Hâşim Mutayyebîn İttifakının lideri idi. Mutayyebîn ile Ahlâf (Leakatü'd-dem) arasındaki çekişmenin ardından Kureyş ailesi içinde barış sağlanınca rîfâde* ve si-kâye* görevlerini de üstlendi; hac ibadetiyle ilgili bazı düzenlemeler yaptı. Hacıların ve Kureyş kabilesinin su ihtiyacını karşılamak üzere Mekke'de Bezr ve Sicille adlı iki büyük kuyu kazdırdı. Dedesi Ku-sayy'in yaptığı gibi hac mevsiminde Mekke'deki kuyulardan develerle su taşıtarak zemzemin çıktığı mevkide bulunan deriden yapılmış havuza doldurur ve hacıların su ihtiyacını karşılardı. Hâşim bu faaliyetleriyle, hem kendi kabilesi hem de Arabistan'daki diğer kabileler ve komşu devletlerin hükümdarları nezdinde itibar kazandı. Kardeşi Abdüşems'in oğlu Ümeyye. Hâşim'in nüfuzunu kıskanarak onu münâfereye (nesep, şan ve şeref konusunda övünme) davet etti. Yenilen Ümeyye, önceden kararlaştırılan şartlara göre elli deve vermek ve on yıl müddetle Dı-maşk'ta ikamet etmek zorunda kaldı. Şarkiyatçıların, Emevîler'le Hâşimîler ara-
405
HÂ$İM b. ABDÜMENÂF
sındaki mücadelenin ilk safhasını teşkil eden bu hadiseyle ilgili rivayetlerin sonradan uydurulmuş olduğunu iddia etmeleri (Caetani, I, 263) rivayetleri topyekün reddetme gibi yanlış bir anlayışın sonucudur.
Hâşim ile Abdüşems'in ikiz olduklarına, birbirine bitişik olarak dünyaya geldiklerine ve aralarının ancak bir kılıçla ay-rılabildiğine dair rivayetler büyük bir ihtimalle doğru değildir. Onun yirmi veya yirmi beş yaşlarında iken öldüğüne dair haberler de ihtiyatla karşılanmalıdır.
Hâşim, ticarî bir seyahat için Suriye'ye giderken Yesrib'de (Medine) Neccâroğul-lan'ndan Amr b. Zeyd b. Lebîd'in misafiri oldu ve hem babasının hem de kendisinin dostu olan Amr'ın kızı Selmâ ile evlendi. Bu evlilikten Hz. Muhammed'in dedesi Şeybe (Abdülmuttalib) dünyaya geldi. Selmâ, hamile kaldığı takdirde doğumun kendi ailesinin yanında olmasını nikâh esnasında şart koştuğu için çocuğunu Yesrib'de doğurdu (Belâzürî, 1, 64). Hâşim, karısını Yesrib'de bırakıp ticaret maksadıyla Suriye'ye giderken Gazze'de öldü ve oraya defnedildi. Oğlu Abdülmut-talib sekiz yaşına kadar Medine'de kaldıktan sonra amcası Muttalib tarafından Mekke'ye getirildi. Hâşim'in Abdülmut-talib dışında üç oğlu ve beş kızı olmuştur.
BİBLİYOGRAFYA :
İbnü'l-Kelbî, Cemhere (Abdüssettâr), I, 91-93; İbn Hişâm. es-Sîre2,1, 136-137; İbn Sa'd. et-Ta-bakât, 1, 75-81; İbn Habîb. el-Münemmak, bk. İndeks; a.mlf., el-Muhabber, s. 33-34, 162-164; Ezraki. Ahbâru Mekke (Melhas), !, 111-113, 194-195; İl, 109; İbn Kuteybe, e/-MaIânf(Ukkâ-şe).s. 71, 117; Belâzürî. Ensâb, 1, 60-61. 63-64; Müberred, el-Kâmil (nşr Zekî Mübârekv.dğr), Kahire 1927,1, 215-217; Ya'kûbî, Târih, 1, 241-244;Taberi, 7ârîhfdeGoeje), 1,1088-1091;Mâ~ verdî, Actâmü'n-nûbûvve (nşr. M. el-Mu'tasım-Bitlâh). Beyrut 1407/1987, s. 252-253; İbn Hazm. Cemhere, s. 14-15; Bekrî, Mu'cem, I, 235; II, 997; Nüveyrî. Nihâyetû'l-ereb, XVI, 33-38; Makrîzî. en-tiizâı ue't-lehâşum fimâ beyne Benî Ömeyye ve Benî Hâşim (nşr. Hüseyin Mün'is), Kahire 1988, s. 7-8; Mahmûd Şükrî el-Alûsî. Bülüğu'l-ereb, I, 307-308, 321-323; İli, 385-386; Mevlânâ Şiblî. Asr-ı Saâdet(trc. Ömer Rıza), İstanbul 1346/1921, s. 183-184; L. Caetani, İslâm Tan/il (trc. Hüseyin Cahid), İstanbul 1924, I, 256, 263; Cevâd Ali. ei-Mufaşşal, I, 402; IV, 20, 60-74, 82, 89, 100, 481, 580, 584, 591, 636; V, 82-85; VII, 301-303; IX, 439-440, ayrıca bk. İndeks; Hamîdullah, islâm Peygamberi (Tuğ), I, 36, 304, 318, 360; a.mlf.. "el-îlâf veya İslâmdan Önce Mekke'nin İktisâdî-Dîp-lomatik Münasebetleri" (trc. İsmail Cerrahoğltı), AÜIFD, IX (1961), s. 213-222; İbrahim Sarıçam. Emeuî-Hâsimî Mücadelesi: İslâm öncesinden Muauiye Devrinin Sonuna Kadar (doktora tezi, 1991, AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü), s. 37-51, 65-70; Fr. Buhl. "Hâşim", İA, V/l, s. 350-351; G. Levi Della Vida, "Ümeyye", a.e., XIII, 99-100; W. Montgomery Watt. "Hashim b. 'Abd Ma-naf", £P(!ng.), III, 260. ı-ı
İRİ İbrahim Sarıçam
406
F HÂŞİM BABA ^
(ö. 1197/1783)
Celvetiyye tarikatının Hâşimiyye kolunun kurucusu.
1130 (1718) yılında İstanbul Üsküdar'da doğdu. Üsküdar İnadiye'de Tavâşî Ha-sanağa mahallesinde bulunan Bandırma-lızâde Tekkesi'nin şeyhi Yûsuf Nizâmed-din Efendi'nin oğludur. Adı Sicill-i Os-mânî (IV, 624) ve Hâtimetü'l-eş'âr'da (s. 51} Mehmed Hâşim olarak geçmek-teyse de eserlerinde kendisinin verdiği bilgilerden anlaşıldığına göre doğrusu Mustafa Hâşim'dİr {Vâridat-ı Mensûre ve Diuan, vr. !b). Mustafa Hâşim Celvetî âdâb ve erkânını öğrenerek büyüdü, ancak daha sonra Bektaşîliğe meyledip Mısır Kasrülayn'daki Kaygusuz Abdal Bektaşî Tekkesi şeyhi Hasan Baba'ya (ö. 1170/ 1756) intisap etti. Hasan Baba'nın kabrinin Bandırmalızâde Tekkesi'nin avlusunda bulunmasına bakılırsa bu yakınlığın ileri derecede olduğu anlaşılır. Hâşim Baba, Bektaşîlik muhabbetiyle Hacıbektaş'ta bulunan Bektaşî Âsitânesi'ne gidip dört yıl kadar orada ikamet etmiş ve Di-metokalı Seyyid Kara Ali Baba'nın post-nişinliği zamanında bir ara dedebabalık yapmışsa da Bektaşîler'in bir kısmı onun şeyhliğine karşı çıkmıştır. Soyunun Mûsâ el-Kâzım neslinden geldiği rivayetinin (İsmet, s. 484) Bektaşîlik tavrıyla ilgisi incelenmeye değer bir konudur. Vâridâfın-da Mervân'ı mel'un sayan (vr. 7a b|, on İki imam anlayışını benimsediğini hissettiren (vr. 12a) ve Hz. Ali'den "ceddim" diye bahseden (vr. 30a) Hâşim Baba. divanının sonunda Safiyyüddîn-i Erdebîlî vasıtasıyla Hz. Ali soyundan geldiğini belirtir. Etrafında bir kısım Bektaşîler'in bulunması ve İstanbul'da Bektaşîler'in dedebabalık makamına vekâlet etmesi bu tarikatla ilgisinin derinliğini ortaya koymaktadır.
Babası Yûsuf Nizâmeddin Efendi yedi defa hacca gitmiş, hadis ilmini öğrenmek üzere üç yıl Medine'de kalmış, büyük kardeşi Hâmid Efendi de bir yıl Medine'de ikamet ettikten sonra Suriye ve Mısır'da birçok âlimle görüşmüş, dönüşte Bandırma'ya yerleşmişti. Hâşim Baba da gençliğinde ailedeki bu seyahat ve ilim merakıyla Anadolu, Mısır ve Arap ülkelerini dolaşmış olmalıdır.
Melâmîmeşrep bir sûfî olarak bilinen Hâşim Baba'nın bazı Melâmîler'ce kutup diye tanındığı rivayet edilirse de bu doğ-
ru değildir. Vöridâfında cefr ilmi ve eb-ced hesabıyla geleceğe ait bazı bilgiler veren Hâşim Baba çok yönlü şahsiyeti sebebiyle bir yerde karar kılmamış ve her grup tarafından genellikle dışlanmıştır. Bu yüzden ne Bektaşîler'e Bektaşîliği'ni ne de Celvetîler'e Celvetîliği'ni kabul ettirebilmiştir. Nitekim hayatının yarısına yakın kısmını irşad ve tarikat hizmetiyle geçirmesine rağmen Celvetiyye'nin merkezi Hüdâyî Dergâhı'na getirilen cenazesi o sırada postnişin olan Büyük Ruşen Efendi tarafından içeri alınmamış, cenaze namazı dergâhın alt kapısında Cennet Efendi hazîresi önünde kılınabilmiştir. Hâşim Baba'ya ve bağlılarına karşı diğer tekke mensuplarının da mesafeli bir tavır içinde olduğu, hatta Nasûhî Dergâhı müntesiplerinin onun tekkesinin civarından geçmeyi bile pek hoş karşılamadıkları rivayet edilmektedir (Hüseyin Vas-sâf, III, 65).
Hâşim Baba'nın Celvetî âsitânesi şeyh-lerince dışlanması üzerine vefatından sonra mensupları kendisine Hâşimiyye adlı bir tarikat nisbet etmişlerdir. Meşihatında bulunduğu Bandırmalızâde Tekkesi bu tarikatın âsitânesi olarak faaliyet göstermiştir. Tekkesinin avlusunda bulunan kabri yol genişletilmesi sırasında kaldırılarak yerine parmaklıklı bir kabir yapılmış, üzerine de yeni harflerle "Üsküdarlı Hâşim Baba" levhası asılmıştır.
Eserleri. 1. Divan. 1252 (1836) yılında yanlışlarla dolu olarak basılan divanın çeşitli kütüphanelerde yazma nüshaları vardır (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 3517, Hüsrev Paşa, nr. 568; İÜ Ktp., TY, nr. 333. 3518; İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, nr. 393). İslâm Araştırmaları Merkezi Kütüphanesi'nde kayıtlı (nr. 24.351) fotokopi nüshanın başında Varidat da bulunmaktadır. Şiirlerin mürettep divanlardan farklı biçimde sıralandığı bu nüshada üç na't, dört mersiye, yirmi kaside, bir tevhid. bir methiye, üç muhammes, bir müseddes, bir müseddes münâcât, bir tahmis, 126 gazel, bir tarih, on kıta. otuz müfred yer almaktadır (divanın diğer nüshaları için bk. TYDK, 111. 843-849). 2. Varidat. Melâmete dair bazı risâleleriyle çeşitli zamanlarda kendisine vâki olan tecellîleri anlattığı, cefr ilmi ve ebced hesabıyla geleceğe ait birtakım bilgiler verdiği mensur bir eserdir (İÜ Ktp., TY, nr. 3518; Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 3299, 3345, 3910/1). Eserin çoğu nüshaları divan ile
birlikte Vâridât-i Mensûre ve Divan adi altında istinsah edilmiştir (meselâ bk. Süieymaniye Ktp., Mİhrişah Sultan, nr. 363). 3. Ankâ-yı Meşnk. İbnü'l-Ara-bfye ilgi duyan Hâşim Baba, onun 'Anka* ü muğrib (şaşırtan anka) adlı eserini "Ankâ-yı Mağrib" (batının ankası) şeklinde değerlendirip ona nazîre olarak bu eseri yazmıştır. Hâşim Baba, kitabında Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin meczup olduğunu ileri sürerek Mevlevîler'i kızdırmıştır. Ayrıca Hacı Bektâş-ı Velî'den çok sık bahsetmesi de dikkat çekicidir. Eserin çeşitli kütüphanelerde yazma nüshaları vardır (Süieymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 3094, Hâşim Paşa, nr. 60; İÜ Ktp., TY, nr 816, 3833; Yapı Kredi Bankası Ktp., nr. 230). 4. Devriy-ye-i Ferşiyye. Niyâzî-i Mısrî'nin "Devriy-ye-i Arşiyye"sine zeyil olarak yazılmış olup doksan dört beyittir. "Lisânü'l-gayb" diye de anılan manzumenin Süieymaniye Kütüphanesi'nde nüshaları bulunmaktadır (Hacı Mahmud Efendi, nr. 3910/ 31; Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 2089/ 7). Hâşim Baba'nın bunlardan başka çeşitli mecmualarda değişik isimlerle kayıtlı manzumelerine de rastlanmaktadır.
BİBLİYOGRAFYA :
Hâşim Baba, Vâridât-ı Mensûre ve Diuan, İSAM Ktp., nr. 24.351 (fotokopi nüsha); Fatîn, Tezkire, s. 50-53; İsmet, Tekmiletü'ş-Şekâik, s. 477, 483, 484, 485, 486, 516; Harîrîzâde, Tibyân, I, 244; Bandırmalızâde, Mir'âtü't-tıt-ruk, İstanbul 1306, s. 45-47; Sicill-i Osmânİ, IV, 624; Osmanlı Müellifleri, I, 62-63, 189-191; Hüseyin Vassâf, Sefine, III, 65-68; Abdül-baki [Gölpınarlı], Melâmîlik ue Melâmiler, İstanbul 1931, s. 97; a.mlf.. Meolâna'dan Sonra Mevlevîlik [İstanbul 1953), İstanbul 1983, s. 300-301; Ergun, Antoloji, s. 409; Vasfi Mahir Kocatürk. Tekke Şiiri Antolojisi, Ankara 1968, s. 440-442; TYDK, III, 843-849; Levend, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 344; H. Kâmil Yılmaz. Azîz Mahmud Hüdâyî ue Celvetiyye Tartkatt, İstanbul 1982, s. 242-243, 277; Cemaleddin Ser-ver Revnakoğlu, "Mi'râciye", Yeni Tarih Dünyası, 11/19-20, İstanbul 1954, s. 167; A. Bilgin Turnalı - Esin Yücel Turnalı. "Celvetîlik İle Bektaşîliği Birleştiren İlgi Çekici Bir Dal: Hâşimiy-ye Kolu ve Üsküdar'da Bandırmalı Tekkesi", TDA, sy. 66(1990), s. 111-120; Abdullah Uçman. "Devriyyeler Üzerine Rıza Tevfik'in Yayımlanmamış Bîr Makalesi", Türklük Araştırmaları Dergisi, sy. 7, İstanbul 1993, s. 537-564; "Hâşim Baba", TDEA, IV, 139; Ekrem Işın, "Hâşim Efendi Tekkesi", DBİsLA, IV, 15-16; M. Baha Tanman - H. Kâmil Yılmaz. "Bandırmalızâde Tekkesi", DİA, V, 54-55; Mustafa Uzun, "Dev-
riyye", a.e., IX, 252. [Tl
İRİ H.
Kâmil Yılmaz
HÂŞİM BEY
(1815-1868)
Türk mûsikisi bestekârı, hanende ve mûsiki hocası.
İstanbul Fatih'te Sarıgüzel mahallesinde doğdu. Babası Seyyid Mehmed Sâdık Ağa'dır. Sesinin güzelliğiyle dikkati çekerek sekiz yaşında iken Enderûn-ı Hümâ-yun'a alındı ve meşkhânede mûsiki öğrenimine başladı. Mûsikideki ilk bilgilerini burada Dellâlzâde İsmail Efendi'den aldıktan sonra bir süre Şâkir Ağa'dan meşketti. Ardından Hamâmîzâde İsmail Dede Efendi'nin derslerine devam ederek kendini yetiştirdi. Hazine koğuşunda çavuş mülâzımı iken 2 Haziran 182Tde çavuşluğa yükseltildi. Enderun'da bulunduğu yıllarda Beşiktaş Mevlevîhânesi şeyhi Hasan Nazif Dede'ye, daha sonra da Hafız Baba adlı bir Bektaşî şeyhine intisap etti. Abdülmecid döneminde Muzıka-i Hümâyun'un fasl-ı atîk heyetinde serhâ-nende olarak görev yaptı.
1848 yılında hacca giden Hâşim Bey, ertesi yıl yalnız fasıl geceleri sarayda bulunmak şartıyla başladığı musâhiblik görevini Abdülmecid'in saltanatının sonlarına kadar sürdürdü. Abdülaziz'in tahta çıkması üzerine(1861) m üezzinbaşılık göreviyle tekrar saraya döndü. Bir süre son-
HÂSİM BEY
ra saraydan ayrılan Hâşim Bey'in hayatının son yıllarının maddî sıkıntı içinde geçtiği, bunda israfa varan cömertliğinin önemli rolü olduğu söylenir. Kaynaklarda, 186S'te Üsküdar Tunusbağı'nda oturduğu sıralarda evine ekmek getiren Bağda-sar Ağa'ya biriken borcunu kendisine mûsiki meşkederek ödediği, alacaklıların rahatsız edeceği endişesiyle evinin arka odalarından birinde Bolâhenk Nuri Bey'e ve diğer talebelerine alçak sesle mûsiki meş-kettiği rivayet edilir. Tlınusbağfndaki evinde vefat eden Hâşim Bey Karacaahmet Mezarlığı'na defnedildi. Sâzendelikle ilgisinin bilinmemesine rağmen mezar taşında "sersâzendegân-ı hâssa" ibaresinin yer alması dikkat çekicidir. Kabri, daha sonraları yapılan yol genişletme çalışmaları sırasında kaybolmuştur. Hâşim Bey on dokuz yaşında iken evlendiği ilk eşi Münîre Hanım'dan 1859'da ayrılmış, aynı yıl evlendiği Hûricinan Hanım'ın üç yıl sonra vefatı üzerine de Zehra Hanım'la hayatını birleştirmiştir.
Hâşim Bey, devrinin Önde gelen musikişinasları arasında hanendeliğinin yanı sıra özellikle bestekâr ve mûsiki hocası olarak tanınmıştır. Bestekârlık gücünü âyin, beste, semai, şarkı ve köçekçe formlarında seksenin üzerindeki eseriyle ortaya koyan Hâşim Bey, altmış altısı şarkı formunda olan bu eserlerinden bazılarını zamanın devlet büyüklerine methiye olarak bestelemiştir. "Mihr-i lutfundan edip baht-ı siyahım ahz-ı nûr" mısraı ile başlayan şedd-İ araban şarkısı ile, "Ni1-met-i vaslın için ey gonca leb" mısraı ile başlayan bayatî-araban şarkısı onun en tanınmış eserlerindendir. Suzinak ve şehnaz makamlarında bestelediği iki Mevlevi âyininden birincisinin notası elde olup bu âyin sadece bir defa Beşiktaş Mevle-vîhânesi'nde okunabilmiş, diğer âyini ise kaybolmuştur. Ahmed Celâleddin Dede'-nin anlattığına göre, Hâşim Bey'in geleneğe aykırı olarak güftesini Beşiktaş Mevlevîhânesi şeyhi Hasan Nazif Dede'nin şi-
HÂSİM BEY
irlerinden seçtiği eserinin mevlevîhâne-lerde okunması Konya Çelebisi Said Hem-dem tarafından yasaklanmış, ayrıca Said Çelebi, böyle bir âyinin okunmasına müsaade ettiği İçin Beşiktaş Mevlevîhânesi şeyhi Nazif Dede'ye bir tekdirnâme göndermiştir. Yine Ahmed Celâleddin Dede'-nin anlattığına göre Hâşim Bey bu iki âyinin bestelerini daha sonra Mevlânâ'nın şiirlerine uyarlamış, ancak eserlerin bu şekilleri zamanımıza ulaşmamıştır. Hâşim Bey'in bazı nefesler bestelediği söylenmekteyse de nefes bestekârları çoğunlukla adlarını gizlediklerinden bu bestelere dair herhangi bir bilgiye rastlanmamıştır. Diğer taraftan Hâşim Bey tarz-ı nevîn adıyla mürekkep bir makam icat etmiş ve bu makamda bir hayli eser bestelemiştir.
Hâşim Bey, aslında bir güfte mecmuası olmakla birlikte bazı nazarî bilgilerin de yer aldığı bir mûsiki mecmuası düzenlemiştir. Eserin Mecmûa-i Kârhâ ve Nakşhâ ve Şarkiyyât adıyla yapılan ilk neşri (İstanbul 1269) Sultan Abdülazİz'e sunulmuştur. Kısa bir mukaddimenin ardından eserler, klasik güfte mecmuala-rındaki tertip gözetilerek her makama ait "fasıl" adlı müstakil bölümler halinde kaydedilmiş ve her bölümde büyük formdan küçüğüne doğru bir sıralama yapılmıştır. Eser yazılırken Abdülbâki Nasır Dede'nin Tedkîk u Tahkîk'inden de istifade edilmiştir. Kitabın Hâşim Bey Mecmuası adıyla anılan ikinci baskısı (İstanbul 1280) ilk neşre göre muhteva bakımından daha zengindir. Hâşim Bey bu basıma yazdığı mukaddimede, musikişinaslar için daha önce muhtasar bir mecmua tertip ettiğini, beş altı yıl içinde birtakım yeni şarkılar bestelendiği İçin yeniden bir mecmuanın tanzîmiyle beraber bir edvarın da ilâvesine lüzum gördüğünü, eski mecmuada yer alan, ancak artık kullanılmayan bazı fasılları çıkarıp yerlerine yeni şarkı güftelerinden koyduğunu, yeni makamlar hakkında da gerekli açıklamanın yapılacağını söyler. Dairelerle açıklanan usul tariflerini "İlm-i Edvara Dâir Risale" başlığı altındaki nazariyat bilgileri takip eder. Bu bölümde, klasik edvarlarda yer alan mitolojik mûsiki bilgilerinin ardından makamların melodik seyir ve karakterleri anlatılarak bunların Batı
müziği tonal sistemiyle olan benzerlikleri belirtilmiştir. Bunu. makamlar ve bunların yıldızlar ve burçlarla olan münasebetleri, mûsikinin insanlar ve hayvanlar üzerindeki etkisinden bahseden bölüm takip eder. Mecmuanın nazariyat kısmının sonunda kullanılmayan makamların kısa tariflerine yer verilmiştir. Eser, iki sayfalık makamlar fihristinin ardından güftelerin sıralandığı antoloji bölümüyle sona erer. Hâşim Bey eserin sonunda, bu mecmuaya haşiye olmak üzere başka bir risale daha tertip etmekte olduğunu söylüyorsa da böyle bir esere henüz rastlanmadığı gibi kaynaklarda bunun yazıldığına dair bilgi de bulunmamaktadır.
Bahçeciliğe ve çiçekçiliğe karşı özel bir merakı olan ve bazı şiirler de kaleme alan Hâşim Bey pek çok talebe yetiştirmiştir. Bunlar arasında Hacı Faik Bey, Hacı Arif Bey. Ekmekçi Bağdasar Ağa, Bolâhenk Nuri Bey, Üsküdarlı Neyzen Salim Bey ve Karantinacı İsmail Bey en meşhurlarıdır.
Hâşim Bey'in kardeşi Besim Bey de mûsikiyle meşgul olmuştur.
BİBLİYOGRAFYA :
Atâ Bey. Târih, IV. 303; Hızır İlyas. Târih-i Enderun, İstanbul 1276, s. 401, 404, 434; Ezgi, Türk Musikisi, II, 6, 9; V, 444-446; Ergun, Antoloji, II, 405, 411-412, 419-420, 439, 541-542, 637-638; Mahmut R. Gazimihal, Türk Askerî Muztkatan Tarihi, İstanbul 1955, s. 100; İbnülemin, Hoş Şada, s. 185-186; Karadeniz, TürkMüsikisi.s. 719-727; Özalp. TürkMusiki-si Tarihi, I, 231-234; Ruşen Ferit Kam. "Hâşim Bey", Radyo Mecmuası, sy. 83-84, Ankara 1948, s. 6-7; Hayri Yenigün. "Haşim Bey". MM, sy. 201 (1964), s. 268; Orhan Nasuhioğlu, "Meşhur Musikişinaslarımızın Mezarlarına ve Hâşim Bey'e Dair", a.e., sy. 298 (1974). s. 5-7; Duran Bardakoğlu. "Haşim Bey Mecmuası Nazari Kısım Üzerine Bir Çalışma", a.e., sy. 370 (1980), s. 4-6; sy. 371 (1980), s. 13-17; sy. 372 (1980), s. 10-12; sy. 373 (İ980), s. 19-20; sy. 375 (198I|, s. 19-20; sy. 380 (198!). s. 15-16; sy. 384 (1981). s. 26-28; Öztuna, BTMA, I, 335-
337- ıâı
İSKİ Nuri Ozcan
r „ . . i
HASIM EFENDİ, Mehmed
(ö. 1845)
Osmanlı hattatı, tuğrakeş ve sikkezen.
Kafkasya'dan getirilmiş Çerkez asıllı bir köledir. Celi sülüste çığır açan Mustafa Rakım tarafından küçük yaşta satın alınıp azat edilmiş, daha sonra manevî evlât olarak yetiştirilip evlendirilmiştir. Hattatlığı ve tuğrakeşliği Mustafa Râkım'-dan öğrenen Hâşim Efendi, hocasına son eseri olan Nusretiye Camii (1241/1825) içindeki celî sülüs yazı kuşağının yazılmasında Recâi Şâkir Efendi ile birlikte yardımcı olmuş, ayrıca caminin bazı kapı üstü yazılarını da tamamlamıştır.
Hâşim Efendi. Mustafa Râkım'ın vefatından sonra (1241/1826) sikke-i hümâyun ressamlığına tayin edildi ve Dîvân-ı Hümâyun'da hâcegânlık rütbesine yükseltildi, daha sonra Darphâne-i Âmire'de sikkezenbaşılığa getirildi. İstanbul'da "dival işi" olarak altın sırma ile hazırlanan Kabe örtüsünün 1253 yılı (1838) hac mevsiminde eskisiyle değiştirilmesi merasimine örtüdeki yazıların hattatı sıfatıyla katıldı. Hacdan sonra Kabe'den çıkarılan eski örtüyü yanına alarak İstanbul'a döndü. II. Mahmud'un türbesi için celî sülüsle kuşak ve diğer yazılan yazan Hâşim Efendi, türbenin 1S Şaban 1256 (12 Ekim 1840) tarihinde yapılan açılış merasiminde Sultan Abdülmecid tarafından mükâfatlandırıldı.
Hâşim Efendi 22 Cemâziyelâhir 1261'-de (28 Haziran 1845) vefat etti; hocası
Mustafa Râkım'ın Karagümrük-Zincirii-kuyu'daki türbesine defnedildi. Kabir kitabesi, en iyi öğrencisi sayılan Ahmed Rakım Efendi tarafından celî sülüsle yazılmıştır.
Yaşadığı devirde Rakım yolunun en başarılı temsilcilerinden sayılan Hâşim Efen-di'nin II. Mahmud ve Abdülmecid devrinde yapılan veya tamir edilen âbideler üstündeki tuğraları da mükemmeldir.
BİBLİYOGRAFYA :
Hatiib, Hatt u Hattâtân, İstanbul 1306, s. 168; İbnülemİn, Son Hattatlar, s. 125-126; Şevket Ra-do. Türk Hattattan, İstanbul, ts. (Yayın Matbaacılık), s. 205; M. Uğur Derman. "Hâşim Efendi", 7Â,X1X, 48. r—I
İKİ M. Uğur Derman
rHÂŞÎM MUHAMMED el-BAĞDÂüf
(ı£b IJJuIl Acjıto (V-lA,}
Ebû Rakım Hâşim b. Muhammed
b. Dirbâs el-Kaysî el-Bağdâdî
(1917-1973)
Hattat.
Bağdat'ta doğdu. Küçükyaşta babasını kaybedince amcası Mahmûd'un himayesinde büyüdü. Molla Arif Sihirden ders alarak başladığı hat çalışmalarını Bağdat'ın önde gelen hattatlarından Muhammed Ali Sâbir"in yanında sürdürdü.
1934 yılında çalışmaya başladığı askerî bir kurumdan kısa bir süre sonra ayrıldı. 1937'de haritacılıkla İlgili bir daire olan Müdîriyyetü'l-mesâhatİ'l-âmme"ye tayin edildi. Arkadaşı hattat Abdülkerîm Rıf-"at'tan Arap tezyinatını Öğrendi. Osmanlı üslûbunda eserler ortaya koyan Molla Ali el-FazITnin yanında hat eğitimini tamamlayarak 1943 yılında icazet aldı. 1944'te Mısır'a gitti. Aynı yıl Mısırlı iki hattat Muhammed Hüsnî ve Seyyid İbrahim Efen-di'den icazet aldı. Ertesi yıl Kahire'de tanınmış Türk hattatı Azîz er-Rifâfnin kurduğu Medresetü tahsîni'1-hutûti'l-mele-kiyye'den mezun oldu. Yazdığı bir hilye-i
şerîfeyi Hamit Aytaç'a göndererek takdirlerini kazandı. 1951 yılında Türkiye'ye gitti. Hamit Aytaç. Necmeddin Okyay. Macit Ayral ve Mustafa Halim Özyazıcı ile görüşerek sohbetlerine katıldı. Hamit Ay-taç'tan icazet yerine geçen İki takdir belgesi aldı. Bağdat'ta, 1955-1959 yılları arasında Bağdat Güzel Sanatlar Enstitü-sü'nde hoca olarak bulunan Macit Ayral'-dan da istifade etti. 1960'ta hoca olarak tayin edildiği Bağdat Güzel Sanatlar Ens-titüsü'ne sanat hayatının en verimli dönemini geçiren Hâşim Muhammed 30 Nisan 1973'te vefat etti ve Bağdat'taki Hayzürân Kabristanı'na defnedildi.
Celî sülüste ve tuğra çekmekte devir açan Osmanlı hattatı Mustafa Râkım'a (ö. 1826) duyduğu hayranlık dolayısıyla oğluna Rakım adını veren ve Ebû Rakım künyesini kullanan Hâşim. Osmanlı hat üslûbuna bağlılığı ile çağdaşı Arap hattatları arasında özel bir yere sahiptir.
Hâşim, Bağdat başta olmak üzere İrak'ın çeşitli yerlerindeki yirmi kadar caminin yazılarını yazdı. Osmanlı hattatlarından Mehmed Emin Rüşdî'nin 1821'de İstanbul'da yazdığı ve Pertevniyal Valide Sultan'ın İmâm-ı Âzam Camii'ne vakfettiği mushafın Evkaf Divanı'nca yapılan basımını kontrol ederek yazı ve tezyinatıy-la ilgili eksiklerini tamamladı (1951). Bu mushafın ikinci (1966) ve üçüncü (1971) baskıları yine onun gözetiminde Almanya'da yapıldı. Hasan Rızâ Efendi'nin 1891'de yazdığı mushafın kontrolünü de üstlenen Hâşim. bu yoğun işleri sebebiyle 1959 yılında yazmaya başladığı mus-hafı tamamlayamamıştır.
Hat tarihi ve meşhur hattatlar üzerinde de çalışan Hâşim Muhammed, Arap yazısının kurallarını öğretmek amacıyla
kaleme aldığı Kavâ'idü'l-hatti'l-cArabî adlı eserinin Irak. Pakistan. Mısır, İran, Türkiye ve Lübnan'da çeşitli ofset baskıları yapılmıştır. Eserin ilaveli son baskısında (Bağdat 1961) sülüs, ta'lik. celî, divanî ve kûfî yazılarından oluşan 300 kadar örnek yer almaktadır (Sabit Münîr er-Râvî, III |I976|. s. 53). Hat tarihine dair araştırmalarının müsveddeleri ise oğlu Râkım'dadır.
Hâşim. el-Hidâyetü'l-İslâmiyye adlı cemiyet tarafından yayımlanan yıllığa hatla ilgili makaleler yazmış. et-Terbiyetü'l-İslâmiyye dergisinde Mustafa Halim öz-yazıcı (sy. 4. Bağdad 1965, s. 42) ve Muhammed Bedevi ed-Dîrânî'nin (sy. 3 11968], s. 42) ölümleri münasebetiyle iki yazı kaleme almıştır. Irak Cumhuriyeti'-nin 1960yılında yayımladığı el-Hattâtûn fi'l-cIrâk adlı yıllık çalışmasına da katkıda bulunmuş, Irak Kültür ve Tanıtma Ba-kanliğı'nın 1964'ten itibaren neşrettiği bütün dergi ve kitaplar da dahil olmak üzere yüzlerce eserin başlığını yazmıştır. 1950'li ve 196O'lı yıllarda Irak'ta ders kitabı olarak kullanılan rik'a meşki de onun tarafından hazırlanmıştır.
Irak Merkez Bankası ve Masrafü'I-vata-nî'ce çıkarılan banknotların ve 1948-1959 yılları arasında tedavülde bulunan madenî paraların yazı ve tezyinatını hazırlaması Hâşim'in diğer Arap ülkelerinde tanınmasını sağlamıştır. Tunus, Libya ve Sudan paralarındaki hat ve tezyinat da ona aittir.
Bağdat Güzel Sanatlar Enstitüsü'nde uzun yıllar hat hocalığı yapan Hâşim, sadece Ahmed en-Necefî ez-Zencânî ve Ab-dülganî el-Ânî adlı iki öğrencisine icazet vermiştir. 1952 ve 1964 yıllarında Bağdat'ta iki sergi açmış, vefatından sonra adı-
Dostları ilə paylaş: |