Osman: Ben ABD emperyalizminin Irak’taki burjuva-feodal Kürt ağalarıyla yaptığı son antlaşmaya değinmek istiyorum. Bir süre önce YNK ve KDP’nin liderleri Washington’a çağrıldı. Muhtemeldir ki bunlar yeni Ortadoğu planları doğrultusunda bir antlaşmanın altına imza attılar. Burada gözönünde bulundurmamız gereken önemli bir nokta var. Washington dönüşünde KDP lideri hemen Türkiye’yi ziyaret etti ve yapılan antlaşmanın PKK’nin bölgede kesinkes imhasına dönük olduğunu da ifade etti. Böylece Türk devletinin Güney Kürdistan’daki gelişmelere tepkisi belli ölçülerde yatıştırılmaya çalışıldı.
Ben bu olayı şu noktadan tartışmak istiyorum: ABD bugün Ortadoğu planının iki temel ayağını bulmuş durumda. Bunlar Türkiye ve İsrail’dir. Fakat Arap devletleri ile aynı süreci götürmede belli zorlukları var. Zira Arap halklarında islami motiflerle de olsa geçmişten bugüne anti-emperyalist bir birikim var. İsrail’le açıkça yanyana gelme konusunda Arap devletlerinin güçlükleri var. Yanyana gelmeye eğilimli olanlar dahi bunu belli ölçülerde yapabiliyorlar. Zira kendi halklarının tepki ve öfkesinden korkuyorlar.
Görüldüğü kadarıyla ABD Ortadoğu’da kendi planlarını rahatlıkla uygulayabilecek bir üçüncü sağlam ayak peşinde. Bu(173)da kendi denetiminde kurulacak bir kukla Kürt devletidir. Böyle bir oluşum Irak üzerindeki basıncın daha da genişletilmesinde ABD emperyalizmi tarafından kullanılacaktır. Bu Kürt devletiyle aynı zamanda İran-Kürdistan’ı üzerinde de doğrudan kontrol kurmanın hesapları yapılıyor. Benzer bir durum Suriye-Kürdistan’ı açısından da geçerli. Güney Kürdistan’da böyle bir Kürt devleti oturtulduğu koşullarda, bölgesel düzeyde (dört parçadaki) PKK’yi boğmaya da yönelinecektir.
Bunlar önümüzdeki dönemde yakından izlememiz, politik pratik-sonuçlar ve görevler çıkarmamız gereken gelişmeler.
Semih: Bölgesel gelişmelere yakın ilgi konusuna değineceğim. Şu anda biz Irak’taki, Suriye’deki gelişmeleri yakından biliyoruz ve takip ediyoruz. Bunun arkasında, Kürt hareketinin süreçlerine duyulan ilgi var. PKK’nin oradaki Kürt hareketleriyle ilişkiye girmesi, oradaki dinamiklerin bizdeki Kürt hareketiyle yakın ilişkisi vb., bizde somut bir ilginin oluşmasını sağlıyor.
Aslında yönelmemiz, ilgi göstermemiz gereken başka alanlar da var. Ama biz bunları bir parça ihmal ediyoruz. Örneğin Balkanlar böyle bir alan. Oysa burada da ciddi bir potansiyel var. Mesela bir milyondan fazla Bulgar göçmeni var bugün Türkiye’de ve bunlar oradaki yakınlarının sorunlarına ilgi duyuyorlar. Yine Yugoslav göçmenleri var, oradaki sorunlara ilgi duyuyorlar, sürekli ilişkileri var. Türkiye ile Bulgaristan, Yugoslavya vb. ülkeler arasında sürekli bir trafik var. Ama biz oraya yönelik yeterli bir bilgiye sahip değiliz. Bu alanları daha çok MHP, Refah gibi faşist ve gerici partiler kullanıyorlar. Bu tür sorunlara ilgisizlik sol harekette de bir parça gelenekselleşmiş durumda.
Tuna: Bu alan bizim sınıf çalışmamız açısından da önem taşıyor. Örneğin Bulgaristan’dan gelen göçmenler sosyalizmi belli ölçülerde tanıyorlar, birlikte hareket etme vb. özellikler taşıyorlar. Balkanlar’a ilgi göstermek bu tür bir kitlenin kaza(174)nılması için de bir ihtiyaç. Ama ne kadar abartıldığından bağımsız olarak, Jivkov döneminde yaşanan Bulgar şovenizmine karşı tutum almamızın kazanıcı müdahale açısından önemi var. Politik çalışmada bu bütünlüğün, sadece dış politika açısından değil, sınıf çalışmamızda fabrikalardaki Türk ve Bulgar işçiler arası gördüğümüz her bölünme eğilimini gidermek açısında da önemi var.
Temmuz: Göçmen işçilere ilişkin sorunun bir yanı şu. Cihan yoldaşın değindiği gibi, tarihi-kültürel yakınlığımızın gerici amaçlarla kullanılmasına karşı, biz de tersinden, ilerici muhteva taşıyan bu imkanları devrimci amaçlarla kullanmalıyız.
Bir de sorunun şöyle bir yanı var. Türkiye kapitalizmi bölgede ulaştığı düzey üzerinden bugün belli bir çekim gücüne sahip. Türkiye bir taraftan dışarıya işçi veriyor, ama bir taraftan da göçmen işçi alıyor. Kaçak olarak çalışan küçümsenmeyecek sayıda göçmen işçi var. Bölgenin değişik ülkelerinden yoksul insanlar, zor durumda kalmış insanlar, iş bulmak için ya da başka bazı nedenlerle Türkiye’ye geliyorlar. Çok daha sınırlı da olsa Arap ve Afrika ülkelerinden bile gelenler olabiliyor. Mesela İstanbul’da daha çok da küçük atölyelerde kaçak çalışan çok sayıda Romen işçi var. Onbinlerle ifade edilebilecek yabancı kaçak işçiden sözediliyor. Bulgaristan’dan gelen göçmen işçilerin zaten hangi koşullarda çalıştığı az-çok belli.
Gerek Türkiye’ye yerleşmiş göçmen işçiler, gerekse işçilik için geçici olarak gelmiş olanlar, hem tarihsel-kültürel yakınlık çerçevesinde, hem işçi sınıfının mücadelesi açısından, hem de bunun üzerinden Türkiye’yi çevreleyen bölgeye karşı yapabileceklerimiz açısından bizim için bir imkan olabilmelidir.
Genel planda söylenenlere ekleyeceğim temel noktalardan biri şu: Bu aslında dün konuştuğumuz tabloyla da ilişkili. Dünya kapitalizminin bir çöküntüye, genel bir yıkıma doğru gittiği bir evredeyiz. Emperyalistler arası çelişkinin giderek derinleşeceği bir süreçtir bu. Türkiye, bölgesinde ABD emperya(175)lizminin doğrudan taşeronu olarak davranıyor, kendi çıkarlarını burada görüyor, burada buluyor. Emperyalistler arasında çıkar çatışmaları derinleştiği, ekonomik alandan politik ve askeri alanlara yayıldığı ölçüde, bunun kendisini öncelikli olarak ortaya koyuşu, emperyalistlerin kendi iç kapışmalarından önce, muhtemel bölgesel çatışmalar ve savaşlar biçiminde olacaktır. Türkiye’nin, Kürt sorunu vesilesiyle veya başka nedenlerle Suriye veya bölgedeki başka ülkelerle yaşayacağı gerici çatışmaların ötesinde, emperyalistler arası çelişki keskinleştiği ölçüde, Türkiye’nin şu veya bu nedenle, Ortadoğu’da, Kafkaslar’da ya da Balkanlar’da çatışmaların içine çekilmesinin, doğrudan dünya kapitalizminin içine girdiği süreç açısından bir mantığı var.