş anlamda dini ilgilendiren söz, fiil ve takrirlerinin ilâhî otoritenin denetimi altında tutulup gerektiğinde tashih edilmesi, hadislerin genel olarak vahyin maksadına uygunluğunu ve hükümlerinin bağlayıcılığını kabul etmeyi gerekli kılmaktadır. Hz. Peygamber bu durumu "Bana kitapla birlikte onun bir benzeri daha verildi"347 sözüyle ifade etmiştir. Muâz b. Cebel'in Yemen'e vali olarak gönderileceği sırada orada nasıl hükmedeceğini soran Hz. Peygamber'e Kur'an'da bulamadığı konularda Resûlullah'ın sünnetine başvuracağını söylemesi ve bunun Resûl-i Ekrem tarafından memnuniyetle karşılanması, Hz. Ebû Bekir ile Ömer'in de hilâfetleri süresince Kur'an'da bulamadıkları konularda hadise müracaat etmeleri, sünnet ve hadisin Kur'an'ın yanısıra başvurulacak ikinci kaynak olduğunu göstermektedir.

Bütün mezhep imamları, kanaatleri sahih bir hadise ters düştüğü takdirde şahsî görüşlerinden vazgeçerek o hadisi benimsediklerini söylemişlerdir. İmam Şafiî'nin, "Resûlullah'ın sözü yanında kimin başka bir hücceti bulunabilir" 348demesi ilk İmamların hadise bakış açısını yansıtır.

Allah ile Peygamber'in verdiği hükümlere müslümanların aykırı davranma muhayyerliğinin bulunmadığını (el-Ahzâb 33/36), aralarında çıkan anlaşmazlıklarda Peygamber'i hakem tayin edip onun verdiği hükme gönül hoşnutluğu ile boyun eğmedikçe iman etmiş sayılmayacaklarını (en-Nisâ 4/65), Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlarla Allah'ı çok zikredenler için Resûlullah'ın güzel bir örnek olduğunu" (el-Ahzâb 33/ 21) belirten âyetler, Hz. Peygamber'in söz ve fiillerinin müslümanlar için vazgeçilmez bir önem taşıdığını ortaya koymaktadır.

Günümüzde Müslümanlar sünnet konusunda iki ayrı gruba ayrılmışlardır. Birinci grup sünnette vârid olan her şeyi; her zaman, her yerde, her durumda bütün insanlar için bağlayıcı bir teşri kabul etmektedirler. Hâlbuki Hz. Peygamberin fiilleri içerisinde cibillî (yaratılıştan) olarak sadır olanlar, çevrenin bilgi ve tecrübesinden sadır olanlar, kasıtlı olarak değil de tevafuken (rastgele) sadır olanlar bulunmaktadır. Bundan dolayıdır ki usûl âlimleri Allah’a yaklaşma kasdı ortaya çıkmadığı sürece bu fiillerin en fazla o hususların mübah ve meşru olduklarını göstereceği kanaatindedirler.

Yine minberin üç basamaklı olanını sünnet fazla basamaklı olanını ise sünnete aykırı bulan ve bunu zemmedilmeyi gerektirecek bir durum gibi algılayan kimseler de bulunmaktadır. Halbuki Hz. Peygamberin daha önce üzerinde hutbe okuduğu hurma kütüğünü bırakıp edinmiş olduğu yeni minberi, gayet açık bir gelişme olduğu halde, üç basamaklı minberin sünnet olduğunu söyleyen şahıs bunun fazlalığı veya azlığını meneden herhangi bir delil de bulamadığı halde sünnetin üç basamak olduğu konusunda ısrar etmektedir.

Aynı şekilde ihtiyacı olmadığı gibi içinde yaşadığı toplumun adetinden de olmadığı halde, elinde baston taşımayı sünnet addeden kimseleri de görmekteyiz. Üstelik onu taşıması yapmacık ve zorlama olup, o ne ona dayanmakta ne onunla davarına dal kırmakta ve ne de ona başka bir ihtiyaç duymaktadır.

Yakın zamanlara kadar minbere çıkan hatipler yanlarında tahta kılıçlar taşırlar bunu sünnet kabul ederlerdi. Oysa herkesin kılıcının demirden olduğu bir dönemde hatibin kılıcının tahtadan olması başlı başına alay konusuydu.

Öte yandan diğer grup ise sünneti, hayatın bütün pratiklerinden, adetlerinden, muamelâtından, iktisadi, idâri, harp vb. işlerinden ayırt etmek istemektedir. Onların delilleri ise kendisinden böyle bir şey kast olunmadığı halde “Siz dünyanızın işlerini daha iyi bilirsiniz” hadisidir.

Yemek yeme hadisi ile ilgili olarak günümüzde iki grup tartışmaktadır. Onlardan birincisi masada yemek yemeyi, çatal kaşık kullanmayı reddetmekte ve Hz. Peygamberin yaptığına uyarak yere oturmada, el ile yemede ve yedikten sonra parmakları yalamada ısrar etmekte ve bunu yapmayanları da sünnete muhalefet etmekle suçlamaktadır.

Diğer grup ise yeme ve içmenin hayatın değişmeye ve gelişmeye açık işlerinden olduğunu, çevre ve zamanın değişmesiyle değişebileceğini, dinin insanlara ne şekilde yiyip içeceklerinin öğretmek üzere gelmediğini ve insanların elleriyle mi, yoksa kaşık vb. bir âletle mi yediklerini önemsemediğini, ya da sağ eliyle mi yoksa sol eliyle mi yedikleri ile ilgilenmediğini iddia etmektedirler.

Birinci grubun tabiiliği, tevazuyu, kanaati, yaldızlı dünya hayatında zühdü, aristokratlara ve zorbalara benzemekten uzak olmayı temsil eden sevgili Peygamber’imizin her hal ve davranışına uyma hırsıyla hareket ettiklerini görmekteyiz. Şüphesiz bu insanlar Hz. Peygamber’e tam anlamıyla uyma niyet ve hırslarından dolayı taktir edilecekler ve ecir alacaklardır. Fakat onlar, şartlara ve durumlara riâyet etmeksizin bu şekilde hareket etmeyi, dinden ve sünnetten bir parça addetme ve bunu terk edene karşı çıkma ve hak etmedikleri halde başkalarına meydan okuma aşırılığına düşmektedirler. Oysa onların sünnet saydıkları şeylerin çoğu, çevre ve zamanına uygun olan Arap adetlerinden başka bir şey değildir.

Diğer gruba gelince, onlar da dinin önem verdiği şeylerle, önemsemediği şeyleri birbirine karıştırmışlardır. Zira her ne kadar din, yerde veya masada yenilmesini, el ile ya da, çatal kaşık ile yenilmesini önemsemiyorsa da, sol el ile değil de sağ el ile yemeye ve içmeye önem vermektedir. Bu Hz. Peygamberin sağdan başlamayı sevmesinden ibaret değildir. Bilakis onun bu husustaki bütün yönlendirmelerinde apaçık emir ve yasaklar mevcuttur.

Genelde dinin özelde sünnetin bağlayıcılık esaslarını belirlemek oldukça güçtür. Aynı güçlük Hz. Peygamberin fiillerini değerlendirirken de kendini göstermiştir. Zira o, hem normal insanlar gibi yiyip içen, konuşan, doğan, yaşayan ve ölen bir beşer; hem de tebliğ, beyan, davet ve talim gibi görevleri olan bir Peygamberdir. Hem ilahi vahye mazhar olan bir Nebi, hem de kendi re’y ve içtihadı ile amel eden bir müçtehittir. Hem yaşadığı toplumda müstakil hareket eden bir birey, hem de içinde bulunduğu toplumun şartlarına, örf ve adetlerine riayet eden bir ferttir. Ayrıca hem Medine devletini yöneten bir idareci, insanlar arasında çıkan davalara bakan bir hakim, cephede komutan, camide imamdır. Bütün bu vasıfları uhdesinde bulunduran bir Zâtın fiilerini tasnif etmek elbette kolay değildir. Öncelikle şu sorulara cevap aranmalıdır:

Mücerret bir fiilin, bedensel bir hareketin Hz. Peygamberden sadır olması, o fiilin şer’i bir delil veya hüküm olması için kâfi gelir mi?

Fakihler ve usülcüler farklı yanıtlar vermişlerdir. Bazıları Hz. Peygamberin her fiilinin hatta sükut ve eylemsizliğinin de bizim için şer’i bir hüküm ifade ettiğini söylerken bazıları bunu kabul etmemişler ve çeşitli yönlerden ayırıma tabi tutmuşlardır.

Şer’î bir delil veya hüküm sayılan hareket ve davranışlarının bağlayıcılık dereceleri nelerdir? Bu bağlamda fakihlerin vücub, nedb, ibâhe taksimleri neye göre teşekkül etmiştir?

Bunlar Gazzâli’nin de söylediği gibi, ya bizzat Hz. Peygamberin sözlü ifadelerinden ya da fiilin taşıdığı karinelerden tespit edilebilir. Bizce bir fiilin bağlayıcılığı ne o fiili nakleden lafızlardan, ne de mücerret fiilin şeklinden anlaşılır. Bir fiilin bağlayıcılığı, Hz. Peygamberin gaye ve maksadında, fiilin işlenme sebebinde ve hikmetinde, fiilin zâti ve manevi değerinde aranmalıdır.

Hanefî fakihler sünneti; Sünnet-i Hüda: yerine getirilmesi dinin bir emri ve gereği olan sünnet ve Sünnet-i Zevâid; terkinde herhangi bir günah olmayan sünnet olarak ikiye ayırmışlardır.

Genel olarak usülcüler; Hz. Peygamberin herhangi bir fiilini değerlendirirken sekiz aşamalı bir yöntem takip edilmesi gerektiğini söylemişlerdir.

İlk önce, yapılan işin Hz. Peygamberden bir beşer olarak sâdır olan hareketlerden olup olmadığı araştırılmalıdır. Zira bu tür fiiller bizim için mübahlık bildirir.

Şayet fiil, cibillî hareketlerden değilse, o taktirde şahsına özgü fillerden (Hasais) olup olmadığı tesbit edilmelidir. Zira kendisine helal olup bize olmayan veya kendisine farz olup bize farz olmayan fiiller söz konusudur.

Ele aldığımız fiil, cibillî hareketlerden olmadığı gibi, Hz. Peygamberin şahsına has olmadığı da anlaşılırsa, Kur’an’da geçen bir hükmün gereği veya açıklaması olup olmadığı irdelenmelidir. O taktirde fiilin niteliğini Kur’an’da ki hüküm belirleyecektir.

Eğer fiil, imtisal ve beyân niteliğinde değilse, yine de onun Hz. Peygamberin şahsı için ne ifade ettiği araştırılacaktır. Ona vacipse bize de vacip, ona mendupsa bize de mendubtur.

Şayet fiilin Peygamber için ifade ettiği hüküm bilinmiyorsa, fiilin içinde kurbet olup olmadığı araştırılmalıdır. Kurbet olduğu tespit edilirse, o taktirde fiilin hem Peygambere, hem de bize mendup veya mustahap olduğunu söyleyebiliriz.

Şayet fiilde insanı Allah’a yaklaştıracak vasıf yoksa, başka bir ifade ile ibadet değil de âdet kabilinden yapılmışsa o taktirde söz konusu fiil mübah demektir.

Fiilin ümmet için nasıl bir hüküm ifade ettiği biliniyorsa, özel bir illet ve sebepten dolayı yapılıp yapılmadığı araştırılmalıdır. Eğer fiilin dayandığı sebep, illet veya hikmet devam ediyorsa, hüküm de bâki kalacak, sebep ortadan kalkmışsa hükümde ortadan kalkacaktır. Ancak sebep bilinmiyorsa bazılarına göre o fiil müstahabtır.

Bütün bunlardan sonra Hz. Peygamberin o fiili hangi sıfatıyla yaptığı araştırılmalıdır. Zira devlet başkanı sıfatıyla yaptıkları sadece devlet başkanlarını, kadı sıfatıyla yaptıkları, kadıları, cami imamı sıfatıyla yaptıkları da cami imalarını ilgilendirecektir.




Yüklə 5 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   486   487   488   489   490   491   492   493   ...   740




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin