Tbmm tutanak Hizmetleri Başkanlığı



Yüklə 341,86 Kb.
səhifə2/6
tarix27.10.2017
ölçüsü341,86 Kb.
#16228
1   2   3   4   5   6

Dolayısıyla bu maddeler değiştirilebilir dediğimiz zaman, Türkiye, hepimiz biliyoruz ki belki 1900’lü yılların başından daha farklı, daha ciddi ve daha tehlikeli bir coğrafya parçası içerisindedir. 1900’lü yılların başındaki tehdit, güçlü devletlerin güçlü orduları ve güçlü silahları ve güçlü paralarıydı. O nedenle diğer ülkeleri gidip istila edebiliyor, sınırlar çiziyor ve bir devlet kurabiliyordu. Şimdi öyle değil. Şimdi ülkeleri kendi içlerinde birbirleriyle çatıştırarak, savaştırarak ve onun üzerine de “Ben demokrasi getiriyorum, hürriyet getiriyorum, insan hakları getiriyorum” gibi bir aldatmacayla aynı emellerini uyguluyorlar. Bunu tekrar hatırlatmakta fayda var diye düşünüyorum. Irak’ta 1 Mart Tezkeresinden sonra yaşanan olaylar neyin nesidir? 1 milyondan fazla insan öldü. Bunların tabii ki önemli bir kısmı kendi içlerinde birbirlerine karşı yapılan çatışmalardı. Şimdi Suriye’de aynısı yapılıyor, Mısır’da aynısı yapılıyor.

Değerli arkadaşlar, Suriye-Türkiye-Irak sınırını şöyle bir haritada görebilirsek bir tek düz çizgidir. Öyle yerler vardır ki tren yolu ayırmıştır bir ilçeyi, iki devleti. O çizginin güneyinde ne varsa Suriye’de, kuzeyinde de o var. Güneyindeki toprak yapısı ne ise kuzeyindeki toprak yapısı da o. Güneyindeki iklim ne ise kuzeyindeki iklim de o. Güneyindeki kültür değerleri, medeniyet değerleri ne ise kuzeyindeki de o. Arayı ayıran çizgi suni. Şimdi Suriye’de cereyan eden olayların konjonktürel bir fitillemeyle aynısının Türkiye’de cereyan etmeyeceğini kim garanti edebilir? Mısır’da olacak olayların Türkiye’de cereyan etmeyeceğini kim garanti edebilir? Türkiye’nin Lübnanlaşmayacağını kim garanti edebilir? Böyle sıcak bir konjonktürde Türkiye’ye dış gelişmelere bağlı olarak bir dayatma olursa Türkiye’nin elinde bir silah olarak ilk 4 madde kalmalıdır. Niçin? Bir tarihî örnek daha vermek istiyorum. Cumhuriyetin ilk yıllarında dış politika itibarıyla Rusya’ya yaklaşmıştır. 1930’lu yıllardan sonra Almanya’ya yaklaşmıştır. Ona göre de kendi iç düzenini tanzim etme çabasına düşmüştür. Bu ikisinin ideolojik olarak bakımı sosyalizmle faşizm arasında gidip gelmiştir. Uygulamalarından bugüne yansıyanlar da bizi son derecede üzebilir bir noktaya getirmiştir. O zamanki bu tahterevalli dengesinde bir taraf biraz daha ağırlık bassa idi Türkiye çok daha farklı bir noktaya gidebilecek riskte olacaktı. İşte onları engelleyebilecek maddelerden bir tanesi de bu. İlerleyen süreçte tabii ki farklı dış konjonktürel gelişmeler olmuştur. NATO’ya Türkiye’nin üye olması ve 2000’li yıllardan itibaren küresel gelişmelere, teknolojik gelişmelere, bilişimin akıl almaz bir hızla, baş döndüren bir hızla gelişmesi bunları ortaya koymaktadır. O zaman içinde bulunduğumuz coğrafyanın, bunun stratejik değerlerini hepiniz bilirsiniz, anlatmaya gerek yok, tarihî olaylarla ödediğimiz bedelleri ben defalarca anlattım, anlatmaya gerek yok ama bu yüzyıl yeni bir paylaşım yüzyılıdır. Yeni paylaşım yüzyılında dış konjonktürel dayatmalara karşı bu ilk 3 madde ve 4’üncü madde bir teminattır. O teminatı korumak istiyoruz içindeki gramer bozukluğuna ve fazla ibarelere rağmen.

Bir de iç konjonktürel gelişmeler olur, olabilir. Buna karşı da Türkiye'nin popülist söylemlere ve içeride yaşanabilecek çatışma ortamlarına karşı ilk 3 maddenin bir teminat olduğunu düşünüyoruz. Bu sadece Türkiye’ye has bir şey değildir, dünyanın pek çok ülkesinde korunan maddeler vardır, anayasalarında vardır, önemli Batı ülkelerinde de vardır, önemsiz ülkelerde de vardır -“Önemsiz” diyerek, hukuk açısından, anayasa hukuku açısından tecrübesi olmayan ülkeleri kastediyorum- pek çok ülke kendi rejimini koruyacak hükümler sevk etmiştir. Örneğin, cumhuriyet sistemini benimsemiş ülkelerin 50 küsur tanesi -Hocamda rakamlar var- bunun temel niteliklerini saymış ve bunları koruma değeri olarak anayasalarında öngörmüştür. Bunu değiştirmeyi haklı kılan hiçbir hukuki, siyasi, sosyal ve ekonomik neden yoktur. Olmadığı için sadece “Anayasa Mahkemesi şöyle yaptı, baba yasa mahkemesi şöyle yaptı; şuradan da şöyle bir ses, buradan da böyle bir ses” gibi sözlerle bizim bu temel değerimizi ortadan kaldırmaya yetkimiz yok, demokratik meşruiyet açısından yetkimiz yok, böyle bir duruma ihtiyaç da yoktur.

Şimdilik söyleyeceklerim bundan ibarettir.

RIZA TÜRMEN (İzmir) – Teşekkür ederim.

Anlaşılan, Milliyetçi Hareket Partisinin görüşü Adalet ve Kalkınma Partisinden biraz daha farklı. Milliyetçi Hareket Partisi 4’üncü maddenin muhafaza edilmesini istiyor ve ilk 3 maddede bazı yanlışlar, cümle bozuklukları, lüzumsuz laflar olsa bile bunların olduğu gibi muhafaza edilmesinden yana.

FARUK BAL (Konya) – Özetinize teşekkür ederim, yanlış değil de eksik, fazla ibareler ve gramatik yanlışlar, dilbilgisi yanlışları…

Özetleme nezaketinize teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

RIZA TÜRMEN (İzmir) – Bengi Bey, buyurun.



BENGİ YILDIZ (Batman) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Tabii, anayasaların kutsal ve değiştirilmez metinler olmadığını söyleyerek başlayayım. Defalardır söylüyoruz, anayasalar toplumsal sözleşmelerdir. O toplumdaki farklı kesimlerin, farklı inanışların bir arada yaşama kültürünün formülasyonudur anayasalar. Dolayısıyla anayasalara değiştirilmez maddeler konulması geleceğe de ipotek konulması anlamına gelir ki sadece dünya deneylerine değil, kendi anayasacılık tarihimize baktığımızda bile bunun olmadığını görürüz. 1876, 1921, 1924, 1961 ve 1982 anayasaları, birbirinden farklı hükümler, birisinin korumaya değer gördüğünü diğeri korumaya değer görmemiş şeklinde gelmiş. Dolayısıyla dünya deneylerinde de böyle bir anayasacılık, böyle bir koruma yoktur yani dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde böyle bir anayasaya rastlayamazsınız. Yani o ülkedeki bütün farklılıklara rağmen tek millet diye yani başta inşa edilen, olmayan bir şeyi veya devletin bölünmezliğini diğer görüşlerin savunulmamasının önüne koyan, mesela özerkliği, federasyonu savunmama gerekçesi yapan bir anayasal düzenlemeyle karşılaşamazsınız. Devlete dil biçen bir anayasaya da rastlayamazsınız yani. Dolayısıyla bu anayasayı toplum değiştirir, biz de değiştiririz. Yani militarist güçler darbe yapacak, bize bir elbise biçecek, ona çok rahatlıkla “Tamam uydu.” diyeceğiz 1961’de, 1982’de; “Eksik, bölük pörçük ama uydu…” Kime uydu? Milletin bir bölümüne uydu. Bundan rahatsız olmayabilir bu toplumun belirli bir kesimi. Mesela sayın Türkler, Sünniler, devlet bürokrasisi içinde egemen olanlar bundan rahatsız olmayabilir. Biz rahatsızız, biz bu anayasaya itiraz ediyoruz, 61’e de itiraz ediyoruz, 24’e de itiraz ediyoruz, 82’ye de itiraz ediyoruz. Bu, değiştirilmemesi gibi bir durum olamaz. Biz bu toplumda yaşıyor muyuz? Yaşıyoruz. Milyonlarca insan mıyız? Evet, öyleyiz. Bu Anayasa’nın ilk 4 maddesi bizi inkâr ediyor mu? Ediyor. Niye itiraz etmeyecekmişiz? Faruk Bey çok güzel belirtti de. Sınırlar çizilmiş cetvelle, o sınırların altında ve üstünde yaşayanlar biziz ama yani ve bu Anayasa’yı yapanlar bundan rahatsızlık duymuyor. Hâlbuki 1921 Anayasası’nı yaparken orada Misakımillî var, o Misakımillî’nin sınırları da bellidir. Şimdi buna “bütünlük “ diyeceksiniz. Neresi bütünlük? Bütün değildir, parçalanmıştır tam da Faruk Bey’in dediği gibi. Dili parçalanmış, coğrafyası parçalanmış bir kesim yaşıyor Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak ve biz onlara diyoruz ki: Tek millet. Hayır, tek millet de değil Türkiye. Biz Kürt milletiyiz, dilimiz de ayrı, kültürümüz de ayrı. Beraber yaşama kararlılığını vermişiz ama esareti kabul etmemişiz herhâlde veya bir devletin gelip bizi inkâr etmesi, dilimizi, tarihimizi, kültürümüzü, coğrafyamızı inkâr etmesini kabul etmemişiz. Seksen yıl öncesine gitsen bu “bütün” dediğimiz ülkenin bir parçasının “Kürdistan” diye anıldığını biliriz. Şimdi bu ülkenin tarihini koyarsak ortaya, yani resmî tarihin ve bu Anayasa’nın ne kadar yalanlarla dolu olduğunu hepimiz birlikte göreceğiz. 1071’de bu coğrafyada, Mezopotamya’da Kürtler yaşıyordu. Bir ittifak kuruldu, bir zafer kazanıldı. 1514’te Çaldıran’da bir ittifak daha kuruldu, yeni bir zafer daha kazanıldı. Ama orada kimse Kürtlerin millet olarak varlığını, halk olarak varlığını da, dilini de, tarihini de ve kendi kendisini yönetmesini de inkâr etmedi. İşte, Yavuz Sultan Selim’in, Kanuni Sultan Süleyman’ın fermanları var, İdris Bitlisî’yle gönderdikleri. Onlarca -20 tane- kendi kendini yöneten beylikler var. Geldik, en önemlisi, merkezî yani Avrupa’nın millî devletleri kurduğu, Osmanlı’nın da merkezî devlet olmaya doğru gittiği dönemde bizim bugün çok da karşı çıktığımız, dillendirmek bile istemediğimiz Kürdistan devletini kurmuşlar. Sınırları da şu, şu, şudur. Coğrafyada harp okulu kitaplarında, tarihin her yerinde var bunlar. Sonra yani bu Anayasa’nın felsefesi hangi anayasanın felsefesi? Yani 61 Anayasası ve 82 Anayasası Kurtuluş Savaşı’ndaki felsefeyi mi yansıtıyor yoksa bir askerî diktatörlüğün, bir militarist gücün felsefesini mi yansıtıyor? Ortada ben şahsen 1900’lerde, Çanakkale’de, Urfa’da, Maraş’ta, Antep’te o cumhuriyeti kuran 61 Anayasası’nı yapan bir felsefe görmüyorum. 61 Anayasası’nı yapan general Diyarbakır’a gittiğinde “Bu ülkede kim ‘Kürt’üm’ diyorsa yüzüne tükürün.” diyor. Bu Anayasa böyle bir anayasanın felsefesidir yani. 82 Anayasası’nı biliyoruz. 2.840 yerleşim birimi, 1960’tan 1982 yılına kadar 2.840 köyün ismini Kürtçeden Türkçeye çeviriyoruz. Sonra da bana diyorsun ki: “Bu Anayasa’nın bir felsefesi var, bir ruhu var.” Evet, bir ruhu var, kesinlikle bir ruhu var ama benim onunla mücadele etmemi gerektiren bir ruhu var, beni inkâr eden, asimilasyoncu bir ruhu var, tekçi bir ruhu var ve bu yüzyıla yakışmıyor. Bu Anayasa’nın ilk 4 maddesi… Şimdi yeni bir rejim keşfetmeyeceğimize göre bu yüzyılın hâlen sistemi demokrasidir. Bu cumhuriyetin demokratik bir cumhuriyet olması gerektiğini, hukuk devleti olması gerektiğini, sosyal hukuk devleti olması gerektiğini, hatta Batılı anlamda laik olması gerektiği noktasında hiç kimsenin bir sıkıntısı yok. Fakat milleti tarif eden, devletin bölünmez bütünlüğünü “Ben burada varım, kendi kendimi yöneteceğim.” diyenlere bir yasak getiren, ki zihniyet odur, yoksa bir devlet tabii ki kurulsun ve o devlet bölünmesin eğer benim irademi, beni kabul ediyorsa fakat ben yarın özerklik istediğimde, federasyon istediğimde, “Bak Anayasa’nın değiştirilmez maddesi var ha, o da bölünmez bütünlüğe ve devletin şeyine helal geliyor.” veya “Ben Kürt’üm, ben milletim.” dediğimde “Ama burada ‘tek millet’ yazıyor canım yani millet birdir…” Ben bunu kabul etmiyorum ki, bunu kabul etmiyorum.

Ben bunu bütün meydanlarda bar bar bağırmışım. Barış ve Demokrasi Partisinin bütün milletvekilleri oy isterken benim şu anda söylediğim bütün şeyleri bağırmış ve öyle oy almıştır. Dolayısıyla da bu masada otururken de halkımın bana vermiş olduğu değiştirme iradesiyle bu masaya oturuyorum. Bunların hepsini, bize aykırı gelen maddelerin hepsini değiştirme yetkisi ve iradesini almışım. Ben kendimi 60 darbesini ve 80 darbesini yapanlardan çok daha fazla, bin kat daha fazla bu Anayasa’yı baştan aşağıya değiştirme yetkisiyle görevli ve yetkili görüyorum.

Başlangıç maddeleri değişmezlik unsurunu biz Barış ve Demokrasi Partisi olarak asla ve asla kabul etmiyoruz. Bu maddeler kaldığı zamanda zaten 82 ve 61 Anayasası’ndan farklı bir anayasaya yapmış olmuyoruz. Biz bu masaya 61 Anayasası’nın ruhunu ve 82 Anayasası’nın ruhunu canlandırmak için oturmadık, bu topluma yepyeni ve onun ihtiyacını karşılayan bir anayasa yapmak için oturduk diyoruz.

Kaygılar var, kaygılarım hepimizin kaygısıdır, hepimizin kaygısı olması lazım. Bu kaygılar nasıl giderilebilir? Kendi içinde sorunları, sıkıntısı olan bir devlet, bir rejim kaygılardan ilelebet kurtulamaz. Bizim ülkemizin sıkıntıları var, bu ülkede de -hep tekrarlıyoruz, ezberimizde var- bin yıldır beraber yaşıyoruz. Eğer bin yıl beraber yaşama kültürümüz varsa, inancımız varsa bu demektir ki bu ülkede bir sıkıntı yaşanmayacak, yeter ki hakikaten birbirimizi tanıyarak… Yani bin yıl nasıl yaşamışız, seksen yıldır yaşadığımız gibi mi yaşamışız, yoksa bütün farklılıklarımızı kabul eden bir dünya görüşü, bir devlet sistemi kurduğumuz için mi bin yıl beraber yaşamışız? O tarihe dönüp bakmak lazım. O tarih seksen yıllık bir tarih kesinlikle değildir bizim açımızdan. Seksen yıllık tarih ret, asimilasyon dönemidir.

Bir önceki toplantıda şey yaptığımızda arkadaşlarımızın bazıları itiraz etti. Ben İsmet Paşa’nın Kürt raporunu, Avni Doğan’ın Kürt raporunu vesairleri, Kürt raporlarının hepsini getirdim. Devletin resmî kayıtlarıdır, Kürtleri nasıl asimile ettiklerinin, nasıl göçerttiklerinin devlet eliyle açıklanmasıdır. Dolayısıyla “Böyle bir tarih, böyle hiçbir şey olmamış, asimilasyon olmamış, inkâr olmamış.” demenin anlamı… Devletin resmî kayıtları zaten bunu çürütüyor. Birincisi bu.

İkincisi de, evet, ret ve inkâr bir noktaya gelmiş yani şu anda Türkiye’de “Kürtler yoktur.” denilmiyor. “Kürtler vardır.” deniliyor ama bir halk veya -sadece Kürtleri konuşmak da burada doğru olmaz- diğer halklar da eğer varsa haklarıyla birlikte vardır ve bu anayasada bu hakların tanınması lazım. Yoksa “vardır” demekle “yoktur” demek arasında, eğer hakları yoksa, bir fark yoktur bizim açımızdan.

Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Meral Hanım, sizin katıldığınız bir şey…

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Söz alayım mı, yoksa…

RIZA TÜRMEN (İzmir) – O zaman Atilla Bey izin verirse Meral Hanım da konuşsun, bütün BDP görüşleri bir arada olsun.

Buyurun.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Bengi Bey genel hatlarıyla ifade etti aslında, sadece küçük bir iki ekleme… Bu konuda maalesef daha önce de çok konuşmuştuk ama bir türlü bir ilerleme sağlayamadık.

Şimdi yani sadece değiştirilemez madde üzerinden konuşursak bizim yaklaşımımız, -en son söyleyeceğimi zaten söyledi Bengi Bey, başta söyleyeyim- bizim bu anayasada değiştirilemez madde olmasına karşı tutumumuz nettir. “Kesinlikle değiştirilemez madde” diye bir düzenlemenin olmaması gerektiğini zaten taslağımızda da, önerimizde de ortaya koyduk. Buna ilişkin toplantı kayıtlarında herhâlde binlerce sayfa, yüzlerce sayfa tartışma da var.

Biz, yani 82 Anayasası’na karşı çıkıp, aynı zamanda -başka bir boyutuyla söylenmeyenleri söylemeye çalışacağım- darbeye karşı çıkarak, kınayarak, telin ederek, 5 generalin, Millî Güvenlik Konseyinin bütün demokratik değerleri yerle bir ederek, halkın iradesini yok sayarak, seçilmiş temsilcileri tutuklayarak yani binlerce insanı işkenceden geçirerek, 10 binlerce insanı tutuklayarak Türkiye’ye tam bir cehennem yaşatan bir sistemin anayasa yapıcılarının koydukları maddeyi korumamız için hiçbir gerekçe yoktur. Onlar 80 yılında darbe yaptılar, bizim -bugün 2013 yılındayız- bugünümüze ipotek koyma gibi bir yetkileri ne siyaseten ne etik olarak ne vicdanen ne ahlaken ne anayasacılık tarihi açısından bunun bir izahı Barış ve Demokrasi Partisi olarak bizim açımızdan olamaz.

Bizce, yani Türkiye olarak bizim, Anayasa Uzlaşma Komisyonu olarak bugün hâlâ 4’üncü maddeyi yani değiştirilemez maddeyi değiştirebilir miyiz, değiştiremez miyiz, değiştirelim mi, değiştirmeyelim mi tartışmasını da açıkçası talihsizlik olarak görüyorum. Yani biz isterdik ki, bugün hepimiz yeni anayasa yapıyoruz, bu anayasada baştan dizayn edelim.

Bizim önerilerimizde bile esasa dair bir değişiklik yok, o hangi konularda değişiklik yaptık onu zaten taslağımızda görüyorsunuz, onu da ifade edeceğiz.

Ayrıca, bizim açımızdan, BDP açısından demokratik meşruiyet tartışması da yoktur. Biz seçimlerde, parti programımızda, tüzüğümüzde, çalışmalarımızda, ilkelerimizde, amacımızda, bu anayasaya dair görüşlerimizi her mitingde, her çalışmada yani yeri geldikçe ifade eden, bu konuda bu sözü veren, bu vaatte bulunan bir partiyiz zaten. Yani hani Sayın Bal dedi ya “Halktan yetki almadık.”, biz bu konuda bir yetki karmaşası ve tartışması olduğunu da düşünmüyoruz. Sonuçta Anayasa’nın bütünlüğü üzerinde tartışma yapan bir komisyonun “Biz dokunulmaz maddelere dokunamayız.” gibi bir tartışması da hukuken isabetli değildir. Yani zaten bu gerekçeler de siyasi gerekçelerdir, ideolojik gerekçelerdir, yoksa hukuken, 4’üncü maddeyi değiştirilemez yazdık, 4’üncü maddeyi değiştirince zaten değişmiş oluyor yani. Ha, bu tartışma doktrinel olarak da çok yapıldı anayasa hareketi tarafından, anayasacılar tarafından, oraya girmek istemiyoruz.

Şimdi, sorun tabii ki hukuki değil, siyasi ve ideolojik bir yaklaşım. Doğru, yani Türkiye’de 21, 24, 61 ve 82 anayasaları var. 21 hariç bütün anayasalar ulus devlet kurma arka planıyla, inşasıyla, Türkiye’deki bütün farklı dilleri, dinleri, kimlikleri, inançları reddeden bir yaklaşım üzerine kurulu. Yani bu bir sır değil, bunu hepimiz biliyoruz. Sorunun kaynağı da buradan geliyor. Doğru, Kurtuluş Savaşı oldu, biz de Kurtuluş Savaşı’ndaydık, bu ülkeyi beraber savunduk o Kurtuluş Savaşı dönemindeki dış konsept içerisinde. Çok ayrıntıya girmeyelim, hepimizin bildiği bir şey ama Kurtuluş Savaşı bittikten sonra Türkiye Cumhuriyeti devleti kurucuları bizi kandırdılar, bizi aldattılar, bizi reddettiler beraber savaş yürüttüğümüz insanlar ve yönetim kadrosu. Burada diğer bütün uluslararası görüşmeler, tutanaklar, tarihî belgeler, hepsi bunu çok açık ortaya koymuştur. Bizzat Atatürk’ün önceki konuşmaları yani 21’den önceki konuşmaları, sonraki konuşmaları, bu konuda nasıl bir karar değişimi yaşandığı, Lozan’a nasıl gelindiği, Lozan’daki tartışmalar yani bunlar, sonuçta hepsi şu anda artık ortaya konulan, bunların tartışılması da bir sır olmayan, bir tabu olmayan… Yani, bir yirmi, otuz yıl önce bir tabu gibi belki görülüyordu ama bugün herkes bunu zaten tartışıyor, Kürt halkı bunu daha da, daha da öncelikli tartışıyor çünkü bu işin farkında. Yani şu anda biz kendi soyumuza, kişisel, ailevi bağlarımıza gidersek kaçımızın akrabaları Kore’de, yok Kurtuluş Savaşı’nda şehit düşmüştür, ölmüştür? Yani “Bu topraklarda biz bu savaşı yürütmedik.” demiyoruz, bu savaşı yürüttük ama savaştan sonra biz reddedildik, inkâr edildik, asimilasyona tabi tutulduk. Bunu diğer maddelerde zaten konuşmuştuk, yine sırası gelecek, konuşacağız.

Şimdi, bu maddelerde -bizim kendi önerimizde- yani olaya bu perspektifle bakılması gerekiyor. Yani, “Kurtuluş Savaşı yürüttük.” İşte, Türkiye… Ya, bu ne menem bir şeydir ki Türkiye yirmi, on sekiz, yani, o tarihte, yüz yıldır bir türlü dış tehditten kurtulamadı. Dış tehdit falan yok, iç tehdit bu sefer konuluyor. Bu tehdit algısı, tehdit söylemi, bu siyasi argümanlar aslında tam da niye böyle bir maddelerin getirildiğini ortaya koyuyor ve biz tam tersi bir yerden bakıyoruz. “Bu yüzyıl bir paylaşım yüzyılıdır.” tespiti tartışılabilir şüphesiz hani ne paylaşılıyor, kim, neyi paylaşıyor. Ama bizim açımızdan Suriye’deki sınır da sunidir, Irak’taki de, Irak-Kürdistan federal bölgesiyle olan sınır da sunidir. Cetvelle çizilmiş, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra emperyalistler oturmuşlar, bu sınırları çizmişler, bizim Suriye’de Afrin’de, Kamışlı’da akrabalarımız var yani araştırırsak herkesin orada yakınları var, işte, Irak Kürdistanı’nda da var, İran’da da var. Yani, bu sınırları daha önce bu yüzyılda paylaşılmış zaten. Paylaşıma uğrayan da maalesef, paylaşıma uğrayan halkların başında da Kürtler gelmiş. Yani, bu konuda bu, benim söylediğim siyasi bir yaklaşımdan ziyade reel bir durum yani, hani, reel politika açısından da bu durum böyle, o zaman paylaşılmış. Şimdi Suriye’deki durum, Türkiye’deki durum, Orta Doğu’da yaşanan gelişmeler, en son Mısır’ın yaşadıkları, Tunus, Arap Baharı, Libya’nın durumu… Yani, bunlar şüphesiz Türkiye'nin dış politikası açısından tartışılması gereken değerler, tartışılması gereken ve yaklaşım gösterilmesi gereken hususlar ancak bunu kendi anayasamızı yaparken dikkate alacaksak bizce, biz BDP olarak şöyle bir yerden bakmak gerektiğine inanıyoruz: Eğer, gerçekten Türkiye'nin bu tehlikelerden azade olmasını istiyorsak demokratik hak ve özgürlükleri tanımak gerekiyor, insan hakları standardını yükseltmek gerekiyor, insanların kimlikleri, dilleri, dinleri, inançları sebebiyle artık yeni bir baskıya maruz kalmamaları gerekiyor, bu anayasanın Türkiye’de yaşayan herkesi ama herkesi kapsaması gerekiyor. Benim o anayasada kendimi görmem gerekiyor ki başka arayışlara girmeyeyim, bunu çok inanarak söylüyorum. Hani, tersi, bu ret ve inkârın, kabul etmemenin devam etmesi hâlinde bu arayışlar devam edecektir tabii ki, yani, bunu hiçbir güç önleyemez. İnsanlar sana zorla “Sen Alevisin ama ya İslam… Aleviliğini yaşayamazsın.” dediği bir ülkede Alevi inancından mı vazgeçecek? Mücadeleye devam edecek tabii ki. Yani, Goethe’nin çok bilinen, benim de çok sevdiğim bir sözü var: “Baskının olduğu her yerde direniş vardır.” Direniş olacaktır. Kim olursan ol, kimliğin, hangi kimlikle ezilirsen ezil, ister cinsiyet kimliğinle, ister inanç kimliğinle, ister kimlik, etnik kimliğinle… Hangi kimliğin baskı altındaysa senin o tarafın acır ve ona karşı bir isyan edersin, bunu ifade edersin, bunun yer almasını istersin. Tam da böyle bir yerden yaklaşmak lazım.

Şimdi, bizim bu maddelerde karşı çıktığımız temel… Biz hukuki bir düzenleme yaptık. Dedik ki, önerimiz burada: “Türkiye Cumhuriyeti insan haklarına dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.” Bizce bu niteleme yeterlidir gerçekten, hani kapsayıcılık açısından hukuki olarak bu düzenleme yeterlidir. Şimdi, MHP ve CHP’nin önerisinde…

Bizim ayrıca (2)’nci fıkramız da var. Yani, burada “Devlet ideolojilere, dinlere, inançlara ve yaşam tarzlarına ilişkin çoğulculuğu tanır ve toplumun çoğulcu yapısı karşısında tarafsız kalır.” Yani, devlete bu şekilde konum veriyoruz. “Hiçbir ideoloji, din, inanç ve yaşam tarzı devlet tarafından himaye edilemez veya bir senet altına alınamaz.”

(3)’üncü fıkramız da var. Onu -ayrıca ademimerkezi sistem esasına göre düzenlenir-başka bir maddede mi yazarız, burada mı yazarız, bu önerimiz de var.

Şimdi, MHP ve CHP’de farklı… Yani, sanırım AKP’yle aynı bizim hemen hemen, değil mi? 1’inci cümlemiz aynı. Yani, şimdi…

RIZA TÜRMEN (İzmir) – Meral Hanım, bir sözünüzü kesebilirsem… Burada, önümüzdeki kâğıtta bir yanlışlık var galiba.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Nasıl?

RIZA TÜRMEN (İzmir) – Çünkü 149’uncu maddeden önce bir 148’inci madde olması lazım, yani…

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Bizde yok.

RIZA TÜRMEN (İzmir) – Hiç kimsede yok, sizde yok, bizde de yok. Yani, Türkiye devleti bir cumhuriyet…

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – O, anlaşıldığı için…

ATİLLA KART (Konya) – O yeşil olduğu için…

RIZA TÜRMEN (İzmir) – Yeşil olduğu koymadık, öyle mi?

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Mutabık olunduğu için.

RIZA TÜRMEN (İzmir) – Tamam, peki o zaman.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Zaten benim bitti, yani bitiyor, özetliyorum.

RIZA TÜRMEN (İzmir) – Tamam.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Şimdi, Atatürk milliyetçiliği var farlı olarak. Huzur, millî dayanışma, adalet anlayışı… Yani, bunlar karşı çıkılacak kavramlar değil ama diğerlerinin bunu kapsadığını düşünüyoruz. Ama Atatürk milliyetçiliğine gelince, biz Atatürk milliyetçiliğini sorunlu buluyoruz. Atatürk milliyetçiliğiyle bizim sorunumuz var, bizim Barış ve Demokrasi Partisi olarak, Kürt halkı olarak -demokratik kamuoyu adına söylüyorum- Atatürk milliyetçiliğiyle sorunumuz var çünkü Atatürk milliyetçiliği bizi reddeden, inkâr eden bir milliyetçilik anlayışı, çünkü Atatürk milliyetçiliği Kürt halkına katliamlar yaşatan bir milliyetçilik anlayışı, çünkü reddeden bir anlayış. Sonradan gelişen milliyetçilik, başta değil, o Kurtuluş Savaşı döneminde, birlikte savaşılan dönemde değil ama sonrasında, 1980 Anayasası’yla getirilen, kişiye bağlı ve istenilen anlamın yüklendiği, ret ve inkârın ifade bulduğu bir milliyetçilik anlayışı. Bu konuda yüzlerce makale yazıldı. Tarık Ziya Ekinci’nin bu konuda çok güzel 2-3 makalesi var, yani birçok örnek verebilirim de… Yani, bu nedenle Atatürk milliyetçiliği gibi bir milliyetçilik anlayışının olmasını tabii ki kabul etmiyoruz ama aynı zamanda bunu anayasa yapımı açısından da, yani subjektif, kişiye bağlı bir milliyetçilik anlayışının anayasaya yazılmasını isabetli de bulmuyoruz, yani sadece siyasi gerekçelerle değil hukuki gerekçelerle de bunun burada yazılmasına gerek yok. “Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı nedir?” diye sorarsak, burada tartışırız, bakalım uzlaşabiliyor muyuz, niye kişiye bağlı, niye bir milliyetçilik anlayışı ayrıca buraya yazılıyor? Bir anayasaya niye milliyetçilik anlayışı yazılır, onu da tartışmak istiyoruz gerçekten yani karşılıklı, nedir buradaki gaye?


Yüklə 341,86 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin