Fakat bunun gerisinde başka bir şey yatıyor. Sıradan askeri Afrika’da savaştırırken eğer kayıp verilirse metropolde yürüyüş yapılır, teşhir kampanyası başlatılır ve savaşa karşı tepkiler gelişir. Ne işi var bizim gençlerin orada denilir. Ama bir kiralık asker orada savaştırılırken aynı şey olmaz. Adam maaşını alıyor, gidiyor ve ölüyor denilir. Diğer bir olgu ise, kiralık askerin topluma karşı çok rahat kullanabilmesidir. Bu ileriye dönük çok daha hesaplı bir yatırımdır. Bunlar öyle yetiştiriliyorlar ki, kısa sürede vahşi yaratıklar çıkıyor ortaya. Masrafı azaltalım, ordumuz profesyonel olsun propagandası çok somut ve hesaplı bir amacı anlatıyor. Bunu sadece Fransa açısından söylemiyorum. Almanya da, başka ülkeler de aynı modeli takip ediyorlar. Militarist gücü daha iyi kullanma, daha iyi dış müdahalelerde bulunma, içte sorun çıktığında daha rahat bastırabilme... Klasik ordu kullanırsa, yarın sosyal bir ayaklanma karşısında ne olacağının güvencesini kimse veremez. Ama bir lejyoner birliğini kullanırsan, önüne geleni kırıp geçer.
Askeri alanda ‘90 yılından bu yana ABD birçok saldırı gerçekleştirdi. Körfez Savaşı bunun ilkiydi. ABD, Sovyetler Birliği’nin dağılmasını hızlandırmak, onun zayıflıklarını açığa çıkarmak istiyordu. Körfez Savaşı’nın açıklanmayan nedenlerin(32)den birisi de buydu. Kuşkusuz temel neden Körfez’e yerleşmek, Saddam’ı Kuveyt’ten kovmaktı, ama bu müdahale Sovyetler Birliği’nin ne durumda olduğunu açıkça gözler önüne sermenin de bir vesilesi oldu. ABD orada hem savaş yaptı, hem de deneme...
Bu denemeyi sonra başka alanlarda, Somali’de yaptı. Kısa sürede ne kadar asker seferber edebileceğini, böyle bir operasyonu nasıl yürüteceğini, bunu yaparken ne tür aksaklıklar çıktığını, askeri amaçla ileride yapılacak bir operasyonun eksiklerini tespit edebilmek için de yaptı bunu. Müdahalenin başka boyutları elbette vardır, ama önemli yönlerinden biri de budur. Dünyanın her yerine müdahale etme araçlarını geliştiriyor. Silahların düzeyini ölçüyor. Körfez Savaşı’nda kullanılan silahların pek fazla bahsi geçmedi. Nükleer silah kullandılar. Bir eski general, Irak tanklarına karşı mavzer mermisi büyüklüğünde nükleer mermi kullanıldığını yazdı. Bu mermi tankın bir tarafından giriyor öbür tarafından çıkıyor. Minyatürleştirilmiş bir nükleer başlık!
Fransa nükleer denemeleri yeniden başlattı. Aslında Fransa’nın nükleer deneme yapmasının hiçbir gereği yok. Belli sayıda nükleer silaha zaten sahip. En yakın muhatabı Almanya’nın nükleer silahı yoktur. Hedef eskiden Sovyetler Birliği idi. Fakat Fransa ne kadar deneme yaparsa yapsın, Rusya ile aynı seviyeye gelemez. ABD’nin seviyesine hiç gelemez. Geriye kalan tek neden, minyatürleşmiş nükleer silah yapma teknolojisine hakim olmak. Böylece düşük yoğunluklu çatışmalara hazırlanmak!
Sosyal alanda neler oluyor?
Dünyada kapitalizmin gelişmesine paralel olarak sosyal bir değişim yaşanıyor. Bunu şöyle ifade etmek mümkün: İktisadi alandaki tekelleşme sosyal alanda da kendi sonuçlarını üretiyor. Köyden kente göç hızlanıyor, dünyanın her ülkesinde bu(33)böyledir. Mesela, tüm Latin Amerika ülkelerinde büyük kentlere bir akın var. Afrika kıtasında da aynı şey yaşanıyor, Asya’da da bu böyle, her tarafta köyler boşalıyor. Kırsal kesimde giderek daha az insan yaşıyor, kapitalizm insanları kente çekiyor. Bu beraberinde başka sorunlar yaratıyor. Kapitalizm kentlere dolan işgücünü istihdam edemiyor. Bu sadece geri kalmış ülkelerde yaşanmıyor. Örneğin bugün Fransa demek Paris demektir. Paris ve çevresinde 20 milyon civarında insan yaşıyor. Marsilya, Lyon gibi birkaç kenti saymazsak, ülkenin diğer yöreleri boşalmış durumda.
Kıtalar arası dengesizlik de gittikçe derinleşiyor. Afrika kıtasında taş üstünde taş kalmamış durumda. Güney Afrika gibi birkaç ülkenin dışında kıta bugün bir savaş alanı. Periyodik katliamların yaşandığı bir bölge Afrika. Bu ülkelerin yoksullaşmaları ile başkalarının servetlerinin artması arasında doğrudan bir ilişki var. ABD’de kişi başına düşen gayri safi milli hasıla ‘75 yılında 1.700 dolar iken ‘94’te 26.000 dolara yükseliyor. Bu demektir ki, bir yerden çalıp-çırptılar, sömürüp yağmaladılar, kendi ülkelerine getirdiler. Çalınan ve yağmalanan yerlerde yaşayan insanlar aç-susuz kaldılar.
İkincisi, hem gelişmiş, hem de geri kalmış ülkelerde bugün dev bir işsizler ordusu mevcut. Çok geçmeden işsizlik babadan oğula geçerek yaşanacak. ‘70’li yılların ortasında doğan ve bugün çalışma yaşına gelmiş bir gencin babası işsizse kendisi de büyük bir ihtimalle işsizdir. Büyük metropollerin çektiği işgücü, bunun istihdam edilememesi, beraberinde başka sorunlar getiriyor. Bu sorunlar geri kalmış ülkeler ile gelişmiş ülkelerde aynı biçimde, aynı ölçekte yaşanmıyor. En uç düzeyde yaşandığı ülke Amerika’dır. Orada sorunlar Avrupa’ya göre tam tersi yaşanıyor. Avrupa ülkelerinde kentlerin merkezleri burjuvazinin elindedir. Varlıklı aileler oturur kent merkezlerinde. Yoksul kesim ise şehirlerin dışına, varoşlara sürülür. Avrupa’da kent merkezleri güvenliğe alınmış, varoşlar kendi hallerine terk(34)edilmiştir.
ABD’de tam tersine, varlıklı aileler, orta sınıflar kent merkezlerinin dışına çekiliyor, şehir merkezleri sefaletin kol gezdiği bir alana dönüşüyor. Mesela, Beyaz Saray çevresinde gece geç saatlerde can güvenliği yoktur, her an birisi vurulabilir. Başkanlık Sarayı’nın karşısında durum böyledir.
Bu beraberinde yığınla başka sorunu getiriyor. Uyuşturucu ticaretini ve tüketimini, fuhuşu ve kör şiddeti yaratıyor. Bu durum oraya yatırım yapmayı gereksizleştiriyor. Ulaşım çalışmıyor, telefon çalışmıyor, konutlara bakım yok, altyapı parça parça dökülüyor.
Yani toplumsal yıkım sadece Afrika ülkelerine özgü bir sorun olmaktan çıkıyor. Amerika’da yılda binlerce insan silahla öldürülüyor. Toplumsal yozlaşma, konut sorunu, beslenme sorunu, sağlık sorunu, eğitim sorunu, uyuşturucu sorunu, kent şiddeti sorunu, birbirine eklenerek ve birbirini karşılıklı besleyerek büyüyor.