- nikah hizmetlerini yapmak.
Belediyeler bu görev ve yetkilerini belediye sınırları ile mücavir alan sınırlarında yerine getirirler. Ancak organize sanayi bölgeleri (OSB) ile havalimanları sınırları içinde kural olarak bu görev ve yetkileri kullanamazlar.
Belediyeler, sözü edilen görev ve yetkilerden, içme suyu, kanalizasyon, kaynak suyu, toplu taşıma (otobüs, vapur, feribot, raylı sistem), atık depolama ve ayrıştırma hizmetlerini, imtiyaz usulü kapsamında, Danıştay’ın görüşü ve İçişleri Bakanının onayı ile 49 yıllığına özel kişilere gördürebilir (m.15/4). Bu hizmetler için kanunda özel olarak “imtiyaz” usulünün öngörülmüş olması, bunların rekabete açık olarak sunulmayabileceği ve özel kişilerin bunları “tekel” olarak sunmalarının mümkün olduğu anlamındadır. Yani bu hizmetler, belediyenin kamusal tekeli yerine, özel kişi tekeline verilebilecektir.
Bu bağlamda imtiyaz verilebileceği öngörülen bu hizmetler dışında kalmakla beraber, Kanunun 14. ve 15. maddelerinde belediyelerin görev ve yetkileri arasında sayılmış ve belediyelere ayrıca “yaptırmak” ve “işlettirmek” yetkisi tanınan hizmetlerin de (örneğin öğrenci yurtları, toptancı halleri, fuar alanı, mezbaha, yat limanı) “imtiyaz” usulüyle özel kişilere gördürülmesi mümkün müdür? Anılan maddelerde “yaptırmak” ve “işlettirmek” yetkisi tanınan sözkonusu hizmetlerin belediyelerce 3. Kişilere hizmet alımı suretiyle yaptırılması ya da rekabete açık biçimde idari izin (ruhsat) veya sözleşme (idari veya özel hukuk sözleşmesi) yaptırılmasına engel var mıdır?
Belediye Kanununun anılan 14. 15. Maddelerinde öngörülen görev ve yetkilerden bir kısmı, klasik kamu hizmeti faaliyetleri değil, “kolluk” yetkileri niteliği ağır basmaktadır. Örneğin gayrisıhhi müessesler ile eğlence yerlerinin ruhsatlandırılması ve denetimi, zabıta, şehir içi trafik, çevre sağlığı görev ve yetkileri gibi. Bu tür yetkilerin özel kişilere devri zaten kural olarak mümkün değildir. Bunlar dışında kalan hizmetlerden özel kişilere “yaptırılması” ve “işlettirilmesine” kanunla müsaade edilenlerin ise belediyelerce hizmet alımı ihalesi suretiyle ya da rekabete açık biçimde tek yanlı idari izin veya sözleşme ile özel kişilere gördürülmesine hukuken engel bulunmamaktadır. Hizmetin gördürüleceği özel kişilerin belirlenmesinde ise ayırımcılık yapılmaması ve objektif kıstaslar uygulanması zorunludur.
Buna karşın Kanunun m.15/4 hükmünde “imtiyaz” usulüyle özel kişilere gördürülebilmesi sayma yoluyla belirlenmiş hizmetler92 dışında kalan hizmetlerin93, imtiyaz yoluyla yani “özel tekel” öngörülerek özel kişilere gördürülmesi mümkün değildir. Zira özel kişiye imtiyaz vermek yani onun lehine “tekel” öngörmek suretiyle yaptırılabilecek hizmetler Kanunda sayma yoluyla spesifik olarak belirtildiğine göre, kanun koyucunun iradesinin, bunlar dışındaki belediye hizmetlerinin “özel tekel” kurulması suretiyle özel kişilere gördürülmesine izin vermeme yönünde olduğunu kabul etmek gerekir. Nitekim eğer 14. ve 15. Maddede öngörülen hizmetlere ilişkin “yapmak ve yaptırmak”, “işletmek ve işlettirmek” ifadeleri bu hizmetlerin imtiyaz yoluyla, yani özel tekel kurularak özel kişilere gördürülmesi için yeterli olsaydı, 15. maddenin 4. Fıkrasında ayrıca belli hizmetlerin sayılarak “imtiyaz” ile 3. Kişilere gördürülebileceğinin belirtilmesine gerek olmazdı. Demek ki kanun koyucunun iradesi, m.15/4 hükmünde bizzat belirtilenler dışındaki hizmetlerin özel tekel kurularak 3. Kişilere gördürülmesinin arzulanmadığı yönündedir.
Belediyelerde cadde, sokak, meydan ve parklara isim verilmesi belediye meclisinin üye tam sayısının salt çoğunluğu ile karar alınması ve mülki amirin onayı ile olur. Verilen isimlerin değiştirilmesi ise belediye meclisinin 2/3 çoğunluğu ile karar alınması ve yine mülki amirin onayı ile mümkün olabilir. Böylece verilen isimlerin değiştirilmesi, çeşitli polemiklere pirim vermemek adına biraz daha güçleştirilmek istenmiştir.
Haciz yasağı:
Belediyelerin proje finansmanı kapsamında aldığı krediler, şartlı bağışlar, fiilen kamu hizmetlerinde kullanılan malları ile belediyelerce tahsil edilen vergi, resim, harç gelirleri için mutlak haciz yasağı vardır. Belediyelerin bunlar dışındaki mal, gelir ve alacaklarının haczi kural olarak mümkün olmakla beraber, belediyelerin yürüttükleri somut bir kamu hizmetini aksatacak biçimde haciz yapılması mümkün değildir (m.15).
Belediyelerin Organları:
Belediye Meclisi:
Belediyelerin asli karar organı belediye meclisidir (m.17). Bunun da anlamı, kanunda açıkça belediye encümenine ve belediye başkanına verilen görevler dışında her türlü bağlayıcı karar alma yetkisinin belediye meclisinde olduğudur. Belediye meclisi üyelerinin tamamı yerel seçimlerde seçimle göreve gelir.
Belediye meclisine belediye başkanı başkanlık eder. Meclis tarafından seçilen 1. Başkan vekili kendisine vekalet edebilir.
Belediye meclisinin toplantı yeter sayısı üye tam sayısının salt çoğunluğu; karar yeter sayısı ise toplantıya katılanların salt çoğunluğudur. Ancak karar yeter sayısı üye tam sayısının dörtte birinden az olamaz. Bu sayıların sağlanamadığı hallerde Meclis 3 gün içinde ikinci toplantıya çağrılır ve ikinci toplantıda toplantı yeter sayısı üye tam sayısının dörtte biridir (m.22). Kanunda ikinci toplantı için ayrıca karar yeter sayısı belirtilmemiştir. Bu noktada ikinci toplantıda da karar yeter sayısı için üye tam sayısının dörtte birinden az olama kuralının geçerli olduğunu kabul etmek gerekir. Zira Kanunda toplantı ve karar yeter sayılarının özel olarak belirlenmesi yolu tercih edildiğine göre, kanun koyucunun iradesinin ikinci toplantı için dörtte birin altında sayıyla karar alınabileceği yönünde olması durumunda bunun da açıkça vurgulanması gerekirdi. Bu hususta farklı bir kural öngörülmediğine göre, Kanundaki “karar yeter sayısının üye tam sayısının dörtte birinin altına inemeyeceği” kuralının ikinci toplantı için de geçerli olduğu yorumu daha isabetlidir.
-
Belediye meclisi kararlarının idari yönden kesinleşmesi, 7 gün içinde belediye başkanı tarafından veto edilmemesi veya veto edilirse de Meclis üye tam sayısının salt çoğunluğunun kararında ısrarı ile gerçekleşir (m.23). Veto ettiği kararın Mecliste ısrar edilmesi üzerine belediye başkanının bu kararı (10 gün içinde)idari yargıya götürme yetkisi bulunmasına karşın94, bu durum, meclis kararının idari açıdan kesinleşmesine engel teşkil etmez95.
-
Belediye meclisi kararlarının yürürlüğe girmesi96 ise, bu kararların 7 gün içinde mahalli en büyük mülki amire (yani valiye) gönderilmesi şartına bağlanmıştır (m.23). Kanunun orijinal halinde valiye, bu şekilde gönderilen meclis kararlarına karşı, idari vesayet yetkisi kapsamında, idari yargıda iptal davası açma yetkisi öngörülmüştü. Ancak bu hüküm Anayasa Mahkemesi tarafından, idari vesayet yetkisinin nitelik ve niceliğinin bu kadar zayıflatılmasının idarenin bütünlüğü ilkesine aykırı olacağı gerekçesiyle iptal edilmiştir97. Yüksek Mahkeme, içeriği, gerekçesi ve sonuçları açısından oldukça sorunlu bu kararında, mahalli idareler üzerinde merkezi idarenin idari vesayet yetkilerinin sadece hukukilik denetimiyle sınırlı değil, yerindelik denetimini de içermesi gerektiğine ve salt dava açma yetkisinin yeterli bir idari denetim sağlamayacağına ve mahalli idareler üzerinde daha fazla idari denetim öngörülmesi gerektiğine vurgu yapmıştır98.
-
Bu noktada, Anayasa Mahkemesinin sözü edilen iptal kararı, kanımızca valinin kendisine gönderilen Meclis kararlarından özellikle de Anayasada öngörülen idarenin bütünlüğü ilkesine aykırı gördüklerine, mahalli müşterek ihtiyaç niteliğinde olmayıp ulusal kamu hizmetleri niteliğinde bulunan ve dolayısıyla merkezi idarenin görev ve yetki alanında olan hizmetlere ilişkin olanlarına ve bu bağlamda örneğin, milli eğitim, milli savunma ve kamu düzeniyle bağdaşmazlık bulunanlarına karşı idari yargıda iptal davası açmasına engel değildir.
-
Nitekim 2577 İdari Yargılama Usulü Kanununa göre bir idari işleme karşı iptal davalarını o işlemden dolayı hukuki menfaati etkilenen her özel veya tüzel kişi açabilir. İptal davası açılması hukukumuzda somut “hak ihlali” ile sınırlandırılmamıştır ve devlet tüzel kişiliği dahil kamu tüzel kişilerinin diğer bir kamu tüzel kişisi işlemine karşı iptal davası açmasına yasal engel bulunmamaktadır. Bu noktada, devlet tüzel kişiliğini ilde temsil eden ve yetki genişliği ilkesinden anayasal olarak yararlanan tek makam olarak valinin, bu tür konularda (devlet tüzel kişiliği adına) dava açma menfaati bulunduğunun kabulü gerekmektedir. Aksi halde valinin, temsil ettiği devlet tüzel kişiliğinin hukuki menfaatlerini savunması görevi önemli biçimde sekteye uğratılmış olur. Kaldı ki Anayasa Mahkemesinin sözkonusu iptal kararı, valinin devlet tüzel kişiliği adına mahalli idare işlemine karşı dava açma yetkisinin olmaması gerektiği yönünde değil, bilakis bu yetkiye ilaveten başka yetkilerin de bulunması gerektiği (“yetmez ama hayır” içtihadı!) yönündedir.
Meclisin denetim yolları:
Belediye meclisine, belediyenin faaliyetlerini gözetim altında tutmak adına çeşitli denetim olanakları tanınmıştır (m.26). Bunlar, soru, denetim komisyonu tarafından denetim, genel görüşme, faaliyet raporuna karşı yetersizlik kararı ve gensorudur.
Denetim Komisyonu, belediye meclisince kendi üyeleri arasından seçilen 3 veya 5 üyeden oluşur. Yaptığı denetimler sonucunda belediye başkanına rapor sunar.
Faaliyet raporuna karşı yetersizlik kararı, belediye başkanınca meclise sunulmak zorunda olunan bir önceki yıl faaliyet raporunun Meclisin ¾ çoğunluğu tarafından yetersiz görülmesini ifade eder. Bu durum Meclis Başkan Vekili tarafından bir tutanakla tespit edilip valiye, vali tarafından ise Danıştay’a gönderilir. Yetersizliğin Danıştay tarafından da onaylanması durumunda belediye başkanının başkanlığı düşer.
Gensoru usulü ise şöyledir: Belediye başkanının bir faaliyeti hakkında Meclis üye tamsayısının üçte biri gensoru önergesi verebilir. Meclis, üye tamsayısının salt çoğunluğu ile bu önergeyi gündeme alırsa, tıpkı yetersizlik kararında olduğu gibi Meclisin dörtte üç çoğunluğunun kabulü ve Danıştay onayıyla belediye başkanı başkanlıktan düşer.
Meclisin denetim yolları esasında Kanunda, Meclis ile Belediye Başkanı arasında bir tür güç dengesi oluşturabilmek ve bu bağlamda Belediye Başkanının otoritesini belli ölçüde kontrol altında tutabilmek için kurgulanmıştır. Ne var ki uygulamada siyasi tercihlerin sürekli ön plana geçmesi Kanunda tutarlı biçimde düşünülmüş bu kurgunun etkin biçimde işlemesini mümkün kılmamaktadır. Bu nedenle Meclisin denetim yollarının pratikteki etkinliği son derece sınırlıdır. Belediye meclis üye adaylarının belirlenmesinde kısa vadeli politik hesaplar yerine, liyakat ve nitelik odaklı tercihlerin ön plana geçmesi bu sorunu doğal yollardan çözecektir.
Belediye meclisi üyeliğinin düşmesi, üyenin seçilme yeterliğinin kaybı halinde bu durumun vali tarafından Danıştay’a “bildirimi” üzerine Danıştay kararıyla gerçekleşir.
Belediye meclisinin feshi ise, Meclisin görevlerini ağır biçimde aksatması (ağır ihmal) veya “siyasi konularda karar alması” durumunda İçişleri Bakanının “bildirimi” üzerine yine Danıştay kararı ile mümkündür.
Örnek bir olayda Çamlıkaya Belediye Meclisinin 2011 yılı kesin hesabının belediye meclisince reddedilmesi üzerine İçişleri Bakanlığınca istemi ile Belediye Kanunun 30. Maddesinin birinci fıkrası uyarınca meclisin feshinin istendiği dosyada Danıştay 8. Dairesi Belediye Meclisinin feshedilmesine oy çokluğu ile karar vermiş; Belediye Meclis üyelerinden bir kısmının itirazı üzerine Danıştay İDDK, Belediye meclisi üyelerinin söz konusu fesih işlemine karşı itirazda bulunamayacaklarına karar vermiştir99.
Burada vali ve içişleri bakanı için öngörülen Danıştay’a “bildirim” yetkisinin bağlı yetki mi yoksa takdir yetkisi niteliğinde mi olduğu, yani belirtilen hallerin gerçekleşmesine rağmen Danıştay’a “bildirmeme” seçeneğinin bulunup bulunmadığı tartışılabilir.
Belediye meclisi üyesinin düşmesinde valinin Danıştay’a bildirim yetkisi “bağlı yetki” olup, üyenin seçilme yeterliğinin kaybı olgusunun gerçekleşmiş olması halinde valinin bu bildirimi yapmama yönünde bir seçeneği bulunmamaktadır. Aksi halde vali, kanunla verilen görevi ihmal etmiş olur.
Belediye meclisinin feshinde ise İçişleri Bakanının Danıştay’a bildirimde takdir yetkisi bulunduğunu kabul etmek gerekir. Nitekim buradaki fesih nedenleri (ağır ihmal ve siyasi konularda karar almak) takdiri bir değerlendirme gerektirmeyen somut bir olgunun tespiti niteliğinde değil, tam aksine, belli bir değerlendirme gerektiren ve sahip olunan düşünce yapısına göre farklılık arzedilebilecek türden bir seçim yapmayı zorunlu kılmaktadır.
Danıştay’ın bu konularda karar vermede klasik yargısal denetim ölçütleri içinde mi hareket etmesi, yoksa burada bir tür idari vesayet makamı sıfatıyla mı karar vermesi gerektiği ayrıca tartışmaya açıktır. Bu konularda Danıştay’ın idari dairesince değil, yargısal dairesi olan 8. Dairece karar verilmektedir. Zaten Anayasa gereğince de yerel idarelerin seçimle gelen organlarının organlık sıfatını kaybetmesi ancak yargı kararıyla olabileceğinden, Danıştay’ın idari dairesinin (1. Daire) bu konularda karar alması hukuken mümkün değildir.
Bu bağlamda Danıştay’ın bu tür kararları verirken “yargısal denetim” ölçütleri içinde kalması ve yerindelik değerlendirmesine girmemesi gerekir. Bu noktada belediye meclisi üyeliğinin düşmesinde zaten objektif olguların tespitiyle sınırlı bir denetim yapacağından sorun görünmemektedir. Belediye meclisinin feshinde ise Danıştay pratikte, İçişleri Bakanının “takdiri”ni (bildirimini) tipik bir idari işlem gibi kabul ederek, sanki bu idari işlem hakkında açılan bir iptal davasını görüyormuş gibi yargısal denetim yapması ve kendisini İçişleri Bakanının üzerinde ikinci ve daha üst bir “idari vesayet makamı” gibi görmemesi daha isabetli olacaktır. Gensoru ve yetersizlik kararı üzerine belediye başkanının düşmesi konularında da Danıştay aynı şekilde, bu konularda belediye meclisinin aldığı kararlar üzerinde minimum yargısal denetim yapan bir yargı organı sıfatıyla karar vermelidir.
Diğer bir anlatımla Danıştay, bu hususlarda karar alırken, idari vesayet makamı sıfatıyla değil, tarafsız ve objektif yargı mercii sıfatıyla hareket etmeli ve özellikle de eşit muamele ilkesi yönünden objektif bir değerlendirme yapmalıdır. Örneğin içişleri bakanlığının sözkonusu bildiriminde iktidar partisinden olmayan belediye başkanları ve meclis üyelerine iktidar partisine mensup belediye başkanları ve meclis üyelerine göre salt siyasi nedenlerle farklı standart uygulanıp uygulanmadığı objektif biçimde incelenmelidir.
Belediye Encümeni:
Belediye Encümeni, aslında belediye meclisinin toplanmadığı zamanlarda belediyede bir tür “yedek” veya “nöbetçi” karar organı görevi yapmak üzere kurgulanmış bir organdır. Başkanlığını belediye başkanı yapar. Belediye başkan yardımcılarından biri başkanlığa vekalet eder. Toplantı yeter sayısı toplam sayının salt çoğunluğu, karar yeter sayısı ise katılanların salt çoğunluğudur.
Bir yıl için seçilen Encümen üyelerinin, il merkezi belediyeleri ile nüfusu 100 bini aşan diğer belediyelerde üçü belediye meclisince kendi üyeleri arasından, üçü de belediye bürokratları100 arasından belediye başkanınca seçilir. Diğer belediyelerde ise meclis ve başkan tarafından aynı usulle ikişer üye seçilir.
Encümenin başlıca görevleri, belediyenin yetki alanındaki idari cezaları vermek, belediyenin kamulaştırma ve kiralama kararlarını almak ve umuma açık yerlerin açılış ve kapanış saatlerini belirlemektir.
Anılan görevlerine bakıldığında, hukuki etki ve sonuç doğurucu tipik karar alma yetkilerine sahip olduğu kuşkusuz olan belediye encümeninin üyelerinden yarısının seçimle göreve gelmemesi (belediyedeki üst düzey memurlar arasından belediye başkanınca atanması) Anayasanın 127. maddesine aykırı görünmektedir. Zira Anayasanın anılan hükmünde yerel idarelerin karar organlarının seçimle gelmesi açık bir zorunluluk olarak öngörülmüştür. Belediyelerde asli karar organı belediye meclisi olmasına karşın, belediye encümeni ve belediye başkanının da belediyeyi hukuken bağlayıcı ve doğrudan hukuki etki ve sonuç doğuran kararlar alma yetkisine sahip olduklarında ve dolayısıyla hukuken“karar organı” niteliğinde olduklarında kuşku yoktur.
Belediye Başkanı:
Belediyenin yürütme organı olarak görülebilecek olan belediye başkanı, yerel seçimlerde seçimle işbaşına gelir ve 5 yıl görev yapar. Yokluğunda kendisine meclis tarafından kendi üyeleri arasından seçilen bir başkan vekili vekalet eder.
Belediye başkanının başlıca görevleri, belediye personelini atamak, şartsız bağışları kabul etmek ve engelliler merkezi kurmaktır. Ayrıca meclis veya encümen kararı gerektirmeyen belediyeye ait diğer görevler belediye başkanınca yürütülür.
Seçilme yeterliğini kaybetmesi, meclisin feshine neden olan eylemlere katılması, 20 günden fazla göreve mazeretsiz gelmemesi ve sağlık sorunları hallerinde, İçişleri Bakanının başvurusu üzerine belediye başkanlığı görevine Danıştay tarafından son verilebilir (m.44).
Seçim dönemi bitmeden belediye başkanlığında boşalma (m.45): Ölüm, ağır hastalık ve seçim dönemini aşan kesinleşmiş mahkumiyet nedeniyle boşalma halinde (Nihai Boşalma) meclis, kendi üyeleri arasından seçim dönemini tamamlamak üzere yeni “başkan” seçer. Görevden uzaklaştırma, tutuklama veya seçim dönemini aşmayacak şekilde kısa süreli kesinleşmiş mahkumiyet halinde ise (Geçici Boşalma), meclis kendi üyeleri arasından bir “başkan vekili” seçer.
Sonuçta belediye başkanlığında boşalma halinde yeniden halk tarafından seçim yapılmaz, yeni başkanı belediye meclisi seçer. Bu noktada nihai boşalma (ölüm, ağır hastalık, uzun süreli kesinleşmiş mahkumiyet) durumunda yeni belediye başkanının yine halk tarafından seçilmesi, karar organlarının seçimle gelmesini öngören Anayasanın 127. maddesinin “ruhuna” daha uygun olurdu.
Görevlerine ilişkin bir soruşturma veya kovuşturma nedeniyle, belediye başkanı veya meclis üyeleri kesin hükme kadar İçişleri Bakanınca görevden uzaklaştırılabilirler (m.47). İçişleri Bakanınca alınan bu karar, geçici nitelikte olmasına karşın, ilgililer hakkında ağır ve önemli hukuki etki ve sonuç doğuracağından, diğer idari işlemler gibi idari yargı denetimine tabidir.
Belediye hizmetlerinin önemli biçimde aksaması halinde, böyle bir ağır aksamanın İçişleri Bakanının talebi üzerine o yerdeki sulh hukuk hakimince tespiti durumunda, İçişleri Bakanınca belediye başkanına gerekli uyarı yapılarak makul bir süre verilir. Bu süre içinde de sözkonusu aksaklıklar giderilmezse, aksayan hizmet veya hizmetlerin yürütülmesi görevi Bakan tarafından valiye tevdi edilir ve aksayan hizmet/hizmetler vali tarafından yerine getirilir (m.57). Sulh hukuk hakimince yapılan tespite asliye hukuk mahkemesine itiraz edilebilir.
Belediye hizmetlerinin gerçekten aksayıp aksamadığı konusu idare hukuku alanında bir uzmanlık gerektirdiğinden, burada belirtilen tespit görevinin adli yargı yerine o yerdeki en yakın idare mahkemesine verilmesi daha isabetli olurdu. Bu bağlamda Belediye Kanunundaki adli yargı merciine verilen bu görevin Anayasaya uygunluğu tartışmaya açık görünmektedir.
Mahalle İdaresi (m.9):
Belediye idareleri bünyesinde kurulan mahalle idarelerinin, en az 500 nüfusa sahip olmaları zorunlu olup, kamu tüzel kişiliği bulunmamaktadır. Kurulmaları, kaldırılmaları ve birleştirilmeleri bulundukları belediye meclisi kararı, kaymakamın görüşü ve valinin onayı ile gerçekleşir. Organları, seçimle gelen muhtar ve ihtiyar heyetidir. Belediye, nüfus ve tebligat mevzuatı gibi ilgili mevzuatta belirtilen görevler yanında, belediye hizmetlerinin mahalle bazında sunumunda aksaklık olmaması için gerekli çalışmaları yaparlar.
Dostları ilə paylaş: