T. C. Firat üNİverstiESİ aleviLİK İnançlari ve teolojik temelleri (tunceli Örneğİ) Prof. Dr. Erkan Yar son rapor



Yüklə 1,26 Mb.
səhifə35/47
tarix27.12.2018
ölçüsü1,26 Mb.
#87120
1   ...   31   32   33   34   35   36   37   38   ...   47

3. Dedelerin Görevleri


Dinsel bir otorite olarak dedelerin görevleri, diğer dinsel otoritelerden farklı değildir. Tarihsel olarak dinsel otoritelere verilmiş görevler, dinsel ritüellerin uygulanması, hastalıkların iyileştirilmesi ve suçluların yargılanmasıdır. Ali Yaman, Aleviliğin temel ilkelerinin yazılı olduğu buyruk kitaplarından, çeşitli araştırmalardan ve Aleviler arasında günümüze kadar sürmüş bulunan uygulamadan anlaşıldığı üzere dedenin sahip olduğu işlevleri şu şekilde sıralamaktadır:

1. Sosyal ve dinsel bakımdan topluma önderlik etme ve davranışlarıyla, yaşantısıyla örnek olma

2. Toplumu irşat (aydınlatma) ve bilgilendirme

3. Toplumda birliği ve dayanışmayı sağlamak

4. Sosyal ve dinsel törenleri (cem, cenaze, evlenme törenleri vb.) yönetme

5. Adaleti sağlamak, suçluları düşkün etme

6. İnancı ve gelenekleri uygulamak ve aktarmak

7. Kutsal güçleri nedeniyle maddi-manevi sorunu olanların, hastaların başvuru yeri olmak.”701

Bu görevlerden sosyal bakımdan önderlik, asıl olarak onun karizmatik özelliğinden ortaya çıkmaktadır ki, bu özellik dedenin mistik ve ahlaki liderliğine işaret eder. Dedenin, karizmatik kişiliği ile birlikte dinsel bilgi sahibi oluşu, dinsel bilginin diğer insanlara ulaştırılmasını gerekli kılmaktadır.702 Çünkü her din ve mezhebin, kendi ilkelerinin yaygınlaşması için diğerlerine ulaştırılmasına ilişkin bir eylemi ifade eden yapılanması mevcuttur. Muhammed’e inen vahyin insanlara duyurulması için ilk inen ayetlerin bu olguya dikkat çekmesi bundan kaynaklanmaktadır. Çünkü dinsel emirler, bilginin ilk alıcısının zatı için hükümler içermekten çok, insanlara doğru olanı göstermek gibi sosyal bir amacı içermektedir. Dedelerin bu görevlerinin irşat sözcüğü ile ifade edilmesi de, onların ancak toplum için yararlı olan eylemlere onları götürmelerini açıklamaktadır.

Dedelerin görevlerine ilişkin bu değerlendirmeler, söz konusu ettiğimiz dinsel ritüellerin uygulanması, hastalıkların iyileştirilmesi ve suçluların cezalandırılması temel görevlerinin bir parçasıdır. Dinsel ibadetlerin uygulanması görevi, genel olarak dinlerde, bağlıların toplu ibadet etme öğretilerinden kaynaklanmaktadır. Alevilikte cem, bu öğretiyi benimseyenlerin toplu olarak gerçekleştirdiği bir ibadet olduğu gibi; bir ibadet olarak bazı namazların da toplu olarak kılınması da emredilmektedir. Toplu ibadet etmenin sosyal yararları bir yana, asıl olarak, bir öğreti bağlılarının ortak kimlik ve varoluş olgusudur. Gerçekte insanın her eylemi, kutsalla doğrudan veya dolaylı olarak ilişkili iken, biçimleri dinsel metinlerle belirlenmiş fiziksel hareketler olarak ritüellerin gerekli görülmesi, aşkın varlıkla ilişkili olarak görülse bile, son tahlilde insanla ilişkilidir. Amaç ve hedef, sosyal düzenin sağlanmasıdır.

Dinsel otoritelerin bir görevi olarak ortaya çıkan hastalıkların sağaltılması, hastalıkları oluşturan nedenlerin ve iyileştiren ilaçların bilinmediği dönemlerde dinsel otoritelerin görevleri arasında kabul edilmiştir. Tunceli’deki seyitlerin bu görevleri, geçen yüzyılın başlarına kadar devam etmiştir.703 Tıp Bilimin gelişmesinden sonra, dinsel otoritelerin bu görevleri, hastalıkların tanı ve tedavisinde uzman kişiler olarak doktorlar tarafından yürütülmektedir. İsa’nın mucizeleri olarak ona sağaltma mucizelerinin verilmesi veya farklı bir yorumla bağlılarının onun karizmatik nitelikler yükleyerek ona sağaltıcı mucizeler vermeleri, dinsel otoritelerin bu görevlerini belirlemekte ve tarihsel köklerine işaret etmektedir. Hastalıkları sağaltmak için de dinsel metinlerin kullanılması, neredeyse dinsel geleneklerin ortak tutumdur. Bu uygulamada dinsel metinler, mutlak varlığın sözleri olarak davranış ve tutum oluşturmamakta, insana fiziksel olarak rahatsızlık veren bir hastalığın giderilmesinin aracı olmaktadır. Bu uygulamaları benimseyen din anlayışları açısından, Kur’an’ın şifa ve rahmet olarak anlatılması, hastalıkların şifası olarak anlaşılmaktadır. Hâlbuki bu olguyu anlatan ayetlerin bütünsel incelenmesinde, Kur’an’ın bireysel ve toplumsal davranış bozukları için bir çözüm olduğu, işte bu nedenle sadece kendisine iman edenler için bir değer ifade ettiğine vurgu yapıldığı görülecektir.

Geleneksel olarak din adamlarının her alandaki otoritesi, günümüzde, zorunlu olarak sadece dinsel alanla sınırlı hale gelmiştir. Bu sınırlılık, insanın bilimsel olarak ilerlemesi sonucunda çeşitli konularda uzmanlık alanları yaratmasından kaynaklanmaktadır. Bu sınırlamanın gereklikliliği, suların temizliği konusunda belirleyici rolü temiz olanı belirlemede de etkisini göstermiştir. Sözgelimi, insan suya, yaşamsal içecek ve temizlik aracı olarak ihtiyaç duymaktadır. Onun bu ihtiyacına bağlı olarak su “içilebilir” ve “temizleyici” özelliklerine sahip olarak yaratılmıştır.

Fıkıh kitaplarında “sular” konusunun dini ibadetler konusundan önce zikredilmesi, fakihlerin suyu temizleyiciliği açısından ele aldıklarını göstermektedir. Fakihlerin temizleyici olarak kullanılabilir suları belirlemede genel olarak renk, tat ve koku olarak belirlemişlerdir. Temiz ve kirli su arasındaki ayrım da, her insanda var olan görme, tatma ve koklama duyuları dikkate alınarak renk, tat ve kokunun değişip değişmemesi ile belirlenmiştir. Fakat fakihlerin içilebilir veya temizleyici suların bu özelliklerini, kendi dönemlerindeki mevcut su kaynaklarını dikkate alarak belirledikleri bir gerçektir. Bu dönemlerde de sular, kaynak suları ve durağan sular olarak gözeler, göletler, nehirler, denizlerden vs. oluşmaktaydı. Günümüzde suyun kirliliğine ait bu ölçütlerin kullanılması, suyu içilebilir ve kullanılabilir olarak belirlemede yeterli değildir. Kimyasal maddelerin suya karışması durumunda, suyun bu özelliklerini değiştirmediği halde içilmesi ve kullanılması durumunda insana zarar vermektedir. Bu nedenle de suyun moleküler özelliklerini inceleyen ve aynı zamanda da onu tahlil ederek içilebilir ve kullanılabilir olarak belirleyen, bilimsel organlara ihtiyaç kaçınılmaz hale gelmiştir. Suyla ilişkili olan abdest, yıkanma/ğusl bir ibadet olarak dini ilimlerin alanında iken, bunları yapmak için araç olan suyun temizliği konusu tamamen bilimsel bir alana girmektedir. Bu durumda suların temizliği konusu, dini ilimlerin alanından çıkmış ve bir zorunluluk olarak uzmanlık alanına girmiştir.

Geleneksel dinsel otoriteler, yargılama görevini kendi alanlarına kabul etmiş ve suçların cezalandırılması görevini de yürütmüşlerdir. Bu dönemlerde, yargılama ve cezalandırma için gerekli örgütlenmelerin olmayışı, dinsel otoritenin görev alanını da genişletmiş, din ile kazandığı yetkinlik yargılama alanına da genişlemiştir. Siyasal otoritenin olmadığı toplumlarda yargılamayı feodal yapının hiyerarşik en üst yöneticisi veya onun yetkilendirdiği kişi yapmaktaydı. Fakat toplumun, dinsel kimliği nedeniyle dinsel otoriteye bağlılıklarını ifade etmeleri, otoritenin kararlarına uymalarını da içermektedir.

Alevilikte, dedelerinin yargılama biçimleri, suçluları cezalandırmaları ve cezaların toplum tarafından uygulanması, dinsel otoritelerin yargılama ve cezalandırma yetkilerini ortaya koymada bir örnektir. Bu durumda belirli yöntemlere göre yapılandırılan siyasal otoritenin, yasama görevinden sonra yine bu görevle ilişkili olarak görev ve yetkileri belirlenmiş yargı organları oluşturması kaçınılmazdır. Yargılamada suçun kesinliği ve suça uygun cezanın belirlenmesi, yargılama usulleri ve ceza kanunlarını bilen uzmanlarca yapılmak zorundadır. Suç; zaman ve mekana bağlı olarak değiştiği gibi, insanlığın gelişmesine paralel olarak da değişmektedir. Günümüzde bilişim sistemlerinin gelişmesi, bilişim suçlarının ortaya çıkmasını da beraberinde getirmiştir. Bilişim suçlarının tanımlanması ve bu alanda suç olarak kabul edilen fiillerin belirlenmesi önemli olduğu kadar, suçluların tespiti de önemlidir. Bu tespit ise, ancak bilişim alanında uzman ve bilgili kişilerle ve organlarla yapılabilecektir.

Kur’an’ın, adam öldürme, hırsızlık, zina vb. fiilleri suç olarak tanımladığı ve fiilleri yapanlara dünyada verilecek cezalara ait belirlemeleri mevcuttur. Vahyin suç olarak tanımladığı fiiller, genel olarak insanın da kötü gördüğü ve suç olarak belirlediği fiillerdir.704 Bu fiillere karşı dünyada verilen cezalar ise, vahyin indiği dönemde bilinen cezalardır. Sözgelimi, “Allah’a ve Elçisine savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası; ancak öldürülmeleri yahut asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut o yerden sürülmeleridir. Bu cezalar onlar için dünyadaki bir rezilliktir. Ahirette de onlara büyük bir azap vardır705 ayetinde suç fiilleri ve bu fiilleri yapanlara dünyada verilecek cezalar belirlenmiştir. Bu suç fiilleri, Allah ve elçisine savaş açmak ve yeryüzünde fesat çıkarmaktır. Fakat bu iki suç da, tanımlanmış ve belirli fiillere işaret etmemektedir.

Yorumcular, bu ayetin Hz. Muhammed döneminde, antlaşmayı bozarak yol kesen bir gurup hakkında indiğini belirtseler de,706 ayetin metninde yol kesicilik suçu belirlenmemiştir. Bazı otokrat yönetimlerce bu eylemin kendi yönetimlerine karşı yapılan başkaldırı eylemlerini anlattığı şekilde yorumlanması mümkün olduğu gibi, siyasal iktidarı elinde bulunduran bir mezhebin, kendi görüşünden olmayan kişileri de bu kapsamda değerlendirmesi mümkündür. Aynı şekilde yeryüzünde fesat çıkarmak suçu da, tanımlanmamış bir eyleme işaret etmektedir. Yeryüzünde fesat çıkarma eylemi, sosyal düzeni bozmaya işaret ettiği gibi, fesat çıkarma eyleminin, günümüzde gelişen ontolojik düzeni bozma eylemi için de geçerli olduğu düşünülebilir. Özellikle insanın gerçekleştirdiği ozon tabakasını yıpratan kimyasal maddeler üretme, canlı varlıkların genetik şifrelerini değiştirme, nükleer denemeler vs. eylemler, evrendeki ontolojik düzeni bozmaktadır.

Söz konusu ayette ifade edilen suçlar, farklı yorumlara imkan verdiği gibi, bu eylemlere verilecek cezalar da, tarihsel ceza uygulamalarını içermektedir. Öldürme, idam, el ve ayakların çapraz kesilmesi ve sürgün, çeşitli toplumlarda uygulanan ceza şekilleridir. Kur’an, haksız yere adam öldüren bir kimsenin kısas olarak öldürülmesini ve bunun da önceki peygamberlerin şeriatında olduğunu bildirmektedir.707

Dedelerin yargılama görevlerinden daha önemli olan şey, bu yargılama sonucunda verilen cezaların mahiyetidir. Çeşitli devlet otoritelerinin, yargılama kurumlarını oluşturmaları ve yönetimin temel gereği olarak suçluları cezalandırmaları, yönetimin vazgeçilmez gereklerindendir ve otoritenin temel göstergelerindendir. Bu yetkelerin oluşturduğu yargılama sitemlerinde uygulanan yöntemler, suçların belirlenmesi ve uygun cezaların verilmesi olgusunun, siyasal alanda kabul edilmemiş olması ve dinsel nitelikler kazanması, belirli dönemlerde oluşturulan hukukun “İslam hukuku” olarak isimlendirilmesi olgusunu ortaya çıkarmıştır. Tarihsel dönemlerde oluşan bu hukukun “şeriat” olarak isimlendirilmesi ve çoğu kere de bununla tarihsel olan bu sistemlere vurgu yapılması, doğru bir isimlendirme değildir. Gerçekte bu sistemlerin, ilişkili olduğu dönem ve devletlere bağlı olarak yapılması daha uygundur. İşte, dedelerin uyguladıkları hukukun, siyasal otoritelerin uyguladıkları hukuktan tamamen ayrı bir alanda gerçekleşmesinin nedeni, bu otoritenin uyguladıkları hukukun, mezhepsel unsurları içermesidir.


Yüklə 1,26 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   31   32   33   34   35   36   37   38   ...   47




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin