Sınıf mücadeleleri, devrimci strateji ve taktik, devrimde ilerleme süreçleri bunlardan bağımsız bir sonuca götürülemez. Kendini bölge üzerinden bir parça güvenceye almayan, onun dinamiklerini ve olanaklarını şimdiden gözetemeyen bir Türkiye devrimi bir boş hülyadır. Oysa bugün biz bu ülkelerdeki siyasal akımları bile doğru dürüst tanımıyoruz, bu ülkelerdeki siyasal mücadeleleri bile yeterince izleyemiyoruz. Oysa bunun çok özel bir ilgi alanı haline gelmesi gerekiyor. Bulgaristan’ın iç sosyal ve siyasal yaşamının bize çok yakın olması lazım, çok çok uzak oysa. Ne Bulgaristan’daki sınıf mücadelesini izleyebiliyoruz, ne oradaki siyasal akımları tanıyabiliyoruz. Halbuki bizim coğrafyamızın bir bölgesi. Yunanistan’ı bir parça izleyebiliyoruz, Türkiye iç politikasını çok yakından ilgilendirdiği ve bir parça Türkiyeli solcuların mültecilik alanı olduğu için. Kafkasya’yı çok fazla bilmiyoruz gerçekten. Ermeni gericiliğini, Azerbaycan yönetimini vb.’ni biliyoruz, ama emekçi kitleler ne yapıyorlar buralarda? Devrimci örgütler, partiler var mı? Varsa ne yapıyorlar, kitleler üzerinde ne ölçüde etkililer? Yeni şekillenmekte olan bazı örgüt ve partilerin bugünkü durumlarından dolayı onları önemsiz ve marjinal sayabilir miyiz? Dışardan bakan bir gözlemci için bizim hareketimiz Türkiye için ne ifade edebilir ki? Ama dikkat edin, biz kendimize çok şey atfediyoruz. Aynı şekilde, dışardan bakıldığında çok önemsiz görünen siyasal akımların bu ülkelerin geleceği açısından çok büyük bir önemi de olabilir, ama biz bunları bilmiyo(105)ruz. İran’da neler oluyor, çok bilmiyoruz. İran’da işçi sınıfının mücadelesi zaman zaman sertleşebiliyor, bunları yeterince izleyemiyoruz.
Ama artık bir partili kimlik aşamasında, bütün bu süreçleri, bütün bu ilişkileri, bütün bu olguları öncelikle bizi kuşatan bu coğrafyada izleyebilmeliyiz. Çünkü biz öncelikle kendi ülkemizde devrim yapmakla sorumluyuz. Ve bizim ülkemizdeki devrim mücadelesini çok dolaysız olarak ilgilendiren bir coğrafya bu. Ve bu, bir bunalım coğrafyası. Emperyalizm için sürekli bir müdahale coğrafyası. Bunları yalnızca bir ön hatırlatma olarak söylüyorum, bölge tartışmasına şimdilik girmiyorum, bu tartışmayı ayrıca yapmamız gerekiyor ve asıl söyleyeceklerimi o bahse bırakıyorum.
Küçük bir not olarak şunu da eklemek istiyorum. Dünya devrimci hareketine bakarken, halihazırda komünist olmak iddiasındaki akımlara kendi içinde takılmamak, sınıf mücadelelerinin yeni dönemin ihtiyaçlarına yanıt verecek gerçek komünist akımları üretebileceğine inanmak ve güvenmek lazım. Örneğin Almanya’da gelişmelerin, kitlelerin biriken hoşnutsuzluğunun nelere yolaçacağı, neyi besleyeceği konusunda MLPD’ye bakmak size bir fikir vermiyor. Zira MLPD’nin gelişme seyri, bu ülkedeki gelişmenin tam tersi bir seyir izliyor. Sisteme olan güven azalırken, son yıllarda son 30-40 yıldır görülmemiş işçi mücadeleleri yaşanıyorken, MLPD’ye bakıyorsunuz, kafası daralıyor, etkisi daralıyor, çalışması daralıyor. Dolayısıyla bu parti bir gösterge değil. Bu düzleşen zeminin, giderek oluşan uygun atmosferin yeni siyasal akımlar üretebileceğine, ya da bu akımları kendi içinden ayrıştırarak üretebileceğine inanmak ve güvenmek gerekiyor.
Rusya’ya da bu gözle bakmak gerekiyor. Rusya’daki büyük tahribatın ardından birkaç partinin, ya da eski partiden bazı radikal akımların geriye kalması iyidir. ‘96 tarihli bir değerlendirmemizde de buna özel olarak değinilmektedir. Bugün Rus(106)ya’da, parlamenter hayalleri reddeden, sistemin değişmesini şiddete dayalı bir sosyalist devrime bağlayan akımların olması bir imkandır, denilmektedir. Biz bu imkanı görelim, bunu kaba biçimde reddetme yoluna gitmeyelim, ama bundan ötesine de bakmasını bilelim.
Önemli olan, sınıf yığınlarının kendi bağımsız inisiyatifleriyle mücadele sahnesine çıkabilmeleridir. Bu zemin olduktan sonra, bunun öznel ifadesi akımlar da biraz erken ya da geç ama mutlaka çıkacaklardır. Belki bugün varolan akımlar zamanla dönüşeceklerdir, belki kendi içlerinde ayrışarak ileriye dönük yenilenmiş akımlar çıkaracaklardır, belki de tümüyle yeni akımlar ortaya çıkacaktır. Bu ihtimallerin tümü de geçerli. Ama bu, bugün önderlikten yoksun olarak başgösteren kitle hareketlerinin taşıdığı büyük önemi ortadan kaldırmıyor. Tersine, ihtiyaca yanıt veren partilerin oluşmasını, işlerin artık eskisi gibi gidemeyeceğinin anlaşılmasını kolaylaştıracak bir maddi toplumsal zemin oluşuyor. Önemli olan bu. “Proleter İsyanlarının ve Halk Hareketlerinin Yeni Dönemi” başlıklı değerlendirmemizde biz bunu özellikle vurguladık.
Bir geçiş dönemi içindeyiz
Bir geçiş dönemi yaşanacaktır, öncelikle politik atmosferin değişmesi lazım. Son 40-50 yıldır dünya sol hareketinde büyük bir tahribat, büyük bir çürüme yaşanmış, ‘89’da büyük bir yıkılış yaşanmış, bu büyük bir moral yıkım ve inançsızlık dalgasını beslemiş. Emperyalist gericilik bunu dünya ölçüsünde görülmemiş bir ideolojik-psikolojik, moral haçlı seferine çevirmiş vb. Tüm bunların ardından 3-5 yılda siyasal akımların yeniden hızla toparlanması, köklü bir biçimde yenilenmesi kolay mı, mümkün mü? Ama yakın gelecekte bu alanda çok hızlı mesafeler de alınabilir. Öyle ani gelişmeler yaşanabilir ki, bu, devrimci akımların hızlı şekillenmesine, kimlik değiştirmesine,(107)bakışaçısı değiştirmesine güçlü bir vesile de olabilir.
Bu genel planda bir ihtimal olarak reddedilemez. Zira bu çağda herşey çok hızlı akıyor. Doğu Avrupa beklenmedik biçimde çok hızlı yıkıldı. Bu yıkılışın yıkıcı etkisi dünyaya çok hızlı yayıldı, siyasal-örgütsel yıkımlar, umutsuzluk, döneklik dalga dalga büyüdü. Ama bu etki aynı hızla da ortadan kalkıyor. Yeni bir sınıf mücadeleleri dönemi aynı hızla yeniden oluşuyor. Kapitalist sistem o hızla kazandığı özgüveni aynı hızla da kaybetmeye başlıyor. Yalnızca 7-8 yıl önce, tarihin sonu, kapitalizmin ebediliği ilan ediliyordu. Şimdi bu masala artık kimse inanmıyor, tersine kapitalizmin insanlığa hiçbir gelecek perspektifi sunmadığı inancı yaygınlaşıyor. Dünyayı saran, koca koca ülke ekonomilerini yıkıma götüren borsa krizleri, onulmaz çelişkiler içindeki kapitalizmin bir geleceği olmadığını gösteriyor. Sistem özgüvenini hızla yitiriyor. Bir marksist için tüm bunların anlaşılmaz bir yanı da yok. 1. Genel Konferans’ımızda deniliyor ki; ‘89 yıkılışının ardından bir yanıyla bakıldığında sistem çok güçlü görünüyor, ama bir başka yanıyla da sistemi zaafa götüren süreçler daha şimdiden günden güne güçlenerek işliyor. Sözkonusu değerlendirmede önce sistemin lehine olan etkenler sıralanıyor, sonra da sistemi bunalıma ve yeni bir mücadeleler dönemine taşıyacak olan zemin ortaya konuluyor ve dinamikler sıralanıyor.