Tefsir ekolleri I. Cİlt ilk Müfessirler, Rivayet Ekolü, Rivayet Tefsirleri


İmam Hadi’nin İmlasıyla 120 Ciltlik Tefsir



Yüklə 7,5 Mb.
səhifə8/42
tarix17.11.2018
ölçüsü7,5 Mb.
#82931
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   42

İmam Hadi’nin İmlasıyla 120 Ciltlik Tefsir

İbn Şehraşub, Hasan b. Halid Berki’nin hayat hikayesinde şöyle demiştir: “Kitaplarından biri olan, İmam’ın (a.s) imla edip yazdırdığı Tefsiru’l-Askeri 120 cilttir.”248 Basılmış ve elde mevcut olan İmam Hasan Askeri’ye (a.s) ait tefsirin bir kısmının mı 120 cilt olduğu, yoksa başka bir ihtimal mi bulunduğu meselesi tartışmalıdır. Muhaddis Nuri (r.h) mevcut tefsiri onun bir bölümü kabul etmiş ve İbn Şehraşub’un sözünden şunu çıkarmıştır: İmam Hasan Askeri’ye ait tefsir daha büyük ve kapsamlıydı. Eldeki mevcut miktarla -Hamd suresi tefsiri ve Bakara suresinin bir kısmı- sınırlı değildir.249 Fakat ünlü kitabiyatçı Şeyh Ağabozorg Tehrani,250 120 ciltlik bu tefsiri mevcut tefsirden başka bir tefsir saymıştır. Onu İmam Hadi’nin imlası ve Hasan b. Halid Berki’nin yazısıyla, mevcut tefsiri ise İmam Hasan Askeri’nin (a.s) imla edip yazdırmasını ve Hazret’in Şiilerinden iki kişinin, Ebu Yakub Yusuf b. Muhammed b. Ziyad ile Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Seyyar’ın yazısıyla kaleme aldırmasını buna delil kabul etmiştir. Bu konudaki delinin özeti şudur:



İbn Şehraşub’un kelamında bahsi geçen “Tefsiru’l-Askeri”yi zikrettikten sonra şöyle buyurmuştur: “Görünen o ki Askeri’den murat, Asker ve Askeri lakabı da bulunan İmam Hadi’dir (a.s) . Çünkü İbn Şehraşub şöyle demiştir: Bu tefsir, Muhammed b. Halid Berki’nin kardeşi Hasan b. Halid Berki’nin kitaplarındandır.” Muhammed b. Hadi, Şeyh’in Rical kitabında açıkladığı gibi üç İmamın (Kazım, Rıza ve Cevad, aleyhimüsselam) ashabından idi. Bu izahtan anlaşılıyor ki o İmam Hadi’den (a.s) rivayet etmemiştir. Ama Hasan b. Halid’in yaşı, Necaşi’nin zikretme sırasından anlaşıldığı kadarıyla, kardeşi Muhammed’den daha küçük ve diğer kardeşinden daha büyüktü. Hasan, kardeşi Muhammed Baki’den sonra idi ve İmam Hadi’nin (a.s) asrını idrak etmişti. Hazret’in hizmetiyle müşerref olmuş ve onunla imamet zamanından başlayıp vefatına yakın döneme kadar onun yanında, bu müddet boyunca Hazret’in imla buyurduğu tefsirin o miktarını 120 cilt halinde yazmaya muvaffak olmuştu. Öyleyse hem bu tefsirin Hasan b. Halid’e nispet edilmesi ve kitapları arasında sayılması -İbn Şehraşub’un dediği gibi- doğrudur, hem de “Tefsiru’l-Askeri”nin ona ait kabul edilmesi doğrudur. Çünkü İmam Hadi (a.s) onu imla edip yazdırmıştır. Fakat İmam Hasan Askeri’nin (a.s) asrını idrak etmiş olması ve bu tefsiri onun imlasıyla yazması çok uzak bir ihtimaldir. Zira kardeşi Muhammed, İmam Kazım’ın (a.s) ashabından olması nedeniyle Hazret’in vefatı sırasında (sene 183) yaklaşık yirmi yaşındaydı. İmam Cevad’ın vefatı sırasında ise (sene 220) ortalama altmış yaşında ömrünün son yıllarındaydı. Sonuç itibariyle İmam Hadi’den (a.s) rivayet etme fırsatını bulamadı. Ama Hasan, Muhammed’den iki veya üç yıl daha büyük olduğundan kardeşinden sonra on veya yirmi ya da otuz, yahut da İmam Hadi’nin (a.s) vefat senesine kadar yaklaşık otuz beş sene boyunca kalmış olmalıdır. Ama onun İmam Hadi’den (a.s) sonra kalması, İmam Askeri’nin (a.s) imamet asrını idrak etmesi ve o uzun ömürden sonra yaklaşık yedi yıl boyunca 120 ciltlik tefsiri Hazret’in imla ettirmesiyle yazması çok uzak ihtimaldir. Şu halde o tefsiri imla ettirip yazdıranın İmam Hadi (a.s) olduğu anlaşılmaktadır. Tefsirin hiçbir cildinden geriye iz kalmamıştır. Elimizde mevcut olan ve defalarca basılan tefsir ise o büyük tefsirin parçası değildir. Çünkü bu tefsirin başında, onu Ebu Muhammed Hasan’ın (a.s), sadece, babaları tarafından eğitim için Hazret’in yanına bırakılmış iki evlada, yaklaşık yedi yıl süren (254-260) imameti müddetince imla ettirdiği, o ikisinin de yazdığı ve Esterabad’a döndükten sonra onu müfessir Esterabadi ve başkalarına rivayet ettikleri ayrıntısıyla anlatılmıştır. Bu tefsirde Hasan b. Halid Berki’nin rivayetine ve onun İmam Hasan Askeri’den (a.s) rivayet dinlemek üzere bu ikisine katıldığına dair hiçbir işaret yoktur. Dolayısıyla çok ciltli olmasına hiçbir engel bulunmamaktadır. Nicelik ve nitelik bakımından birbirinden farklılık taşıyan, her birinin imla ettireni, imla edeni, yazanı ve rivayet edeninin diğerinden farklı olduğu bu iki tefsirin çok ciltli olduğu tahmin edilmektedir.251

Sadece İbn Şehraşub’un böyle bir tefsirden haberdar bulunduğu ve onun da bu haber-i vahidin kökeni olduğu dikkate alınırsa “Tefsiru’l-Askeri” adında 120 ciltlik bir tefsirin varlığı kuşkuludur ve kesin değildir. Fakat varolduğu farzedilirse Ağabozorg Tehrani’nin (r.h) istidlali güçlü ve sağlamdır. Özellikle Hasan b. Halid’in hayat hikayesinde ve 120 ciltlik Tefsiru’l-Askeri’nin Ebu Yakub Yusuf b. Muhammed b. Ziyad ve Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Seyyar’dan nakledilen haberinde, onların İmam Hasan Askeri’nin (a.s) yanına gelme öyküsü ve Hazret’ten yedi yıl boyunca tefsir öğrenmeleri rivayetinde bundan bahsedilmemiştir. Dolayısıyla bu iki tefsirin sayısı doğru görünmektedir.



Kitabu’l-Bâkır (a.s)

İbn Nedim’in Fihrist’te Kur’an’ın tefsiriyle ilgili telif edilmiş kitapları zikrederken adını verdiği ilk kitap Kitabu’l-Bakır Muhammed b. Ali’dir (a.s) . Onu, Zeydi Carudiyye’nin reisi Ebu’l-Carud Ziyad b. Munzur, Hazret’ten rivayet etmiştir.252 Onun anlatımından bu kitabın Tefsiru Ebi’l-Carud olduğu anlaşılmaktadır. Tefsiru Kummi’de ondan çokça rivayet nakledilmiştir.253 Ağabozorg Tehrani (r.h) bu nedenle Tefsiru Kummi’yi, Tefsiru Ali b. İbrahim ve Tefsiru Ebi’l-Carud’un karışımı kabul eder.254 Tefsiru Ebi’l-Carud’u tanıtırken de şöyle buyurmuştur: “Ebu’l-Carud’un adı Ziyad b. Munzur’dur ve doğuştan kördü. Zeydi Carudiye mezhebi ona nispet edilir. Üç imamın ashabı olmuştu (Ali b. el-Hüseyin, Muhammed b. Ali ve Cafer b. Muhammed, aleyhimüsselam). Tefsirini Zeydiye mezhebine meyletmeden önce hususen İmam Bâkır’dan (a.s) rivayet etmiş ve anlatıldığına göre bu tefsiri Hazret’in imla ettirmesiyle yazmıştır. Bu yüzden İbn Nedim onu İmam Bâkır’a (a.s) ait saymıştır.255 Necaşi ve Şeyh Tusi de Ebu’l-Carud’un İmam Bâkır’dan (a.s) rivayet ettiği tefsirin varlığından haber vermiş ve onun için bir sened zikretmişlerdir.256 Tabii ki bu sened, Kesir b. Ayyaş’ı içeriyor olması nedeniyle zayıftır.257

Dolayısıyla Tefsiru Ebi’l-Carud adında varolan ve İmam Bâkır’dan (a.s) rivayetler ihtiva eden tefsirin Kur’an tefsiri olduğundan kimse tereddüt etmemiştir. Öyleyse eğer bu tefsir sahih ve güvenilir tarikle bize ulaştıysa İmam Bâkır’ın (a.s) tefsirinin bir kısmı elimizde demektir. Fakat ne yazık ki o tefsirin kendisi elde yoktur ve mevcut mu bulunduğu, yoksa yok mu olduğunu bilmiyoruz. Kummi tefsirinde nakledilmiş pek çok kısmının senedi de Kesir b. Ayyaş nedeniyle zayıftır ve İmam Bâkır’dan (a.s) sadır olduğuna güvenilmez. Tabii ki Ağabozorg Tehrani, Kummi veya talebesinin o rivayetleri Ebu Basir tarikiyle –mevsuk biridir- Ebi’l-Carud’dan naklettiğini ve tefsirinde zikrettiğini iddia etmiştir.258 Ama o senede ulaşamıyoruz. Buna ilaveten Ebi’l-Carud’un kendisi de pek o kadar mevsuk bulunmamaktadır ve onu kınayan rivayetler nakledilmiştir. Fakat Kamilu’z-Ziyarat ve Tefsiru Kummi’nin ricalindendir.

Kur’an’ın Bütün Manalarına Vakıf Müfessirlerin
Tefsir Ekolü

Kur’an’ın bütün manalarına vakıf müfessirlerden, yani Allah Rasülü’nden (s.a.a) ve onun masum Ehl-i Beyt’inden Kur’an’ı nasıl tefsir etmek gerektiğine dair kapsamlı ve sarih bir teori gelmiş değildir. Elbette ki Kur’an ayetlerinin bir bölümünü tefsir ederken; reyle tefsirin ve ilimsiz tefsirin kınanması, Kur’an tefsirinin akıldan uzak olması, gerekli ehliyete sahip olmadıkları halde Kur’an’ı tefsire koyulan kimselerin kınaması gibi konuları beyan ederken tefsir ve rivayet kitaplarında bu büyük şahsiyetlerden çok sayıda rivayet dağınık biçimde nakledilmiştir. O rivayetlerin toparlanması, senedlerinin incelenip delaletlerinin anlaşılması, birbiriyle ilişkilerinin araştırılması ve muttasıl ve munfasıl karineler gözönünde bulundurularak o rivayetlerin toplamından tefsir ekollerinin ortaya çıkarılması, bu kitapta değinmeye fırsatımızın olamayacağı kapsamlı ve dakik bir araştırmayı gerektirmektedir. Bu çalışmanın çerçevesi içinde ele alınabilecek olan şey, KuranTefsiriMetodolojisi’nda beyan edildiği ve ispatlandığı şekliyle aklın tartışma sırasındaki ve kelamın manasını anlama ve yorumlama anındaki davranışıdır. O da şudur ki, her kelamın mana ve mefhumu, kelimelerin örfteki anlamlarına ve o söze özgü edebiyata göre, yine onun muttasıl ve munfasıl bütün karinelerini gözönünde bulundurarak elde edilebilir. Masumlardan nakledilen rivayetlerde bütün zamanlarda ve o büyük şahsiyetlerin çağında kullanılmış olan bu yöntem reddedilmemek bir yana, bilakis kimi yönleri teyit edilmiştir ve bu, sözkonusu yöntemin onların nezdinde kabul edildiğini göstermektedir. Buna göre denebilir ki, Kur’an tefsiri konusunda onların görüşü ve tefsir ekolü, Kur’an’ı akılcı ve örf yöntemiyle (kelamın manasını anlama ve tefsir etmede aklı kullanarak) tefsir etmek gerektiğidir. Şimdi bu metodun özelliklerini ve çeşitli yönlerini onları teyit eden rivayetlerle birlikte zikredelim:



Kelimelerin Örfteki Anlamlarına Göre Manayı Anlamak

Akılcı yöntemin özelliklerinden biri, kelamın mana ve maksadını, kelimelerin örfteki anlamlarına -insanların o kelamın diline aşina olarak kelimelerden anladıkları manaya- göre elde etmektir. Masumlardan (a.s) nakledilmiş bazı rivayetlerde de bu özelliğe dikkat çekildiği görülmektedir. Kelamın bu esasa göre çıkarılmış anlamı delillendirilmiş olmaktadır. Misal olarak, İmam Sadık’tan (a.s) nakledilmiş bir rivayette, Allah’ın kaleme “Yaşanmış ve kıyamete kadar yaşanacak herşeyi yaz” buyurduğu ve kalemin de bunların hepsini gümüşten daha beyaz ve yakuttan daha parlak bir deriye (sayfaya) yazdığı beyan edildikten sonra şöyle denmiştir:



فهو الکتاب المکنون الذی منه النسخ کلها الستم عربا. فکیف لا تعرفون معنی الکلام و احدکم یقول لصاحبه انسخ ذلک الکتاب. اولیس انما 259ینسخ من کتاب آخر من الاصل و هو قوله 260إِنَّا كُنَّا نَسْتَنسِخُ مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ

“Öyleyse o -kalemin herşeyi üzerine yazdığı deri- tüm nüshaların ait olduğu kitab-ı meknundur. Yoksa Arap değil misiniz? Nasıl olur da kelamın manasını anlamazsınız? Halbuki her biriniz arkadaşına “O kitabın bir nüshasını al” dediğinde bunun manası, asıl olan başka bir kitaptan nüsha çıkarmak değil de nedir? Nitekim o (Allah Teala), “Gerçekten biz, yapmakta olduklarınızın nüshasını çıkartıyorduk.” demiştir.”

Bu hadiste Arapların “nesh” kelimesinden ve “kitabın nüshasını çıkarmak”tan asıl kitabı çoğaltmayı anladığına dayanılarak “إِنَّا كُنَّا نَسْتَنسِخُayetiyle kitab-ı meknun261 için, kendisinden nüsha çıkartılan ve çoğaltılan asıl kitap olduğunu sonucuna varılmıştır. Bu hadis, bir sözden, müfredatının örfi manasına göre elde edilen bir anlamın çıkarılabilir ve muteber olduğunu teyit etmektedir.

Söze Özgü Edebiyat Kalıbında Manayı Anlamak

Akılcı yöntemin bir başka özelliği de sözün manasının, edebiyat kalıbına özgü biçimde üretilmesidir. Bazı rivayetlerde de sözün edebi noktalarına odaklanıldığı ve sözün edebi noktalarının ifade ettiği anlama dayanıldığı görülmektedir. Örneğin sahih senedle İmam Bâkır’dan (a.s) nakledilmiş rivayette Hazret, başın bir kısmını meshetmenin kâfi gelmesinin delilini soran Zürare’ye cevap verirken şöyle buyurdu:



لان الله عز و جل یقول فاغسلوا وجوهکم. فعرفنا أن الوجه کله ینبغی ان یغسل ثم قال و ایدیکم الی المرافق ثم فصل بین الکلام262 فقال وامسحوا برؤسکم فعرفنا حین قال برؤسکم ان المسح ببعض الرأس لمکان الباء263

“Çünkü Allah azze ve celle buyurmuştur ki “Yüzünüzü yıkayın”. Öyleyse yüzün tamamını yıkamak gerekir. Daha sonra “Kollarınıza kadar ellerinizi” demiştir. Sonra ise sözün arasında boşluk bırakarak şöyle buyurmuştur: “Başınızı meshedin”. “Başınızı” buyrulduğunda kelimenin başındaki “ba” nedeniyle başın bir kısmının meshedilmesinin kafi olduğunu anlıyoruz.”

Bu rivayette İmam Bâkır (a.s), “yıkayın (yüzlerinizi ve ellerinizi)” cümlesinde “ba” zikredilmemesi, buna karşılık “meshedin (başınızı)” cümlesinin başına “ba” getirilmesinden abdestte başın bir kısmınnı meshedilmesi sonucunu çıkarmıştır. Dolayısıyla buradan anlaşılmaktadır ki Kur’an ayetlerinin manasını anlarken ayetlerin edebi özelliklerine de dikkat etmek gerekmektedir.

Aynı şekilde başka bir rivayette Hazret’in “elhamdulillah”ı zikrettikten sonra şöyle buyurduğu nakledilmiştir:



ما ترکت و لا بقیت شیئا. جعلت جمیع انواع المحامد لله عز و جل فما من حمد الا و هو داخل فی ما قلت264

“(Elhamdulillah’ı zikretmekle) geride (Allah’a hamddan) herhangi bir şeyi terkedip bırakmadım. (Çünkü) Allah azze ve celle için hamdlerin bütün türlerini yerli yerine koydum. Söylediğime dahil olmayan hiçbir hamd yoktur.”

Bu rivayette İmam’dan (a.s) nakledilmiş söz, Kur’an’dan bir cümle olan “elhamdulillah”ın tefsiri olarak ele alınmış değildir. Fakat bu cümlenin Kur’an’da zikredildiği ve İmamların (a.s) zikirlerinin de Kur’an-ı Kerim’den alındığı gözönünde bulundurulursa bu sözü Kur’an cümlesinin tefsiri saymak mümkündür. Bu yüzden rivayet tefsiri yapan âlimler Hamd suresini tefsir ederken bu ve benzeri rivayetlere değinmişlerdir. Bu rivayette, “elhamdulillah”ın bütün hamdleri kapsaması boyutu da açıklığa kavuşturulmamıştır. Ama bu anlamın, “el-hamdu”nun, cinsin tamamını ifade için265 kullanılmış “elif” ve “lam”ından çıkarıldığı bellidir.266 Buna göre bu rivayet de ayetlerin anlamının Arap dilinin edebi noktaları dikkate alınarak çıkarılabileceğini teyit etmektedir.

Siyaka Bakarak Manayı Anlamak

Akılcı metodun özelliklerinden biri de sözün üslubunun söze ilişik karinelerden biri telakki edilmesi ve kelamın manasının böyle elde edileceğini kabul etmesidir. Rivayetlerde de ayetlerin manasını anlamak için bağlama bakıldığı görülmektedir. Mesela İmam Ali b. el-Hüseyin’den (a.s) gelen biri rivayette şöyle nakledilmiştir:

“Muhakkak Allah kitabında, sizden önce şehirlerin sakinlerinden zalim olanlara ne yaptığını size işittirmiştir. Çünkü “Zalim nice beldeyi kırıp geçirdik”267 buyurması, o belde ahalisini kasdetmekten başka bir şey değildir. Zira (ondan sonra) şöyle buyurmaktadır: “Onlardan sonra yerlerine başka bir topluluk getirdik.268

Bu hadiste, “Zalim nice beldeyi kırıp geçirdik” cümlesinde geçen “belde”den maksat, onun ahalisi olduğunun beyan edilmesi için onun siyakına (ondan sonraki cümleye) istinat edilmiştir.

Başka bir rivayette de mevsuk senedle269 şöyle nakledilmiştir:

İbad Basri Mekke yolunda İmam Ali b. el-Hüseyin’le (a.s) karşılaştı. Hazret’e dedi di:

 إِنَّ اللّهَ اشْتَرَى مِنَ الْمُؤْمِنِينَ أَنفُسَهُمْ وَأَمْوَالَهُم بِأَنَّ لَهُمُ الجَنَّةَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ فَيَقْتُلُونَ وَيُقْتَلُونَ وَعْدًا عَلَيْهِ حَقًّا فِي التَّوْرَاةِ وَالإِنجِيلِ وَالْقُرْآنِ وَمَنْ أَوْفَى بِعَهْدِهِ مِنَ اللّهِ فَاسْتَبْشِرُواْ بِبَيْعِكُمُ الَّذِي بَايَعْتُم بِهِ وَذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ 270

İmam (a.s) ona şöyle buyurdu: “Ayeti tamamla (devam et).” Bunun üzerine (Allah Teala’dan) şöyle buyurdu:

 التَّائِبُونَ الْعَابِدُونَ الْحَامِدُونَ السَّائِحُونَ الرَّاكِعُونَ السَّاجِدونَ الآمِرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَالنَّاهُونَ عَنِ الْمُنكَرِ وَالْحَافِظُونَ لِحُدُودِ اللّهِ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ 271

Sonra Hazret şöyle buyurdu: “Ne zaman bu sıfatlara sahip birini görürsem onların ittifakıyla cihad hacdan üstündür.”272

Bu rivayette İmam (a.s), İbad Basri’nin “إِنَّ اللّهَ اشْتَرَى مِنَ الْمُؤْمِنِينَayetinin manasına dair taşıdığı vehmin (bu ayetin, herkesin ittifakıyla, cihadın mutlak manada hacdan üstün olduğuna delalet ettiğini sanıyordu) yanlış olduğunu ifade etmek için bu ayetten sonraki ayetin siyakına istinat etmiş ve birinci ayetteki “müminler” kelimesini sonraki ayette zikredilmiş sıfatlarla sınırlamıştır. Bu dayanaktan gayet iyi anlaşılmaktadır ki Hazret’in görüşüne göre ayetlerin manasını anlamak siyak gözönünde bulundurularak mümkün olabilir ve siyakı hesaba katmadan elde edilen anlam muteber değildir.

Sözün Sadır Olduğu Atmosfere Bakarak Manayı Anlamak

Akılcı tarzın iletişimdeki diğer özellikleri arasında her sözün mana ve maksadını sözün sadır olduğu atmosfere bakarak çıkarma yöntemi vardır. Yani kelamın sadır olduğu sebep, zaman ve mekan, bireylerin onun sadır olduğu vakitteki kültür ve zihniyeti söze ilişik karine kabul edilerek sözün anlamını belirlemede bunlar etkili sayılmaktadır. Gerçek müfessirlerden nakledilmiş rivayetlerde de ayetlerin manasını açıklamak için ayetlerin nüzul atmosferinin hatırlatılması sıklıkla görülmektedir. Kuleyni, nispeten iyi bir senedle İmam Bâkır’dan (a.s) şöyle rivayet etmiştir:

Cabir b. Abdullah bana haber verdi: Ne zaman müşriklerden biri Ev’in (Kabe) etrafında Allah Rasülü’nün (s.a.a) yanından geçse göğsünü öne büker ve başını çevirir, yahut Allah Rasülü görmesin diye (s.a.a) başını elbisesiyle örterdi. Bunun üzerine Allah azze ve celle

 أَلا إِنَّهُمْ يَثْنُونَ صُدُورَهُمْ لِيَسْتَخْفُواْ مِنْهُ أَلا حِينَ يَسْتَغْشُونَ ثِيَابَهُمْ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ 273

ayetini indirdi.274

Bu rivayette İmam’ın (a.s) sözkonusu ayetin manasını açıklamak için, sahabeden olan ve müşriklerin davranışlarını gözlemlemiş Cabir b. Abdullah’dan ayetin nüzul sebebini naklettiği görülmektedir.Aynı şekilde mürsel içeren275 bir senedle şöyle rivayet etmiştir:

İmam’a (a.s) Safa ve Merve arasında say etmenin vacip mi, müstehap mı olduğu soruldu. Hazret şöyle buyurdu: “Vaciptir.” (Ravi anlatıyor) dedim ki: Allah azze ve celle “فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْهِ أَن يَطَّوَّفَ بِهِمَا276 buyurmuyor mu?” İmam şöyle buyurdu: O kaza umresinde olmuştu. Allah Rasülü (s.a.a) müşriklere putları Safa ve Merve’den kaldırmalarını şart koştu. Birisi bir işle meşguldü ve say yapmayı terketmişti. Aradan günler geçti ve nihayet putlar kaldırıldı. Hazret’in yanına gelip dediler ki: “Ey Allah’ın Rasülü (s.a.a), filan kişi Safa ve Merve arasında say yapmadı, putları da kaldırdılar (ne yapsın?)” Bunun üzerine Allah azze ve celle “فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْهِ أَن يَطَّوَّفَ بِهِمَاayetini indirdi. Yani o iki dağda (Safa ve Merve) putlar varken de o ikisi arasında tavafı (say) yerine getirmesinde günah yoktur.277

Bu rivayette görülmektedir ki İmam (a.s), bahsi geçen ayetin Safa ve Merve arasında say yapmanın vacip olmadığına delalet etmediğini beyan için onun nüzul sebebine istinat etmiştir.



Tefsiru Kummi’de “وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلَى حُبِّهِ مِسْكِينًا وَيَتِيمًا وَأَسِيرًا278 ayetinin izahı yapılırken muteber senedle279 İmam Sadık’tan (a.s), bu ayetin, “وَكَانَ سَعْيُكُم مَّشْكُورًا280 ayetine kadar Hz. Ali’nin (a.s) kendisi ve ailesinin yemeğini yoksula, yetime ve esire takdim etmesinden sonra nazil olduğunu anlatan bir rivayet nakletmiştir.281 Bu rivayetten de, gerçek bir müfessir olan İmam Sadık’ın (a.s), bu ayetlerde amel ve ihlasları dile getirilen iyi kimselerin örnekliğini ortaya koymak ve ayetlerin manasını açıklamak üzere ayetin nüzul sebebini zikrettiği sonucu çıkarılmaktadır.

Hazret’ten nakledilmiş başka bir rivayette Maide suresinin 55. ayetinde “الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلاَةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ رَاكِعُونَifadesinden maksadın Hz. Ali (a.s) ve onun evladından kıyamete kadar gelecek imamlar olduğunu beyan etmek için Hz. Ali’nin (a.s) namaz sırasında yaptığı infakı anlatan nüzul sebebi zikredilmiştir.282 Bu tür örnekler, gerçek müfessirlerden nakledilmiş rivayetlerde fazlasıyla görülmektedir. Dipnotta bu dört konu ve başka örneklerin geçtiği yerlerin283 özet olarak zikredilmesiyle yetinilmiştir.



Yüklə 7,5 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   42




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin