Tekfir problemleri Mehmed GÜNEŞ tekfir problemleri


Bazı Âlimlerin ''Tekfir'' Hakkındaki Nasihatleri



Yüklə 0,61 Mb.
səhifə5/6
tarix02.11.2017
ölçüsü0,61 Mb.
#26995
1   2   3   4   5   6

Bazı Âlimlerin ''Tekfir'' Hakkındaki Nasihatleri

Şeyhu'l-İslam İbni Teymiye'den ("Mecmuati'r-Resail ve'1-Mesail" kitabının 5. cildinin 199-201 sayfalarında):


"Hiçbir müslümanı işlemiş olduğu bir fiil veya ehl-i kıblenin hakkında münakaşa ettiği meseleler gibi herhangi bir meselede düşmüş olduğu hata yüzünden tekfir etmek caiz değildir. Hz. Peygamber (s.a.s.)'in kendileriyle savaşılmasını emrettiği, Raşid Halifelerden biri olan mü'minlerin emiri Hz. Ali b. Ebi Talib'in savaştığı ve sahabe, tabiin onlardan sonraki din büyüklerinin kendileriyle savaşılmasının gerekliliği hususunda ittifak ettikleri Haricileri, Hz. Ali, Sa'd b. Ebi Vakkas ve diğer sâhabiler tekfir etmediler. Aksine, onlarla savaşmalarına rağmen onları müslümanlardan saydılar. Hz. Ali onlar haram olan kanı akıtmadıkça ve müslümanların mallarına baskın yapmadıkça onlarla savaşmadı. Hz. Ali, onlar kafir oldukları için değil, onların zulümlerini ve taşkınlıklarını defetmek için onlarla savaştı. Bu sebeple de onların ailelerine el atmadı ve mallarını ganimet olarak almadı. Peki, bu sapıklıkları nass ve icma ile sabit olanlar, Allah (c.c.) ve Rasulü'nün onlarla savaş yapılması emrine rağmen tekfir edilmiyorsa, nasıl olur da onlardan en âlim olanlarının bile hakkında yanıldıkları meseleler hususunda hakkı şaşıran çeşitli taifeler tekfir edilebilir? Bu taifelerden hiçbirinin diğer bir taifeyi tekfir etmesi helal değildir. Çünkü Haricilerin bid'atleri, daha büyük bid'atlerdir. Gerçek şudur ki, onların hepsi ihtilafa düştükleri meselelerin hakikatini bilmiyorlardı.”
"Aslolan, müslümanların kanlarının, canlarının ve namuslarının birbirlerine haram olduğudur. Bunlar ancak Allah'ın ve Rasulü'nün izni ile helal olabilir."
"Eğer bir müslüman savaş veya tekfir hususunda te'vil edilebilir bir konuma sahip ise, o zaman tekfir edilmez. Nitekim Hz. Ömer b. el-Hattab, Hatib b. Ebi Beltaa hakkında şöyle demişti:
"Ya Rasulallah, izin ver de bu münafığın boynunu vurayım!" Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştu:
"Şüphesiz o, Bedir savaşına katılmıştır. Sen nerden biliyorsun, belki Allahu Teala Bedir ehlinin böyle yapacağını bildiğinden dolayı "Dilediğiniz gibi amel edin, şüphesiz ben sizi bağışlarım" ayetini onlar hakkında buyurmuştur." Bu hadis, Sahihayn'da geçmektedir.
Yine sahihayn'da geçtiğine göre, Üseyd b. el-Hudeyr, Sa'd b. Ubade'ye: "Sen münafıklar hesabına bizimle mücadele eden bir münafıksın!.." demiş ve bunun üzerine Evs ve Hazrec kabileleri münakaşaya başlamıştılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.) iki grubun arasını düzeltti.
İşte şu Bedir Savaşına katılanlar ki, onlardan biri diğerine "sen münafıksın" diyor. Fakat Hz. Peygamber ne onu ne de bunu tekfir etmiyor, aksine hepsinin de cennete gireceğine şahitlik yapıyor.
Yine bunun gibi selef de Sıffın, Cemel ve diğer bir takım savaşlarda birbirleriyle savaşmıştılar. Fakat hepsi de müslüman idiler ve mü'min idiler. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Şayet mü'minlerden iki taife birbirleriyle savaşırlarsa onların aralarını bulup düzeltin."

Yine yüce Allah şöyle buyurmuştur:



"Muhakkak ki mü'minler kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup düzeltin"
şte Allahu Teala, onların birbirleriyle savaşmalarına ve birbirlerine haksızlık yapmalarına rağmen onların mü'min kardeşler olduklarını beyan etmiştir ve onların aralarının adaletle ıslah edilmesini emretmiştir."

Yine Şeyhu’l-İslam İbn-i Teymiye Rahimehullah şöyle der:


“Kur’an, sünnet ve icmaya göre küfür olan söz için mutlak olarak küfür olduğu söylenir. Şeri deliller buna delalet eder. Allah ve Resulü’nden alınan hükümler, insanların zan ve heveslerine göre kullanacakları hükümler değildir. Ancak tekfirin şartları sabit oluncaya ve engelleri ortadan kalkıncaya kadar bu sözü söyleyen herkes için kafir olduğunun söylenmesi gerekmez.” (53)
İmam Şevkani'den:

"Bil ki, bir müslümanın İslam dininden çıktığına ve küfre girdiğine hükmetmeye yönelmek gündüzün güneşinden daha açık bir delil olmadıkça, Allah'a ve ahiret gününe iman etmiş olan hiçbir müslüman için gerekli değildir. Çünkü sahabeden bir grubun tarikiyle rivayet edilmiş sahih birçok hadislerde, "Her kim kardeşine "ey kafir" derse, mutlaka ikisinden biri bunu hak eder" ibaresi sabit olmuştur.
"Sahih-i Buhari'de hadis böyledir. Sahihayn ve diğer hadis kitaplarında şu ibare de geçmektedir: "Her kim bir adamı küfür ile çağırırsa veya ona "ey Allah'ın düşmanı derse", o adam da böyle değilse, mutlaka ikisinden biri kafir olur."

Bu hadiste ve bu husus üzerine varid olan diğer hadislerde tekfirde acele etmede çok müthiş bir tehdit ve çok büyük bir öğüt vardır.
Allahu Teala da şöyle buyurmuştur:
"Kalbi imanla tatmin olduğu halde baskı halinde zorlanan hariç, kim imanından sonra Allah'a (karşı) inkara sapıp da göğsünü küfre açarsa, işte onların üstünde Allah'tan bir gazap vardır ve büyük azap onlarındır."(en-Nahl: 16/106.)
Buna göre (birisini tekfir etmek için) göğsün küfre açılması, kalbin küfürle tatmin olması ve nefsin onunla teskin olması gerekmektedir. Bu sebeple sahibinin kendisiyle İslam dininden çıkıp küfür dinine girmeyi irade etmediği şirk yollarından biriyle vaki olan düşüncelere, ondan sadır olan küfri davranışlara ve müslümanın ağzıyla söylemiş olduğu fakat manasına inanmadığı lafızlara, özellikle de bunların İslam yoluna muhalif olunduğunun bilinmemesi durumunda itibar edilmez.(Geçerli sayılmaz)'' (54)

İmam Nevevi'den: ("Şerhu Müslim" isimli kitabında)

"Bil ki, hak mezheb mensuplarına göre, herhangi bir günah sebebiyle hiç kimse tekfir edilmez. Yine ehl-i heva ve bidatten olan Hariciler, Mutezililer, Rafiziler ve diğer fırka mensupları da tekfir edilmezler. Fakat bir kimse İslam dini açısından zaruriyet olarak bilinen şeyleri bilerek inkar ederse, onun mürted olduğuna ve küfre girdiğine hükmedilir. Ancak daha yeni müslüman olmuşsa veya İslam'dan habersiz uzak bir yerde (çölde) yaşıyorsa veya bunun gibi gerçeğin kendisine gizli kaldığı bir kimse ise, tekfir edilmez. Eğer bu kişi zaruriyeti inkar etmenin küfür olduğunu öğrenip, bunları inkar etmeye devam ederse, o zaman kafir olduğuna hükmedilir. Bunun gibi, zinayı, içkiyi, katli ve bunlar gibi haram olduğu zaruri olarak bilinen diğer haramları helal kılanın da kafir olduğuna hükmedilir.'' (55)

İmam Gazzali'den:

"Araştırmacının meyletmesi gereken, hak gördüğü yoldan tekfir etmekten onları istisna yapmasıdır. Çünkü açıkça "lailahe illallah" diyerek kıbleye yönelip namaz kılanların canlarının ve mallarının mubah olduğunu söylemek hatadır. Bin kafirin hayatta kalmasında hataya düşmek, bir müslümanın kanından bir şişe akıtma hatasını işlemekten daha ehvendir.''

Bir müslümanın te'vil ve hata sonucu küfre düşmesi hakkında da şöyle demektedir:



"Te'vil hususunda hataya düşmenin tekfiri gerektirdiği hakkında bize hiçbir nass sabit olmamıştır. Bu sebeple, böyle bir iddiada bulunanın delil getirmesi gerekir. Halbuki bize "lailahe illallah" demekle kesin olarak can ve malın korunmasının sağlanacağı hakkında nasslar sabit olmuştur. Delil ya asıldır veya asl üzerine kıyastır. Asıl da açık şekilde (dini) tekzib etmektir. (Dini hakikatleri) tekzib etmeyen(Yalan saymayan) kimse hiçbir zaman tekzib edenlerin kapsamına alınmaz. Ve o, kelime-i şahadeti söylemekle ismetin (canını ve malını korumanın) kapsamı altında kalmaya devam eder." (56)

Hanefi Âlimlerinden

Hanefi mezhebinin kitaplarından "Camiu'l Fusuleyn"de şu ibare geçmektedir:


"et-Tahâvi ashabımızdan rivayet etmiştir ki: Bir kişiyi müslüman eden şeyleri, bilerek inkar etmesinden başka bir şey imandan çıkarmaz. Sonra bilinmelidir ki, riddet olduğu yakın olarak bilinen bir şey yapıldığı zaman birisinin mürted olduğuna hükmedilir. Riddet olup olmadığında şüphe bulunan şeyler sebebiyle ise bu hüküm verilemez. Çünkü İslam sabit olan bir şeydir ki, şüphe ile zail olmaz. Aynı zamanda İslam üstündür, (başka bir şey ona üstün olmaz). Bir âlime bu konu getirildiği zaman, ehl-i İslam'ı tekfir etmeye acele etmemelidir.”
"el-Fetâvâ'i-Hayriyye" (Hanefiler) de şu sual vardır: Kadı bir adama "şeriate razı ol" dediği zaman, o da "kabul etmem!" dedi. Bu sebeple bir müfti onun kafir olduğuna ve karısının kendisinden ayrılmış olduğuna fetva verdi. Acaba bununla onun kafir olduğu sabit olur mu?
Bu soruya, âlimin ehl-i İslam'ı tekfir etmeye acele davranmaması gerektiği ve o adamın tazir edilmesi ve cezalandırılması gerektiği cevabı verilmiştir. Burada bu çirkin kelimeye benzer kelimeleri söyleyenlerin kafir olduğu hükmü verilmemiştir. Çünkü onun bu sözü, şeriate karşı kibirlenerek veya onu kerih görerek değil, hasmına karşı aşırı şekilde gazaplanarak söylemiş olabileceği ihtimali vardır. (57) (Şu ince düşünüşe bakar mısınız!)

İbn Âbidin şöyle der: “Bir müslümanın kâfir olduğuna dair doksan dokuz, Müslüman olduğuna dair de bir delil bulunsa, müftünün veya kadı’nın Müslüman olduğuna delâlet eden delil ile hükmetmesi daha uygundur.” (58)



PARLEMENTER İDAREDE GÖREV ALMA VE OY KULLANMA MESELESİ

Bu risale de İslam davetçilerini muhatab aldığım için meselenin onları ilgilendiren kısmına değinmen istiyorum.

Müslümanlar bu meselede ihtilaf etmişlerdir. (Parantez açmakta fayda görüyorum: ihtilaftan kastım sistemin küfür olduğu ve reddedilmesinin gereği noktasında değil; bu tarz sistemlerin ümmetin maslahatı için kullanılıp-kullanılmama noktasındadır.) İhtiyat ilkesi gereği müslümanların bu meselede tekfirden kaçınmaları gerekir. Legal metodları 'vasıta' olarak kullanmada; buna itikat etmediklerini belirten, bu vesile ile İslama hizmet edeceklerini düşünen müslümanları tekfir etmeyi 'aşırılık' olarak niteliyorum. Çünkü bu müslümanların niyetleri, İslama hizmet etme arzusudur. Onlar, Allah'ın haram kıldığının haram, helal kıldığının da helal olduğuna şeksiz inanmaktadırlar.Teşri (Kanun koyma) yetkisinin sadece Allah'ın elinde olduğuna dair inançlarında bir şüphe ve tereddüte yer yoktur. Onlar mevcut düzeni de reddetmiş kişilerdir.

Mutedil olduğuna inandığım görüşü zikrettikten sonra karşıt görüşlerin itirazlarını ele almak istiyorum.

Parlamenter sistemle idareye gelmeyi ve hizmet etmeyi mutlak anlamda küfür olarak değerlendirip meşru görmeyenler iki yönden itiraz etmektedirler.

1-Allah'a ait olan yasama hakkının meclise verilmesi, İslam akidesine muhalif karar ve yasaların çıkarılması.

2-Muhtevasında küfür sözler barındıran cümleler ile yemin edilmesi.

Şimdi bu itirazları inceleyelim.



Birinci itiraz:

Söz konusu birinci maddeye gelince öncelikle şunu ifade etmeliyim ki teşri noktasında Allahtan başkasının teşri yetkisine sahip olduğuna itikat edilmemektedir. Aksi halde bu şekilde bir itikadın sahibini küfre düşüreceği noktasında bir şüphe yoktur.

İslam akidesine muhalif karar ve yasaların çıktığı doğrudur fakat çıkan her karar ve yasanın da İslama muhalif olduğu kesinlikle söylenemez. Gözden kaçırılan diğer önemli bir nokta ise parlamentoya girenler diledikleri yasayı onaylayıp-onaylamama hususunda hürdürler. İslam aleyhinde çıkacak karar ve yasaları tasvip etmeleri onaylamaları, reaksiyon göstermemeleri küfürdür. Ancak muhalif yasalara reaksiyon gösterip itiraz edildiği veya karşı çıkılması halinde bu sakınca ve şüphenin izale olacağı muhakkaktır. Merhum Seyyid Kutub’un da dikkat çektiği gibi, böyle yerlerde (İslam aleyhinde konuşulan yerlerde) Müslümana karşı atağa geçme düşer onlara gereken cevaplar verilir, yaptıkları konusunda kamuoyu bilgilendirilir. (59)

İkinci itiraz:

Öncelikle bu tarz yeminlerin şer'i yemin olmadığını ifade etmek isterim. Bilindiği gibi, şer'i yemin sadece Allah'ın sıfatlarına ya da Kur'an'a yapılır. O yüzden bunlar elfaz-ı küfür veya sakıncalı ifadeler kabilinden sayılır. İslam uleması, müslümanların maslahatı söz konusu olunca bu tür ifadelerin kullanılabileceğini belirtmişlerdir.(60) İbnül Kayyim bu konuda şunları der: “İslam ve Müslümanların maslahatı söz konusu ise kalbin reddetmesi kaydıyla, zahiren küfrü çağrıştıran sözleri kullanmada bir sakınca yoktur. Muhammed b. Mesleme'nin Hz. peygamber hakkında sarf ettiği cümleler bu türdendir.”(61) Şöyle ki: Yahudi Ka'b b. Eşref, Hz. Peygamber ve müslümanlara karşı savaş ilan edince, Ashap onun etkisiz hale getirilmesi için Hz. Peygamber'den müsaade istedi. Hz. Peygamber, bu maksatla Muhammed b. Mesleme ile Ebu Naile'yi görevlendirdi. Muhammed b. Mesleme, ''Ey Allah'ın Resulü, Ka'b'ın hakkınızda hoşlanacağı bir şeyi söylememe müsaade buyurur musunuz?'' dedi. Hz. Peygamber, ''İstediğini söyleyebilirsin.'' buyurdu. Muhammed b. Mesleme, Yahudi Ka'b'i etkisiz kılmak gayesiyle zahiren küfür olan bazı ifadeler kullandı. Onlardan bir tanesi şuydu: ''(Hz. Peygamber'i kast ederek) Şu kişi bizden sadaka istedi, bizi güç durumda bıraktı, vergi altında ezdi. Bu nedenle sana geldik.''(62) Muhammed b. Mesleme'nin Hz. Peygamber hakkında kullandığı ifadeler aslında küfür sözlerdir. Ancak Hz. Peygamber maslahat için kendisine izin verdi.

Maslahat için elfaz-ı küfrün sarf edilebileceğini gösteren diğer bir delil de şudur: Mekke'nin fethi esnasında Haccac b. İlad adındaki sahabi Hz. Peygamber’e gelerek, ''Ey Allah'ın Resulü! Mekke'de akraba ve yakınlarım var. Onlara gitmek istiyorum. (Malımı getirebilmem amacıyla) aleyhinizde konuşmam caiz olur mu?” dedi. Hz. Peygamber aleyhinde konuşmasına izin verdi.(63)

Hz. Peygamberin aleyhinde konuşmak şüphesiz ki küfürdür. Ancak maslahat söz konusu olduğundan Hz. Peygamber buna müsaade etti. (64)

Bazı kardeşlerimiz alıntıladığımız yerlerin sarih küfür olmadığını dolayısıyla bunların geçerli bir delil olamayacağını ileri sürebilir. Fakat kendilerinin biraz düşünmelerini istiyoruz. Zira bunlar doğrudan olmasa da dolaylı olarak küfrü çağrıştıran ifadelerdir. Zaten buradaki gayede karşı tarafa küfür ehlindenmiş gibi görünerek müslümanların maslahatını temin edebilmektir. En azından bu deliller bir müslümanın tekfirini önlemek için yeterlidir. Bu tarz bir metod; her ne kadar İslamın hareket ruhuna uymasa da ve nebevi metodun dışında kalmış olsa da müslüman kardeşlerin bu noktada tekfir edilmemesi gerekir. Aksi halde bu vebali gerektirir ki müslümanların bundan imtina etmesi gerekir.

Partisel bir yöntemin (eğer akidevi tavizler istemiyorsa) kullanılabileceğini düşünüyoruz. Fakat bunu Türkiye konumunda değerlendirdiğimizde müsbet bir yaklaşım gösteremiyoruz. Çünkü verilecek olan tavizler akidedendir ve akideyi zan altında bırakacaktır. O yüzden bu tarz bir metodun (Türkiye'de) İslamın hareket ruhunu zedeleyeceğini düşünmekteyiz. Fakat başka bir ülkede akidevi tavizler verilmiyor; haramlara bulaşılmıyorsa neden bu (partisel) yöntem kullanılmasın?

İslam âlimlerinden, Mevdudi bu şartlar çerçevesinde böyle bir yöntemi benimsemiş ve bunun uygulanabileceğini göstermişti.

Fakat söz konusu ettiğimiz yöntemin Türkiye şartlarında (eğer değişim göstermezse) benimsenmesine imkan yoktur. Çünkü istenilen tavizde ne bir sınır ne de bir son vardır. Sadece Müslümanların imanlarını yıpratır; eksiltir ve belki de bu eksiliş süreci imanın yok oluşuna kadar devam eder. Bazı kardeşlerimiz bu ifadelerimi aşırı görebilebilir. Fakat atmosferi küfür olan bir ortamda iman varlığını idame ettiremez.

Sistemi reddetmekle beraber ''Kötünün iyisini getirmek için oy veriyorum...'' diyen Müslüman kardeşlerimizi de bu kapsamda değerlendiriyoruz. Kendilerini tekfir etmiyor bu yolun yanlışlığını; bir sonuç getirmeyeceğini söylüyoruz. Allah bizlerden kötünün iyisine değil en iyiye uymamızı istiyor.

''Tağuta kulluk yapma (eğilimin)den kaçınanlara ve Allah'a yönelenlere (öteki dünya için mutluluk) müjdeleri vardır. Öyleyse Muştula kullarıma! O kullarım ki, sözü dinlerler sonra da onun en iyisine (en açığına ve en kuvvetlisine) uyarlar. İşte bunlar Allah’ın kendilerine hidayet verdiği kimselerdir ve bunlar gerçek akıl sahibleridir.'' (Zümer,17-18)


Tağut Üzerine
Bu kavramı kitap çalışmasına almamın nedeni tekfirde dengesizliğin sebeplerinden birisinin de bu kavramın yeterince anlaşılmaması olduğunu düşünüyorum. Bu kavram gereği gibi bilinirse iman ve küfrün sınırlarının çizilmesi daha da kolaylaşacaktır.

Günümüzde bu kavram üzerinde birçok spekülasyonlar bulunmaktadır. Bazıları Kur'an'ın üzerinde ısrarla durduğu bu kavramı gündemine bile almazken hatta almak zorunda kaldıklarında yalan tevillerle başlarından savmak isterlerken ; bazı kardeşlerimizde her şeyi ''tağut'' olarak algılamış ve tağut'a itaat kapsamına giren her şeyi tağut'a kulluk olarak değerlendirmiş, böylece ifrata düşmüşlerdir. Elbette ikinci grubu, birinci gruba kıyas bile etmiyoruz. İkinci gruptakiler sadece ''yanlış'' yaparlarken; birinci gruptakiler, sözlerine ''yalan'' karıştırmışlardır. Yanlışın, yalana nazaran daha kabul edilebilir olmasının nedeni muhtevasında ''kasıt'' bulundurmamasıdır. Hata yapmak ise zaten biz kulların yapabileceği bir şeydir. Yapılması gereken ise hata olduğu açığa çıktıktan sonra hatada ısrar etmemektir. Hatada ısrar etmek hatanın ''hoş görülebilir'' oluşuna gölge düşürür.

Tağut, kelime olarak haddi aşan, azan, hakikatten sapan, taşkınlık gösteren gibi anlamlara gelir; Istılahta ise Allah'a isyan eden demektir. Kişiyi Allah'a kulluktan engelleyen (İnsan, Şeytan vb.) her şey de bu kapsama girer.Yine İslam nizamını reddederek yerine kendi normlarını getirme cüreti gösterenlerde bu kelimenin kapsamındadırlar.

Şunu belirtelim ki ''Tağut'' bazı müfessirlerin söylediği gibi mücerret olarak ''şeytan'' anlamına gelmemektedir. Nisa-76'da şeytan ve tağut kelimelerinin ayrı ayrı gelmesi bunun delilidir. Şeytan sadece bu kapsamın dâhilindedir. Bunun yanında putlar, tağut değildir. Putlara tağut demenin doğru bir tespit olmadığını düşünüyoruz. Çünkü putlar cansız birer varlıktır. Onların herhangi bir fonksiyonu yoktur.



Bu bilgiler ışığında söz konusu kavram hakkında Kur'anı Kerim'den bazı ayetler aktaralım:
''İman edenler Allah yolunda inkar edenler tağut yolunda savaşırlar. Şeytanın yardakçılarıyla savaşın, çünkü şeytanın hilesi zayıftır.'' (65)
''Kim tağutu inkar edip Allaha inanırsa...''(66)
''Biz her kavme 'Allah'a kulluk edin tağuttan kaçının' diye bir peygamber gönderdik.'' (67)
''Oysa kendilerine tağutu inkar etmeleri emredilmişti.'' (68)
Bu ayetlerden açıkça anlaşılacağı üzere tağutu inkar etmeyen Allah'a iman etmiş sayılmaz. Kişinin sağlam bir imana sahip olabilmesi için tağutu inkar etmesi gerekmektedir. Daha net bir ifade ile Allah'a imanın geçerli olabilmesi için ilk şart tağutu inkar etmektir. Bir müslüman, gönlünde ilah (ibadet edilmeye layık tek varlık) olarak Allah'ı görmelidir. Bununla beraber Hayatının her alanında İslam'ın hükümlerinin geçerli olmasını arzu etmelidir.
Buraya kadar bir kimlik tanımı verdikten sonra şunu belirtelim ki; tağutu inkar etmek (reddetmek) tağuta resmi yönden bağlı olan her şeyi reddetmek demek değildir.
Yani tağutun şeytani otoritesini reddederek itikadi bir sapmaya girmeyen müslümanların karşılaştıkları kanun, kural veya emir, tağutun belirlediği bir hüküm olmasına rağmen, müslümanların şer'an menedildiği bir hüküm veya kanun değilse, bunlara şartlar gereği itaat eden bir müslüman küfre girmez. Bununla beraber söz konusu ''tağut'' İslama muhalif olmadan insani bir çıkış yapıyorsa bu hareketinin desteklenmesinin küfür olması bir yana bizzat desteklenmesi gerekir. Bununla söz konusu ''tağut'' olan kişi ya da kuruluşun kendisinin tamamen desteklenmesini kastediyor değilim; sadece belirttiğim İslama muhalif olmayan söz konusu ''insani çıkışı'' desteklemelidir, diyorum. Buna Efendimizin (s) Peygamberliğinden önce katılmış olduğu ve Peygamberliğinden sonra da ''Yine olsa yine katılırdım.'' dediği 'hılful fudul' teşkilatı bir örnektir.
Diğer mesele ise söz konusu tağutun hükmü Allah'ın hükmüne muhalif olmakla birlikte bir müslüman mecbur kaldığı için itikat etmeden sadece ameli olarak tağuta, tabii oluyorsa bu müslümana da asla kafir denilemez. Bu konuda Hasan el Hudaybi Şunları söyler:
Tâğut'a ittiba eden (tâbi olan, uyan) kâfirdir" demeye gelince, bu cümlenin yorumlanması ve açıklanması gerekir... Eğer ittiba Allah'tan başkasına mutlak olarak inkıyad edip bağlanmak ve ona itaat etmek anlamında olursa, bu mânâda tâbi olan kimse tartışmasız olarak kâfir olur. Ama bu tâbi oluş yalnızca amel ile olup mutlak olarak bağlanmanın zarûretine itikad etmek söz konusu olmazsa... Bu mânâda tâbi olan ve itaat eden kimse sadece âsîdir, kâfir değildir. İşleyen kişiyi kâfir yaptığına ve sadece ameli dolayısıyla bile olsa, ondan iman sıfatını kaldırdığına dair nass vârid olan hususlar ise bundan müstesnâdır." (69)
Yüklə 0,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin