AHLÂK-I ADUDİYYE
Adudüddin el-İcî'nin
(ö. 756/1355)
ahlâkla ilgili Arapça risalesi.
Asıl adı Risaletü'l-ahlâk olan eser, müellifi Abdurrahman b. Ahmed b. Abdülgaffar el-İcî'nin Adudüddin şeklindeki unvanından dolayı Ahlâk-ı (Adudiy-ye ve el-AhIâku) Adudiyye olarak şöhret bulmuştur. Bazı müellifler. 128, eseri er-Risâletü'ş-şâhiyye fî'ilmi'l-ahlâk ve Risâletü'l-ahlâk adıyla da zikretmektedir.
Dört bölümden meydana gelen eserin birinci bölümünde nazarî ahlâk konuları yer alır. Nutk (düşünme), gazap ve şehvet gibi nefsin temel fonksiyonlarıyla bunların ifrat ve tefrit şeklindeki aşırılıklarından doğan reziletler ve itidal noktasında tutul ma larıyla kazanılan faziletler üzerinde durulur; ahlâkın insan karakteriyle olan münasebeti ve değişip değişmeyeceği meselesine de kısaca temas edilir. Eflatun ile Aristo arasındaki görüş ayrılıklarından birini teşkil eden ve birçok İslâm ahlâkçısı tarafından da sık sık gündeme getirilen ahlâkın değişip değişemeyeceği meselesinde îcî de Fârâbî ve daha birçokları gibi, ahlâkın değişebileceği yönündeki görüşü tercih eder. Ahlâkî faziletlerin kazanılması ve korunmasına ayrılan ikinci bölümde pratik ahlâk konulan işlenmektedir. Daha çok faziletleri elde etmenin ve reziletlerden korunmanın yollan üzerinde duran müellif, her reziletin, mukabili olan bir faziletle giderilebileceğini belirtir. Bilgisizliğin bütün ahlâkî hastalıkların kaynağı olduğunu söyleyen İcî. büyük bir eksiklik olarak nitelendirdiği kara cahilliğin (cehl-i mürekkeb) tedavisi için, insan zihninin müşahhastan mücerret düşünceye yükselmesinde önemli bir yeri olan ve kesin sonuçlar veren matematik disiplininin öğretilmesini teklif eder. Aile ahlâkının, ev yönetiminin konu edildiği “Siyâsetü'l-menzil” başlıklı üçüncü bölümde ise ana baba, çocuklar, hizmetçiler gibi aile fertlerinin maddî ve manevî hayatlarının düzenlenmesi, aralarında uyum sağlanması, birbirlerine karşı olan hak ve sorumlulukları incelenir. Eserin “Tedbîrü'l-müdün” başlıklı dördüncü bölümünde müellif devlet yönetimi konusunu işlemekte ve insanın yaratılıştan içtimaî bir varlık olduğu şeklindeki klasik görüşü tekrar etmektedir. Bu bölümde, Fârâbfden beri devam eden “Fâzıl” ve “Câhil devlet” tarzındaki klasik medîne (ülke) taksimini îcfnin de tekrar ettiği görülür. Ona göre, faziletli ülkenin en bariz vasfı, ahalisi arasında sevgi ve dostluğun hâkim olmasıdır. Sosyal hayatın düzenlenmesi ve ülkenin fazilete ulaşmasında Fârâbî gibi o da yöneticilere çok önemli görevler düştüğü görüşünü benimser; eserini de toplumu yönetenlere düşen vazife ve sorumlulukları sayarak bitirir.
Ahlâk-ı Adudiyye, genel olarak Fârâbî ve İbn Miskeveyh gibi İslâm Meş-şâî filozoflarının ahlâk ve siyaset alanındaki görüşlerinin tekrarı mahiyetinde olup önemli bir orijinallik taşımamakla birlikte, bilhassa Osmanlı ve İran ilim ve medrese çevrelerinde hayli ilgi görmüştür. Nitekim çeşitli kütüphanelerde birçok yazma nüshası bulunan risale, müellifinin diğer eserleri gibi pek çok kişi tarafından şerhedilmiştir. Bu şerhler arasında, müellifin talebesi ve Buhârî sarihi Muhammed b. Yûsuf el-Kirmâ-nî’nin şerhi birinci sırayı alır. Taşköpri-zâde'nin 1540'ta tamamladığı bilinen şerhi ile Müneccimbaşı Ahmed Dede'ye (ö. 1701) ait şerh de değerlidir. Ahlâk-ı 'Adudiyye, Sultan Abdülaziz dönemi Meclis-i Maârif âzasından Mehmed Emin İstanbulî tarafından Melzemetü'l-ahlâk adıyla Türkçe'ye çevrilmiştir. Ayrıca risalenin birinci bölümünü, eski Kayseri müftülerinden Ahmed Remzi Efendi 100 beyit halinde ve Arapça olarak nazmet-miştir. Şeyhülislâm Mûsâ Kazım Efendi'ye ithaf edilen bu manzume, el-Cevheretü'r-Remziyyetü'l-ferdiyye adıyla basılmıştır. 129
BİBLİYOGRAFYA:
1) Taşköprizâde, Miftâhu's-sa'âde, I, 408;
2) Keşfü'z-zunûn, I, 37;
3) HediyyetüVarifin, I, 167, 527; II, 172;
4) Sicill-i Osmanî, I, 232;
5) Osmanlı Müellifleri, I, 243, 347; M, 143;
6) Bursalı Mehmed Tâhir. Ahlâk Kitaplarımız, İstanbul 1325, s. 16, 37;
7) Brockelmann. GAL, il, 270;
8) Suppi, 11, 291;
9) G. Sarton. Introduction, New York 1975, III/1, s. 628;
10) Agâh Sırrı Levend. “Ümmet Çağında Ahlâk Kitaplarımız”, TDAY Belleten 1963, Ankara 1964, s. 93;
11) Fârâbî, “Eflatun ile Aristoteles'in Görüşlerinin Uzlaştırılması” (trc. Mahmut Kaya), Felsefe Arkivi, sy. 24, İstanbul 1984, s. 237-240;
12) Ahmed Ateş. “İcî”, İA, V/2, s. 923;
13) M. Münir Aktepe. “Taşköprizâde”, İA, XI1/1, s. 44;
14) F. Rahman. “Aklâq”, Elr. I, 722, 723. 130
Hüsamettin Erdem
AHLÂK-I ALÂÎ
Kınalızâde Ali Efendi'nin (ö. 979/1572) Türkçe ahlâk kitabı.
Kınalızâde, 1564 yılında Şam'daki kadılık vazifesi sırasında kaleme aldığı eserini, o zamanlar Suriye beylerbeyi olan Semiz Ali Paşaya İthaf etmiş, Ali adının “Yükseklik, yücelik” anlamındaki âlâdan türediğini göz önünde tutarak kitabına Ahlâk-ı Alâî adını verdiğini belirtmiştir. 131 Müellifin ifadesine göre, “Hikmet-i ameliyye (ahlâk felsefesi) üzerine bir telif” olan eser. bir mukaddime ve üç bölüm halinde düzenlenmiştir. Mukaddimede, ahlâk felsefesi alanına giren konular, ahlâk ilmi ile ilgili terimler, ahlâk ilminin faydaları, amelî ve nazarî ahlâk, ruh ve terbiye meseleleri üzerinde durulmuştur. Bu kısım, insanın “Eşref-i mahlûkât” olduğuna dair bir bahisle son bulur. "İlm-i ahlâk'a ayrılan birinci bölüm ferdî ahlâk meselelerini ele alarak huy çeşitleri, faziletler, faziletlerin elde edilmesine engel olan ruh hastalıkları (reziletler). bunların tedavi usulleri, lisan terbiyesi ve konuşma âdabını konu edinmiştir.
İkinci bölüm aile ahlâkına (ilm-i tedbîr-i menzil) ayrılmıştır. Kınalızâde bu bölümde müslüman Türk ailesinin kuruluşu, aile reisinin görevleri, küçükten büyüğe doğru aile fertlerinin hak, vazife ve mesuliyetleri hakkında bilgi vermiş, ailede terbiye usullerini örneklerle anlatmıştır. Aile müessesesine son derece Önem veren müellif, bu bölümün “ehlülyâl terbiyesi” kısmında, evin düzenini ve aile huzurunu bozabileceği düşüncesinden hareketle, taaddüd-i zev-cât* hakkında ihtiyatlı bir ifade kullanmakta ve şu tavsiyede bulunmaktadır: “Erkek, evinde, tende can gibidir. Nitekim iki bedene bir can olmadığı gibi iki eve de bir erkek yakışmaz.”
Üçüncü bölüm devlet idaresi ve siyasî ahlâk (ilm-i tedbîri medîne) ile ilgilidir. Bu bölümde müellif, Türk milletinin asırlardır içinde yaşadığı ve yaşattığı devlet modelini anlatmaktadır. Mülkün korunması ve adaletin hâkim kılınması, devlet reisinin vasıf ve görevleriyle devlet adamlarının seçiminde uyulması gereken kurallar, devletin halk ile münasebeti, ordunun gücü vb. konular bu bölümün önemli mevzulandır. Eserin bu son kısmında adalet kavramı üzerinde ısrarla durulduğu görülür. Bölümün sonuna eklenen adalet dairesi şeması ile devlet-ordu-halk (reâyâ) bütünleşmesine işaret edilmekte, mülkün ancak adaletle ayakta durup devam edebileceği anlatılmak istenmektedir. Eserin sonunda. Eflatun ve Aristo'ya ait olduğu söylenen bazı öğütlere yer verilmektedir.
Tefsir, hadis, fıkıh, edebiyat, felsefe ve ahlâk konularını, Batı'da Aristo'yu. İslâm dünyasında Fârâbî. İbn Miskeveyh, Gazzâlî, Nasîrüddîn-i Tûsî, Celâleddin ed-Devvânî, Hüseyin Vaiz el-Kâşifî gibi müelliflerin ahlâkla ilgili eserlerini çok iyi bilen Kınalızâde'nin bu kitabını sadece bir emirler ve yasaklar kitabı saymak mümkün değildir. Ayrıca söz konusu eser, iddia edildiği gibi kendisinden önce yazılan ve çoğu Farsça olan eski ahlâk kitaplarının bir tercümesi veya bunlardan yapılan bir derleme de değildir. Aksine, Ahlâk-ı Alâî İslâm ahlâkının gelenekçi, felsefî ve tasavvufî ekollerinin bütün ünlü temsilcilerinin fikirlerinden faydalanılarak meydana getirilmiş, dili, üslûbu, metodu ve tertibiyle sahasında şöhret bulmuş bir eserdir. Kitabın başındaki ifadelerden anlaşılacağı üzere müellifin en büyük arzusu, Ahlâk-ı Nâşırî, Ahlâk-ı Celâli ve Ahlâk-ı Muhsinî gibi Farsça eserler dışında Türkçe bir ahlâk kitabı yazmak ve bunu müslüman Türk milletine armağan etmektir. Gerçekten de geniş bir İslâmî kültüre dayanan, ilmî ve edebî ağırlığa sahip bulunan Ahlâk-ı Alâî, daha sonra yazılan Türkçe ahlâk kitaplarının hemen hemen hepsine kaynak olmuştur. Müellif, diğer eserlerinde olduğu gibi Ahlâk-ı Alâî de de ağır bir üslûp kullanmış, zaman zaman seçili ifadelere yer vermiştir. Eserin bu özelliğini, okunup anlaşılmasını güçleştiren bir âmil olarak kabul etmek mümkündür. Bununla beraber Kınalızâde mücerret ahlâk konularını işlerken nazarî bilgileri, çoğu mevsuk olan kıssalarla müşahhas hale getirmiş, Farsça mesneviler, Arapça şiirler, Türkçe kıta ve beyitlerle eserini süsleyip güzelleştirmeyi başarmıştır. Müellifin nazarî konulara bu tarzda yaklaşması, ayrıca dilinin Türkçe olması, Ahlâk-ı Alâî'yi son zamanlara kadar Osmanlı mektep ve medreselerinde okutulan ahlâk dersleri için esas kabul edilen meşhur ve yaygın bir kitap haline getirmiştir. Türkiye'de ve diğer İslâm ülkelerindeki kütüphanelerde eserin pek çok yazmasının bulunması da ona gösterilen ilginin önemli bir delili olarak değerlendirilmelidir.
Birçok yazma nüshası mevcut olan Ahlâk-ı Alâi’nin müellif nüshasının nerede olduğu bilinmemektedir. F. Babinger'in Ahlâk-ı Aîdi'ye ait müellif nüshasının Râgıb Paşa Kütüphanesinde 132 bulunduğuna dair iddiası gerçeği yansıtmamaktadır. 133 Eser bir defa basılmıştır. 134 Bir cilt içinde üç kitap halinde yapılan bu itinasız baskı toplam 415 sayfadan ibarettir (birinci kitap 236, ikinci kitap 127, üçüncü kitap 52 sayfa). Ahlâk-ı Alâî bazı müellifler tarafından ihtisar edilmiştir. Bunlar arasında. Osmanzâde Ahmed Tâib'in (ö. 1137/1724), İstanbul'un çeşitli kütüphanelerinde nüshaları bulunan meselâ 135 Hülâsatü'l-ahlâk ile Yağlıkçızâde Ahmed Rifat Efendi'nin (ö 1894), önce Bergüzâr (Hanya 1291), daha sonra da Bergüzâr-ı Ahlâk 136 adıyla yayımlanan eserleri sayılabilir. Ahlâk-ı A/dfnin Batı dillerine tercüme edildiği de bilinmektedir. 137 Latin harfleriyle de iki ayrı cilt halinde ve bazı konulan kısaltılmak suretiyle sadeleştirilerek yayımlanmıştır; Hüseyin Algül tarafından neşre hazırlanan I. cilt (istanbul 1974), mukaddime ile birinci bölümü, Ahmet Kahraman'ın yayımladığı II. cilt ise (İstanbul, ts.) diğer bölümleri ihtiva etmektedir. 138
BİBLİYOGRAFYA:
1) Kınalızâde Ali Efendi. Ahlâk-ı Alal. Bulak 1248;
2) Kınalızâde. Tezkire, 11, 652-691;
3) Osmanlı Müellifleri, 1, 400-401; III, 61;
4) Bursalı Mehmed Tâhir, Ahlâk Kitaplarımız, İstanbul 1939, s. 26;
5) M. Ali Aynî. Türk Ahlâkçıları, İstanbul 1939, s. 83-86;
6) Ferid Kam. “Kınalızâde Ali Çelebi”, DEFM, 1/4 (1332), s. 357-379;
7) Yusuf Ziya. “Kınalızâde Ali Efendi'nin Terbiye Telâkkisi”, Mihrab, sy. 4, İstanbul 1340, s. 100-105;
8) Celâl Saraç. “Ahlâk-ı Alâî”, İslâm İlimleri Enstitüsü Dergisi, 1, Ankara 1959, s. 19-28;
9) Agâh Sırrı Levend. “Ümmet Çağında Ahlâk Kitaplarımız”, TDAY Belleten 1963. Ankara 1964. s. 97; 10) Abdülhak Adnan-Adı var, “Kınalızâde”, İA, VI, 709, 711;
11) Abdülkadir Karahan. “Osman-Zâde Tâib”, İA. IX, 456;
12) Hasan Aksoy. “Ahlâk-ı Alâî”, İBA, I, 107-108. 139
Ahmet Kahraman
Dostları ilə paylaş: |