Yazı gençLİĞİn devriMCİ eylemi duyarliliğIN eylemiDİR • Manşet ÜNİversiteniN VE YOKSULLARIn devriMCİ eyleminde ön saflara!



Yüklə 311,32 Kb.
səhifə1/7
tarix18.01.2018
ölçüsü311,32 Kb.
#38794
növüYazı
  1   2   3   4   5   6   7

Özgürlük ve Sosyalizm Mücadelesinde
DEVRİMCİ GENÇLİK
Sayı: 9
Baş Yazı - GENÇLİĞİN DEVRİMCİ EYLEMİ DUYARLILIĞIN EYLEMİDİR

Manşet - ÜNİVERSİTENİN VE YOKSULLARIN DEVRİMCİ EYLEMİNDE ÖN SAFLARA!

• DÜNYADAN HABERLER

• KARAKOLLAŞAN ÜNİVERSİTELER

Orta Sayfa - GENÇLİĞİN MİLİTAN KİTLESEL HAREKETİ ÜZERİNE

• BİLGİNİN, KURTULUŞUN DÜNYAYA SAÇTIĞI IŞIKTAN BAŞKA IŞIĞI YOKTUR

• ÜNİVERSİTELİLER SINIF MÜCADELESİNİN ÖN SAFLARINA

• HESAPLANAMAYAN BİŞEY VAR: YOKSULLUK

• HALKI YİNE HALKIN DEVRİMCİ MÜCADELESİ KURTARACAK

• HÜCRE KARŞITI MÜCADELE KENDİNİ YENİLEYECEK

• TUTSAK ALINAN BİLİM ÖLÜM DÖNÜŞEN YAŞAM : BİYOLOJİK SİLAHLAR

• AÇ BEBEKLER KAPİTALİZMİN MASALLARI İLE UYUMAZ

• DÜNYADA SAVAŞ KARŞITI GENÇLİK MÜCADELESİ

• FERMAN PADİŞAHIN DAĞLAR BİZİMDİR

Arka Kapak - KAPİTALİZMİN DEV KALELERİNDEKİLER KORKUYLA BAKIYOR

• HABERLER...



GENÇLİĞİN DEVRİMCİ EYLEMİ DUYARLILIĞIN EYLEMİDİR
GENÇLİĞİN DEVRİMCİ EYLEMİ DUYARLILIĞIN EYLEMİDİR; HİÇBİR ÖZGÜRLÜĞÜN KENDİSİNDEN KOPARILMASINA VE HİÇBİR OTORİTENİN KENDİSİNI, ÜLKESİNİ VE HALKINI TESLİM ALMASINA İZİN VERMEYEN EYLEMDİR!

Yaşlı Küre'nin yorgun sokakları son günlerde bir kez daha yoksul emekçi halkların isyancı tepkileriyle yaşam bulmaya başladı. Henüz en mükemmel şekline bürünmese de bu isyanlar, dünyanın neresinde olursa olsun, ezilenlerin isyan için ortak nedenleri olduğunu göstermektedir.

Arjantin'li yoksulları 6 Kasımda sokaklarda önceden selamlayan üniversiteli gençlik, sömürgeciliğe, faşist teröre, bilginin metalaştırılmasına ve YÖK'e karşı sonbaharın en etkili başkaldırısını gerçekleştirdi. Kim ne derse desin, sol hareketin yakın tarihinde en ciddi kırılmalardan birini yaratan 19 Aralık terörüne açıktan yükselen bir meydan okuma olarak, gençlik eylemi, duyarlılığın, güvenin, onurun ve özgürlüğün politik hareketi olmuştur. Gençliğinin şahsında sürekli geleceğine saldıran bu köhne toplumsal düzen, artık en küçük mevzi çarpışmalarında bile genel yenilgiler yaşamaktadır. 6 Kasımda kazanan elbette ki sol değildi. Bu süreçten sol hareket örgütlenerek ve güçlenerek çıkmadı; ancak kesin olan bir şey var ki, o da kapitalizmin önlenemeyen tümel yenilgiler yaşamasıdır. Üniversitelerin açılışından beri sadece terörü, baskıyı, idarecilik marifeti olarak geliştiren politik iktidar, 6 Kasım’da sırf "güç politikası"ndan başka bir şeyi olmadığını sokaklarda gençlik hareketi militanları huzurunda itiraf etmiş oldu. Yükselen devlet terörü, kapitalist bolluk teorisinin, burjuvazinin sahte eşitlik, adalet ve demokrasi anlayışının ve yeni-liberal bilgi devrimi yalanının yenilgisinin, egemenlerin kendine güvensizliğinin ve korkaklığının itirafıdır.

Artık dünyanın neresinde olursa olsun en küçük ezilen öfke ve isyan yakın takibe alınmakta, istihbarat ve terör yatırımlarına daha fazla önem verilmekte, üniversitelerde en küçük öğrenci tepkisi bile ağır soruşturmalara ve saldırılara uğramaktadır. Tam teşekküllü devlet terörüne karşın 6 Kasımda üniversite kentlerinde sokakları geçici bir süre için zapteden gençlik, kendi evrimsel çizgisinde ciddi eksiklikler taşısa da, ezilenlerin devrimci eylem potansiyeli açısından hayal kırıklıkları umuda, güvensizlikleri sempatiye çeviren bir işlev taşımıştır. Sırf kendi alanıyla sınırlı olmayan gençlik eylemleri, işçilerle gençliği, hatta Arjantin'li yoksullarla ülkemiz gençliğini biraraya getiren, konjonktürel bir yoldaşlığa dönüşen bir politik çizgide yenilenmenin işaretini vermektedir. Burjuva düşüncesini tepkileriyle sorgulayan, gençlik kitleleri açısından sistemin yükselen düşünceleri ve değerleri artık inandırıcı bulunmuyor. Artan eğitim imkanlarının getirdiği toplumsal cahilliği, görkemli bilgi teknolojisinin yarattığı işsizleştirme ve güvensizliği, paralı eğitim uygulamalarındaki sınırlı niteliksiz bilgilenmeyi şimdi daha kolay gören gençlik, özgürlük, umut ve mutluluğunun elinden alınmasına karşı yeni bir düşünme biçimi yaratmaya başladı bile.

Ne var ki, sokaklar dahil yaşamın değişik alanlarında politik tepkilerini bir şekilde ortaya koyan öğrencilerin politikleşmesinde politik örgütlerin kanalları son derece sınırlı bir işlev taşımaktadır. Zaten bu nedenledir ki, YÖK'e karşı tepkilerini dile getiren binlerce üniversiteli daha sonra hiçbir eylemde aynı biçimde görülmedi. Bunun en kesin anlamı, 6 Kasım birikiminin etkin kurumsal biçimlere büründürülmesinde görülen başarısızlıktır. Gençliğin politik dışavurumu daha çok "bağımsız" politik kanallarda (deyimin klasik anlamıyla "apolitik" biçimlerde) dile gelmektedir. Bu bakımdan 6 Kasım, yeni bir politikleşme dönemi ve değişen politika temelini göstermektedir. Ağırlıkla bu temelde yenilenen öğrenci hareketi, sonbahar muhalefetinin en dinamik kesimini oluşturmasını, geleneksel örgütsel bürokrasiye (işçi hareketinde olduğu gibi) ve devlet terörüne karşı meşru militan kitle çizgisini seçmiş olmasına borçludur.

Meydanları dolduran öğrencilerin çoğu belli geleneksel bir politik örgütlenmenin kanalından gelmiyor; bunların çoğu belki ilk kez böyle bir eyleme katılan yeni öğrenciler. Kendilerine "bağımsız" denilen bu öğrenciler, 6 Kasım politikaları açısından, benimsediği talepler ve göze aldığı tehlikeler açısından bağımsız sayılmazlar. Bugünün gençliği, çoğunlukla, tam bir belleksizlik ve apolitize edilmişlikle, koşulları değiştirmeye yönelik mücadele ve başkaldırı duyguları pasifize edilmiş olmakla, kronik yakınma ve hoşnutsuzluk duygularıyla, rekabet ve duyarsızlığı karakter edinmiş olmakla nitelenir. Elbette bu nitelikler, yaşamı devrimci biçimlerde değiştiren devrimci bir öznenin nitelikleri olamaz. Zaten tarih hiçbir zaman işin başında bu tür kitleleri devrimci sınıflar hanesine kaydetmemiştir. Eski dönem devrimci mücadele ölçüleriyle değerlendirildiğinde, bu kitleler sadece devrimci mücadelenin peşinden sürüklenebilecek "hedef kitle"dirler. Ne var ki, öğrenci gençliğin son zamanlarda sergilediği protesto eylemleri bu yaklaşımı geçersiz kılmaktadır. Gençliğin devrimci bilinci, belli tarihsel yasaların değil, devrimci mücadelenin kavranışıdır. Bugün bu kavrayışın ışığında, bu "güvenilmez yığınların" kendine özgü politik hareketlenmelerine tanık oluyoruz. Bu insanların bir biçimde politik tavır içinde olduklarını ve içinde bulunduğumuz dönemi de, olsa olsa yeni bir politikleşme dönemi olarak kabul etmeliyiz.

Sol hareketin 12 Eylül’le başlayan tarihsel bir dönemi, Kürt hareketinin barış hareketine dönüşmesi, 18 Nisan seçimlerinden sonra reformist hareketin krizi ve son olarak da 19 Aralık saldırsının ardından yaşanan genel sol yenilgiyle birlikte artık tarihsel olarak sona ermektedir. Bırakın sol hareketi, egemen sağ kampta bile hiçbir politik partinin var olan koşulları değiştirmeye yönelik herhangi ciddi bir program öneremediği politik atalet günlerinde yaşıyoruz. İşin ilginç yanı yeni politik projeler daha çok engellenerek değil, ince tahakküm yöntemleriyle yeni önerilerin anlamlı görülmemesi sağlanarak mevcut atalet koşullarının temeli oluşturulmaktadır. Geleneksel politikleşme kanalları tarafından toplumun devrimci potansiyelinin kavranamadığı bu durumda, toplumun kendini değiştirme umudu azalmaktadır. Bu da yoğun bir geleceksizleştirme anlamına gelmektedir. Burada örgütsüz bireylerin oluşturduğu çıkışlar elbette çok yetersiz kalmaktadır. Bu çıkışlar çeşitli toplumsal ve kültürel biçimlerde yeni ve otoriter olmayan bir gelecek kurmayı başaramadıkları ölçüde, öznelerini bunalıma ve dolayısıyla kendi geleceklerini tehdit altında görmeye yöneltmektedir. O zaman üstünlük ya da ayakta kalabilmek, hatta yaşamak sırf güç çatışması üzerine kurulan bir savaşıma dönüşmektedir.

Burada bir nevi "toplum tutulmasın"ndan söz edilebilir. Politik bir toplum tutulması yaşayan Türkiye kendini değiştirme dinamizmini "tamemen" emperyalist inisiyatiflere terk etmiş görünüyor. Hızlı ve yoğun yaşanan çürüme, sefalet, çaresizlik ortamı, tam bir politik atalet, bırakma ve umutsuzluk durumu yaratmaktadır. İşte gençlik eylemi tam bu ortamda yeni bir politikleşme evresini işaret etmektedir. Genel anlamıyla olmasa da belli bir politik canlanma yaratan bu eylemler elbette "eski politikanın" canlanması şeklinde değil, henüz olgunlaşmamış bir başkaldırı şeklinde yaşanmaktadır. Söz konusu başkaldırı için militan kitlesel öğrenci eylemleri tıpkı Koordinasyon'da olduğu gibi, bildik biçimlerin ve mantığın ötesinde hareket eden gençlik, bunun için gerekli olan enerjiye ve yaratıcılığa sahiptir.

Gençlik hareketinde bir yenilenme ve kendini aşma, önceki mücadele döneminin somutunda bütün eski pratiklerin aşılmasıyla olasıdır. Devrimci gençlik hareketinin toplumsal düzeni sorgulayan tarihsel birikimi, emperyalizmi, faşizmi, sömürgeciliği sorgulayan düşünsel mirası, bugün, toplumsal düzenle uzlaşmaz karşıtlık halinde olan üniversitenin ve halkın devrimci sınıflarının elinde yeni hareket ve düşünme biçimleri olarak mayalanmaktadır. Terör koşullarında ancak militan akımların belki biraz katı zırhına bürünmüş olarak var olabilen hareketin erken filizleri, devrimci hareket sürecinde gençliğin kitlesel militan formlarını kapsayacak inceliğe ve esnekliğe mutlaka bürünecektir. Ayrıca, gençlik hareketinin üniversite dışı çevrelerle kurduğu ilişkinin nesnel temeli de değişmektedir. Entelektüel üretimin çalışma yaşamı ve toplumsal yaşamın köleleştirilmesine, katkısı hesaba katılırsa, öğrenci gençliğin toplumun öteki devrimci sınıflarına ilişkin duyarlılığı daha önem kazanmaktadır. Gençlik sırf aydın duyarlılığıyla değil, geleceksizleştirilmesi nedeniyle, esas olarak, proletaryayla giderek artan çıkar ortaklığından kaynaklı devrimci sınıfların militan örgütçülerinden biri olmayı seçecektir.

ÜNİVERSİTENİN VE YOKSULLARIN DEVRİMCİ EYLEMİNDE ÖN SAFLARA!
FAŞİZM EMPERYALİZME SÖMÜRGE ÜNİVERSİTESİNE KARŞI ÜNİVERSİTENİN VE YOKSULLARIN DEVRİMCİ EYLEMİNDE ÖN SAFLARA!

6 Kasım: Öğrenci Harketinin Sürükleyici Halkası

Sonlarını yaşadığımız bu dönemin başlangıcında üniversitenin gündeminde yine YÖK ve YÖK karşıtı öğrenci hareketi vardı.

Sabahın erken saatlerinden başlayan öğrenci avı, kent merkezinde kontrol uçuşu yapan helikopterler, binlerce çevik kuvvet, özel timler, onlarca panzer, ısırmaya hazır kurt köpekleri, varil içinde taşınan biber gazları üniversitelerde paranın tahakkümüne ve YÖK düzenine karşı meydanlara çıkmaya hazırlanan üniversite öğrencilerini bekliyordu. 6 Kasım günü sokak başlarını tutan terör, üniversitelilerin meydanlara çıkmasını engelleyemedi. Anadolu üniversitelerinden, metropol üniversitelerine kadar Türkiye'nin bir çok merkezinde farklı şekillerde protesto edilen sermayenin üniversite ve bilim politikalarının ancak terörle uygulanabileceği bir kez daha görülmüş oldu. Üniversitelerde piyasalaştırma süreçlerinin yarattığı yıkımların sermayenin egemenliğine karşı bir öğrenci hareketi haline gelmesini engelleme noktasında terörden başka hiç bir dayanağı kalmayan iktidarın çaresiz kaldığı an, 6 Kasım günü öğrenci hareketinin polisin çizdiği sınırı kabullenmeyip demokratik üniversite mücadelesinin meşruluğunu temsil eden barikat arkasını ve dolayısıyla polisin şiddetini göze aldığı andı. Toplumsal muhalefetin yaşadığı genel moralsizliğe karşın öğrenci muhalefetinin kendini bu kadar çabuk yenileyebilmesinin tek nedeni; üniversitede piyasalaştırma ve YÖK karşıtı fikirlerin, piyasalaştırma uygulamalarının yıkımını yaşayan en geniş öğrenci kitlesiyle buluşma zeminin genişlemiş olmasıydı.

Bu onurlu çıkışın ardından, öğrenci hareketinin hızının kesildiği bir ortamda demokrasi adına kaynayan cadı kazanı, YÖK sisteminin en kirli ifadelerinden biri oldu.

"Her şey adeta bir tiyatro oyunu gibi. Kimin iyi kimin kötü olduğuna kendi başımıza karar vermemiz istenmiyor. Yazarlar işlerine geldiği gibi senaryoyu yazıp rolleri paylaştırıyor. Dün iyi olan bugün kötü oluyor. Ya da tam tersi." (Eduardo Galeano)

Ülkemizin en köklü üniversitesi olan İstanbul Üniversitesi'nin rektörlük seçimleri, ne yazık ki, üniversite ve demokrasi kültürüne en yabancı davranışlara sahne oldu. Sergilenen bu tiraji-komik oyunda, Kemal Alemdaroğlu ve Mesut Parlak'ın söz düelloları, YÖK'ün demokrat üyelerinin kulis faaliyetleri, öğretim elemanlarının spekülasyonları, yani üniversiteye yakışır özgür demokratik bir seçimin dışında ne ararsanız vardı.

Seçimlerde rakiplerine fark atıp 1268 oy alarak birinci çıkan Kemal Alemdaroğlu, YÖK'ün Çankaya'ya gönderdiği listede üçüncü sırada yer almasına rağmen Cumhurbaşkanı Sezer tarafından rektör atandı. Seçim ve sonuçları fakülte koridorlarından hocaların odalarına kadar belirsiz bir uğultuya neden olurken, bu uğultular aslında üniversite salt sandıksal demokrasiye dayanan iflas etmiş bir yönetim anlayışından kaynaklanıyordu. Bu biçimsel demokrasi oyunu, bırakın bütün üniversitelilerin özgür iradelerini yansıtmak, tersine, sistem dışı ya da sisteme muhalif üniversiteliler baskı ve terör yöntemleriyle devre dışı bırakıldılar. Anti-demokratik uygulamalar neticesinde istifa etmek zorunda kalan ilerici demokrat bilimcilerin, eğitim ve yönetim anlayışına dair görüşlerinden dolayı uzaklaştırılan ya da atılan yüzlerce öğrencinin sendikal faaliyete katıdıkları için işten çıkarılan üniversite işçilerinin bırakın sandık başına gitmeyi, üniversitedeki varlık koşulları gasp edilerek engellendi. Yıllardır üniversitelerin zengin bilgi ve kültürünün toplumsal yaşamla özgürleştirici bir ilişki kurmasını engellemeye çalışan idarenin 10 Aralık günü rektörlük binasına kurduğu sandık, üniversitedeki gerici faşist yönetim biçiminin demokrasi anlayışını temsil etmektedir.

İ.Ü. rektörlük seçimleri, sahte demokrasi törenleri arkasında iktidar ve çıkar çatışmalarını yansıtmaktadır. Çürümüş demokrasi formları artık iflas etmiş sistemi taşıyamıyor. Sandıksal seçimlerden Sezer'in seçimine kadar bütün demokratlık gösterilerinin sınırı üniversite yaşamının yıkıcı gerçeklerinde son bulmaktadır. İşte üniversite adına utanç duyulması greken yıkıcı gerçekler:



"Ne oluyor da öğrencilerimiz pankartlar asmaya başlıyor? Rektörlerimiz ne yapacaklarını bilemiyorlar"

Üniversiteler Arası Kurulun üniversitelerde adeta bir infial ortamını tasvir eden bu açıklaması Kürtçe eğitim ve öğretim talebiyle başlatılan dilekçe kampanyasıyla ilgili. Yapılan açıklamanın ardından ne yapacaklarına karar veren üniversite yönetimleri MGK'nın açıklamaları ve YÖK'ün gönderdiği talimatname doğrultusunda ana dilde eğitim talebinin bedelini bir ya da iki dönem okuldan uzaklaştırma cezası olarak belirledi. Önce MGK'nın daha sonra da YÖK'ün art arda yayımladığı duyurularla harekete geçen üniversite yönetimleri polisle yaptıkları yuvarlak masa toplantılarından sonra birçok üniversitede farklı yöntemlerle (Kampanyaya destek veren öğrencileri dilekçelerini geri almaya zorlayarak ya da İTÜ'de olduğu gibi polisin rektörlük binalarında adeta üniversite temsilcisi gibi davranarak dilekçelerin ancak tek tek verildiği koşullarda kabul edileceğini açıklamasıyla) anadilde eğitim talebini “devletin güvenliği”ni gerekçe göstererek yasadışı ilan ettiler. 21. yüzyılın ilk yıllarında anadilde eğitim talebinin üniversitelerden atılma gerekçesi olması "YÖK'ün demokratikleşmesi" tartışmalarına son noktayı koydu. Ve bu kampanya sürecinden yola çıkarak üniversitenin demokratikleşmesini kendilerinin dışındaki unsurlardan ve yasal düzenlemelerden bekleyen üniversite bileşenlerine demokratik bir üniversitenin koşullarının sömürge üniversitesinin iktidarına karşı verilecek bir mücadeleden geçeceği gerçeği bir kez daha ortaya çıktı. “Devletin Güvenliği”ni anadilde gerçekleştirilen eğitimle bağlantılandırarak üniversiteyi ve bilimi bir kez daha egemen politikanın operasyonel gücü olarak kullanan MGK'nın bu tavrı bir yana, üniversite yönetimlerinin kampanya karşısında takındığı tavır sömürge üniversitesinde hayata geçirilen yeni yönetim biçimi ekseninde derinleşen otoriterleşme yönelimini ortaya koydu.

Ülkede ve dünyada yaşanan gelişmelere dair egemenlerin görüşünün dışında görüş hakkına izin vermeyen üniversitelerde, devletin halka açıklamakta zorluk çektiği pek çok konuda hesap sorma "cürretini" gösteren öğrencilerinin karşısına gerekçeleri üniversiteye bir yaşam modeli dayatan ağır disiplin cezaları çıkarılıyor. Sermayenin olduğu kadar devletin de hayata geçirdiği uygulamalara zarar gelmemesi konusunda resmi ideolojinin bekçiliğine soyunan yönetmelikler özellikle devam etmekte olan savaşa karşı üniversitelerde oluşan tepkileri baskılamak konusunda taviz vermiyor. Pek çok üniversitede farklı şekillerle savaşa karşı protesto eylemleri gerçekleştiren onlarca öğrenci uzaklaştırıldı ya da atıldı. Pek çoğu hala soruşturmaya uğramaktadır.

Bir yandan öğrenci hareketin politikleşme zeminin, diğer yandan da sermayenin piyasalaştırma zeminin derinleştiği üniversitelerde, idareler de otoriterleşmeyi derinleştirerek genişleme potansiyeli oldukça yüksek olan sermaye ve savaş karşıtı öğrenci muhalefetinin önünü kesmeye çalışıyorlar. Polis terörünün dışında, paralı güvenlikçiler, disiplin yönetmelikleriyle üniversiteleri karakollaştıran iktidar, sürekli baskı aygıtlarını güçlendirmektedir.



"Devrim istiyorum!" diye feryat eden İstanbul Üniversitesi rektörü Kemal Alemdaroğlu, her şeyi devletten beklememek gerektiğini ekliyor ve ağzındaki baklayı çıkarıyor: "bütçemi ben yöneteyim"

Yeni YÖK yasa tasarısı Bakanlar Kurulu'ndan geçti ve ocak ayında görüşülmek üzere meclis plan ve bütçe komisyonuna gönderildi. Üniversite yönetimleri ve YÖK tasarının gerekliliğini kanıtlamak üzere adeta yarışa girmiş gibi gözüküyorlar. İstanbul Ticaret Üniversitesi'nin açılışına katılan YÖK başkanı Kemal Gürüz'ün "hiçbir ülke her isteyene yüksek öğretimin her istediği türünü bedava olarak verme lüksüne sahip değildir" açıklaması yasa tasarısının üniversitelerde öngördüğü değişimin açık bir dille ifadesinden başka bir şey değildir. Ocakta komisyonda görüşülmeye başlanacak ve daha sonra da meclis gündemine girecek tasarıya üniversitenin bileşenlerinin desteğini sağlamak için YÖK'ün hazırladığı rapora göre, Türkiye'de profesörlere verilen maaş dünya ortalamasının dört beş kat altında bulunuyor. YÖK akademisyenliğin maddi koşullarının yetersizliği nedeniyle artık tercih edilmeyen bir meslek olduğunu ilan ederken Türkiye'nin en nitelikli bilimcilerinin özel üniversitelerde olduğunu açıklamaktan da geri durmuyor. Üstelik kendi başkanı bir özel üniversitenin açılışının 'onur' konuğuyken. YÖK düzeni, devlet üniversitelerin mali kaynak yetersizliğinin çığırtkanlığını yaparken diğer yandan da devlet üniversitelerine aktarılamayan mali kaynağın aktarıldığı özel üniversitelere tam desteğini sunarak tüm bu fakirlik edebiyatının üniversiteleri piyasalaştırmanın operasyonel tartışmaları olduğunu ortaya koyuyor.

Yeni YÖK Yasa Tasarısı ve Üniversiteden Emek Saflarına Selam!

Üniversite sermaye ilişkisini yeniden düzenlemeyi hedefleyen yasa tasarısını üniversite için öngördüğü değişimin niteliği, uluslararası sermayenin Türkiye'yle kurduğu bağımlılık ilişkisini derinleştirme ve bu ilişkiyi salt iktisadi boyutlarıyla değil, siyasi boyutunu da ekleyerek devlet sermaye yapılanmasına dair planladığı yapısal değişimi öngören stand by anlaşmasının niteliği ile örtüşüyor. Tüm idari mekanizmaların sermayeyle doğrudan ilişkisinin hedeflendiği yeni dönemde, yasa tasarısı üniversiteye topyekün bir despotizmi dayatırken üniversitenin daha yıkıcı piyasalaştırılmasını getirmektedir. (Kamu üniversitelerine ayrılan para 2,4 milyar dolarken, banka kurtarılan bankalara ayrılan 5,5 milyar doların nerelere harcandığı belli oluyor. Yeni YÖK yasasıyla "tam-paralı eğitim"e geçen üniversitelerden kısılan, yani aslında çocukları vasıtasıyla halktan kesilen paralar finans sektörünü ya da benzerlerini kurtarmaya ayrılmaktadır.) Elbette ki bu yıkımlar öğrenci hareketinde ve toplumsal muhalefette yeni devrimci müttefiklerin oluşmasına yol açıyor. Sermayenin yıkımı beraberinde işsizlik ve yoksulluk temelli muhalefet potansiyelini de getirirken sömürgeleştirmenin tüm stratejik adımları (sendikasızlaştırma, paralı eğitim) üniversitede karşılığını buluyor. Üniversite işçilerinin, bilimcilerin ve öğrencilerin hem sermaye karşıtı ortak mücadelesini hem de üniversiteli emekçilerin emperyalizme karşı sınıf mücalesinde ön saflardaki yerini hazırlıyor. Bir kez daha aynı meydanlarda buluşan üniversiteliler ve emekçi sınıflar ortak mücadele koşullarında birbirleriyle ilişki biçimini değiştirmeye zorlanıyorlar. Öğrencilerin emekçilere ve emekçilerin de öğrencilere yönelik geleneksel bakışının yaşamın devrimci dinamikleri karşısında değişmesi kaçınılmaz görünüyor.

Baharda Öğrenci Hareketi Yine Sokakta Olacak!

Yeni bir öğrenim döneminin hemen eşiğinde ülke ve ünivesite gündemi, öğrenci hareketinin karşısına daha güçlü bir politikleşme dalgası ve örgütlenme olanakları çıkarmaktadır. Dünyada yeni bir egemenlik biçimi olarak örgütlenen küresel sömürgeciliğin mızrak ucunu oluşturan yeniden proleterleştirme ve üniversitelerimize meta rejiminin yapısal dönüşümü öğrenci hareketinin nesnel zeminini oluşturmaktadır.

Devlet, sermaye ve üniversite yönetimlerinden oluşan üniversite iktidarı, bugün insanlığın karşısına çıkmış en büyük toplumsal suçlardan birini işlemektedir. Bilimsel entelektüel üretim giderek daha fazla halkın yaşamına sefalet ve yıkım getirmektedir. Bilimin başta Afganistan ve Filistin olmak üzere bütün ezilen halkları tehdit eden emperyalist savaşlarda kullanılması bir yana, toplumsal yaşamın sürekli yoksulluk ve sefalet üreten bir çalışma yaşamının sömürgesi haline getirilmesinde kullanılmasına üniversiteli gençlik sesiz kalmayacaktır. Bu sorun, bundan böyle basit bir savaş karşıtlığı sorunu olmaktan çıkarak üniversitenin bütün özgürleştirici olanaklarıyla donanmış yoksul emekçi halkın kendini savunma sorunu haline gelmiş bulunmaktadır.

Bu savaşımda üniversiteyi egemenlerin hizmetinde eksiksiz kılabilmek ve demokratik öğrenci hareketini engellemek için geliştirilen bütün saldırılar, öğrenci gençliğin militan kitle çizgisinin direnciyle mutlaka kırılacaktır. Meclis'te bekleyen yeni YÖK Yasa Tasarısı, şu sıralar hazırlıkları yapılan harç zamları, güvenlik ve özel güvenlik adına teröre ve istihbarata yatırılan ülkenin kaynakları, soruşturmalar, yönetmelikler bütün bunlar öğrenci gençliğin dikkatle takip ettiği ve mutlaka sokakta karşılayacağı sorunlardır.

Üniversitelerde özgür ve demokratik ortamlar, ancak, üniversite değerlerinin yaratıcısı emeğin sahiplerinin, yönetimde eşit söz ve karar hakkına sahip olabildiği koşullarda gerçekleşebilir. Üniversitenin bütün değer ve imkanları üniversitelilerin kendilerini özgürce ifade etmeleri için seferber edilemediği sürece üniversite özgür sayılmaz. Anadilde eğitimden özerk yönetime kadar pek çok unsur özerk demokratik üniversite mücadelesinin asli konuları arasında yer almaktadır. Bunlara yönelen en küçük bir saldırı bile, sadece özgür halklara, üniversiteye, bilime değil, tek tek bütün üniversitelilere yapılmış sayılır. Saldırılara karşı direniş politikası ve buna bağlı eylem çizgisi yine demokratik öğrenci hareketinin önümüzdeki dönem temel gündemleri arasında yer alacaktır.

Halkın beslenme, barınma, sağlık ve eğitim gibi temel gereksinimlerinden kısılarak özel çıkarlara, emperyalistlere ve halka karşı suçlara harcanan kaynakların hesabı aralık bütçe eylemlerinde yeterince üniversitede karşılık bulmadı. Ancak sonbahardan gelen sorunları önümüzdeki günlerde yeniden emekçilerin gündemine gelecektir. Ortak saldırgana karşı birleşik direnişin büyüyen güncel imkanlarında öğrenci gençlik baharda yine halkının yanında olacaktır.



DÜNYADAN HABERLER
FİLİSTİNLİ ÇOCUKLAR İŞGALCİ İSRAİL ORDUSUNA KARŞI DİRENİYOR

İsrail işgali altındaki Kudüs’de ve Hayfa’da Hamas’ın üstlendiği intihar saldırılarında, 28 İsrailli öldü, 300’e yakın kişi yaralandı. Saldırılar sonrasında İsrail Başbakanı Ariel Şaron, ABD Başkanı George Bush’la yaptığı görüşmede dünya kamuoyuna “Ya Arafat’ın ‘terörü’ durdurmasını sağlayın ya da koalisyonun dışında olduğunu ilan ederek Taliban muamelesi yapın”mesajı verirken ilerde yapacaklarının sinyalini veriyordu. 11 Eylül’den sonra cüreti artan ABD destekli İsrail terörü, intihar saldırılarının intikamını Filistinli sivillerden alırken emperyalistlerin barışının da dünya halklarına ölümden başka bir şey getirmeyeceğinin bir kez daha gösterdi.İsrail ordusu, Filistin kentlerindeki ablukasını daralttı. İnsani yardım hali ve gıda-yakıt ikmali zorunluluğu dışında Filistin kentlerinin tümünde kent dışı trafik bütünüyle kesildi. Gazze Şeridi ve Batı Şeria’ya düzenlenen füze saldırısında onlarca Filistinli yaralandı. Beyaz Saray, füze saldırılarının hemen ardından, İsrail’in kendini savunma hakkının bulunduğunu bildirerek teröre tam destek verdi. İsrail’in ’Çığ Operasyonu’ adı altında yürüttüğü saldırılarla Filistin’de okullar kapandı, sağlık hizmetleri durdu, yiyecek sıkıntısı had safhaya ulaştı. Operasyon kapsamında mülteci kampları F-16’larla vuruldu 3 milyon Filistinli, İsrail ordusu tarafından yaşadıkları köylere hapsedildi Bu arada Arafat’ın eline 36 kişilik bir ‘kara liste’ verilmesi ve listedeki Filistinlilerin tutuklanması için süre tanınması, işgal altındaki topraklarda gerginliği tırmandırdı. Filistin iç savaşın eşiğine geldi. İslami Cihad ve Hamas örgütlerine üye çok sayıda kişi gözaltına alındıktan sonra taraftarlarla polis arasında çatışma çıktı. Filistin Halk Kurtuluş Cephesi Amerika ve İsrail’in emirlerini yerine getirmenin, İsrail saldırısına karşı Filistin halkının birliğini tehlikeye attığı uyarısında bulundu. Arafat, ABD-İsrail ikilisinin baskısıyla, İsraillilere karşı tüm silahlı eylemlerin durdurulması çağrısı yaparken, işgal edilmiş ülkelerinde katliamlar yaşayan açlık yoksulluk içindeki Filistin halkı I. İntifada’nın başlamasının 14.Yıldönümü nedeniyle yapılan gösteride, 2000 insanını kaybetmesine rağmen İsrail işgaline, ABD emperyalizmine karşı mücadeleye devam edeceğini haykırıyordu.

EMPERYALİSTLER KANA DOYMUYOR UZUN SAVAŞ SÜRÜYOR

· Almanya’nın Bonn kentinde yapılan Afganistan Konferansı’ndan Amerikancı bir hükümet başkanı ve emperyalist orduların ülkeye yerleştirilmesi kararı çıktı. Peştun kökenli Seyid Hamid Karzai, geçici hükümetin başkanlığına getirildi.Geçici Afgan hükümeti, Avrupa Birliği, ABD ve Birleşmiş Milletler tarafından bir zafer olarak sunulurken, bölgedeki güçlerin güdümündeki grupların ve Afganistan iç siyasi aktörlerinin çıkar çatışmaları sonucu ülkede iç savaş tehdidinin devam edişi Kandahar ve Tora Bora‘nın düşüşünden sonra ABD ‘nin askeri zafer kazandık söylemine rağmen bölgede istediği dengeleri kurmada uzun bir süre daha sıkıntı çekeceğini gösteriyor.

· ABD Afganistan’da birbiri ardına katliamlarına devam ediyor. Kesin ölü sayısı saklanırken bombardımanlarla 5000 sivilin öldürüldüğü tahmin ediliyor.Bu sayıya evlerini terk ettikten sonra yollarda soğukta ve açlıktan ölen Afganistanlılar dahil değil. Askeri kayıpların sayısı 15000’i bulurken hayatı tehlikede olan 8000 esir olduğu düşünülüyor. ABD ve Kuzey İttifakına bağlı güçler bütün bunların yanında teslim olan Taliban güçlerini de katlediyor 400 esirin öldürüldüğü Cenk Kalesi vahşetinden sonra okullara hapsedilen Talibanlar ABD uçaklarıyla bombalanarak, cezaevine nakledilmek üzere içine konuldukları konteynerlerde havasız bırakılarak öldürülüyor.22 milyon nüfuslu Afganistan‘da 7 milyon insan ölüm sınırında bulunuyor.Mezar-I Şerif ve Kunduz‘a ulaşmaya çalışan yardım kuruluşlarının gıda konvoyları Kuzey ittifakına bağlı savaş ağaları ve yerel çeteler tarafından engelleniyor.

 

· ABD’de bir yandan başkan Bush’un yabancı düşmanlarımızın, özgürlüğü yok etmek için aynı özgürlüğün biçimlerini kullanmasına izin vermemeliyiz diyerek ‘terör zanlılarının ‘yargılanmasında savunma hakkını kısıtlayan ve temyizi olmaması öngörülen özel askeri mahkemelerin kullanılabileceği söylemesi, bir yandan da 11 Eylül’den sonra 5000’e yakın müslüman ve Arap’ ın nedeni açıklanmadan gözaltına alınışı ve son iki yıl içinde Ortadoğu’dan ABD’ye ziyaret amacıyla ya da öğrenci vizesiyle gelen 5000 gencin sorgulamak için ifade vermeye çağrılışı ırkçı uygulamaların devamının geleceğini ve özgürlüklerin giderek daha fazla kısıtlanacağını gösteriyor.



· Bir süredir artık ABD’nin Irak’ı vurup vurmayacağı değil ne zaman vuracağı tartışılıyor. ABD’nin 1991’de kazandığı askeri zafer Ortadoğu’da politik bir yenilgiye dönüşürken bundan sonra Irak‘a yönelik yapacağı saldırının Saddam’ı devirmek ve rejimi çökertmek için olacağı biliniyor. Amerika’nın bir yandan askeri operasyon yürütüp bir yandan da Kuzey ve Güney Irak’taki ’muhalefet ’ gruplarını ayaklanmaya zorlayacağı tahmin edilirken, saldırının gerekçesinin Irak yönetiminin ’BM silah denetçilerini kabul etmemesi’ olabileceği düşünülüyor. Bölgede yaratılacak kaos ortamı, parçalanacak ve dağılacak güçler egemeliğini kurmada ABD’nin işine yarayacak. Irak’a yapılacak bir müdahale tartışması gözleri Kuzey Irak’ta otonom bir kuşakları olan Kürtler’e çeviriyor.Bölgede bağımsız bir Kürt devletinin kurulma olasılığı çevredeki tüm ülkeleri özellikle Türkiye’yi düşündürüyor. Dengelerin yerinden oynamasının bölgede yeni çatışma dinamikleri yaratacak ve paylaşım alanları açacak oluşu Irak’a müdahale düşüncesinin çevresinde ABD güdümlü ülkeler koalisyonunun parçalanma olasılığını da beraberinde getiriyor.

· ABD ‘nin ‘terörle mücadele’ bahanesi altında saldırabileceği ülkeler arasında Somali Irak’tan sonra adı geçen ülke. ABD’nin 1993’teki başarısız işgalinden sonra Somali Hükümeti’ne ait paranın bankalar arasında dolaşımını engelleyerek ülke ekonomisini çökertmesi, ilaç ambargolarıyla kıtlığın süregeldiği ülkede halkı açlığa ve ölüme mahkum etmesiyle yeterince insanlık suçu işlediği Somali halkını üstüne şimdide, bu ülkenin ’El İttihad’ adlı şeriatçı örgüte ‘kalkan olduğu’ ve El-Kaide örgütüne kaynak aktardığı iddiasıyla bombalar yağdırmanın planlarını kuruyor.

 

ARJANTİN’DE YOKSULLAR SOKAKTA



10 yılı aşkın bir süredir IMF programlarıyla ve onun temsil ettiği neo-liberal politikalarla yönetilen Arjantin’de ülkede yaşanan krizlere karşı meydanları dolduran Arjantin halkı bu kez 1989’dan beri gelişen en büyük halk ayaklanmasıyla dünya gündemine oturdu. Özelleştirmeler, ücret dondurma politikaları, iflaslarla giderek artan işsizleştirme dalgası ve en son 132 milyar dolarlık borcu ödemek için kamu alanındaki harcamalarda kısıntıya gidilişi ve IMF’nin acil kredi talebini reddetmesi ülkeyi içinden çıkılmaz bir krize sürüklerken halk IMF programlarıyla gelen açlığa ve yoksulluğa karşı ayaklandı. Daha önceleri Arjantin’de kent yoksullarının açlığa karşı tepkisi olarak gelişen yağma hareketleri son krizde yiyecek ekmeği olmayan on binlerce insanı da kapsayarak ülkedeki politik aktörleri değiştirecek denli büyüdü. Çıkan olaylardan sonra ilan edilen sıkıyönetim kararını tanımayan halk başını işsiz gençlerin çektiği giderek militan çatışmalara dönüşen gösterilerle sokağa çıkarken, 2000 gösterici tutuklandı 26 eylemci öldürüldü. Ekonomi Bakanı Domigo Cavallo ve Devlet Başkanı Fernando Dela Rua istifa ettiler ve yurtdışına çıkışları yasaklandı. Olaylardan sonra Peronist Parti tarafından devlet başkan adayı gösterilen Saa göreve geldi ve 3 yıllığına moratoryum ilan edildi. Buna rağmen halkın isyanı durmadı bankalardan nakit para çekilişine getirilen kısıtlamaların devam etmesi sonucu Devlet Başkanlığı Sarayı’nın önünde yapılan eylemden sonra Kongre Binası basıldı ve yeni hükümet eylem sonrasında istifa etti. Arjantin’deki muhalefet geleneği ve yoksulların sömürü programlarına karşı direniş potansiyelleri, benzer krizlerle sarsılan ülkelerdekinden farklı görüntüler sunarken muhalefetteki dağınıklık, sol bilinç yoksunluğu ve politik bir örgütlülüğe dayanmaması ise yağma hareketlerinin el koyma hareketine dönüşememesine yol açıyor. Buna rağmen halkın başkaldırısı işsizlerin isyan hareketlerinin ilk örneklerinden birini oluşturuyor. Emperyalizm karşıtlığını içinde büyüten başkaldırıyla Arjantin halkı 21.yüzyılın devrimlerine selam yollarken, yoksul halkların direnişlerine umut oluyor.


Yüklə 311,32 Kb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5   6   7




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin