Birincisi, hammaddelerine el konuluyor. Venezuela’yı örnek alacak olursak. Venezuela’da büyük petrol kaynakları mevcut.(25)ABD tekelleri bu petrolü alıp götürüyorlar. Petrol fiyatlarını zaten hiçbir zaman OPEC ülkeleri saptamıyor; görünürde öyle, ama aslında fiyatları belirleyen OPEC değildir. Tekeller fiyatı kendi aralarında saptıyor, malı alıp götürüyorlar.
İkincisi, bunlara borç para veriliyor, borcun faizi alınıyor, faizin faizi oluyor ve bunlar sürekli birikiyor. Arasıra da hibe ediliyor belli bir bölümü. Borç sistemi yine aynı şekilde, zorla borçlandırılıyor.
Üçüncüsü ise üretimin geri kalmış ülkelere transfer edilmesi ile sağlanıyor. Fazla emek gücü gerektiren üretim bu ülkelere kaydırılıyor. Örneğin Alman burjuvazisi, Volkswagen aracılığı ile Macaristan’da emekçilerin sömürüsüne aracısız katılıyor, orada emeğin sömürüsünü doğrudan kendisi örgütlüyor. Brezilya, Meksika başta olmak üzere Latin Amerika’nın önemli ülkeleri ise, ABD emperyalizminin arka bahçesi durumundalar, sınırı geçen fabrikayı kuruyor Meksika’ya. Nitekim General Motors grevinde işçilerin temel talebi, üretimin Meksika’ya veya başka bir ülkeye taşınmasına karşı çıkmaktı.
Bir başka örnek. Eskiden beri Paris modanın merkezidir. Ama giyim malzemesi genellikle Kuzey Afrika’da, Fas’ta, Tunus’ta üretiliyor. Yves Saint Laurent piyasada 100 marka sattığı bir gömleği orada belki de 5 marka yaptırıyor. Üretimin geri kalmış ülkelere transferi sözkonusu ülke için bir soygun anlamına geliyor. Fakat bu bazı sonuçlar da yaratıyor. Mesela, Meksika’nın iflas ettiği, ABD ve İMF’nin 50 milyar dolar yardımla Meksika’yı “kurtardıkları” dönemde, Meksika işçi sınıfından Güney Kore’ye benzer bir tepki gelmemişti. Zira fabrika açıyoruz, istihdam olanağı yaratıyoruz propagandası geçici de olsa etkili oluyor. İşçi sınıfı hareketini dizginleyen bir rol oynuyor. Günümüzde Asya ülkelerinde genelleşmiş bir kriz yaşanıyor. Ayaklanmalar, işçi grevleri birbirini izliyor, ama Latin Amerika’da, özellikle Meksika ve Brezilya’da bu yok. Ford fabrika açtı, bu sayede çalışıyoruz, buna şükür türünden bir eğilim ağır bası(26)yor. Bu kuşkusuz geçici bir durum, ama geçici de böyle bir fonksiyonu oluyor.
Dördüncü ve son olarak, geri kalmış ülkeler üzerinde iktisadi alanda oynanan oyunlar var. Tekeller girdikleri pazarı kendi çıkarlarına göre biçimlendirmeye çalışıyorlar. Bu bir yenilik değil, ama kazandığı boyut açısından önemli. Rusya bunun en somut örneği. Dev bir ülke, şimdi yiyecek ihtiyacının %60’ını dışarıdan karşılıyor. Bu demektir ki, Rus pazarına giren Batılı tekeller sadece sanayi ürünlerini götürmüyorlar. Yiyecek üretimi alanına da yöneliyorlar. Basit bir örnek; Mc Donald’s lokantalarında kullanılan salatalık Kaliforniya’dan, et Amerika’dan geliyor. Amaç yerli üretimi yıkıma uğratmak. Sovyetler Birliği yalnız Doğu Avrupa ülkelerine değil, Afrika’ya, Küba’ya ilaç satıyordu düne kadar. Bugün ilaç ihtiyacının %80’ini dışarıdan karşılıyor. Bu dört-beş yıl içerisinde katedilen mesafeyi, yaşanan yıkımı gösteriyor. Bu yıkım gerçekleştikten sonra da tekeller istedikleri ürünü istedikleri fiyata dayatıyorlar.
Kapitalist entegrasyonun kazandığı düzey ve açığa çıkan zayıflıkları
Tüm dünyada ekonomik ilişkiler birbirlerine çorap ipliği gibi bağlantılı. Domino taşı gibi, bir taraftan birisi düştüğünde, öteki taraftaki düşmese bile sallanıyor. Tüm dünya pazarının bu birbirine bağımlılığı, Amerika’nın Latin Amerika’ya, Latin Amerika’nın Afrika’ya, Afrika’nın Avrupa’ya, Avrupa'nın Asya’ya bağımlılığı, tam entegre bir yapı oluşturuyor. Bu entegre yapıda emperyalist sermayenin dolaşımı serbest, üretimin taşınması ve metaların dolaşımı serbest, kârın transferi serbest... Kısacası sermayenin önünde tam bir özgürlük alanı var.
Dünya ölçeğinde piyasaya anında hükmetmenin olanaklarının varlığı, beraberinde düzenin tüm parçalarının birbirlerine bağımlılığını arttırıyor. Geçtiğimiz günlerde bir Amerikan fon(27)işletmesi, bir Fransız iletişim araçları tekeli olan Alcatel’deki hisselerini aniden satarak sermayesini çekiyor. Fon sermayesinin geri çekildiği günkü borsa seansının kapanışında Alcatel’in hisse senetleri %40 oranında değer kaybediyor. Hisse senetlerinin satışıyla çekilen sermaye nereye gitti? Kuşkusuz sermayeye ihtiyaç duyulan başka bir yere. Latin Amerika’da fonlar para kaybettiler. Bu açığı kapatmak için gitmek zorundalar. Gittiğinde de Fransa’nın en önemli telekomünikasyon şirketlerinden birisine ait hisse senetleri 8 saat içerisinde değerinin %40’ını kaybediyor. Alcatel’in eli kolu bağlı kalır mı? O da kendisinden daha zayıf birisinin sermayesinden çekilerek onu batırmak zorunda. Alcatel dünyanın her tarafında kolları olan büyük bir tekel. Açılan gediği kapatmak için örneğin Endonezya veya Cezayir’deki bir sektörde sahip olduğu hisse senetlerini satar. Dolayısıyla faturayı bir başkasına, kendisinden zayıf olana devreder. Bu yapı içinde ulusal sermaye, ulusal sınır diye bir şey yok.
Dünya genelinde bütünleşmiş, tek biçim kazanmış bir yapı sözkonusu. Belli odaklardan hareketle bu yapının her yerine zaman kaybetmeden müdahale etme olanakları mevcut. Bu yapının dengeleri IMF, Dünya Bankası, Paris Klübü, vb. aracılığıyla sağlanıyor. Organizma bir bütün, aynı bir vücut gibi. Bir tarafı yara alınca her tarafı ağrımaya başlıyor. Asya çöktü, orada Suharto’ya faturayı kestiler. Bu sorunu çözmedi, kriz biraz daha büyüdü. Sorumluluğu Japonya’ya yüklediler. Japonya yapacağım bir şey yok, diyor.
Kapitalist sistem dünyanın her tarafına hükmediyor. Krizin sancıları ‘70’li yıllardan önce, daha ‘60’ların sonunda hissediliyordu. ‘70’lerdeki petrol kriziyle birlikte bir bunalıma dönüştü. Bunalım dünyadaki güçler dengesi ve blok politikasından ötürü bir süre dizginlenebildi. Blokların ortadan kalkmasıyla birlikte artık işbirliği yapmanın gereği kalmadı. Bu arada kriz dinamiklerinin ölçeği de, sayıları da arttı. Doğu Bloku’nun(28)yıkılmasıyla birlikte açılan pazarın verdiği nefes de kapitalizmi bu krizden kurtarmaya yetmedi. Malezya’da, Ağustos ‘87’de, paranın aniden değer kaybetmesiyle patlak veren mali kriz, hemen büyük ölçekli bir iktisadi krize dönüştü ve çevre ülkelere yayıldı. Kasırganın merkezi şu anda Rusya, ardından Latin Amerika ülkelerine yayılacaktır. Bunun nasıl bir seyir izleyeceğini önümüzdeki günlerde göreceğiz.