Yazı gençLİĞİn devriMCİ eylemi duyarliliğIN eylemiDİR • Manşet ÜNİversiteniN VE YOKSULLARIn devriMCİ eyleminde ön saflara!



Yüklə 311,32 Kb.
səhifə2/7
tarix18.01.2018
ölçüsü311,32 Kb.
#38794
növüYazı
1   2   3   4   5   6   7

KARAKOLLAŞAN ÜNİVERSİTELER
(Üniversite İktidarında Otoriterleşme Yeniden )

"Bizler ne ağıla giren koyun sürüleriydik ne de anarşist ve terörist. Bizler sadece öğrenim özgürlüğümüzü hiçbir baskı altında kalmadan sürdürmek isteyen üniversite öğrencileriydik. Beyazıt Meydanında pusu kurmuş çevik kuvveti, kapıda karakol kurmuş resmi polisi ve üniversite içinde cirit atan sivil polisi istemiyorduk...Kampanyamız öğrenci gençliğin üzerinde "Demokles'in kılıcı " gibi duran "polis-idare işbirliğinin" teşhirini ve somut taleplerimizi (KAPILARIN AÇILMASI-POLİSİN ÇEKİLMESİ) kabul ettirmeyi hedefliyordu."


İHFÖD üyeleri

'90'lı yılların başında Öğrenci Derneklerinin üniversitelerdeki polis işgaline ve bu işgal altında kendi sorunlarına dahi yabancılaşmış üniversite gençliğine yönelik kampanyası polisin üniversiteden çekilmesi ile son bulmuştu. Bugün ise üniversitelerde paranın işgali polisin işgaline engel olmadığı gibi aksine polis-idare işbirliği kurumsallaşmakta, üniversite yönetimleri daha da otoriterleşerek disiplini süreklileştirmekte ve üniversitede yeni bir tahakküm düzeni kurulmaktadır.

“Daha uygar bir dünya”, “Amerikan tarzı yaşam”... Emperyalizmin özgürlük palavraları terörist bir egemen düzenin maskesi gibi. Dünya çapında sömürünün dozajında sınır tanımayan egemenler güvenlikle ilgili “haklı olarak” bitmez paranoyalarını tüm hareketleri denetim altına alacak, zor aygıtlarını daha etkin kullanacak ve caydırıcılık temelli uygulamaları arttıracak bir sistemle aşmaya çalışıyorlar. Her türlü yaşam alanının piyasa şartlarına uyumlu hale getirilmesiyle insan yaşamı üzerinde kurulan egemenlik, açık şiddet yöntemlerinden çok daha etkin bir denetimi sağlıyor.

Egemenlerini devlet, üniversite yönetimi ve sermaye olarak tanımladığımız sömürge üniversitesinde de, sömürgeciliğin tarihsel evrimiyle birlikte kendini yenileyen baskı ve şiddet politikaları ortaya çıkıyor. Türkiye özelinde tartıştığımızda, sömürge tipi faşizm kendine yeni denetim aygıtları oluşturuyorken, hiçbir zaman üzerindeki devlet hegemonyasından kurtulamamış olan üniversitelerde de idari mekanizmalar kendini yeniliyor. İçinde barındırdığı çelişkilerden dolayı üniversiteli olan herkesi kendi düşmanı olarak gören üniversite iktidarı, yeni idari mekanizmasını iki temel üstüne kuruyor. Bunlardan birincisi şiddet aygıtlarının (polis, ÖGB'ler) ve caydırıcılık temelli uygulamaların (disiplin yönetmelikleri, burs sistemi) etkinleştirilmesi ve yeniden işlevlendirilmesi diğeriyse üniversiteye özgü olan yaşamın ve birey birey üniversite bileşenlerinin denetim toplumlarının gereklerine uygun olarak kimlik kaybına uğratılmasıdır.

Açık İşgalin Zor Aygıtları; Polis, Ceza, Özel Güvenlik

Üniversite üzerinde bir iktidar kurmak elbette ki güç dengeleriyle ilgili bir önceliği gerektirecektir çünkü bugün içinde milyonlarca yumuşak karın taşıyan üniversitelerde iktidarın sürekliliği, onun sahip olduğu şiddet potansiyeliyle yakından ilişkilidir. Üniversitelerde şiddet ve kontrol birbirinden bağımsız olmayan üç ayrı şekilde iktidarın gücünü pekiştiriyor; polis işgali, cezalandırma mekanizmaları ve üniversiteye özel polisler olan ÖGB’ler. Polis üniversitelerde devletin şiddetini temsil ediyorken disiplin yönetmelikleri ve ÖGB’ler üniversite yönetimine özgü idari bir mekanizmayı oluşturuyor.

Devletin Üniversiteler Kolu; Polis Teşkilatı

Üniversitelerdeki polis işgali geleneksel bir baskı mekanizması olarak bugün eskisinden daha kurumsal bir şekilde varlığını sürdürüyor. Devletin “bölünmez bütünlüğünü” sağlamak için “hain yuvalarına” gönderdiği polisler şimdi üniversitelerde aynı zamanda sermayenin de bekçiliğini yapıyor. İ.Ü. Rektörü Alemdaroğlu, kendisine rektör adayıyken "polis üniversiteye girmeyecek" diye açıklama yaptığını ama bir çok olayda polisin üniversitede olduğunu hatırlatan gazeteciye söyle diyor: "...polisin üniversiteye girmemesi için huzur ortamının sağlanması gerekir. Burada huzuru bozan ve can güvenliğini tehdit eden unsurlar olursa siz de rektör olsanız polisi çağırırdınız..." Alemdaroğlu'nun, polisin copundan ve telsiz sesinden ibaret olan huzur anlayışı, bir idareci kimliğiyle oluşturmaya çalıştığı güvenlik ağına kılıf uydurma çabasından başka bir şey değil. Her ne kadar can güvenliğini korumak için varolduğu iddia edilse de üniversitelerde polisin konumlanışı devleti, üniversitelerin fikrinden ve eyleminden korumak amaçlı. Polis, üniversitelerde her zaman devletle üniversite yönetimi arasında kurulan ideolojik birliğin kurumu olarak siyasi iktidarın namlusu gibi çalışmıştır. Bugün de polis terörü egemenlerin paralı eğitim uygulamalarını meşrulaştıramadığı koşullarda ön plana çıkmakta. Piyasalaştırmanın en elit uygulamalarının yaşandığı İTÜ’de dönem başında hazırlık sınıfı öğrencilerini haksız yere alınan kayıt paralarını ödememeleri için uyaran öğrenciler fakülte içinden polis tarafından dövülerek göz altına alındı, göz altında işkence gördü, haklarında soruşturma açıldı ve çeşitli cezalar verildi. Benzer bir örnek de İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesinde yaşandı. Kulüp masalarını kapatmak için okulun içine Çevik Kuvveti sokan dekan, öğrencileri copla ve biber gazıyla gözaltına aldırttı. Olaya müdahale eden öğretim görevlileri de aynı şiddete maruz kaldı. Sermayenin üniversitelilerden bu kadar korkmasının nedeni; onların paralılaştırmanın yarattığı hoşnutsuz kitlelerle buluşma olanakları. Bu noktada polis şiddeti, hem devletin hem de üniversite yönetiminin terörist olarak gördüğü daha duyarlı ve politik bir kesim üzerinde yoğunlaşıyor. Ancak özellikle son zamanlarda genişleyen terör konseptiyle tek başına politik bir kesim değil bütün üniversite bileşenleri terörist tanımının içinde yerlerini alıyor. Seçici kullanılan şiddetse şiddete maruz kalmayanların içine polis korkusunu yerleştiriyor.

Cezalandırma Tehdidiyle Sindirme

‘80 sonrası üniversitelerde muhaliflerin temizlenmesinde en iyi şekilde kullanılan disiplin yönetmelikleri uzunca bir süre işlevsiz kaldıktan sonra ‘90’ların ortalarında bir kaç ufak değişiklikle yeniden gündeme getirildi. Soruşturmalar sömürge üniversitesinin tanımıyla özdeş, korkuya ve teröre dayalı, yapılabilecek her türlü eylemi önceden engelleme amaçlı uygulamalar olarak iktidarın en vurucu yanlarından birini oluşturuyor. Üniversite içinde veya dışında "herhangi bir eyleme veya etkinliğe katılmak", "afiş asmak", "polise tacizkar bakmak", "ideolojik halay çekmek", "öğrencilik sıfatına yakışmayan davranışlar"…açılan soruşturmaların nedenlerine birkaç örnek. Sermayenin üniversitedeki iktidarının garantörü soruşturmalar aynı zamanda polis-idare işbirliğinin de en somut kanıtını oluşturuyor. İTÜ'de hazırlık sınıfındakilere yardım eden öğrencilere açılan soruşturmanın dayanağı söyle belirtiliyor: "İstanbul Valiliği Emniyet Müdürlüğünün 24.09.2001 tarih, B.05.1.EGM.4.34.00.04.02.2001/19450 sayılı yazısı". Bir diğer dikkat çeken husus da soruşturma konularının devletin karşısında saflaştırdığı düşmana göre belirlenmesi. Örneğin hücre tipi hapishanelerle ilgili her türlü eylem veya etkinliğe katılmak üniversiteler için soruşturma nedeni oldu. Bu durum savaş karşıtı eylemlere katılan veya Kürtçe eğitim talebini dile getiren öğrencilere de aynı şekilde yansıdı. YÖK başkanı Kemal Gürüz Kürtçe eğitim talebiyle dilekçe veren öğrencilere "bölücülük" suçlamasıyla atılmaya kadar cezalar verileceğini açıkladı. Üniversiteyi DGM'ler gibi işleten, hukuktan bahsedip, kendi hukuklarına dahi uygun olmayan kararlar veren YÖK, üniversitelerde devletin ideolojik formları içinde uygulamalarına devam ediyor. Soruşturmaların temel tehdit konusu üniversitelilerin gelecek kaygısı üzerinde yükseliyor. İşten veya okuldan atılma korkusunu kullanarak bireylerin geleceğe dair umutları üzerinde kumar oynanıyor. Ancak kapitalizmin gelecek vaatleri yerini işsizlik ve yoksulluğa bıraktığı oranda gelecek üzerine yapılan tehditler pek de sökmeyeceğe benziyor.

Sermayenin Fakülte Polisleri; ÖGB’ler

Önceleri üniversite kapılarında kimlik kontrolü yapan ÖGB'lerin yerini kameralar ve turnikeler alırken ÖGB'lerin yeni görevi, afiş indirmek, kantin masalarında okunan yayınları denetlemek ya da Trakya Üniversitesinde olduğu gibi öğrencileri copla dövmek. İ.Ü. Edebiyat Fakültesinde öğrenci örgütlerinin açtıkları masalara dekanlık tarafından gönderilen bu defa polis değil ÖGB’ler. Yeni Yurt-Kur yasa tasarısında yurtların güvenliğini sağlamak için silahlı ve eğitimli ÖGB'ler ve kapılara turnikeler öngörülüyor. Üniversitelerin “güvenliğini” sağlamakla yükümlü ÖGB’ler şekil değiştiriyor.

Sömürge üniversitesinde paranın hakimiyetini sağlamak için kendine özgü kontrol ve şiddet aygıtları oluşturuluyor. Denetimin merkezi bir yerden kurulmasının güçlüğü, her yerelde yeterli kontrolün sağlanamaması, yoğun polis işgalinin dikkatleri üzerine çekmesi ve huzursuzluğa yol açması; ÖGB’lerin yeniden işlevlendirilmesini beraberinde getirdi. ÖGB’ler bir şirket gibi işletilen üniversitelerde sermayenin denetimini temsil eden kolluk güçleri olarak kurgulanıyor. Devlet memuru statüsündeki ÖGB’lerin özel şirketlere devredilmesi üniversite yönetimlerinin gündeminde olan tartışmalardan biri. ÖGB’lerin eski emekçi konumlarını bir yana bırakarak polisleşmeleri piyasanın yaşam tarzının üniversitelerde ilk uğradığı yerlerden biri. Üniversite çalışanlarından olan ÖGB’ler ilk etapta kraldan çok kralcılıkla başladıkları yeni serüvenlerinde polisin yükünü hafifletecek 'fakülte polisleri' olma yolunda ilerliyor. ÖGB’ler ve soruşturmalar üniversitelerdeki yeni iktidar biçiminin açık işgal yöntemlerinin köşe taşlarını oluşturuyor. Üniversitelerdeki gizli işgalse piyasanın tüm kurallarının ve işleyiş mekanizmasının üniversiteye ait bir yaşam halini almasıyla başlıyor.

Üniversitelerde Disiplinin Süreklileştirilmesi; Polisleşme



Sürekli şiddetin ve baskının olduğu bir ortamda şiddetin geri tepeceği teorisi, üniversite iktidarını yeni bir tahakküm düzeni kurmaya zorlamıştır. Üniversitelerin disipline edilmesi olarak da adlandırabileceğimiz bu yeni düzenin ilk adımı, uzmanlaşma ve iş bölümüyle birlikte bürokrasinin gelişmesi ve baskı mekanizmalarının baskının yaygınlaştırılmasıyla denetim ve kontrol haline dönüşmesidir. Piyasanın yapılanışının üniversite versiyonunun yaratılmasıyla yani bir meta olarak üretilen bilim, kendini şirketin patronu olarak gören rektör, bilgisini pazarlayan bilim insanları, kariyer ve para peşinde koşan gençlik, şirketin sadık memurları ve polisleri üniversite çalışanlarıyla, piyasa kendi disiplin şeklini de üniversiteye aktarmıştır. Burada disiplin, zor aygıtlarıyla sağlanmasından öte liberalizmin dünya görüşünün bir yaşam tarzı haline getirilmesiyle sağlanır. Üniversiter üretimin belirli bir düzen ve belirli bir hiyerarşik yapı içinde hızlı ve kişisel olmayan bir dizi kural çerçevesinde yapılması ve üniversiteli unsurların kendini yoğunlaştırılmış, parçalanmış ve metalaştırılmış ilişkiler içinde tanımlaması, onu kendi kimliğinden arındırır. Üniversitelerde her şeyden önce derslerle yaşamı üzerinde ilk elden denetim kurulan gençlik kendisine çizilen bu yoldan şaştığında üniversiteden aforoz edilir. Piyasanın gereklerinin hakim olduğu bir eğitim sistemi içerisinde gelecek kaygısı, para kazanma hırsı, aileye ve akrabalara olan sorumluluklar... sürekli maddi amaçlar peşinde koşturmaca üniversitelinin yaşamına dair olan her şeyi bu çevrede şekillendirmesine bütün üretim süreçlerinin nesnelleşmesine yol açar. Bu da parçalara ayrılmış ve parçalar arasında bir alt–üst ilişkisinin kurulmuş üniversiteli yaşamını beraberinde getirir. İşte üniversite iktidarlarının daha doğrusu kapitalizmin yeni keşfi budur; bireyin yaşamı parçalara ayrıldığı ölçüde denetlenir, kontrol edilir ve sürekli kaydedilir. Yaşamını kapitalizme teslim etmiş üniversiteliler için ilk etapta normal görünen bu yaşam şekli, bir süre sonra üniversitelerde yeni bir polisi daha doğrusu polisler ordusunu yaratır. Bu noktadan sonra herkes herkesin polisi olabilir, yanındakini denetler, ona müdahale eder. Tıpkı ailenin çocuğunun polisi tayin edilmesi gibi. Polislik görevi bugün üniversiteli unsurlara öylesine işlemiştir ki bu sorgulanmaz herkes vazife adamıdır ve kurallar çerçevesinin dışı cezayı gerektirir. Polisleşme İTÜ'de polisle birlikte öğrenci döven öğretim görevlisine ya da üniversite kütüphanesinden yararlanmak için arkadaşının kartını kullanan öğrencileri sahtekarlıkla suçlayan kütüphane görevlisine, hatta dostça sohbetlerde 'bu kadar sivri olma' diye samimi uyarılarda bulunan sıra arkadaşına kadar ulaşmıştır. Aslında çok da farkına varmadan yapılan bu oto kontrol sistemi üniversitelilerin özellikle de bilimcilerin dünya görüşü haline gelmiştir. Liberal bir bakış açısıyla her şeyin normal olduğunu söyleyip eleştirel silahını elinden bırakan “aydın”ların televizyon ekranlarında oldukça heybetli görünen “bilgi birikimlerinin” birde soruşturma odalarında ne işe yaradığını görmek lazım. İşte “aydın”ların muazzam “bilgilerini” kullanılışlarında polisleşmenin en somut kanıtını buluyoruz. Gönüllü olarak soruşturma hocası olmayı kabul eden öğretim görevlileri laboratuarlarda bilim satarken soruşturma odalarında üniversitelinin karşısına sorgucu polis olarak çıkar. Polis içselleştikçe üniversitelerin özgür düşünce ve bilimin mekanları olması temennisinin yerini kendi iç asayişini ve devletin “bölünmez bütünlüğünü” koruyan karakollar alır. Bu karakolun giriş çıkışları turnikelerle, koridorları kameralarla kontrol edilir. İnsan kayda alındığı, tespit edildiği her yerde biraz daha polisi içine alır ve nihayetinde içindeki o sürekli denetleyen ve izleyen polis gücünün karsısında yaşamını teslim eder. Üniversiteye armağan edilense teslim alınmış yaşamlardır. Öğrenci öğrenciliğinden, prof. prof.luğundan, işçi isçiliğinden feragat eder , birbirinin ve kendinin kontrolörü olur.

Boğaziçi Üniversitesi'nde 28 Şubat sürecinde yapılan bir araştırmaya göre, Türkiye'deki nüfusun %33'ü ülkeyi ordunun yönetmesini istiyor. Böyle bir toplumun gençleri her ne kadar sürekli denetim canlarını sıksa da üniversitedeki polisin, disiplin yönetmeliklerinin gerekli olduğunu söyleyebilirler. Üniversite iktidarının savunusu da bu yönde zaten yani huzuru sağlamak için polis. Temel sorun üniversiteyi başkalarınınmış gibi görüp onu sadece dersliklere indirgemekte. Bu durumda elbette ki üniversite koridorundaki sivil polis daha bir üniversiteli gibi davranacaktır.

"Ürettiği şeyden ayrılmış olan insan, kendi dünyasının bütün ayrıntılarını giderek daha güçlü bir şekilde bizzat kendi üretir ve böylece kendi dünyasından giderek daha fazla ayrılmış hisseder. Yaşamı kendi ürünü olduğu ölçüde kendinden ayrı düşmektedir."
Debord

Kendi üretiminden ayrı düşen yani yaşamını kapitalizmin ona sunduğu parçalar içinde tanımlayan üniversiteli yarattığı "çelik kafes" içinde yaşar. Bu kafes bütün hayatını disipline eder. Bugün üniversiteler "modernlik ve kapitalizmin çelik kafesine" dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Demokratik üniversite vaatlerinin arkasındaysa daha çok denetleyen, gözetleyen, otoriterleşen bir sistem var. Polis noktaları, turnikeler, kameralar, ÖGB'ler, soruşturmalar ve insanların kendi içinde yarattığı denetim–gözetim mekanizmaları…Tüm bunlar oluşturulmaya çalışılan çelik kafesin iskeletini oluşturuyor. Ancak üniversiteler sömürgeciliğin her yeni projesiyle daha büyük kayıplar verirken, paralı eğitim, yoğunlaştırılmış ders programları, bilgi sömürüsü, polis işgali yani kapitalizmin kurallarıyla oluşturulan üniversiter yasam, kendi patlamaya hazır dinamiklerini de barındırıyor. '90'lı yılların başında üniversitelerde, polise 'ALIŞAMADIM' diye küçük bir sızlanmayla başlayan Avni'nin polise attığı taşla devam eden ve en son 'KOKTEYLİNİ KAPAN GELSİN' çağrısıyla yapılan partiyle son bulan polisi üniversiteden kovma deneyimi bugün için ufak bir ipucu yalnızca.



GENÇLİĞİN MİLİTAN KİTLESEL HAREKETİ ÜZERİNE
Politik Bir Üniversite Hareketine Doğru II

Devrimci gençlik hareketi, tıpkı proleter-aydınlar ve üniversite işçileri gibi politik bir üniversite hareketinin asli bileşenlerinden biridir. Ülkede ve üniversitede yaşamın devrimci biçimlerde değiştirilmesi, devrimci gençlik hareketinin salt düşünsel değil, aynı zamanda, kitlesel militan bir hareket olarak örgütlenmesine bağlıdır.

Öğrenci Gençliğin Politik Gücü Nereden Geliyor?

Her ne kadar kapitalizm öncesi toplumlarda da gençliğin isyancı çıkışlarına rastlamak mümkünse de, gençliğin "devrimci bir güç" olarak tarih sahnesine çıkması bilimsel teknolojik devrim sürecine rastlar. Kapitalist devrimler toprak sömürüsüne dayalı feodal düzeni parçalarken, aynı zamanda, onun, soya dayalı aile sitemini de parçaladı. "Kapitalist okul sistemi", bize, gençliğin kitlesel biraraya gelişinin anahtarını verir.

Kapitalist piyasa ilişkileri, gençliğin kitlesel eğitimini gerektiren bir okul sistemini zorunlu kılmaktadır. Okul sistemiyle birlikte tarihsel ve toplumsal olarak gençlik, yetişkinlerin etkinlik alanından ayrılmakta ve okul sürecinde bu aynı yaştaki genç insanlar özgün kitlesel bir grup olarak yeniden toplumsallaşmaktadır. Bu görece bağımsız özgün yapısı, gençlik kitlelerini politikleşmeye yatkın toplumsal bir kesim haline getirmektedir. Okul kurumlarında gençlerin kitlesel kümelenmesi, gerçek bir toplumsal güç yaratması, kendi ideolojisini ve grup bilincini geliştirir.

Farklı köklerden gelen gençler, tüm farklılıklarıyla birlikte okul kurumunda buluşur. Başlangıçta din, dil, ulus, yöre, düşünüş biçimi, ahlaki değerler, estetik anlayış bakımından farklılıklar barındıran bu "doğal" toplaşma, aşkın (evrensel) politik toplumsal bir kimlikte devrimci bir yenilenme olanağına kavuşarak kökenlerinden özerk bir topluluğa dönüşmektedir. Ne var ki, bu tarihsel-nesnel olanak kendi başına doğrudan özgürlük anlamına gelmiyor. Söz konusu aile otoritesinden uzaklaşma süreci, aile, devlet ve piyasanın işbirliğini gerektiren bir kapitalist toplumsallaştırma (terbiye) projesinin gereği olarak yapılmaktadır.

İçinde bulunduğumuz sömürgecilik çağında ve onun özgün üniversite modelinde, sistemin gereksinim duyduğu "işçi" ve onu yetiştiren eğitim programının gereği olarak, "kitle eğitimi"nde yeni bir evreye geçilmektedir. Sistem, geleneksel otoriteyi ya ezerek ya da onunla gerici ittifaklar kurarak gençliği sömürmeye yönelik yeni bir örgütlenme biçimini gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Bir ayağını üniversitede gördüğümüz bu yeni örgütlenme biçimi, faşizmin yeni otorite biçimidir. Bu koşullarda, nesnel olarak okul kurumunda biraraya gelen gençlik kitlelerinin öznel politik bir bilince sahip olmaları, devrimci bir mücadele sürecinde, örgütlü olarak yaşandığı sürece mümkün olabilir. Bu süreçte gençliğin devrimci düşüncelerinin kitlesel bir güce bürünmesi ve üniversiteli gençlerin de devrimci biçimlerde düşünmesi, içinde pek çok zorluğu barındıran bir kitle çizgisiyle olasıdır.

Kitleselleşme sorunu, yıllardır solun kronik sorunlarından biri olarak tartışılmaktadır. Sık sık ya zamane gençliğinin "kalitesizliği"nden yakınılarak bunların devrimci bir kimlik taşıyamayacağı ya da solun kalitesizliğinden yakınılanarak ömrünü tüketmiş bir sol anlayışın gençlik kitlelerini örgütleyemeyeceği türünden tartışmalara tanık oluruz. Bu tek yanlı değerlendirmeler, bütünsel bir sorunu sadece tek bir unsuruna indirgeyerek çözümlediğinden eksik kalmaktadır. Sorunu ya "kitlelerin duyarsızlığı"nda ya da "solcuların kütlüğü"nde arayan bu yaklaşımların yüzeyselliği görevi baştan savmanın ya da vicdanını rahatlatmanın yumuşak kaçış noktasını oluşturmaktan başka bir işe yaramamaktadır.

Üstelik dogmatik biçimlerde yorumlanan mücadele ilkeleri ve tekrara zorlanan parlak tarihsel deneyimler de bu kronikliği çözebilecek çıkışlara yol açmamaktadır. Bunları kısaca değerlendirecek olursak, öncelikle "en geniş kitle çalışması içinde en dar kadro çalışması" ilkesini değerlendirmeliyiz.

En Geniş Kitle Çalışması İçinde En Dar Kadro Çalışması

En kaba biçimiyle "kitle içinde kadro çalışması" olarak yorumlanan bu ilke, kitleleri nötr ya da tamamıyla edilgen kabul etmekte ve çalışma yapan kadrolara kerameti kendinden menkul işlevler yüklemektedir. Yani salt kitlelerin içine gitmek ve orada çalışma yapmak değerli bir yöntem olarak görülmektedir. Bu anlayışa göre, "öncü-önder" gücünü zaten kendisinde başından itibaren (a priori-eylem öncesinde) bulunan öncülük-önderlik yeteneğinden almaktadır. Öncülük ona tarih (mücadele) dışı evrensel bir kudret olarak verilmiş gibi davranır. Aynı şekilde, kitleyi tamamen vasıfsızlaştırarak ona bir şeyler vermeyi (sözde devrimci politika), boş kağıdı doldurmak gibi basit bir işlem olarak görmektedir.

Oysa marksizme göre, önderlik-öncülük, ancak kitle eylemi çerçevesinde anlamlıdır. Öncü eylem, kitle eyleminin önünü açmak, kitlenin yaratıcı potansiyelini harekete geçirmek, kitlelere ilham verebilmek amacıyla gerçekleştirilir. Bu noktada, "kadro çalışması" ve "kitle çalışması", militan kitle politikasının kategorik değer taşıyan iki çalışma düzeyi olarak olmazsa olmaz biçimde birbirini tamamlarlar. Gençlik kitlelerini özgürleştirici bir yaşam tarzına çağıran devrimci gençlik hareketinin çeşitli akımları, bu kitlelere mutlaka devrimci bir politika (aslında tasarım) önermelidir. Devrimci politika somut koşullara bağlı olarak bütünsel ya da tekil olabilir; anti emperyalist, anti faşist, para-kredi sistemi karşıtı ya da aile, çevre, savaş konularında olabilir. Her ne olursa olsun, bunun mutalaka bir kitle eylemi formu kazanabilecek bir niteliğe sahip olması gerekir. Kitlelerin, öncü eylemi zenginleştirerek yeniden üretebilecekleri olanaklar, zaten kadro eyleminin taşıması gereken içkin özellikleri arasında yer almaktadır. Öncünün eyleminin kitlenin eylemine dönüşmesi ilkesi esasında devrimci bir hareket tarzı ve demokrasi anlayışı böylece basit bir kitle çalışması düzleminde bile bugünden gerçekleşme olanağı bulur.

Sistemi radikal olarak sorgulayan devrimci gençlik hareketinin düzen dışı ve düzen karşıtı olmasının somut anlamı, bu ilkelerin gündelik yorumlarında saklıdır. Devrimci hareket, kapitalizmin alternatifi, muarızı, muhalefeti ve hatta basit olarak karşıtı değil, devrimci hareket kapitalizmin aşılmasıdır. Bu nedenle, kitle çalışması anlayışının esası, kitleleri burjuvazinin yapmadığı biçimlerde, bu biçimleri evrensel özgürlük değerleriyle kaplayarak yönetmek değil, radikal olarak "kitleleri yönetmek" anlayışından kopmaktır. Kuşkusuz bu ilkeyi, soyut romantik ya da ideal biçimleriyle değil, onu somut bir çatışma içinde canlı bir pratik olarak değerlendirmek, safiyane aydın titizliğiyle, ademi-merkeziyetçi bir yaklaşımla, sivil toplumcu bir ahlakla yorumlamak değildir. Merkezi faşist bir sisteme karşı mücadede bu ilkeler, uyarlandığı somut örgütsel koşullara bağlı olarak en saf/ideal haliyle değil, özgün somut biçimlerde uygulanır. Bu da her şeyden önce, bunların devrimci bir savaş örgütünün mücadele silahı ihtiyacı çerçevesinde yorumlanması anlamına gelmektedir.

Devrimci Gençlik Hareketinde Süreklilik ve Yenilenme

Gençlikte büyük ölçüde hayalkırıklığı yaratan geleneksel sol politika, gençliğin politik bilincinin oluşmasındaki etkisini giderek azaltmaktadır. Buna karşılık yeni toplumsallaşma yolları ve otorite biçimleri etkisini sürekli arttırmaktadır. Bu noktada eleştirinin merkezine gençlik kitlelerinin sola yönelik "güvensizliği"nden çok, solun kendini yenileme yeteneğini koymak gerekmektedir. Yani devrimci kitle çizgisinde hareket noktası hayalkırıklığı değil, sol yenilenme olmalıdır.

Devrimci gençlik hareketinin sürekliliği, yeni saldırı ve otorite biçimlerine karşı örgütlenmiş mücadele araçları üzerinden yükselecektir. Parlak tarihsel deneyimler ve "eski" mücadele yapıları sadece tarihsel öncüller olarak bugünün mücadelesinde değerlendirilebilir. Fikir Kulüpleri Federasyonu, DEV-GENÇ, Öğrenci Dernekleri, Koordinasyon, kol klüp etkinlikleri bunlar hep bir zamanlar gençliğin yaratıcı eyleminin ürünleri olarak tarihe damgasını vurdular. Şimdi bunlardan kaynaklanan tarih bilincinin ışığında bugünün gençliğini kavrayabilecek politika yapılarına gereksinim var. Gençliğin devrimci potansiyelerini örgütleyebilecek tarz, dil, kültür, ahlak ve estetik değerlerinin üretilmesi devrimci kitle çizgisinin zorunlulukları arasında yer almaktadır. Bugün gençlik mücadelesine yerleşmesi gereken özeleştirel, yaratıcı ve emekçi üslup, gençlik kitlelerinin militan hareketinde özgün formları üretmenin örgütsel altyapısını oluşturacaktır.

Gençlik kitlesi "durağan bir kütle" değildir. Devrimci gençlik pratiğinin ürünü olan teori, mutlaka kitleler tarafından tanınmak ve yaşanmak zorundadır. Eğer 6 Kasım eylemine binlerce öğrenci, teröre karşın yüreğini avcuna alıp her şeyi göze alarak meydanlara çıkabiliyorsa ve bu kitlenin çoğunluğuna bu meydanın dışında üniversite yaşamının herhangi bir yerinde ulaşılamıyorsa, burada sorun örgütlü mücadele eden öznelerdedir. Gençliğin meydanlara çıkması, onun sorunun daha çok ideolojik merkezli değil, güven merkezli olduğunu gösteriyor. Gençlik kitleleri taleplerin içeriğine katılmakla birlikte, onu kendilerine öneren devrimcilerin yaşam tarzlarına güvensizlik duyuyorlar. Devrimci örgüt, birleştirici bir toplum eleştirisinden başka bir şey olamaz; yani dünyanın hiçbir yerinde hiçbir ayrı iktidar biçimiyle uyuşmayan ve yabancılaşmış toplumsal yaşamın tüm yönlerine bütünsel olarak yöneltilen bir eleştiridir. Üstelik bugünün gençliğinin barışçılık, insan haklarına duyarlılık, demokratiklik, çoğulculuk, cins ayrımcı olmamak, haksızlıklara ve eşitsizliklere duyarlılık, çevre ve tarih değerlerine saygı duymak, dünyaya açıklık gibi değerlere belli bir şekilde ilgi duyduğu görülmektedir.

Gençlik Kitleleri Hiçbir Zaman "Boş Kağıt" Değildir

Okul kurumu zemininde kitle eğitimi sisteminin bir araya getirdiği gençlik kitlesi, türdeş (homojen) bir nitelik taşımaz. Farklı sınıfsal, dinsel, etnik, bölgesel köklere sahip gençlik kitlesi, kökenin özelliklerini doğrudan yansıtmasa da, "boş kağıt", niteliksiz ve edilgen bir topluluk, her şekle girebilecek kadar karaktersiz bir yığın da sayılmaz. Burjuva ideolojisinin gerici aile, mülkiyet, ahlaki düzen, ulus gibi temel prensipleri gençlere önsel olarak verilmiştir. Aslında gençlik, üniversiteye gelirken kendi sınırları çerçevesinde toplumsal değer, anlayış, ilke ve tavırlarla gelir. Zaten "kitleselleşme" sorununda asıl güçlük de buradan kaynaklanmaktadır. Kitle çizgisi, gençliğin devrimci bilinçle “yüklenmesi"ni değil, gençliğin yaşamı ve kendisini devrimci eylem yoluyla değiştirmesini esas alır.

Gençliğin halihazırda değerleri ve ideolojik yönelimleri vardır ve bunların neler olduğunu bilmek gerekir. Devrimci bilinç, toplumsallaşma süreci ile kişiye ve onun konumuna bağlı farklılıklardan etkilenerek oluşur. Kitle eyleminin belli bir biçime dönüşmesi (somut bir biçimde ifade bulması) bu sözkonusu değerlerle yoğrulması halinde olanaklıdır. Bir gencin politikleşmesinde temel toplumsallaşma aracının devrimci eylem olduğu ama, yaşam içindeki diğer toplumsallaşma kanallarının da bu bilincin oluşmasında etkili olacağı yadsınamaz bir gerçektir. Öğrenci gençliğin politikaya (aslında toplumsal sorunlara) duyduğu ilginin güncele ve kendi kimliğiyle özdeşleştirdiği konulara dönük bulunduğunu, toplumsal konulara ilgisinin az olduğunu ve dışa kapanık bir politik ilgisinin varlığı kitle çalışmasında bir engel değil, bir kitle çalışması işçiliğidir. Bu işçilikle yaratılan devrimci bilinç gençliğe, kendisinden kaçırılan ve kendisine mutlak olarak dayatılan toplumsal düzenin mutlak olmadığına dair devrimci süreç, yani devrimci mücadele bilinci verir. Devrimci gençlik hareketinin bütün teorik akımları burjuva düşüncesinin bu tür mutlakçı dogmalarıyla girişilen eleştirel bir çatışmadan doğmuştur. Yeniliberallerin, postmodernistlerin, hayalperestlerin, ütopyacıların gençliğe, hem de özgürlükler adına mal ettiği anlayış, gençliği, "mutlakçı bir atalet düzeni"ne karşı silahsız bırakmanın anlayışıdır.

"İktidar kalemin ucundadır!" yaklaşımı, devlet terörü çağında devrimci mücadeleyle ele geçirilmesi gereken şeyi, "kanıtlayarak" ele geçirmeye çalışması onun küçükburjuva saflığından ve "alancılığından" kaynaklanmaktadır. "Bilimsel bilgi aracılığıyla tarihe hükmedebileceğine inanan bir harekette devrimci mücadele sorunsalı eksik kalmaktadır. Aynı şekilde, halihazırdaki devrimci mücadeleyi reddederek soyut mutlu toplum imgelerinin ötesine geçemeyen ütopyacılar, her ne kadar gençliğin idealist karakterine seslenebilseler de, gençliği silahsızlandırmaktan öteye gidemezler. Postmodernistlerin, "tarih bitti" gibi tezlerle zamanı belli bir andaki sonuçlarına indirgemeleri, gençlik kitlelerini sürekli "gündelik olan"a mahkum etmektedir. Ayrıca, "her şey, her zaman mümkündür" gibi tezlerle, zaman ve dolayısıyla mücadele zamanı sıradanlaştırılmakta ve toplumsal değişim hep sonuçlarına indirgenmektedir. Bir değişim ve devrim süreci olarak emek sürecini reddeden bu görüş, gençlik kitlelerinde şeylere ve sonuçlarına emek harcamadan ulaşma, kolaycılık ve emeğe karşı duyarsızlaşma eğilimi yaratmaktadır. Devrimci toplumsal zamanı reddeden bu yaklaşımlar, gençlik kitlelerinin toplumsallaşmasında inisiyatifi egemen iktidar odaklarına ve değerlerine verdiği gibi, onun dışındaki bütün toplumsal sorunlara da gençliği duyarsızlaştırmaktadır.

Üniversitedeki Devrimcilerden Üniversitenin Devrimci Hareketine

Şimdilik dağınık bir görünüm sergileyen üniversitenin (öğrenci, aydın-proleter ve işçi) potansiyel devrimci güçleri, birleşik bir mücadele çizgisi üzerinden üniversitenin devrimci hareketini yaratabilirler. Yoksunluk, yıkım ve mağduriyet bunları kendiliğinden devrimci güç konumuna getirmez. Gençlik kitlelerinin soldan kaynaklı hayalkırıklığı, devlet terörü ve piyasa otoritesiyle birleşince yeni bir kitle niteliği ortaya çıkmaktadır. Burada egemen otorite kaynakları devrimci gençlik hareketinin çözülüşünün ve yeni kitlesel yapının kurucu aktörleri olarak devreye girmektedirler.

Ülkemizde ve dünyada örgütlenen yeni gençlik eylemleriyle yenilgiye uğrayan "kapitalist bolluktur ve otorite biçimleridir". İsyankar gençlik akımları tarafından ortaya atılan ilk şekilsiz protesto biçimleri, doğrudan doğruya, küresel sömürgeciliğe ve onun bütünsel otorite biçimlerine karşı henüz asıl şeklini almamış örgütlenme biçimleridir. "Bunlar, proletaryanın sınıflı topluma karşı başlattığı ikinci saldırının üniversiteli habercileridir." Devrimci gençlik hareketine dönüşmesi, gençliğin devrim sürecinde örgütlenmesi demektir. Önder ve teori bilincin pratik koşulları içinde oluşur ve doğrulanır. Devrimci teorinin gereklilikleri ve mücadele içinde ortaya çıkan bu tarihsel biçimleri, teorinin bir gerekliliğidir, ancak teorik olarak önceden formüle edilmemişlerdir.

Bununla birlikte, gençlik, dışsallaşmış/ yabancılaşmış gücünün sadece bilgi biçiminde değil, aynı zamanda dernek, kol-klüp, cephe, Koordinasyon, politik gençlik örgütünün gücü biçiminde kendisinden uzaklaştığını hissediyorsa, devrimci gençlik hareketi bütün donmuş dışavurumlara ve her türlü iktidar otoritesine tümüyle düşman bir kitleyle çalıştığını asla unutmamalıdır. Gençliğin devrimi, duyarlılığın devrimdir, hiçbir özgürlüğün kendi dışında kalmasına ve hiçbir otoritenin kendisini, ülkesini ve halkını teslim almasına izin vermeyen bir devrimdir. Gençlik, maruz kaldığı özel bir haksızlıkta, ister aile, ister okul, isterse piyasa olsun bu haksızlıkların büyük çoğunluğunun düzeltilmesinde değil, sadece onu yaşamın dışına atan mutlak haksızlık'ta kendisini gerçek anlamda tanıyabilir. Bu da gençliği, proletaryanın genel amaçlarıyla doğrudan politik bağlantılar kurarak kendini devrimci biçimlerde toplumsallaştıran üniversitenin devrimci hareketi haline getirir.


Yüklə 311,32 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin