Tkip kuruluş Kongresi Belgeleri



Yüklə 1,03 Mb.
səhifə39/78
tarix30.07.2018
ölçüsü1,03 Mb.
#64277
növüYazı
1   ...   35   36   37   38   39   40   41   42   ...   78

Cihan: Gotha Programı’nın eleştirisi vesilesiyle, “gerçek hareketin her adımı, düzinelerce programdan daha önemlidir”, diyor Marks. Benzer bir düşünceyi Engels, yine Gotha Programı(130)üzerine Bebel’e yazdığı ünlü mektubunda dile getiriyor. Çok ünlü bir ifadedir, hep aktarılır; “Genel olarak bir partinin resmi programının, o partinin hareketlerinden çok daha az önemli olduğu doğrudur”, der Engels. Demek ister ki, temelde önemli olan bir partinin ne söylediği değil, gerçek hayatta, yani pratikte ne yaptığıdır. Fakat hemen ardından da yine çok ünlü olan, çok bilinen şu sözleri ekler: “Ama yeni bir program, herkesin gözü önünde yükseklere çekilen bir bayrak gibidir ve herkes bir parti hakkında kararını buna göre verir"

Engels, bir programın kendi başına hiçbir şeyi belirleyemeyeceğine, hiçbir şeyin garantisi olamayacağına bir vurgu yapıyor aslında. Fakat bunu hiç de programı önemsizleştirmek için söylemiyor. Program partinin altında savaşacağı bir bayraktır ve insanlar yeni bir partinin ne olup olmadığına onun programına bakarak karar verme yoluna giderler, demesi de bunu gösteriyor.

Program kendi başına belirleyici bir unsur değildir. Temelde bir partinin devrimci kimliği neyse, toplumsal temeli ve genel siyasal kimliği neyse, programı da son tahlilde ona göredir. Sınıfsal-siyasal kimliğinde yaşayacağı her gerçek değişim o programı ya kağıt üzerinde bırakır, ya da kendine göre yeni bir biçime sokar. Bu nedenle program kendi başına bir sihirli formül değildir. Ben çoğu durumda sapmaların programatik ifadelerden, bu alandaki yetersizliklerden ve kusurlardan doğduğunu düşünmüyorum. Örneğin marksist hareketin kendi tarihinde karşı karşıya kaldığı ilk büyük ihanet olan İkinci Enternasyonal oportünizmi üzerinden de bunu böyle söyleyebiliriz. İkinci Enternasyonal partilerinin önce programı, sonra kimliği bozulmadı. Tam tersine, kapitalizmin barışçıl gelişme koşullarında, emperyalist aşırı kârlardan kendilerine düşen kırıntılarla palazlanan işçi aristokrasisi ve sendika bürokrasisi temeli üzerinde günden güne bozulan, düzenle bütünleşen bu partiler, günü geldi, bu bozulma ve çürümeyi ideolojik-programatik sonuçlarına(131)vardırdılar. Ama Erfurt Programı daha baştan oportünistti, denilecektir. Kuşkusuz. Ama programdaki bu oportünizm de gerçekte, Alman partisinin gerçek yaşamdaki oportünist kimliğinin programa yansımasından başka bir şey değildi.

Demokrasi ve Devrim konulu konferansta, “İdeolojik Kimlik ve Toplumsal Gerçeklik” arabaşlığı altında da bu tartışma yapılmıştır. Ve bu tartışma, tam da, toplumsal gerçekliğin son tahlilde ideolojik kimliği belirleyeceği, teorik bakışaçısındaki ön sağlamlığın kendi başına bir güvence olmadığı gerçeğine, bu mantığa dayanır. Marksizmin klasik ilkelerini benimseyerek yola çıktığınız halde, farklı bir toplumsal zemine kaydığınız, bu yeni zemine, ya da başlangıçta amaçladığınızdan farklı bir zemine oturduğunuz ölçüde, bu ilkelerin de ya bu toplumsal kimliğin prizmasından geçerek bozulmaya uğradığını, ya da giderek sizin için anlamsızlaştığını görmekte gecikmezsiniz, denilir orada. DHKP-C, öznel niyet olarak, kendini yürekten marksist sayar; ama kentlerin varoşlarına yerleştiği ölçüde de, işçi sınıfının modern toplumdaki kendine özgü benzersiz konumunu ve tarihsel rolünü reddetmek, ‘işçi sınıfı da öteki sınıflardan biridir, hatta işin aslına bakarsanız öyle çok da belirleyici bir unsuru değildir’, demek cüretini de kendinde bulur. O kendine özgü toplumsal zemin, temel bir teorik ilkeyi, Marksizmin özüne ilişkin temel bir teorik ilkeyi, bu kadar kolay, bu denli gönlü rahat bir biçimde üstelik (bunu sorumsuzluk anlamında söylemiyorum) bir yana itme olanağını da sağlar.

Bu tartışma Demokrasi ve Devrim kitabında yapılır. Ama öte yandan aynı yerde denir ki; gene de, eğer tüm öteki koşullar uygunsa, toplumsal ve siyasal kimliğinizde esasa ilişkin bir problem yoksa, doğru bir teorik bakışaçısının hayati bir önemi vardır. Bazı Bolşeviklerin Şubat Devrimi sonrasında neden tereddüte düştükleri, neden yalpaladıkları örnek olarak verilir ve söz şöyle bağlanır: “Doğru bir bakışa sahip olamadığınız bir durumda ise, yaklaşık olarak Menşeviklerin yaptığına benzer(132)bir şey gerçekleşir. Karnenev’ in çizgisi Bolşevik Partisi’ne egemen olsaydı, Bolşevikler Menşeviklere yakın bir çizgiye düşerdi ve sonuçta devrim imkanı da kaybolurdu. Oysa bu imkan bir kayboldu mu bazen çok uzun yıllar yeniden gelmeyebiliyor da. Çünkü devrim onyıllarca süren büyük birikimlerin patlak verdiği bir tarihsel momenttir. Patladığı noktada ya iktidara yönelinir, ya da burjuvazi ne yapar eder, kurtarır canını son anda. Kurtardıktan sonra da yeni bir devrim birikimi için bazen birkaç onyılın daha geçmesi gerekebilir. Bu açıdan tarihi fırsatın doğduğu noktada bunu başarıyla değerlendirebilmek çok büyük bir tarihi önem taşıyor. Teorik üstünlük, tam da bu çerçevede, çok büyük bir tarihi önem taşıyor." (Eksen Yayıncılık, s.99-100)

Yeterince açık sanıyorum.

Erfurt Programı üzerinden bir şeyler daha söylemek istiyorum. Daha önce de hatırlatmıştım, bu programı incelediğinizde, burada ne proleter devrimin açık bir tanımını, ne de proletarya diktatörlüğü formülasyonunu bulursunuz. Kapitalizmin evriminin sosyalizmi bir toplumsal düzen olarak nasıl kaçınılmaz kıldığı vurgulanır ve öylece bırakılır. Sonra bu ilkelerden hareketle “Alman sosyal-demokrat partisi herşeyden önce aşağıdaki istemleri ileri sürer”, denilerek, bir dizi siyasal, sosyal ve iktisadi reform istemi sıralanır. Oysa Rus marksistlerinin 1903 programına baktığımızda, burada proletarya devrimi sorununa ve proletarya diktatörlüğü ilkesine açık ve net bir biçimde yer verildiğini görüyoruz. Bu önemli bir teorik ve ilkesel güvencedir, zira devrimci kuşaklar bununla eğitiliyorlar, bu açıdan çok çok önemli. O kritik tarihi anlar geldiğinde, partili kuşaklara verdiğiniz eğitim, nasıl davranacaklarını tam olarak belirlemese bile, sonucu sanıldığından da çok etkileyebilir. Eğer perspektifte bir boşluk ya da çarpıklık önden varsa, iş daha baştan bitiyor, dava daha baştan kaybediliyor. 1917’de Lenin Nisan Tezleri'ni ortaya koymasaydı, gelişmelerin nereye varacağı da belli olmazdı. Zira burjuvazi iktidar dizginlerini(133)zaten eline almıştı, Menşevikler ve Sosyalist-Devrimcilerin tam desteğine sahipti. Dahası bir kısım Bolşevik liderin kafası da bir hayli karışıktı. Bu durumda, Nisan Tezleri'nde formüle edilen devrimci perspektif olmasaydı, sosyalist devrime geçiş için ortaya konulan muazzam iradi güç ve çaba olanaklı olabilir miydi?


Yüklə 1,03 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   35   36   37   38   39   40   41   42   ...   78




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin