Kendi bölgemiz açısından baktığımızda da, kapitalizmin derinleşen krizinin anti-emperyalist mücadeleyi öne çıkarttığını görüyoruz. Sadece İMF reçeteleri üzerinden, gizli-açık çeşitli antlaşmalar üzerinden değil, bizzat Türkiye’ye biçilen misyon üzerinden de bu ortaya çıkıyor. Bu açıdan, on yıl öncesiyle kıyaslandığında, hükümetlerin politikalarında değişiklik var. Bugün açıkça İMF ile yapılan antlaşmalar ileri sürülebiliyor, İMF %20 istiyor denebiliyor. Geçmişte bunu bu denli açık bir biçimde dile getiremiyorlardı.
Gerek yayın çizgimizde, gerekse faaliyetimizde, kapitalizmin krizinin toplam tablosunda onu zayıf noktalarından vurmak durumundayız. Ülkemizde bunun sınıf hareketiyle ilişkisi noktasında yüklenebilmek durumundayız.
Sonuç olarak, toplam kriz tablosu siyasal faaliyetimizde, sınıf çalışmasında önümüze bir takım öncelikli görevler çıkarıyor. Bu parçayla-bütün arasındaki ilişkiyi doğru kurabilmek açısından önemli. Bir boyutu özelleştirmedir. Öbür boyutu, emperyalizme kölece bağımlılığın açık ifadeler kazanmasıdır. Bu açıdan bakıldığında, kendi çizgisi çerçevesinde DHKP-C’nin “vatan” söylemi üzerinden yaptığı propagandayı eleştirsek de, güncel planda anti-emperyalizmi çeşitli boyutlarıyla öne çıkarmasının bir karşılığı olduğunu unutmamalıyız. Bizim parçayla bütün arasındaki ilişkiyi siyasal çalışmada doğru kurabilmemiz gibi bir sorunumuz var. Bu yönüyle de soruna ışık tutmak gerekiyor.(127)
Cihan: Yaptığım konuşmanın girişinde, salt enternasyonal görevler çerçevesinde değil, kendi ülkesindeki devrimin kaderi bakımından da bir devrimcinin dünya olaylarını çok yakınen izlemesinin önemine ilişkin belli vurgular vardı. Bundan, öncelikle kendi saflarımızda, çok yoğun bir enternasyonal ilgi yaratmak ve bunu kendi saflarımızdaki insan kitlesinin enternasyonalist eğitimiyle birleştirmek gibi bir sonuç çıkıyor zaten.
Biz etkileyebildiğimiz tüm kesimleri, başta kendi örgüt kadrolarımız olmak üzere bizi çevreleyen sempatizan militan çeperi, artı etkilediğimiz tüm emekçileri devrimci entemasyonalist bir bakışaçısıyla eğitebilmeliyiz. Bu herşeyden önce bizim programımızın gereğidir. Program temelinde eğitimin bir unsurudur. Enternasyonalist eğitime çok özel bir önem vermeliyiz. Ve bu eğitim, kendini dünya olaylarına, dünyadaki toplumsal mücadelelere ve sol akımlara ilgide somutlayabilmelidir.
Yapılan tartışmalardan çıkarılması gereken ilk önemli sonuçlardan ve dolayısıyla görevlerden biri bu. Bu, öncelikle sağlam bir bakışaçısı ve ilgi sorunu.
İkincisi, yayınlarımızın bu çizgideki faaliyetidir. Halihazırda yayınlarımızın izlediği çizgi asgari açıdan başarılıdır. Ama örgütlerimiz ve militanlarımız, yayınlarımızı bu gözle ele alıp bu bakışaçısıyla kullanmadığı ölçüde, amacına yeterince ulaşamayan bir durum da sözkonusudur. Biz bir yandan yayınlarımızın enternasyonalizm çizgisini güçlendirmeye bakmalıyız; öte yandan ise, bu yayınların bu açıdan da örgütün elinde etkin bir silaha, bir eğitim silahına, bir propaganda silahına ve bir enternasyonalist pratik tavır silahına dönüşebilmesi için gerekeni yapabilmeliyiz. Bu, ikinci önemli nokta, tartışmalardan çıkması gereken ikinci önemli sonuç ve görevler alanı.
Üçüncüsü, dünya sol hareketini öncelikle yakından ta(128)nımalıyız ve mümkün sınırlar içerisinde yeni ilişkiler kurmayı artık pratik bir görev haline getirmeliyiz. Gerek tanıma faaliyetinde, gerekse somut ilişkilerde çok fazla bir gayret sarfetmedik bugüne kadar. Tanımaya çalıştık, çok sınırlı imkanlar içerisinde. Bize yansıdığı kadarıyla belli bilgileri almaya, belli akımlar hakkında bir fikir edinmeye çalıştık.
Bildiğiniz gibi dünyada belli sol akımlar, çeşitli sol kümelenmeler var. Bunlar hakkında kabaca bir fikrimiz var, ama bu yeterli değil. Bu bilgiyi çok özel bir tarzda almak, çeşitli ülkelerin sol akımlarını, çeşitli bölgelerdeki ya da dünya ölçüsündeki kümeleşmeleri tanımak, belli değerlendirmelere tabi tutmak ve giderek pratik ilişkilere konu etmek gibi bir görevimiz var.
Bu görevi somutlamalıyız. Bu, bunun için gerekli bilgiyi edinmek, dil engelini aşarak gerekli kaynaklara ulaşmak anlamına geliyor. Yapılabilir bir şey bu. Kongre bunu bir görev olarak saptarsa, parti bunu yurtdışı örgütünden de gerekli yardımı alarak, mutlaka yapmak durumunda kalır. Artı, çeşitli pratik ilişkilere de girebiliriz artık. Biz bugüne kadar bunu zorlamadık. Bazı enternasyonal ilişkilerimiz oldu, ama bunlar bizim kendi özel çabalarımızla geliştirdiğimiz ilişkiler olmadı. Almanya bizim için bir siyasi çalışma ortamıydı, Türkiyeli bir kitle vardı, burada yaşayan, burada çalışan yoldaşlarımız vardı. Bu, MLPD ile girilmiş belli ilişkilere vesile oldu. Bu ilişkilerin sağladığı belli imkanlarla, çeşitli ülkelerden bazı siyasal akımlarla tanışmış olduk.
Bunların şu veya bu ideolojik akımlar olmasının esasa ilişkin çok fazla bir önemi yok. Bunların AEP yanlısı ya da mao-cu gelenekten olması, ya da bir başka gelenekten olması, esasa ilişkin bir farklılık yaratmıyor. Genelde bir darkafalılık var. Bugün sol harekette yaygın bir darkafalılık var. Çağdaş gelişmenin gerisinde olma var, bir yerlerde donup kalma var. Bu açıdan, örneğin MLPD’nin temsil ettiği maocu siyasal akım(129)daki düşünüş darlığı ile AEP geleneğinden gelen partilerin düşünüşleri arasında esasa ilişkin bir farklılık yok. Bu konudaki ayrımların çok fazla bir önemi olduğunu zannetmiyorum.
Şöyle de diyebilirim; Türkiye’de diyelim TKP/Kıvılcım ya da DHKP-C ile MLKP arasında, ya da MLKP ile TKP/ ML arasında ayrım yapmak ne kadar önemli ve anlamlıysa (ki bunlar bu uluslararası akımların ülkemizdeki izdüşümleri durumundalar), sözkonusu akımlar arasında ayrım yapmak da ancak o kadar önemli ve anlamlıdır. Bu nedenle bu akımlar sağlam ilkesel bir konumda duruyorlar mı, doğru bir ideolojik çizgiye sahipler mi, türünden soruların yanıtlarını ilişkiye girmede çok belirleyici faktörler olarak almamalıyız. Zira bu açıdan zaten problemli akımlar bunlar. Deyim uygunsa, bizdeki türden geleneksel akımlar bunlar. Kendi geleneksel sol hareketimize bakışımız ne ise, onlara bakışımız da biraz zorunlu olarak bu olmak durumunda.