Tekfir problemleri Mehmed GÜNEŞ tekfir problemleri



Yüklə 0,61 Mb.
səhifə2/6
tarix02.11.2017
ölçüsü0,61 Mb.
#26995
1   2   3   4   5   6

Tekfirde Aşırılığın Sebepleri
Şimdi de Yusuf el Karadavi'nin tespitlerini aktaracağız. ''Fikre karşı ancak fikir ile mukavemet yapılır'' diyen Karadavi, tekfir zihniyetinin arka boyutlarına işaret ediyor ve bunu mantıksal bir örgü içerisinde sunuyor. Toplumda görülen fikri riddet, ahlaki çözülme, sosyal-siyasi bozulma ve âlimlerin (âlim oldukları söylenenlerin) gerçekten tekfir edilmesi gerekilenleri tekfir etmemesi; bu konudaki gevşek tavırlarının tekfirde aşırılık gibi bir reaksiyona sebebiyet verdiğini ince ince dokuyarak anlatmaktadır.
"Tekfirde ırılık" hadisesini basiret üzere tedavi edebilmemiz için, bunun sebeplerini ve amillerini araştırmaya ihtiyaç vardır. Bu sorunu baskı, işkence ve tutuklama gibi çeşitli şiddet metotlarıyla çözmek isteyenler şu iki sebepten dolayı hatalıdırlar:
1. Muhakkak ki fikre karşı ancak fikir ile mukavemet yapılır. Fikre karşı mukavemette şiddetin kullanılması ancak ve ancak fikrin yayılmasını ve o fikre sahip olanların bunun üzerinde ısrar etmesini artırır. Bu sorunun tedavisinde gerekli olan metot; ikna, açıklama, delillerin ikamesi ve şüphelerin giderilmesi metodudur.
2. Bu tekfircilerin tamamına yakın çoğu dindar, ihlâslı, oruçlu, namazlı, niyazlı ve dinleri hususunda gayretkeş insanlardır. Toplumda gördükleri fikri riddet, ahlaki çözülme, sosyal bozulma ve siyasi istibdad onları böyle bir tavır takınmaya itmiştir. Onlar, yolda hataya düşüp yolu şaşırmış olsalar da ıslahı isteyenlerdir, İslam ümmetinin hidayeti bulmasını şiddetle arzulayanlardır.

Bu sebeple onların tertemiz savunmalarını takdir etmemiz gerekir. Onlar toplumu tahrip etmek isteyen sivri tırnaklı ve yırtıcı canavarlar değildir.


Bu hadisenin sebeplerini araştıran araştırmacı, bunun şu hususlarda temsil edildiğini görür:
1. Bizim İslam toplumumuzda küfrün ve gerçek riddetin açıkça yayılması, kâfir ve mürted olanların öne geçmesi, batıl düşüncelerinin şımarıklıkları malumdur. Basın-yayın araçlarının ve diğer organların sapıklıkları ve azgınlıklarını müslüman çoğunlukları içerisinde küfriyatlarını yaymak için kullananlar vardır.
2. Bazı âlimler bu gerçek kâfirlerin durumu hususunda gevşeklik göstermektedirler ve onları müslümanlar zümresinden saymaktadırlar. Hâlbuki İslam bunlardan beridir.
3. Salih İslami düşüncenin ve Kur'an ve Sünnete bağlı İslam davetinin taşıyıcılarına işkence yapılmakta, onlara davetleri hususunda baskı uygulanmakta, özgür düşünceye sahip olanlara kısıtlama ve eziyet edilmektedir. Bu durum, ancak ve ancak yer altında kalan, açık tartışmalardan uzak olan, kapalı bir atmosferde faaliyet gösteren munhariç bir takım yönelişleri doğurur...
4. Bu gayretli gençlerin İslam fıkhından ve fıkıh usulünden sermayelerinin azlığı, onların İslami ve luğavi ilimlerde ihtisaslarının olmayışı. Bu durum onların bazı nassları terk edip başka nassları almalarına veya müteşabihatı tutup muhkematı unutmalarına veya cüziyyatı alıp külli kaidelerden gafil kalmalarına veya bazı nassları aceleci ve yüzeysel bir anlayışla anlamalarına sebep olmaktadır. Bu tehlikeli durumlar ilmi ehliyetleri olmaksızın ahkâm kesmelerine sebep olmaktadır...
Allah'ın şeriatı ve hükümleri konusunda derin bir fıkıh bilgisine dayanılmadığı müddetçe, ihlâs tek başına kâfi değildir. Kuru bilgiye sahip olan kimse daha önce Haricilerin düştüğü hataya düşer. İmamı Ahmed'in dediği gibi, onlar öyle kimselerdir ki, on vecihten sahih olan hadislerle zemmedilmişlerdir.

Bu durum, onların Allah'a kulluğa ve ibadete olan şiddetli arzularına rağmen başlarına gelmiştir.


İşte bundan dolayıdır ki, selefin imamları farkına varmadan Allah yolundan inhiraf edilmemesi için, ibadetten ve cihaddan önce ilim tahsil etmeyi tavsiye ediyorlardı.
Hasan-ı Basrî şöyle demiştir:

"İlimsiz amel eden, yol olmadan yürüyen gibidir. Yine ilimsiz amel edenin bozduğu şeyler yaptığı şeylerden daha çoktur. Öyleyse siz ilmi, ibadete zarar vermeyecek bir talep ile talep edin. İbadeti de ilme zarar vermeyecek bir talep ile talep edin. Çünkü ibadeti talep edip ilmi terk eden bir grup Hz. Muhammed (s.a.s.)in ümmetine kılıçlarıyla karşı çıkacak kadar ileri gittiler. Eğer onlar ilim tahsil etseydiler, ilim onları bu yaptıklarına sürüklemezdi...''(26)

Tekfiri Hak edeni Tekfir Etmenin Gerekliliği
Tekfiri Hak edeni Tekfir Etmenin Gerekliliği konusunda ise Yusuf El Karadavi şunları söylemektedir:
Burada çekinmeden küfrünü ortaya koyanları tekfir etmemiz ve batınları iman bakımından harap olsa bile zahirlerinde müslüman olanları tekfir etmekten çekinmemiz gerekir. Çünkü böyleleri İslam örfünde dilleriyle iman ettik deyip kalpleri iman etmemiş olan veya amelleri sözlerini yalanlayan "Münafıklar" diye isimlendirilmektedir. Onlar hakkında zahirlerinin gereği olarak dünyada müslümanlara uygulanan hükümler uygulanır. Ahirette ise batınlarında gizledikleri küfür yüzünden cehennemin en alt basamağındaki yerlerine giderler.
Aşağıdaki sınıflar, aldatma ve gizleme olmaksızın küfre nisbet edilmeleri gereken gruplardandır:
1. İslam akidesi, şeriatı ve değerlerine açıkça zıt olduğu halde komünizmin bir dünya görüşü ve hayat düzeni olduğuna, bütün dinlerin milletlerin afyonu olduğuna inanan, genel olarak tüm dinlere, özel olarak da kâmil bir inanç, olgun bir hayat nizamı ve yeterli bir medeniyet olduğu için İslam dînine daha fazla intikam ve düşmanlık hissi ile düşmanlık yapan ve komünizm üzerine ısrar eden komünistler.
2. Açıkça Allah'ın şeriatını reddeden, devletin dinden ayrılması gerektiğini haykıran, Allah'ın ve Resulünün hükümlerine davet edildiklerinde karşı çıkan ve imtina eden, hatta bundan daha fazla olarak Allah'ın şeriatı ile hükmetmeye ve İslam'a dönmeye davet edenlerle çok şiddetli bir savaş ile savaşan laik devlet adamları ve laik partilerin siyaset adamları.
3. İmam Gazali ve diğer bazı âlimlerin, haklarında "Zahirleri rafızi, batınları ise halis küfürdür" dediği, Şeyh'ul İslam İbni Teymiyye'nin de "Onlar, İslam'ın kati hükümlerini, esaslarını ve zaruri olarak bilinen hakikatlerini inkâr etmelerinden dolayı Yahudi ve Hıristiyanlardan daha çok kâfirdir" dediği Dürzîler, Nusayriler, İsmaililer ve onlara benzeyen batini fırkalar gibi İslam dininden açık bir çıkış ile çıkıp ayrılan inanç sahipleri.
Asrımızda tek başına yeni bir din olan Bahailik de bunlara benzemektedir. Allahu Teâlâ’nın kendisiyle Peygamberlik silsilesini tamamladığı Hz. Muhammed (s.a.s.)'den sonra peygamberliğin gelebileceğini iddia eden Kadiyanilik de bunlara yakındır.(27)

Tekfirin Tehlikeleri Ve Sonuçları

Herhangi bir insan hakkında küfür hükmünü vermek gerçekten de ciddi ve tehlikeli bir hükümdür. Çünkü onun tekfir edilmesi halinde şu son derece tehlikeli etkiler terettüb etmektedir:


1. Onun karısının onunla beraber kalması helal olmaz ve bu sebeple ikisinin birbirinden ayrılması gerekir. Çünkü müslüman bir kadının bir kâfire zevce olmasının sahih olmadığı yakin olarak bilinen icma ile sabittir.
2. Onun çocuklarının, onun idaresinde kalmaları caiz değildir. Çünkü bu durumda onlar hakkında emin olunmaz ve onun küfrünün çocuklarına tesir etmesinden korkulur. Özellikle onun çocuklarını yumuşaklıkla ve şefkatle ziyaret etmesi, bu etkiyi artırır. Bundan dolayı onlar İslam toplumuna mensub olan herkesin boynuna emanettirler.
3. Şüphesiz o, sarih küfür ve apaçık riddet ile dinden çıktıktan sonra İslam toplumu üzerinde borç olan velayet ve yardım hakkını kaybeder. Bu sebeple de kendi kendisi uyanıp geri dönene kadar ve tekrar hidayete erişinceye kadar onunla ilişkilerin kesilmesi ve toplumdan ona en yakın sığınağın kapatılması gerekir.
4. Onun, tövbeye davet edilmesi, zihninden şüphelerinin giderilmeye çalışılması ve ona delillerin ikame edilmesinden sonra hakkında mürted hükmünün infaz edilmesi için İslam mahkemesi önünde muhakeme edilmesi gerekir.
5. O öldüğünde onun hakkında müslümanlar üzerinde icra edilen hükümler icra edilmez. Bu sebeple cenazesi yıkanmaz, üzerine namaz kılınmaz, müslümanların kabristanında defnedilmez ve bir murisi öldüğünde ona varis olmadığı gibi, başkası da ona varis olamaz.
6. Yine o küfür halinde öldüğü zaman Allah'ın (c.c.) lanetini, rahmetinden kovulmayı ve cehennem ateşinde ebedi olarak kalmayı hak eder.
İşte bu hükümler, Allah'ın kullarından birisinin hakkında tekfir hükmünü veren kişinin, bu dediğini söylemeden evvel birçok kez irkilip geriye çekilmesini gerektirir! (28)

Tüm bu nedenlerden dolayı Müslümanın tekfir meselesinde son derece titiz olması gerekmektedir. Kur'an ve Sünneti incelediğimizde tekfir için bazı şartlar belirmektedir. Öncelikle muayyen tekfir için kısa olarak bazı şartları ve engelleri maddeler halinde aktaralım sonrasında bazı maddeler geniş olarak incelenecektir.



Tekfir’in Şartları
Öncelikle kısaca maddeler halinde zikrediyoruz:

1- Tekfire söz konusu olan kişinin anlama ve algı eksikliğinin olmaması yani akıllı ve yetişkin olması gerekir.

2-Tekfir’e konu olan söz ya da fiilin küçük küfür ya da küçük şirk olmaması gerekir. Bununla beraber söz konusu söz ya da fiilin büyük küfür yahut büyük şirk olduğunun da şer'i delillerle sabit olması gerekir.

3- Tekfir’e konu olan söz ya da fiilin âlimler nezdinde dinden çıkarıcı söz ya da fiil olarak değerlendirilmiş olması gerekir.

4- Tekfir’e konu olan söz ya da fiilin küfre delaletinin kati olması yani muhtemel anlamlar içermeyen açıklıkta ve sarih olması gerekir.

5- Bir hakkın açıklanması ve bir şüphenin ortadan kaldırılması için gerekli olan delilin ona ulaşmış olması ve bu delilin eğer ilim ve tetkik ehlinden bir kimse ise onun nezdinde sabit olması gerekir.

6- İslama yeni girmiş olduğu için mâzur görülebilecek bir kimse olmaması gerekir.

7- Tekfir’e konu olan söz ya da fiilde kasıt bulunması; hata sonucu ortaya çıkmış olmaması gerekir.

8- Kişinin bunu kendi isteği ve ihtiyarı ile seçmesi ve mükreh (zorlama altında bulunan) bir kimse olmaması gerekir.

9-Te’vil edilebilecek bir durumu olmaması, te'vil edilecek bir durumu varsa bu te’vil, bizim açımızdan geçersiz ve hatalı da olsa te’vil sahibi tekfir edilmez. Haricilerin tekfir edilmemesi örneğinde olduğu gibi.

10-Tekfir edilecek şahıs (eğer küfre girmişse) kendisinin bu konuda apaçık bir şekilde bilinçlendirilmesi gerekir.

Küfre Göğüs Açmak Ve Küfrün Hata Sonucu Tezahür Etmiş Olmaması

''Kalbi imanla (tevhitle) huzur bulmuşken, (dinden dönmeye) zorlananın dışında, kim imanından sonra Allah'ı inkâr eder ve gönlünü küfre açarsa(Onunla hoşnut olursa), Allah'tan onların üzerine (büyük) bir gazap vardır; en büyük azap da onlar içindir. '' (29)

Buna göre (birisini tekfir etmek için) göğsün küfre açılması, kalbin küfürle tatmin olması ve nefsin onunla teskin olması gerekmektedir. Herhangi bir zorlama olmadan küfrü tercih etmesi, onu bilerek söylemesi ya da söz konusu küfür olan fiili bilerek (herhangi bir baskı altında kalmadan) yapması gerekir.

İbni Kesir, ayet hakkında şöyle der: ''Allah Teâlâ, îmândan ve basiretten sonra Allah'ı inkâr eden, göğsünü küfre açan ve küfürde karâr kılanlara gazab edeceğini haber vermektedir. Zîrâ onlar; önce îmânı tanımışlar, sonra ondan dönmüşlerdir. Muhakkak ki âhiret yurdunda onlar için büyük bir azâb vardır. Çünkü onlar; dünya hayatını âhirete tercih etmişler, dünya sebebiyle dinden dönmeye atılmışlardır.''

Kişinin aşırı sevinç, keder, kızgınlık, korku ya da buna benzer herhangi bir sebep nedeniyle hata ederek Küfür sözü söylemesi de, onun tekfirine engeldir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:


''Hata olarak yaptıklarınızda ise, sizin için bir sakınca (bir vebal) yoktur. Ancak kalplerinizin kasıt gözeterek (taammüden) yaptıklarınızda vardır. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. '' (30)
Seyyid Kutub, ayet hakkında şöyle der: ''Bu hoşgörünün geri planındaki gerekçe yüce Allah'ın bağışlayıcılık ve merhametlilik niteliklerine sahip olması, insanlara kaldıramayacakları yükü yüklememesidir'' (31)
Aktardıklarımızı mana yönünden destekleyecek Müslim’in, Sahih’inde (s. 2104’de) Enes b. Malik radıyallahu anh.’dan Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’in şöyle buyurduğu bir rivayet vardır:
Allah’ın kulunun tövbesi dolayısıyla kulu tevbe edip kendisine dönüşünden ötürü sevinci bir çölde devesi üzerinde bulunan sonra da yiyeceği, içeceği üzerinde iken devesini elinden kaçırıp, ondan ümit kestiğinden ötürü bir ağaca varıp, gölgesinde bineğinden ümit kesmiş haliyle yatıp uzanmışken ansızın devesini yanı başında gören ve yularından tutarak aşırı sevincinden hata ve yanlışlıkla: Allah’ım sen benim kulumsun, ben de senin Rabbinim diyen ve (sevincinden ne dediğini bilemeyecek hale gelen) kimsenin sevincinden daha çok sevinir.

Tekfir edilecek Şahsa Ya da Topluma Yolun apaçık Belli Olması

Başlığa dikkat etmişseniz Şahıs ile kayıtlandırmadım; toplumu da bu şartın içine dâhil ettim. Müslümanların en çok yanıldıkları noktalardan birisi budur. Birçok müslüman hüccet ikamesini sadece şahısla kayıtlandırarak toplumu tekfir etme yoluna gitmiştir. Oysa birazdan vereceğimiz ayetlerden de anlaşılacağı üzere Kur'an ister şahıs olsun ister bir toplum kitlesi olsun; yolun apaçık belli olmasını istemektedir.



''Kim de kendisine 'dosdoğru yol' apaçık belli olduktan sonra, peygambere muhalefet ederse ve mü'minlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü şeyde bırakırız ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir yataktır o!..'' (32)
''Gerçek şu ki, kendilerine doğru yol apaçık gösterildikten sonra...''(33)
''Doğru yol kendilerine iyice belli olduktan sonra...''(34)
Kur'an bu ve bu manaya paralel olan ayetlerle doludur. Muhatablarının yolunu iyice tanımasını ve eğer inkâr edeceklerse bunun bile bile olmasını ister. Zaten Kâfir, kendisine gelen hakikati inkâr eden onu örten demektir. Kendisine hakikat gelmeyen bir insanın hakikati bile bile inkâr ettiğini söylemek ne kadar akıl kârıdır?
Toplum kitlesine de Kur'an aynı perspektiften bakar ve bir toplum iyice aydınlanmadan ve o toplum kendilerine gelen hakikatleri bile bile inkâr etmeden onları ''kâfir'' olarak isimlendirmez.
Kur'an bu kitleleri ''Ey kâfirler'' kategorisinde değil; ''Ey insanlar'' Kategorisinde değerlendirir.
''Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Allah'a kulluk ediniz ki; Allah'ın azabından korunabilesiniz.'' (35)
Kur'an bilinçlenmemiş kitlelerin tekfiri ile değil tebliği ile ilgilenir. Onlara, kâfirlere olan muamele gibi değil ayrı ve özel bir üslup ile muamele gösterir. Göze çarpan farklılıklardan en barizi ise merhamettir.

GÜNÜMÜZ TOPLUMUNUN ANALİZİ
Öncelikle ifade edelim ki günümüz toplumunu (klasik) formel fıkha göre değerlendirmek doğru bir tespit yöntemi değildir. Toplumun konumunu belirlemek için yeni bir tespite ihtiyaç vardır. Darulharp ve Darulküfür gibi tanımlamalar toplumumuzu tanımlamada yetersiz kalmıştır. Sadece yetersiz olmakla kalmamış toplumu yanlış konumlandırmaya itmiş bunun sonucunda toplumu tekfir eden ve harbi gören yaklaşımlar doğurmuştur.

Günümüz toplumunu daha iyi tanımak için şu tablo bize yardımcı olacaktır:



I. Arap Müşrikleri

II. Ehl-i Kitap

III.Günümüz Toplumu

Allah’a inananlar olduğu gibi inanmayanlarda var.(Karmaşık yapı.)

Allah'a inanıyorlar.


Allah'a inanıyorlar.



Kitapları inkâr ediyorlar.

Kur’an-ı inkâr ediyorlar.

Kitapları kabulleniyorlar.

Meleklerin Allah'ın kızı olduğuna inanış var.



Peygamberlerin Allah'ın oğlu olduğuna inanış var

Böyle bir inanış yok. (Allah'ı tenzih ediyorlar.)

Ulûhiyette-rububiyette şirk var.

Ulûhiyette-rububiyette şirk var.

Şirk var. Toplum yapısı karmaşık.

Ahiret inanışı sakat.

Ahiret inanış var.

Ahiret inanış var.

Kurban kesmede şirk var. Put için kesim var.

Allah'tan başkasına da kesim var.

Putlar için kesim yok.(Genel de yok).

Kader inanışları sakat.

Kader inanışları bozuk.

Kader inanışları var.

Peygamberleri inkâr ediyorlar.

Hz. Muhammed'i inkâr ediyorlar.

Peygamberlerin hepsine inanıyorlar.

Tabloyu dikkate aldığımız da görülecektir ki günümüz toplumu, Mekkeli müşrik toplumundan ve Ehli kitap toplumundan (derece farkı ile) üst bir konumdadır. Her ne kadar günümüz toplumunda bazı karışıklıklar olsa da çoğunluğu bu şekildedir ve bunlar avamı oluşturmaktadır.


Kur'an, Mekkeli müşriklere kıyasla; Ehli kitabı ayrı kategoride değerlendirmiştir. Bunun yanında müşrikleri de kendi içlerinde farklı kategoride değerlendirmiştir. Bu farklı değerlendirme, gerek tebliğ sahasına gerek sosyal yaşantıya ve gerekse kalbi durumlara farklı yansımakla kendisini göstermiştir. Hepsinden birer tane örneklendirerek daha iyi anlaşılmasına sağlayalım.
A-Tebliğ sahasındaki farklılık:
''Düşmanlıkta ileri gidenler müstesna olmak üzere, Yahudi ve Hıristiyanlarla en güzel şekilde mücadele edin. Bir de (Onlara) deyin ki: Biz hem bize indirilene hem de SİZE indirilene iman ettik. Bizim ilahımız ve SİZİN ilahınız birdir. Biz yalnız ona ibadet ederiz.''(36)
Dikkat ederseniz Aramızdaki ortak değerlere işaret edilmektedir. Bu ortak değerler, bir yakınlaşma vesilesi edilerek 'Tevhid' çizgisi oluşturulmaya çalışılmaktadır.

B-Sosyal sahada bazı farklılıklar:

Bugün, hayatın bütün güzel şeyleri size helal kılınmıştır. Ve daha önce kendilerine kitap verilenlerin yiyecekleri de size helaldir, sizin yiyecekleriniz de onlara helaldir. Ve (bu ilahi kelama) inananlar içindeki iffetli kadınlar ile sizden önce kendilerine kitap verilenler arasında bulunan kadınları nikâhlamanız, -onlara mehirlerini vermeniz şartıyla ve onları gayri meşru yolla ya da gizli dost tutma yoluyla değil de meşru bir nikâh ile almanız şartıyla- (size helaldir).” (37)

Ayetin tefsirini Merhum Seyyid Kutub'a bırakılım:

Burada, "İslâm yurdunda", müslüman toplum arasında yaşayan veya onlara zimmet ve ahd bağı ile bağlanan Kitap Ehli'nden olan gayri müslimler ile ilişkiler hakkında, İslâm hoşgörüsünün aşamalarından biriyle daha karşılaşmaktayız.



İslâm onlara, "dini hürriyet" verip, (izale etmiyor) bırakmıyor.

İslâm onlara, "dini hürriyet" vermekle yetinmiyor, İslâm toplumunda, köşesine çekilmiş terk edilmiş olarak bırakmıyor. Onları, sevgi, güzel muamele ve birlikte yaşama gibi sosyal ortaklık havası ile kucaklıyor. Onların yiyeceklerini müslümanlara, aynı şekilde müslümanların yiyeceklerini de onlara helal kılıyor. (Birbirlerini ziyaret edip konuklamaları, birbirleriyle yiyip-içmeleri için. Sevgi ve müsamaha/hoşgörü gölgesi altında gölgelenmesi için.) İffetli kadınlarını müslümanlara helal (temiz) kılıyor. Onların kadınlarını da, müslüman iffetli kadınlar ile birlikte anıyor.

Böylece, İslâm'ın evrensel bir toplum oluşturma yolunda müsamahakâr davranan tek sistem olduğu, müslümanlar ile kitap sahibi dinlerin mensupları arasında bir tecride başvurulmadığı, İslâm toplumunun bayrağı altında yaşayan değişik inanç mensupları arasına -özellikle ilişkiler ve gidişattan- engeller konulmadığı ortaya çıkıyor”. (38)

C-Kalbi Durumlardaki Farklılıklar

Allahu Teâlâ bize düşmanca davranmayan ve bizimle savaşmayan gayri müslimlere ise iyilik etmemizi yasaklamadığını hatta bir yakınlaşma vesilesi yaratacağını bildirmekte. Buradaki farklılığın sebebinin düşmanca davranmamaları olduğuna dikkat çekmektedir.



''Belki de Allah sizinle, onlardan düşman olduklarınız arasına ağır sevgi koyar, Allah buna kadirdir. Allah çok bağışlayan çok esirgeyendir.Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve adil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah, adaletli olanları sever. “ (39)

Bu farklı sınıflandırmaya kısaca değindikten sonra tekrar günümüz toplumuna gelirsek;günümüz toplumunun hepsinden farklı olduğunu ve derece farkı ile hepsinden üstün olduğunu beyan etmiştik. Şimdi Günümüzün akidevi problemlerini inceleyelim.

Tabloya dönersek günümüz toplumunun inançlarına şirk karıştırdığını bu yönüyle diğer kategorideki kitlelere benzediğini söylemiştik. Ama hemen belirtelim ki Toplumun doğrudan bir inkârı ya da şirki söz konusu değildir. Dolaylı olarak bir şirk içerisindeler ve bunun farkında değiller.

Toplumu tekfir edenler genellikle toplumun, Allahı hakimiyet (teşri) yönüyle birlemediğini ve partilere oy vererek bunu teyit ettiklerini bu yönüyle ''kafir'' olduklarını söylemektedirler. Biz burada toplumun müslüman olduğunu söylüyor değiliz, bununla beraber biz toplumun teşri yönüyle Allah'ı birlediğini de söyleyemeyiz; fakat burada girift bir durum var şöyle ki; avama/halka sorduğun zaman Allah'ın haramını haram ve helalini helal kabul ediyor musun diye, sana vereceği yanıt(ekseriyet olarak ) ''elbette'' demesidir. Halkın oy verdiği kimseler, Allah'ın haramını helal ve helalini haram yapmaktadır; bu yönüyle onların şeriat nazarında durumları malumdur; fakat halkı da bu kategoride değerlendirmek biraz insafsızlık olmaz mı?

Şunu da belirtmek gerekir ki bu halka göre kapalıdır. Yani Halk bunun şirk olduğunu bilmemektedir; üstelik aydınlatılmış olmaları şöyle dursun malum diyenet teşkilatı tarafından mesele iyice kapatılmakta/muallakta bırakılmaktadır.

Diğer hata edilen bir mesele ise oy vermek, putlara tapmak gibi bir şirk eylemi ile kıyaslanamaz ve bir tutulamaz. Puta tapmanın nasslar tarafından mutlak olarak küfür olduğu belirtilmiştir. Oy vermek ise öyle değildir; bu bizatihi şirk değildir. Oy vermenin küfür/şirk oluşu içtihada dayanır. Yani dolaylı olarak küfür/şirk olduğu sonucuna varılmıştır. İsabetli bir içtihad olsa da mutlak manada küfürdür, denilemez. Oy verenin niyeti kesinlikle sorulmalıdır. Eğer oy veren kimse sistemin küfür olduğunu kabul ediyor; sistemi tekfir ediyor ve Allahtan başka mutlak anlamda kanun koyucu olduğuna itikat etmiyor fakat maslahat gereği ya da mecbur kaldığı için bu yola girdiğini söylüyorsa bu kimsenin mutlak anlamda kafir ve müşrik olduğu doğru değildir. İlerde bu konu detaylıca gelecektir.

Tekrar Günümüz toplumunun ne olduğuna dönersek Kesinlikle Kafir bir toplumdur denilemez. Daha sağlıklı bir tespit için bazı alıntılar yapmak istiyorum.


Yüklə 0,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin