Bazı Âlimlerin Toplumu Tekfir ettiği yönündeki Düşüncenin Yanlışlığı
Bazı kimselerin söylediği gibi Seyyid Kutub, Mevdudi ve M. Kutub gibi âlimler toplumu tekfir etmiş midir?
Eserlerini incelediğimizde görmekteyiz ki en sert kabul edilen âlimlerimizden bile hiç kimse toplu tekfir yapmamıştır. Bu âlimlerin kitaplarında toplu tekfir yaptıklarına dair en ufak bir iz bulunmamaktadır. Birazdan yapacak olduğumuz alıntılardan da anlaşılacağı üzere bu âlimlerimiz toplumdaki akidevi hastalıklara değinmiş ve dünya üzerinde ezilen insanların yeniden kendilerine gelmeleri (Öze dönmeleri) için mücadele etmişlerdir.
Mevdudi ve Tekfir
Mevdudi bakınız Meseleler ve Çözümleri adlı eserinde neler söylemektedir:
"Ben yazılarımda birkaç yerde insanların aşağıdaki gibi dört bölüme ayrıldığını yazmıştım:
a- Mümin bilgayr ve müslim lilgayr: Allah'tan başkasına inanan ve ondan başkasına teslim olan. Yani Allah'tan başkasına gerçek manada itaat edilmesi gerektiğini kabul eden ve inanç olarak da onu emir ve hüküm kaynağı kabul eden kimse demektir. Bu eksiksiz, tam bir kafirdir.
b- Mümin bilgayr ve müslim lillah: Allah'tan başkasına inanan ve Allah'a teslim olan. Yani Allah'tan başkasına inandığı halde, Allah'ın kanunlarına itaati kabul eden kişidir ki, bunlar İslam devleti idaresi altında yaşayan zümreler ve münafıklardır.
c- Mümin billah ve müslim lilgayr: Allah'a inanan fakat Allah'tan başkasına teslim olan. Yani Allah'a inandığı halde başkasına kulluk ve itaat gösteren kimsedir. Kafir bir düzen altında onların emrine uyarak yaşayan müslümanlar bu durumdadır. Eğer müslüman böyle bir duruma düşmüşse içinden buna rıza göstermemesi, bundan hoşlanmaması lazım. Bilakis, ya böyle bir düzeni değiştirmeli ya oradan hicret etmelidir.
d- Mümin billah ve müslim lillah: Allah'a inanan ve Allah'a teslim olan. Yani Allah'a iman ettiği gibi onun emir ve kanunlarına kendini teslim eden kimse demektir ki, bu müslümanların asıl içinde bulunmaları gereken haldir.
Kur'an bütün insanları böyle bir hali seçip benimsemeye çağırmaktadır. Bu haldeki hiç kimse İslam dışı bir düzende uğrayacağı sıkıntılara düşmez. Müslümanların Mekke dönemindeki halleri ve müşriklere esir düşen birçok sahabenin uğradığı eziyetler yahut Peygamberlerin çoğunun kafirler arasında doğup büyümekten dolayı çektikleri gibi eziyetlere ve sıkıntılara da düşmezler. Bu şekildeki elde olmayan durumlar Allah'tan başkasına teslim olma maddesine girmez. Çünkü, her şeyden önce bu onların kendi elinde, kendilerinin tercih ettiği bir şey değil, aksine üzerlerine musallat olan, kurtulamadıkları bir durumdur. Ayrıca bir kimlikte gücü ölçüsünde Allah'a teslim olmaya, ondan başkasına itaate karşı çıkmaya gayret edip eksiksiz çaba harcamaktaysa bu kimseye "Allah'tan başkasına teslim olmuştur" denmez. Hatta (c) grubunda olanların durumu bile (a) ve (b) grubundakilerin durumundan tamamen farklıdır. Allah'a iman edip de Allah'tan başkasına teslim olan asla müşrik ve kafir olamaz. Ama o kimse bu durumundan memnunsa veya imkan ölçüsünde bundan kurtulmak için bir gayret göstermiyorsa çok büyük günahkardır. Bütün hayatı günahtan ibaret kalacak kadar günahkar.'' (41)
Yine Bakınız içinde yaşadığı toplumun insanlarıyla nasıl konuşuyor:
"Sevgili kardeşlerim! Müslümanlara kafir damgasını vurduğumu asla düşünmeyin. Amacım bu değil. Kendi kendime soruyorum ve sizlerden de kendinize samimiyetle sormanızı istiyorum: Niçin Allah'ın rahmetinden yoksun yaşıyoruz? Niçin bütün güçlük ve sıkıntılar dört bir yandan üzerimize çökmüş? Neden aramız açık ve birbirimizin kanını döküyoruz? Neden kafirler bizi her yerde yönetiyor? Biz O'na itaat eden kullar, niçin dünyanın pek çok yerinde diğerlerine bağımlı yaşıyoruz?
Bu durumu düşündükçe kafirlerle aramızdaki farkın neredeyse sadece isimlerimizde kaldığına ikna oluyorum. Çünkü O'na karşı ilgisizlikte, O'nun korkusundan yoksunlukta ve itaatsizlikte diğerlerinden hiç bir şekilde geri kalmıyoruz.
"Neredeyse" diyorum, çünkü Kur'an'ı değerlendirişimiz kafirlerinkiyle aynı olsa bile biz Kur'an'ın Allah'ın kitabı olduğunu biliyoruz, onlar bilmiyorlar ama onun hayatımızdaki yeri kafirlerinkinden farklı değil ve bu hepimizin cezayı daha çok hak etmesine yol açıyor. Hz. Muhammed'in Allah'ın Peygamberi olduğunu biliyoruz ama onu izlemeye gelince bir kafir kadar isteksiziz. Biliniz ki Allah yalancıları lanetlemiş, rüşvet alıp verenlerin yerinin Cehennem olduğunu kesinlikle belirtmiş, faizle borç alıp vermenin daha da kötü olduğunu söylemiş, iftirayı kardeş eti yemek kadar aşağılamış, açık giyinmeyi ve konuşmayı, pornografiyi ve ahlaksızlığı yasaklayarak bunlara en ağır cezalar vermiştir. Bütün bunları bilmemize rağmen, sanki Allah'ın öfkesinden hiç korkmuyormuşçasına bu günahlarla özgürce içice yaşıyoruz.
Bu yüzden O'nun rahmetine erişemiyoruz; biz sadece görüntüde müslümanız. Gerçek şu ki, Allah'ın hakimiyetini kabul etmeyenlerin bizi yönetmeleri, bizi her fırsatta utanca sürüklemeleri, Allah'ın en büyük hediyesi İslam'ı ihmal ettiğimiz için cezalandırıldığımızı gösteriyor.
Sevgili kardeşlerim! Sözlerimle asla sizi suçlamıyorum. Sizi tenkit etmek için gelmedim. Amacım içinizdeki isteği uyandırıp kaybolmuş hazineyi tekrar ele geçirmek. Böyle bir istek, bir insan ne kaybettiğini ve kaybettiği şeyin ne kadar değerli olduğunu anladığı zaman uyanır. Keskin ve acı sözler kullanıyorsam bunu sadece sizi harekete geçirmek, zorlamak için yapıyorum.'' (42)
Mevdudi'nin kimseyi tekfir etmediğini, müşrik düzenlere karşı gelmediğini söylemiyoruz. Mevdudi, böyle bir taviz, ılımlılık ve cehalet içinde değildir ama o bütün insanların tekfirine karşıdır. (43)
Rabbimiz Ondan razı olsun.
Seyyid Kutub ve Tekfir
Seyyid Kutub eserlerinin çoğunda ve özellikle Fîzılali'l-Kur'an'da günümüz insanını lügat anlamıyla müşrikler gibi görse de ıstılahı anlamda müşrik görmemektedir. Örneğin "İslam Kapitalizm Çatışması" adlı eserinde (44), (günümüzde) halkında müslümanların yaşadığı toplumları İslam ümmeti olarak anmaktadır. Yine yukarıda adı geçen eserinde yaşadığı toplumu -Mısır toplumunu- büyük çoğunluğu müslüman olan bir ülke olarak tanımlamaktadır. Peki, Seyyid Kutub, bazı eserlerinde (45) günümüz toplumlarını tamamen kafir saymamasına rağmen neden "Fîzılalil-Kur'an"da ve "Yoldaki İşaretler"de günümüz toplumlarına yine neden kelime anlamıyla müşrik olarak bakmaktadır. Aslında burada anlaşılmayan veya çarpıtılan şudur. Bir kelimenin -lügat- anlamı ayrıdır, ıstılahı anlamı ayrıdır. Istılahî anlam bir kelimenin Kur'an ve Sünnette sosyal hayatta çerçevesini bulan anlamıdır. Örneğin Yunus (a.s)'ın dilinden söyletilen "Muhakkak ben zalimlerden oldum" ayetinde zulüm lügat anlamıyla kullanılmıştır. Oysa yine başka bir ayete göre "Zalimler, Allah'ın hükümleriyle hükmetmeyenlerdir." Bu iki ayet arasında asla çelişki yoktur. İlk ayette zulüm lügat anlamıyla, amelî anlamıyla kullanılmış ikinci ayette ise itikadı anlamıyla-ıstılahî anlamıyla kullanılmıştır. Kelimelerin ve özellikle Kur'anî kelimelerin lügat ve ıstılah anlamları ile kelimelerin itikadî ve ameli anlamlarıyla ilgili olarak Yusuf El-Kardavi’nin eserlerine bakılabilir.
Seyyid Kutub'a tekrar dönelim. Çağımızda dünya toplumuna göre sayısı fazla olmayan muvahhid neslin medar-ı iftiharı olan bu şehidimiz “İslam Düşüncesi" adlı eserinde, "İstikbal İslam'ındır" adlı eserinde, Fizılal'in 16. cildinde İhlas Suresi tefsirinde yaşadığımız toplumları da önceki toplumları ve devletleri de hiç de kafir saymamaktadır. Yani, geçmişte ve günümüzde halkında müslümanların yaşadığı toplumlara müşrik olarak bakmamaktadır.
Sonuç olarak Seyyid Kutub'un kullandığı cahiliye kavramı da müşrik kavramı da insanlığın ve toplumun genel yapılanması hakkında kullanılmıştır. Yani S. Kutub toplumu tüzel bir kişilik olarak kabul etmiştir. Eğer böyle kabul etmese mahkemede yargılandığı günlerde son sözlerinde şunları söyler miydi?: "Biz insanları tekfir etmiyoruz. Bu çarpıtılmış bir nakil... Biz diyoruz ki insanlar inanç sisteminin hakikatini bilmemeleri, onun gerçekten ne demek olduğunu kavrayamamış olmaları ve İslamî yaşantıdan uzak bulunmaları bakımından, cahiliye toplumunu andırır bir hale gelmiştir...''(46) Cahiliye kelimesi de nasslarda -Kur'an ve Sünnette- "mutlak küfür" anlamında değildir. Yani bu kelime her zaman kafirleri nitelemez. Bu konuyla ilgili ayet, hadis ve âlimlerin görüşleri hiç de az değildir. (47)
Merhum Seyyid Kutub'un tek derdi toplumdaki akidevi hastalıkların izole edilmesi idi. ''O'' ömrünü bu yol da Allah'a sadaka olarak vermiş yiğit bir insandı. İnandığı değerleri canı pahasına savundu. Bir İslam toplumu arzuluyordu. Hayatıyla, kalemiyle, duasıyla tüm gayretiyle bunun için koşturuyor; bunun özlemiyle yanıyordu.
Tekfir etmek değildi ki Onun derdi; O insanlığın kurtuluşu ile ilgileniyordu. Davetçi hâkim olmak için değil; insanların hidayetine şahid olmak için mücadele edendi. Oda bunu yapıyor, bunun için mücadele ediyordu.
Muhammed Kutub ve Tekfir
Tekfirde aşırı gidenlerin, görüşlerini çarpıttıkları ve kendilerine uyan görüşlerini aldıkları diğer bir âlim Muhammed Kutub bakın neler söylemektedir:
"Bütün durumlarda imanın hâkimiyeti sıfır değildir. İnsanın İslâm’ın amellerinden hiçbirini yapmaması şeklinde varlığı ve yokluğu denk olmaz. Masiyet ulemânın icmâı ile insanı İslâm'dan çıkartmaz."
"Muâsır, günümüz müslümanının hali budur. Lâ ilâhe illâllah bütün muhteva gereklerinden tecrid edildi..."
"Evet... Bu düşük derecede de olsa, İslâm dairesinde olan müslümanların bulunması, büyük kapsamlı hakikatinden uzaklaştırılmalarına rağmen gerçeğe yeniden dönmelerine karşı güven vermiyordu..."
"Sözü bu noktaya getirdik ki kimileri mevcut nesillere kâfir oldukları hükmünü vereceğimizi tasavvur ediyorlar... Diğer kitaplarda sorunumuzun, insanlara hüküm çıkarmak olmadığını yazdık.
Bugün İslâm topraklarında yaşayan insanlara İslâm veya küfür hükmü vermemiz onları cehenneme ya da cennete koyacak değildir.
Bugün İslâm topraklarında yaşayan toplumlara "câhiliye toplumları" dediğimizde bununla ehlinin müslüman olmadığını, onların kâfir olduğunu kast ettiğimizi zannedenlere de burada diyoruz ki; topluma verilen bir hüküm şahıslara munsarif (tek tek bireyler için) değildir.
Bugün İslâm toprağında yaşayan insanlar karmaşık bir yapı gösteriyorlar, tek bir hükme girmezler. Şüphesiz içlerinde müslümanlar vardır. Bunu zâhire göre söylüyoruz.
Çünkü lâ ilâhe illâllah diyor, ibâdet edip câhiliyeyi reddederek Allah'ın dinini arzu ediyorlar. İçlerinde şüphesiz kâfirler de vardır. Çünkü lâ ilâhe illâllah deseler de Allah'ın dininin üstünlüğünü reddediyorlar...”
"İnsanlar günümüzde bu durumun İslâm’dan kopmak olduğunu ve imanın aslını yıkacağını bilmiyor olabilirler. Bu insanlar hakkında hüküm verme problemine dalmak istemiyoruz; onlar bu cehaletlerinde mâzur mudurlar, değil midirler? Burada o konuya değinmeyeceğiz..."
"İbâdetin tek başına şekil olarak edâsı, dünya hayatı için "İslâmî kişilik" verebilir ve yapana da müslüman ahkâmını tatbik ettirir..."
"Müslümanlar şu anda çağdaş câhiliyeyi, ilmi, maddî, teknolojik ve örgütsel kalkınmada geçememişlerdir. Ama yine de câhiliyenin bugün, yarın ve hiçbir zaman sahip olamayacağına sahiptirler; Sahih bir akîde ve sahih bir metodun sahibidirler..." (48)
Görüldüğü gibi M. Kutub toplumu tekfir etmediğini bu toplumun içerisinde müslümanların bulunduğunu ve toplumun karışık bir yapıya sahip olduğunu söylemektedir. Bununa yanında abisi S. Kutub gibi çok kullandığı ''Cahiliyye Toplumları'' kavramının içini de ''Kafir Toplumlar'' şeklinde doldurmamaktadır. Ayrıca günümüz toplumlarının içerisine saplandıkları şirk çeşidini bilmemelerinin onların hepsini cehennemlik kıldığını da söylememektedir.
''Kafire Kafir demeyen Kafirdir'' Anlayışının Analizi
Bu konularla az-çok ilgilenen herkes bu ve buna benzer manada sözler duymuştur. Peki, gerçekten öylemidir; kafire kafir demeyen kafir olur mu?
Bu soruya direkt olarak yanıt ''hayır olmaz'' ya da ''evet olur'' şeklinde verilemez. Bu sözün açıklanmaya ihtiyacı vardır. Şöyle ki kafir olduğu söylenen şahsın kafirliği sabit midir yoksa bu (zanni mi) zanna mı dayanmaktadır? Söz konusu kafir olduğu söylenen şahsın kafir olduğu gerçekten sabitse veya şahıs Müslüman olmadığını söylüyorsa elbette bu şahısa (zorla) Müslüman ismini vermek İslamın dengelerini sarsar ve söz konusu sözü doğrular. Fakat bir kimse diğer bir kimseyi kendi içtihadi ile kafir olduğuna hükmediyorsa burada durum değişir ve söz konusu sözün bir hükmü kalmaz. Çünkü bir kimse içtihat ile diğer bir kimsenin küfür üzere (kafir) olduğunu söylüyorsa ve özelliklede şüphe söz konusu ise burada elzem olan ''kafir'' dememektir.
Nitekim (Buhârî ve Muslim'de rivayet olduğuna göre) Ömer b. el-Hattâb, ashâbtan Hâtıb b. Ebî Belta için:
"Yâ Rasûlâllah! Müsaade et de şu münafığın boynunu vurayım" demiş, Peygamber Efendimiz ise şöyle buyurmuşlardı:
"Hâtıb, Bedir Harbine katıldı. Sen nereden bileceksin ki, Cenâb-ı Hak Bedir ehlinin durumlarına muttalîdir ve onlar hakkında: 'Dilediğinizi yapın, Ben sizi bağışladım, buyurmuştur". (49)
Hatip b. Ebu Belta, bugünkü deyimiyle vatan hainliği denebilecek büyük bir günah işlemişti. Peygamber (s.a.v)'in haberlerini ve askerlerinin harekatını, Peygamberimizce gizli tutulması için son derece titiz davranılmasına rağmen Mekke'nin fethinden az bir zaman önce Kureyş'e ulaştırmak, bildirmek istemişti. Hz. Ömer (r.a); "Ey Allah'ın Resulü! Bu adam münafıklık etmiştir. Bırakın da boynunu vurayım." demişti. Peygamber (s.a.v), Bedir savaşına katılmış olması nedeniyle öldürülmesine razı olmamış ve yaptığı bu işi, kendisini dinden çıkarıcı bir iş olarak değerlendirmemişti. Peygamber (s.a.v)'in bu yargısını teyid mahiyetinde şu ayetler nazil olmuştu.
"Ey inananlar! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Onlar, size gelen gerçeği inkar etmişken, onlara sevgi gösteriyorsunuz; oysa onlar, Rabbiniz olan Allah'a inandığınızdan ötürü sizi ve Peygamberi yurdunuzdan çıkarıyor. Eğer sizler çıkmışsanız onlara nasıl sevgi gösterirsiniz? Ben, sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bilirim. İçinizden onlara sevgi gösteren kimse, şüphesiz doğru yoldan sapmıştır."
Allah Teala bu ayette, konuştuğu kimselere mü'min unvanını kullanarak hitap ediyor. Ve kendi düşmanlarıyla onların düşmanlarını bir görüyor.
Burada konumuzu ilgilendiren kısmı Hz. Ömer'in, Hatıb'a bu teşebbüsü nedeni ile ''Münafık'' demesidir. Fakat Peygamber(s) Hatıb'ın niyeti ve özel nedenleri ile özrünü kabul etti ve onu müslüman olarak gördü. Hz. Ömer, burada Hatıb'a kendi içtihadi ile ''Münafık'' hükmünü vermesine rağmen yani tekfir etmesine rağmen Hz. Peygamber(s) tekfir etmedi.
Diğer bir rivayet ise şudur:
Useyd b. el-Hudayr, Sa'd b. Ubâde'ye:
"Sen, münafıkları koruyan bir münafıksın!"dedi.
Bunun üzerine iki grub (Evsliler ve Hazrecliler) münakaşaya başladılar. Ama Hz. Peygamber aralarına girip onları yatıştırdı ve barıştırdı. (50)
Görüldüğü gibi ashabın içerisinden biri diğerine:
"Sen bir münafıksın!" diyenler bulunuyordu fakat Hz. Peygamber bunlardan hiçbirisini kâfir saymıyor, aksine hepsinin de cennetlik olduğuna şehadet ediyordu.
Bu rivayetleri göz önüne aldığımızda içtihada dayanan ve özellikle içerisinde şüphe bulunan durumlarda ''kafire kafir demeyen kafirdir'' hükmü doğruluğu olmayan bir hükümdür.
''Kafire kafir demeyen kafirdir'' Sözüne İmam-ı Azam'dan getirilen Delilin İncelenmesi
Tekfir de aşırı giden bazı kardeşlerimiz, Ebu Hanife'nin sözüne yüzeysel nitelikte baktıkları için meseleyi iyi anlayamamaktadırlar. Şimdi söz konusu İmamı Azam'dan getirilen delili (sözü) inceleyelim.
İmam-ı Azam'ın eserinde(51) talebesi sorar: "Bir kişi kafiri kafir olarak bilmem derse durumu ne olur." İmam-ı Azam'da "kendisi de kafir olur" cevabını verir.
Burada İmam-ı Azam'ın cevabı isabetlidir. Fakat dikkat edilirse talebesi "kafiri kafir olarak bilmem" derse diyor, yani bir insanın kafir olduğu her haliyle belli ise kafir olduğu zahiren görülüyorsa durum o zaman geçerlidir. Yine dikkat edilirse "kafiri kafir olarak bilmem” ifadesi de ilginçtir. Bir kimsenin kafir olduğunu kesin olarak bildiği halde ''ben kafiri kafir olarak kabul etmem'' demesi kabul edilebilir bir şey olabilir mi?
Bakalım Ebu Hanife kendisini tekfir eden kimse hakkında neler söylüyor gerçekten sözleri son derece manidar:
(El-Âlim vel-Müteallim) kitabında Ebu Mukatil Hafs İbn-i Selm es-Semerkandi ondan (sayfa 62-67 de) şöyle rivayet eder: "Dedim ki: sana kafir diyen hakkında ne dersin?
Dedi ki (Ebu Hanife): ‘’Onun yalancı olduğunu söylerim. Ona kafir demem. Fakat yalancı olarak isimlendiririm. Çünkü ihlal edilmesi haram kılınmış haklar ikidir: Biri Allah'la ilgili, öbürü ise kullarla ilgilidir. Allah'la ilgili hakkın haram olan ihlali, ona şirk koşmak, onu tekzip etmek ve küfürdür. Kullarla ilgili olarak ihlal edilmesi haram kılınmış şeyler de aralarında meydana gelen çeşitli haksızlıklardır. Allah'a karşı yalan söyleyenle bana karşı yalan söyleyenin aynı olması yaraşmaz. Çünkü Allah ve Resulünü(s) yalanlamak, diğer bütün insanlar hakkında yalan söylemekten daha büyük bir günahtır. Benim kafir olduğumu söyleyen benim nazarımda yalancıdır. Benim hakkımda yalan söyledi diye benim de onun hakkında yalan söylemem helal olmaz. Çünkü Allah Teala şöyle buyurdu: ''Bir kavme olan öfkeniz sizi adaletten alıkoymasın. Adaletli olunuz, bu takvaya en yakın olandır.'' (52)
''La ilahe İllallah'' Diyen Cennete Girer
Ubade b. Samit Peygamber (s.a.v)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir. “Kim, Allah'tan başka ilah olmadığına, eşi ve benzeri bulunmadığına, Muhammed'in onun kulu ve Rasulü olduğuna, İsa'nın da Allah'ın kulu ve Rasulü olduğuna ve Meryem'e ilka eylediği kelimesi olduğuna ve kendisinden bir ruh olduğuna, cennetin ve cehennemin gerçek olduğuna şehadet ederse, Allah da onu -amellerine bakmak suretiyle- cennetine kor.”(Buhari ve Müslim)
Ebuzer'in şöyle dediği rivayet edilmiştir. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu; “Hiç bir kul yok ki, lailahe illallah deyip de bu hal üzere öldükten sonra cennete girmesin.”
"Allah Teala, kendi rızasını gözeterek 'Lailahe illallah' diyen bir kimseye cehennem ateşini haram kılmıştır."
Enes (r.a) Peygamber (s.a.v)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir. "Lailahe illallah" deyip (Allah’tan başka tapınılanları reddeden) cehennemden çıkar. Kalbinde bir hardal tanesi(zerre) kadar iman bulunsa da.” (Buhari ve Müslim)
Yine Enes (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
"Kalbinde buğday tanesi kadar hayır bulunduğu halde "lailahe illallah" diyen bir kimse (bile) cehennemden çıkacaktır."(Buhari)
Buhari ve Müslim'de geçen bir de şu hadis vardır. Ebuzer (r.a) Peygamber (s.a)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir. "Cibril Peygamber (s.a.v)'e geldi ve şöyle dedi; Ümmetini müjdele; ümmetinden kim Allah'a şirk koşmadan ölürse cennete girecektir. Ben de şöyle dedim; peki ya zina ya da hırsızlık etse de mi? O da; (evet) zina ve hırsızlık etse de, (cennete girecektir) buyurdu.”
Sahih-i Müslim'de geçen ve Ubade'den rivayet edilmiş bir hadiste de Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır. "Allah'tan başka ilah bulunmadığına, Muhammed'in de gerçekten Allah elçisi olduğuna şehadet eden kimse üzerine Allah, cehennemi haram kılar."(Müslim)
Dostları ilə paylaş: |