Tafa İzzet Efendi'den hat dersleri almış



Yüklə 1,2 Mb.
səhifə16/28
tarix11.01.2019
ölçüsü1,2 Mb.
#94736
növüYazı
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   28

409

HÂ$İM MUHAMMED el-BACDÂDÎ



na sergiler düzenlenmiştir. Bunların en önemlisi 1978'de Londra'da açılan sergidir.

BİBLİYOGRAFYA :

Delîlü mairazi Müdîriyyeü'l-meşâhati'I-'âm-me, Bağdad 1952; Detılü'l-CumhariyyetiVIrâ-ktyye lisene 1960, Bağdad 1960, s. 794; De-iîlü macrazVl-hatti'l-cArabı ue'z-zehrafetü'l-ls-tamiyye, Bağdad 1964; Zikra 'amîdi'l-ljatfi'l-'■Arabî Hâşim Muhammed el-Bağdâdı, Bağdad 1973;Velîdel-A'zamî, Terâcimü hattatı Bağdâ-di'l-mu'âşırtn, Beyrut 1977, s. 254-275; Ziriklî. el-AHâm (Fethullah). VIII, 67; Mâcid ez-Zühdî. el-Mecmü'a (nşr. Hâlid Hüseyin). Bağdad 1985, s. 9; Nesîm Rahîm Kerîm, Hâşim Muhammed el-Bağdadî (yüksek lisans tezi, 1988, Câmiatü Bağdad Külliyyetü'l-fününi'l-cemîle); M. Uğur Derman. İslâm Küttür Mirasında Hat Sanatı, İs­tanbul 1992, s. 230; "Likâ= ma'a'l-fennân Hâ­şim Muhammed el-Hattât". el-Aktâm, sy. 12, Bağdad 1965, s. 134; Hâşim en-Nuaymî, "Hadî-şûn cani'l-bat". Ceridetû'l-Cumhûriyye, Bağ­dad 14.8.1970, s. 3; Abdullah el-Cübûrî, "Hâ­şim Muhammed el-8ağdâdî", er-Risâletü'l-ls-lâmiyye, LX1, Bağdad 1973, s. 82; Sabit Münîr er-Râvî. "Hâşim el-Hattât", el-Meurid, [11, Bağ­dad 1976, s. 51-53; Nûrî Hammûdî Ali, "Mâ zâ fe'ale Hâşim el-Hattât bi-muşhafi'l-evkâf", Afâk 'Arabiyye, IX, Bağdad 1980, s. 118.

Iffil Yûsuf Zennûn

HÂŞİM b. UTBE

Ebû Ömer Hâşim b. Utbe b. Ebî Vakkâs ez-Zührî

(ö. 37/657)

Kahramanlığı ile tanınan sahâbî.

Mekke'nin fethedildiği gün kardeşi Nâfi' ile beraber müslüman oldu. Uhud Gazvesi'nde Resûl-i Ekrem'in dişini kıran babası Utbe Mekke fethinden önce İslâ­miyet'i kabul etmeden öldü. Hâşim, Yer-mük Savaşı'na atlı bir birliğin kumanda­nı olarak katıldı ve bu savaşta bir gözünü kaybettiği için "A'ver" lakabıyla anıldı. Şam'ın fethinden sonra orada ikamet et­ti. Hz. Ömer onu Şamhlar'dan oluşan bir kıtanın başında İrak'a gönderdi. Amcası Sa'd b. Ebû Vakkâs'ın emrinde Kâdisiye Savaşı'na katılarak ordunun sol kanadı­na kumanda etti. Bu savaştan sonra ba­rış yolu ile Hulvân'ı, emrindeki 12.000 ki­şilik bir kuvvetle seksen gün süren bir ku­şatmadan sonra da Celûlâ'yı fethetti. Hz. Osman zamanında tek başına şevval hi­lâlini görerek iftar ettiği için cezalandırıl­dığı rivayet edilir. Hz. Ali ile Muâviye ara­sındaki mücadelede Ali'nin yanında yer aldı. Cemel Vak'ası'ndan önce Hz. Ali onu, oğlu Hasan ve Ammâr b. Yâsir İle birlikte taraftar toplamak ve muhtemel bir ça­tışmaya hazırlanmak için Kûfe'ye gön­derdi.

410


Savaş oyunlarını iyi bilen, düşmanları­na karşı seri hareketleri ve hızlı darbeleri sebebiyle "Mirkâl" lakabıyla anılan Hâşim, Sıffîn Savaşı'nda Basralılar'dan oluşan kuvvetlerin başında ordunun bayrağını taşıması Muâviye ile Amr b. Âs'ı korkuya düşürdü. Ancak Sıffîn'deki muharebele­rin birinde bütün gün çarpıştıktan sonra akşam karanlığında Haris b. Münzir tara­fından öldürüldü. Ölmeden Önce bir aya­ğını kaybettiği zikredilmiştir (Fâsî, VII, 360)- Şamlılar'ı sevindiren bu ölüm Hz. Ali'nin ve Irak ordusunun derin üzüntü­süne sebep oldu. Başta Hz. Ali olmak üze­re Hâşim'in oğlu Abdullah ve Ebü't-Tufeyl Âmir b. Vasile onun hakkındaki teessür­lerini mersiyeleriyle dile getirdiler. Mu­hammed Rızâ el-Hakîm Hâşim el-Mir-kül adlı bir eser kaleme almıştır (Necef 1370/1951).

BİBLİYOGRAFYA :

Dîneverî, eM/ıMrü'f-fiüâ/, Bağdad 1959, s. 120, 121, 144, 171,174,183; Taberî, Târih, IV, 215, 260, 321, 373, 378, 402-403, 447-451, 473-478; V, 7-8, 26, 532-533, 623, 652-656; VI, 23; Hâkim, el-Müstedrek, III, 395-396; İbn Hazm. Cemhere, s. 129; Hatîb. Târîhu Bağ­dad, I, 196; İbn Abdülber. el-İsU'âb, III, 616-622; İbnü'l-Esîr, Ûsdü'l-ğâbe,V, 377-378; a.mlf., et-Kamil, II, 520-521, 525; III, 260, 282, 294, 309, 313-314; Zehebî. Aclâmü'n-nübelâ', III, 486; Fâsî, el-'ikdü'ş-şemîn. VII, 359-360; İbn Hacer, el-lşâbe, III, 593; A'yânü'ş-ŞVa, I, 496-498; Zi-riklî. el-A'lâm, IX, 49; Cezzâr. Medâhilû't-mü'el-ü/în, III, 4-6; Ed.. "Hâsllim b. TJtba", El2 (Fr). 111,267. ı—i

İmi Asri Çubukçu

HÂŞİMÎ, Muhammed b. Ahmed

Muhammed b. Ahmed b. Abdirrahmân

el-Hâşimî et-Tilimsânî

(1881-1961)

Derkâvî-Alevî şeyhi, âlim.

17 Temmuz 1881 'de Cezayir'in Tilim-sân (Tlemsen) şehrine bağlı Subde belde­sinde doğdu. Annesi ve babası Hz. Hasan neslindendir. İlk eğitimini Subde kadısı ve bölgenin âlimlerinden olan babasın­dan aldı. Onun ölümünden sonra kardeş­lerinin geçimini sağlamak için tarım işçi­si ve baharat satıcısı olarak çalıştı, bir sü­re de terzilik yaptı. Bu arada dinî bilgile­rini arttırmak amacıyla cami ve medre­selerin halka açık derslerine devam et­ti. Bu yıllarda Derkâve'de yaygın olan ve mensuplarının medrese kültürü de alma­sına büyük özen gösteren Şâzeliyye tari­katının Derkâviyye koluna intisap etti. Bu tarikatın Şeyh Muhammed el-Habrî ve

Muhammed b. Habîb el-Bûzîdî gibi ün­lü simalarının seçkin müridlerinden biri olan Muhammed b. Yellİs'ten çeşitli ders­ler aldı. Fransızlar'ın Cezayir'i işgal edip ülkede her türlü İslâmî eğitim ve öğretim faaliyetini yasaklaması üzerine mürşidi İbn Yellis ile birlikte Şam'a kaçtı (1904). Burada bir süre göçmen mahallesinde kaldı. Şehirdeki Cezayirli göçmenlerin de­ğişik yerlere dağıtılmasını protesto etti­ği gerekçesiyle Suriye müftüsü Muham­med Ebü'1-Yüsr Âbidîn ile birlikte sürül­düğü Adana'da iki yıl mecburi ikametten sonra Şam'a, şeyhi İbn Yellis'in yanına döndü. Suriye'nin meşhur âlimlerinden Mahmûd Reşîd el-Attâr'dan usûl-i fıkıh. Şeyh Muhammed Yûsuf el-Kâfî'den Mâ-likî fıkhı okudu. Ayrıca Muhammed Bed-reddin el-Hasenî, Emîn Süveyd, Muham­med b. Ca'fer el-Kettânî, Tevfîkel-Eyyûbî, Yûsuf b. İsmail en-Nebhânî ve Ebü'l-Hayr el-Meydânî gibi âlimlerden istifade etti.

İbn Yellis'in vefatından sonra f i927). hac seyahati dolayısıyla Şam'a uğrayan Derkâviyye şeyhlerinden Ahmed el-Alevf-ye intisap etti. Şam'da oturmakta oldu­ğu göçmen mahallesinde bir zaviye açtı, ayrıca mescid ve evlerde zikir ve ders hal­kaları oluşturmaya başladı. Emeviyye Ca-mii'nde vaazlar verdi; şehrin Şâmiye ve Nuriye medreselerinde akaid ve tasav­vuf dersleri okuttu, vaaz ve sohbetlerde bulundu. Halifelerinden Abdülkâdir îsâ, onun samimi sohbet ve telkinlerinden et­kilenen pek çok insanın tövbe edip sâlih birer kul olmaya çalıştığını belirtmekte­dir {el-Hakâ'ik '■ani't-taşauuuf, s. 621). Hâşimî 19 Aralık 1961 tarihinde Şam'da vefat etti. Cenaze namazı Emeviyye Ca-mii'nde kılındıktan sonra Dahdah Mezar-lığı'nda Şeyh Ebü'l-Hayr el-Meydânfnin yanına defnedildi.

Hâşimî'nin tarikat silsilesi Ebü'l-Yezâ el-Mehâcî, Muhammed Kaddûr e!-Vekîlî, Muhammed b. Habîb el-Bûzîdî, Ahmed el-Alevî vasıtasıyla Şâzeliyye'nin Derkâviy­ye kolunun kurucusu Ahmed ed-Derkâ-vî'ye (ö. 1239/1823) kadar ulaşır. Derkâ-viyye'nin Ahmed el-Alevfye nisbet edilen Aleviyye kolunun Ortadoğu'daki en meş­hur merkezi Hâşimî'nin Şam'da tesis et­tiği zaviyedir. Kendisinden sonra irşad fa­aliyetini Şam, Humus, Hama, Halep gibi şehirlerle Ürdün ve Filistin'in çeşitli mer­kezlerinde açılan zaviyelerde Muhammed Saîd el-Burhânî, Abdülkadir îsâ. Saîd el-Kürdî gibi Hâşimî'nin ünlü halifeleri de­vam ettirmiştir.

Ahlâkı, fazileti ve kaliteli dersleriyle çev­resinde dönemin Şa'rânî"sİ olarak ün ya-

pan Hâşimî, Ehl-i sünnet inancını savun­mak amacıyla çeşitli risaleler kaleme al­mıştır. İlmî ve tasavvuf? şahsiyetinin yanı sıra aktif kişiliğiyle de tanınır. Nitekim kendisi, Cezayir'de Fransızlar'a karşı di­renen Ömer el-Muhtâr, Şerif es-Senûsî ve Abdülkâdir el-Cezâirî gibi mücahidler ara­sında sayılmaktadır. el-Hakâ*ik 'ani't-taşavvuf adlı eserine Hâşimrden aldığı tarikat icazetnamesini de kaydeden Ab­dülkâdir îsâ, şeyhinin manevî şahsiyeti hakkında bilgi verirken (s. 620-623, 627-629) onun ilim ve keramet yoluyla değil daha çok güzel ahlakıyla temayüz ettiği­ne dikkat çekmektedir. Hâşimî'nin faali­yetleri, bir Kuzey Afrika tarikatı olan Şâ-zeliyye'nin XX. yüzyılda Suriye ve Ortado­ğu'da yaygınlık kazanmasını sağlamıştır.

Eserleri. 1. 'Akidetü Ehli's-sünne ma'anazmihâ (Dımaşk [957). Eser, Ehl-i sünnet akidesini aydın okuyucu kitlesine tanıtmak amacıyla önce mensur olarak kaleme alınmış, daha sonra kolay ezber-lenebilmesi için manzum hale getirilmiş­tir. Bizzat müellif tarafından Şerhu Afaz­ini 'Akideti Ehli's-sünne ve Miftâhu'l-cenne Şerhu çAkideti Ehli's-sünne adıy­la yapılan birincisi muhtasar, ikincisi ge­niş iki şerhi bulunan eser şerhleriyle de basılmıştır (Dımaşk 1960). 2. el-Kavlü'l-faşiü'î-kavîm ü beyâni'l-murâd min vaşiyyeti'I-hakîm (Dimaşk 1957). Kelâm ve tasavvuf konularının birlikte ele alın­dığı bu eserde müellif, bu iki ilim dalının birbirlerine destek olmasının faydalarına dikkat çekmektedir. 3. TaTık 'alâ Mi'râ-ci't-teşevvüf ilâ haka'iki't-taşavvuf (Dımaşk 1937), İbn Acîbe'nin bir tasav­vuf terimleri sözlüğü mahiyetindeki Mi1-rdcü'f-teşevvüfüne Hâşimî'nin yaptığı eklemelerden oluşmaktadır. 4. Şerhu Şatranci'l-'ârifîn (Dımaşk 1938, 1964). Muhyiddin İbnü'I-Arabî'ye atfedilen kü­çük bir risalenin izahı mahiyetindeki bu eserde, insanın kaderi ve bir sûfînin sey-rü sülûkü sırasında karşılaşabileceği çe­şitli engeller ve bunların asılmasıyla ilgi­li ilâhî lutuflar satranç kareleri üzerinde tasvir edilmektedir. S. el-Hallü's-sedîd lime'steşkelehü'I-mürîd min cevâzi'I-ahz hn mürşidin fDımaşk 1383). Müel­lif bu eserinde, bir müridin şeyhini veya tarikatını hangi durumlarda değiştirebi­leceği sorusuna cevap vermeye çalışmak­tadır.

Hâşimfnin ed-Dürretü'1-behiyye (Dı­maşk 1350), Sebîlü'S'sa'âde fî macnâ kelimeteyi'ş-şehâde maca nazmihâ (Dımaşk 1939), el-Bahşü'1-câm? ve'l-berku'1-Iâm? ve'1-ğayşü'I-hâmi* fîmâ

yete'allak bi'ş-şarfa ve'ş-şâni* (Dı­maşk 1950) adlı eserleri akaid konularıy­la ilgilidir. Müellif bu eserlerinde. İbn Sî-nâ'nin düşüncelerinden ve Kuzey Afri-ka'daki kelâm ekollerinin gelişmesinde önemli bir role sahip bulunan Tilimsânli sûfî Muhammed b. Yûsuf es-SenûsFnin (6. 895/1490) görüşlerinden istifade et­mek suretiyle zenginleştirilmiş bir Eş'a-riyye düşüncesi ortaya koymaktadır.

BİBLİYOGRAFYA :

M. Lings. A Suft Saint of the Tıventİeth Cen-tury Shaikh. Ahmad al-Alamt, London 1973, s. 29, 79; Abdülkâdir Ayyaş, Mu'cemü'l-mü'etli-rtne's-Sûriyyînfi'l-karni't^ışrîn, Dımaşk 1405/ 1985, s. 524; M. Abdüllatîf el-Ferfûr. A'lâmü Dımaşk, Dımaşk 1408/1987, s. 309-311; M. Ah-med Dernîka. et-Tarîkatü'ş-Şâzeliyye ve a'lâ-mühâ, Beyrut 1410/1990, s. 182-184; Abdülkâ­dir îsâ, el-Hakâlk 'ani't-taşavouf, Halep 1414/ 1993, s. 74, 618-629; J. L. Michon, "al-Hâ£Üi-mi",E7*(İng.),]II,261-262;a.mlf.."Ibn Yallas", a.e., III, 968; Mustafa Kara, "Ahmed el-Alevî", DM,11,43.

Îlyas Çelebi

n

fi



P HÂŞİMÎ EMÎR OSMAN EFENDİ

(ö. 1003/1595)

Bayramı şeyhi, şair.

919'da (1513) Sivas'ta doğdu. Asıl adı Osman'dır. Tarikat silsilesi hakkında ka­leme aldığı "sevdiğim" redifli manzume-sindeki "Nesl-i pâk-i Mustafâ vü Murta-zâ'dır HâşimH mısraından da anlaşılacağı üzere Hz. Ali neslinden geldiği için "sey-yid" ve "emîr" lakabıyla anılmış, yine bu sebeple şiirlerinde Hâşimî mahlasını kul­lanmıştır. Acem seyyidleri gibi saçlarını uzattığından Saçlı Emîr olarak ve tekke­sinin bulunduğu yer dolayısıyla Kasımpa-şalı nisbesiyle de anılır. Evliya Çelebi on­dan "eş-Şeyh Osman yani Emîr Sultan" diye bahseder, tekkesini de Emîr Sultan Tekkesi olarak tanıtır {Seyahatname, I, 418, 425). Peçevî'nin "Mevlânâ Muham­med b. Abdülevvel ki Saçlı Emîr denmek­le meşhur idi" (Târih, s. 55) şeklinde ver­diği künyesi başka kaynaklarda yer alma­maktadır.

Hâşimî öğrenim için genç yaşta Amas­ya'ya, oradan da İstanbul'a gitti. Sahn-ı Semân Medresesi'nde okurken tasavvu­fa meylederek tahsilini bıraktı ve devrin birçok meşâyihine hizmette bulundu. Bu sırada gördüğü bir rüya üzerine Vize'ye gitti. Burada, rüyasında Hz. Ali suretin­de gördüğü devrin Bayramî-Melâmî kut­bu Sârbân Ahmed'in mensuplarından Vi­zeli Alâeddin Efendi ile karşılaşarak ona intisap etti. Seyrü sülûkünü, Alâeddin

HÂŞİMÎ EMÎR OSMAN EFENDİ

Efendi'nin vefatından (970/1562-63) son­ra yerine geçen Gazanfer Efendi'nin ya­nında sürdürdü. Onun emriyle Amasya'­ya gidip irşad hizmetine başladı. Gazan­fer Efendi'nin vefatı üzerine İstanbul'a döndü (974/1566-67) Kasımpaşa ile Ok­meydanı arasındaki Kulaksız semtinde günümüzde kendi adını taşıyan ve cami olarak kullanılan zaviyeye yerleşti. Oğlan Şeyh İsmail Ma'şûki ve Hamza Bâlî meş­rebinde olduğu, onlar gibi şeriata aykırı hareketlerde bulunduğu dedikoduları et­rafa yayılınca, istikamet sahibi oluşuyla halk ve devlet nezdinde itibar sahibi bu­lunan Halveti şeyhlerinden Nûreddinzâ-de'ye intisap ederek yanında erbaine gir­di. Hulvî'nin naklettiğine göre bu sırada gördüğü bir rüyayı Nûreddinzâde'ye an­latıp yorumunu sorunca, "Emîr, senin bi­ze ihtiyacın yok. Var git, dervişânın ile meşgul ol. Bizim kisvemizi ve evradımızı terketme" cevabını aldı. Bunun üzerine tekkesine dönüp hizmetine devam etti. 11 Zilkade 1003 (18 Temmuz 1595) tari­hinde Öldü ve Kasımpaşa'da Kulaksız'da-ki tekkesinin hazîresine defnedildi.

Vizeli Alâeddin tarafından Gazanfer Efendi'nin kızıyla evlendirilen Hâşimî Emîr Osman'ın vefatından sonra yerine oğlu Seyyid Cafer Efendi geçti. Hâşimî'nin Muhtârî ve Emîrî mahlaslarını kullanan şair iki oğlu daha olduğu bilinmektedir (Kınalızâde, I, 186; 11, 881).

San Abdullah Efendi Hâşimî'yi güzel yüzlü ve keramet sahibi bir velî, Nevlzâ-de ise cezbeli, keramet ehli, herkesin hür­met gösterdiği bir şeyh olarak tanıtır. Hâ­şimî Emîr Osman'ın bağlı olduğu kol Bay-ramî Melâmîleri'nin silsilesiyle birleşmek­le birlikte tekke açıp âyin. evrâd ve ezkâr-la meşgul olması melâmet yolundan uzak­laştığını göstermektedir. Bunda, o dö­nemde Bayramı Melâmîleri aleyhinde yürütülen faaliyetlerin de etkili olduğu söylenebilir. Hediyyetü'l-ihvân müellifi Nazmı Efendi onu Bayramı Melâmîleri'n-den ayrı bir kategoride değerlendirir ve "tarîk-i Bayramı" üzere âyin icra ettiğini bildirir.

Eserleri, l. Divançe. Üsküdar Hacı Se­lim Ağa (Aziz Mahmud Hüdâî, nr. 297/7) ve İstanbul Üniversitesi (TY, nr. 256) kü-tüphaneleriyle İstanbul Belediyesi Ata­türk Kitaplığı'nda (Osman Ergin, nr 1300/ 2, 935) nüshaları bulunan eserdeki şiir­lerden bir kısmı torunlarından ve tekke­nin son şeyhi Mehmed Süreyya Bey tara­fından Dîvânçe-i Hâşimî Emîr Osman Efendi adıyla yayımlanmıştır (İstanbul 1329). Kitabın baş tarafında naşirin, esas

411

HÂSİMÎ EMÎR OSMAN EFENDİ



itibariyle Lemezât-ı Huiviyye'den fay­dalanarak kaleme aldığı Hâşimrnin ha­yatıyla ilgili bir giriş kısmı yer almaktadır. Emîr Osman Efendi'nin kendi tarikat sil­silesi hakkındaki on üç beyitlik bir man-zumesiyle başlayan eserde Hâşimî mah-laslı kırk şiir vardır. Ancak bunların bazı­ları Hâşim Baba'ya, birkaçı da Sârbân Ah-med'e aittir (Gölpınarİı, Melâmilik ue Me­lâmiler, s. 69-70; a.mlf., Kaygusuz Vizeli Alâeddin, s. 12-13). Abdülbaki Gölpınar-lı'nın bir cönkten {Melâmilik ve Melâmi­ler, s. 70) ve Osman Ergin'e ait bir mec­muadan alarak yayımladığı {Kaygusuz Vi­zeli Alâeddin, s. 81-88), aralarında Di-vançe'de olmayan manzume ve beyitle­rin de bulunduğu örnekler, Divançe'nin diğer nüshaları yanında cönkve şiir mec­mualarının taranmasıyla şiirlerinin arta­cağını düşündürmektedir. Nitekim Bir-gül İşgüzar tarafından mezuniyet tezi olarak hazırlanan (bk. bibi.) Süleymaniye Kütüphanesi'nde kayıtlı nüshada (Hâ­sım Paşa. nr. 81), seksen manzume bu­lunmaktadır. Ayrıca matbu nüshanın ön-sözündeki. "Hazretin gayr-ı matbu olan dîvân-ı âlîlerinden bazı eş'âr-ı âşıkanele­rinin dahi ilâvesiyle" ifadesi şiir sayısının daha fazla olduğunu göstermektedir. Di­vançe'nin son kısmında, Hâşimî Der-gâhı'nda bir süre vekâletle görev yapan Mehmed Ledünnî Efendi'nin Emîr Osman Efendi ve silsilesi hakkında kırk altı beyit­lik bir manzumesi, türbenin hacet pence­resinde yazılı üç beyitlik kitabe, türbede levha olarak asılı bulunan Osman Rahmi Efendi'nin dört bendlik bir muhammesi. Mehmed Süreyya Bey'in "İstişfâ" başlıklı bir muhammesi ve Hz. Ali hakkındaki iki şiiri bulunmaktadır. Hâşimî Emîr Osman Efendi'nin, "Aşk-ı yâre düş olaldan yâri­mi gördüm ayan" mısraı ile başlayan şiiri {Dluânçe-i Hâşimî, s. 42-43) Ergun'a göre Kazasker Mustafa İzzet. Ezgi'ye göre Üs-küdârî Zâkir Mahmud tarafından şehnaz makamında durak olarak bestelenmiş-tir. "Sâfiyem sûfî ezelden Hakk'a mir'ât olmuşam" mısraıyla başlayan şiirin ise {a.g.e., s. 40) Feyzi Dede tarafından bû-selik-aşiran makamında ilâhi olarak bes­telendiği bilinmektedir. 2. Tarîkatnâme. Tarikat silsilesi ve âdabına dair manzum bir eserdir. Süleymaniye (Hasan Hüsnü Paşa, nr. 758/1) ve Mevlânâ Müzesi (nr. 130) kütüphaneleriyle İstanbul Belediye­si Atatürk Kitaplığı'nda (Osman Ergin, nr. 797, ! 259/1) nüshaları bulunmaktadır. 3. Tefsîr-i Sûre-i İsrâ. îsrâ sûresinin tef­sirine dair küçük bir risale olup bir nüsha­sı Süleymaniye Kütüphanesi'ndedir (Ha­san Hüsnü Paşa. nr. 758/2). Bursalı Meh-

412


med Tâhir'in Hâşimî'nin ihvanına ve dost­larına gönderdiği mektuplarından oluş­tuğunu belirttiği Münşeât'a henüz rast­lanmamıştır.

BİBLİYOGRAFYA :

Dîvânçe-İ Hâşimî Emîr Osman Efendi, İs­tanbul 1329; Kınalızâde. Tezkire,\, 186; II, 881; Atâî, Zeyl-i Şekâik, s. 463; Peçuylu İbrahim, Tâ­rih, s. 55; Cemâleddin el-Hulvî, Lemezât (nşr. M. Serhan Tayşi), İstanbul 1993, s. 591-593; Kâtib Çelebi, Fezleke, 1, 59; Evliya Çelebi. Seya­hatname, I, 418, 425; Nazmı Efendi. Hedîyye-tü'l-ihoân, İÜKtp.,TY, nr. 1640, vr. 70; Ayvansa-râyî, Hadîkâtü'l

Mustafa Uzun

P HÂŞİMÎLER "

{bk. HÂŞİM).

L J

HÂŞİMÎLER



Hz. Hasan'ın soyundan gelen

Mekke emirleriyle

Hicaz, Suriye, Irak ve Ürdün

krallık aileleri.

l_ J

X. yüzyıldan XX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar (1924) Mekke'nin yönetimini elin­de bulunduran emîrlerle I. Dünya Sava-şı'ndan sonra bir müddet Hicaz, Suriye. Irak ve halen Ürdün'de hüküm süren kral­ların mensup olduğu ailenin adıdır. Bu ül­kelerdeki devletler Hâşimî Krallığı adıyla tanınmıştır. Aile adını Hz. Peygamber'in büyük dedesi Hâşim b. Abdümenâf a nis-betle almıştır.



Resûl-i Ekrem'in torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in soylarından gelen şerif ve seyyidlerin Hicaz'da eskiden beri büyük nüfuzları bulunuyordu ve Mekke'nin ida­resi bazı fasılalarla da olsa uzun süre on­ların yönetiminde kalmıştı. Nihayet Hz. Hasan'ın soyundan gelen sülâle,916-950 yıllan arasında Karmatîler'in sürdürdük­leri baskınlar ve sonunda Mekke'yi isti-

lâları ile ortaya çıkan krizden faydalana­rak gücünü arttırdı ve onların bölgeden çekilmeleriyle burayı idaresi altına aldı.

Karmatîler'in Mekke'den çekilmesin­den sonra Benî Hasan'ın Benî Mûsâ ko­lundan Hz. Hasan'ın dokuzuncu ve II. Mû-sâ'nın dördüncü kuşaktan torunu olan Ca'fer b. Muhammed b. Hüseyin el-Emîr (Ebû Muhammed) idareyi ele geçirdi (ona nisbetle bu aileye Benî Ca'fer adı da ve­rilmektedir) ve Fâtımîler adına hutbe okutmaya başladı. 1010-1011 yıllarında Ebü'l-Fütûh el-Mûsevî, Abbasî halifesiyle Fatımî halifesinin Hicaz üzerindeki nüfuz mücadelesinden faydalanarak hutbeyi kendi adına okutmaya teşebbüs ettiyse de daha sonra bundan vazgeçti (1012) Muhammed b. Ca'fer b. Muhammed b. Abdullah b. Ebû Hâşim de Mekke emîri olunca (1063) kendisinden öncekiler gibi Hicaz bölgesi üzerindeki Fâtımî-Abbâsî rekabetinden faydalandı; ancak bağım­sız bir hilâfet kurmak yerine daha çok yar­dım aldığı sultan adına hutbe okutmayı tercih etti.

Kızıldeniz sahilindeki Yenbû civarında güçlü bir emîr olan Katâdeb. İdrîs, 1201'-de buradan hareket ederek kendi içlerin­de ihtilâfa düşen emîr ailesini Mekke'nin dışına sürdü. Bazı kaynaklara göre, bu olaydan önce Katâde'nin oğlu Hanzale 1200 yılında Mekke'yi istilâ edip babası­nın burayı ele geçirmesine zemin hazır­lamıştı. İyi bir asker olan Katâde, önce ya­yılmacı politikasıyla hâkimiyetini Yenbû'-dan Mekke'ye doğru genişletti; arkasın­dan da son emîr Muksir b. îsâ b. Füley-ta'nın Mekke'de bulunmadığı bir sırada, esasen daha önce gönüllerini kazandığı Mekke ileri gelenlerinden hiçbir mukave­met görmeden bölgeyi idaresi altına al­dı. Katâde b. İdrîs de II. Musa'nın on veya on ikinci kuşaktan torunu idi; daha son­ra Mekke'yi asırlarca idare eden emirler onun soyundan geldiler. Eyüp Sabri Pa­şa, Katâde'ye kadar Hz. Hasan ve Hz. Hü­seyin'in soyundan gelenlerin her ikisine birden seyyid ve şerif denilirken ondan sonra Hz. Hasan'ın soyundan gelenlere şerif, Hz. Hüseyin'in soyundan gelenlere seyyid denilmeye başlandığını söylemek­tedir {Mir'âtü'l-Haremeyn, ili, 268). Ka­tâde, yirmi yıl kadar süren idaresi boyun­ca hâkimiyetini Medine, Tâif, hatta Ne-cid'in bir bölümüne kadar genişletmiş ve mümkün olduğunca Mısır ve Bağdat'tan etkilenmeden müstakil bir idare kurma­ya çalışmıştı. Aile içi iktidar kavgaları sıra­sında 1220 yılında doksan yaşının üzerin­de iken öldürülen Katâde'nin yerine oğlu

Şerîf Hasan geçti. Şerif Hasan, Abbasî ha­lifesinden yardım almak ümidiyle Bağ­dat'a gitti; ancak orada vefat etti. Bu du­rum Mekke idaresi üzerinde, Katâde b. İdrîs'in sekizinci torunu Muhammed 1. Ebû Nümeyy'in 1254 yılında idareyi ele geçirmesine kadar sürecek olan bir mü­cadeleyi başlattı.

Tarih boyunca siyasî bir güç olarak or­taya çıkan müslüman devletler, daima gözlerini İslâm'ın kiblegâhı Mekke'ye ve civarına çevirmekteydiler. Zira bu bölge üzerinde nüfuz kazanan güç, bütün müs-lümanlan hem dinî hem siyasî açıdan et­kileyebiliyordu. Bu durumu farkeden Os­manlı sultanları, önceleri kazandıkları za­ferleri çeşitli hediyeler ve zafernâmeler-le Mekke emîrlerine bildirip zafer sevinç­lerine onları da ortak ederek gönüllerini çelmeye çalışmışlardı. Yıldırım Bayezid'-den itibaren başlayan surre gönderme geleneğinin yanı sıra İstanbul'un fethin­den sonra Fâtih Sultan Mehmed de bü­tün İslâm âlemini etkileyen bu büyük zaferi müjdelemek için Mekke emîrine, kıymetli hediyelerle birlikte İstanbul'u ta­rif ve tavsif eden ve kiliselerin nasıl cami­ye çevrildiğini anlatan bir de nâme gön­dermişti. Yavuz Sultan Selim'in Mısır'ı fethi üzerine (1517) o sırada Katâdeler'-den Mekke emîri olan Şerîf Berekât b. Muhammed, bir elçilik heyetiyle birlikte on iki yaşındaki oğlu Ebû Nümeyy'i Mısır'a gönderip padişaha tazimlerini ve Osman­lı hâkimiyetini benimsediğinin bir nişa­nesi olarak da Mekke'nin anahtarlarını sundu. Yavuz Sultan Selim de pek çok he­diye ile birlikte Şerîf Berekât'a Mekke Emirliği menşurunu yolladı ve ayrıca ken­disine Mısır hazinesinden maaş bağlattı: Haremeyn ahalisine de 200.000 altın ile külliyetli miktarda erzak gönderdi. Bu ta­rihten itibaren Mekke ve Medine'de hut­be Osmanlı padişahlarının adına okunma­ya başlandı. Osmanlı Devleti, Hz. Peygam­berin torunları olmaları sebebiyle genel­de bütün seyyid ve şeriflere büyük değer vermiş, onlara maaş ve çeşitli tahsisatla birlikte Cidde gümrüğü gelirlerinin önem­li bir bölümünü bağlamıştır. Hicaz bölge­sinin kendi kontrolünde kalmasına dikkat eden devlet Mekke emîrlerine karşı ol­dukça müsamahakâr davranmıştır.

II. Ebû Nümeyy'in ölümüyle birlikte (1584} aynı soydan gelen ve Mekke'nin idaresi için birbiriyle mücadele eden üç aile ortaya çıktı. Bunlardan biri Zevî Zeyd (Şürefâ-i Zeydiyye), diğeri 1672'den sonra çok defa iktidarı onlarla paylaşan Zevî Berekât (Âl-i Berekât). üçüncüsü de Abâdi-

le diye bilinen Zevî Abdullah (veya dede­lerine nisbetle Zevî Avn) ailesidir. 1830'-Iardan itibaren emîrlerin Zevî Zeyd ve Zevî Avn ailelerinden seçilmesi âdet hali­ne geldi. Osmanlı sultanları şerif ailelerin­den herhangi birine emirliği tevdi edebi­liyordu; ancak adı geçen iki ailenin XIX. yüzyılda daha güçlü ve bedevîler üzerin­de daha etkili olması sebebiyle emirler daima bunların birinden tercih edildi. 1851 -1856 ve 1880-1882 yıllan arasında Zevî Zeyd ailesinden Abdülmuttalib Efen-di'nin emirliği hariç tutulursa son dönem emirlerinin hepsi Zevî Avn ailesinden se­çilmiştir. II. Meşrutiyetin ilânından son­ra da durum değişmemiş ve Avn ailesine mensup Şerîf Abdullah Paşa b. Muham­med emirliğe tayin edilmiştir. Ancak onun Mekke'ye hareket hazırlığı içinde iken ansızın ölümü üzerine yerine aynı aileye mensup olan ve 1893'ten beri İstanbul'­da oturan Şûrâ-yı Devlet âzası Şerif Hü­seyin b. Ali gönderildi (1908).


Yüklə 1,2 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   28




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin