Tablonun bu tarafını, daha özel bir tarzda anti-militarizm ve barış konusundaki tutumla birleştirmemiz gerekiyor. Bunu zaten TC-ABD-İsrail bloku çerçevesinde son dönemde yapıyoruz da. Yayın organlarımız bu konuda yeterli hassasiyeti gösteriyorlar.(169)
Tuna: Ortadoğu’ya ilişkin olarak belli noktalarda tartışma ihtiyacı duyuyorum.
Birincisi; bu ülkelerde, Filistinli bazı örgütler ile bazı devrimci akımlar dışta tutulursa, laik-devrimci bir hatta olan yapılar bulmak zor. Bu ülkelerin toplumsal yapısı, son yirmi yıldır anti-emperyalist dinamikleri islami motiflerle birleştirerek karşımıza çıkarıyorsa, mevcut islami örgütler, başlangıçta onları kimin kurduğundan bağımsız olarak bir anlam kazanıyor demektir. Hamas’ın, İslami Cihat’ın, Müslüman Kardeşler’in, ister Suriye’nin içerisini karıştırmak, ister Irak’ta BAAS rejimini devirmek, ister Filistin Kurtuluş Örgütü’nü zayıflatmak(170)için olsun, doğrudan CİA tarafından kurdurulması benim açımdan çok anlaşılmaz bir şey değil.
Ama bunlar daha sonra bu toplumların kendi dokusu içerisinde özellikle laik yapıların, Suriye’de, Irak’ta iktidarda olanların, Filistin davasında FKÖ’nün o laik ve solcu hattıyla reformize olduğu, mücadeleyi geriye çektiği bir yerde, halkın radikal mücadelesinin temsilciliğini üstlenmek doğrultusunda adımlar attılar. Daha doğrusu, böyle bir yerle buluşmaları açısından güçlü bir temel görüyorum. Bu bence Türkiye’de MİT’in PKK’ye karşı Hizbullah’ı örgütlemesi, ama bir temel bulduğu noktada da aynı Hizbullah’ın kendi içerisinde “İlim” ve “Menzil” diye bölünmesine benziyor.
Bu oradaki toplumsal dokunun emperyalist müdahale karşıtlığının yansıması bir radikalizm ise, bizim bunu güçlü bir tarzda sahiplenmemiz gerekir. Sadece şöyle bir durum olabilir; bu ülkelerde gerçekten devrimci, daha radikal, islami motiflere daha uzak bir akım varsa, bunu desteklemek tercih edilmelidir. Ama bunun olmadığı yerde, dün kimin tarafından kurulduğu üzerinden ya da ideolojisindeki islami öğeler yüzünden bu hareketlere karşı alacağımız tutum, yarın Ortadoğu’da kendi karşımıza gereksiz düşmanlar çıkarmamız ya da devrimci olanakları boşa çıkarmamız sonucu doğurur.
Bugünkü tabloya bakıldığında, Filistin’de FKÖ’nün tuttuğu rol konusunda ya da Hamas’ın tuttuğu rol konusunda çok büyük bir tartışma olabileceğini düşünmüyorum. Bugün FKÖ bir devlet örgütlenmesine girdi. Filistin polisi yeri geldiğinde İsrail ordusuna da ateş açtı, ama bu çok istisnai bir durum. Ama intifada içerisinde Hamas’ın ya da İslami Cihat’ın tuttuğu bir yer var. Bütün bir Lübnan işgali sürecinde, bu hareketler temelde Filistinli laik örgütlerle değil, İsrail’le çatışmışlardır, ki Lübnan hergün Şiiler ile Sünnilerin savaştığı da bir yer.
Son 15-20 yılın bu akımları siyonizme karşı mücadele te(171)melinde şekillenenen akımlar. Bunlar radikal bir mücadele çizgisi izliyorlar, İsrail’le barışan kendi ülkelerindeki iktidarlara karşı da mücadele ediyorlar. Suriye’deki Müslüman Kardeşler örgütünü bir parça dışta tutuyorum, onun rolü konusunda çok bilgim yok. Ama bir Mısır’da Enver Sedat’a karşı alınan tutumun bir mantığı var. Camp David ihaneti üzerine alınan bir tutumdur bu.
İran’da yaşanan sürece rağmen bizim bu tabloya böyle bakmamız gerekiyor. Kendine özgü bir toplumsal dokuysa bu, onların siyasi öncülerini islami motifleri üzerinden teşhir etmek, tutum almak ya da onlardan daha uzak durmak, neye ne kadar karşılık geliyor?
İran’da kapitalizmin gelişme düzeyini biliyoruz. Güçlü bir laikliğin, güçlü bir sol damarın varlığı açısından İran, Irak’tan, Suriye’den, Ürdün’den (Mısır belki dışta tutulabilir) farklı bir ülke. Ama Suriye için, Irak için, Ürdün için, yani bölgenin diğer ülkeleri için de aynı şey geçerli mi? Ben böyle düşünemiyorum.
Bölgedeki taktik olanaklar nedir? Bugün bazı örgütlerin Suriye ile girdiği ilişkiler var. Daha doğrusu Suriye’nin kontrol ettiği alanlarda fiili varlıkları var. PKK’nin girdiği ilişkinin içeriği nedir, tam nereye oturuyor? Bu konuda bir tartışmadan bağımsız olarak söylüyorum. Yarın biz bir parça gelişip güçlendiğimizde, ister Avrupa’nın bir ülkesinde, isterse Suriye’de bulacağımız olanaklar zaten taktik olanaklardır. Bunların mutlaka sonuçları vardır. Ne kadardır, bunu bilemiyorum. Ama yarın bir parça geliştiğimiz bir yerde, bu olanaklardan mutlaka yararlanmak zorunda kalacağız.
Bu devletlerin hangi hesaplarla olanak sundukları, Türk devletini zayıflatma çerçevesinde planları vb., bunlar ayrı bir sorun. Mutlaka kişiliksiz bir ilişki çerçevesinde böyle bir ilişki mümkün olur diye düşünmüyorum. PKK’nin Suriye devleti ile girdiği ilişki ile DHKP’nin girdiği ilişki bile ne kadar(172) aynıdır? Bunlara bakmak gerekir.
Örneğin Lenin’in Almanya’dan Rusya’ya gidişine izin verilmesi tekil bir olay değildir, bunun bir mantığı var. Alman devleti, Rusya’nın yenilmesi için çalışan Bolşevikleri kendi topraklarından üstelik kendi ayarladığı bir özel trenle göndermeyi hiç problem etmiyor. Almanya’da komünistlerin güçlenmesini, muhtemel bir-iki yıl sonra kabaracak toplumsal hoşnutsuzluğun açık belirtilerini görmesine rağmen, taktik planda böyle davranıyor. Tabloya böyle bakıldığında, yarın Suriye’nin nasıl hesaplayacağından bağımsız olarak, bizim bu tür taktik olanakları düşünmemiz gerekiyor. Başka türlü zaten hiçbir taktik olanak elde edilemez.