Toplumsal sistem gerçekliĞİ



Yüklə 2,28 Mb.
səhifə132/133
tarix18.03.2018
ölçüsü2,28 Mb.
#45872
1   ...   125   126   127   128   129   130   131   132   133

REFERANSLAR

[1] Aktolga, M. (2004). “Bir Hücrede İnformasyon İşleme Süreci ve Evrim”.



http://www.aktolga.de/t1.html (30.12.2004)
[2] Aktolga, M. (2004). “Çok Hücreli bir Organizmada İnformasyon İşleme Süreci ve Evrim”.

http://www.aktolga.de/t2.html (30.12.2004)
[3] Aktolga, M. (2004). “Doğada Sistem Gerçekliği ve İnformasyon İşleme Süreci”.

http://www.aktolga.de/t3.html (30.12.2004)
[4] Aktolga, M. (2004). “Sistem Teorisinin Esasları, ya da Var Oluşun Genel İzafiyet Teorisi-

Herşeyin Teorisi.” http://www.aktolga.de/t4.html (30.12.2004)


[5] Kraft, U. (2004).”Gehirn und Geist”, Dossier Spektrum Nr.4.

[6] Damasio, A. R. (2002). “Ich fühle, also bin ich”. List Taschenbuch, München


Damasio, A. R. (2005). “Der Spinoza-Effekt”. List Taschenbuch, München
[7] Engels, F. (1978). “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni.” Sol Yayınları, Ankara.
[8] Marx, K. (1979). “Grundrisse.” Birikim Yayınları İstanbul.
[9] Marx, K. (1977). “Ücretli Emek ve Sermaye.” Sol Yayınları, Ankara
[10] Haldun, İ. (1968). “Mukaddime.” Milli Eğitim Basımevi İstanbul.
[11] Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın bütün eserleri. http://www.comlink.de/demir/kivilcim/eserler

(30.11.2005)

[12] Togan, A. Z. V. (1970). “Umumi Türk Tarihine giriş.” Edebiyat Fakültesi Basımevi,

İstanbul.


[13] İslâm Ansiklopedisi. http://www.kuranikerim.com/islam_ansiklopedisi/indexa.htm

(30.10.2005)


[14] Dinler Tarihi Ansiklopedisi (1999). Ansiklopedi Yayınları A.Ş
[15] Vogt-Lüerssen, M. “Mittelalterliche Stadtgeschichte”

http://www.asn-ibk.ac.at/bildung/faecher/geschichte/maike/mittelalter/MaVII1.htm

(30.10.2005)


[16] Şerif Mardin. (1999). “Din ve İdeoloji.” İletişim Yayınları, İstanbul.

Şerif Mardin. (1997). “Türkiye’de Toplum ve Siyaset.”, İletişim Yayınları, İstanbul.


[17] Anadolu Beylikleri http://www.enfal.de/starih48.htm
[18] Osmanlı Tarihi, http:www.enfal.de/osmtarih.htm (11.12.2005)
[19] Lenin, V.İ. (1977). “Emperyalizm.” Sol Yayınları, Ankara
[20] Friedman, T. (2000), “Küreselleşmenin Geleceği.”, Boyner Holding Yayınları, İstanbul

[21] Moravec, H. (2000). Spektrum der Wissenschaft. Spezial, Nr. 01/2000: “Forschung im

21. Jahrhundert”; article: “Die Roboter werden uns überholen”.

[22]İsmail Tokalak. (2006), “Bizans-Osmanlı Sentezi”-Bizans Kültür ve Kurumlarının Osmanlı



Üzerindeki Etkisi, Gülerboy Yayıncılık, İstanbul.
[23]Ray Kurzweil, (2001), “Homo Sapiens, Leben im 21. Jahrhundert Was bleibt vom Menschen? Econ Taschenbuch, Köln-Deutschland

1Bunlar ayrıca 6. Çalışmanın da konuları.

2„Prämotorische“ bölgede yapılan eylem planları „primäre motorische“ bölge tarafından organlara da-ğıtılır, böylece işin gereği yapılmış olur. Bu konuda ayrıntılar 6. Çalışma’da..

3 „Agent“, İnformasyon İşleme Bilimi terminolojisinde, “informasyon işleme birimi” anlamında kullanılan bir kavramdır. Çevreden alınan informasyonu kendi içindeki bilgiyle işleyerek bir output-çıktı oluşturup, çevreyi etkileyen unsurdur. “Multiagent sistem” ise, kendi içinde bir çok agent’lerden oluştuğu halde, çevreye karşı tek bir agent olarak gerçekleşen, varolan bir sistemdir. Örneğin, tek bir hücre bir agent’tir. Milyarlarca hücreden oluşan çok hücreli bir organizma ise bir multiagent sistemdir. Ama, multiagent bir sistem olan bu organizma (insan) aynı zamanda toplumsal multiagent sistemin içinde işlem gören bir agent’tir de.

4 İmplizit bilgiler farkında olmadan sahip olduğumuz bilgilerdir. Bunları hafızadan indirerek kullanmak mümkün değildir. Eksplizit bilgiler ise her zaman “hatırlanarak” tekrar kullanılabilirler.

5 Sınıflı toplum insanı, mekanik-materyalist bakış açısıyla, bunu, “insanın doğa üzerindeki egemenliği” olarak yorumluyor! Bu “egemenlik” de tabi, “zıtların biribirine dönüşümü ilkesine” göre, pratikte doğayı yok etmek şekline dönüşüyor! Ve bunu, insanın doğaya karşı zaferi olarak ilan ediyorlar! “İşçi sınıfı devrimcileri”, “burjuvaziyi yok ederek devrim yapmışlardı” bir zamanlar! Burjuvazi de doğayı yok ede-rek “devrim” yapıyor şimdi! İşte, bütün o “bilimsel” denilen mekanik-materyalist dünya görüşlerinin iç-yüzü!

6 Damasio’nun “Kernselbst” diye tanımladığı zemin [6].

7 Almanca’sı da “kommunizieren”.

8 İnsanı hayvandan ayıran sadece alet kullanımı değildir, planlı faaliyettir. Planlı faaliyete bağlı olarak alet kullanımıdır. Ama “planlı faaliyet” deyince, bunun ne olduğunu da iyi anlamak gerekir! Bazan “duygusal deneyimlere” bağlı olarak da sanki planlıymış gibi görünen hareketler yapılabilir. Örneğin geçenlerde bir gazetede vardı, bir şişenin içindeki böceği çıkarmak için şişenin içine su dolduruyormuş bir maymun türü! Böylece, yükselen suyla birlikte böcek de yukarı çıkıyormuş. İlk bakışta planlı bir davranışa benziyor. Ama buradan yola çıkıpta hemen “a bak hayvanlar da plan yapabiliyor” demek doğru değildir.

9 Burada „motor sistem“den kasıt, nöronal eylem planlarının gerçekleşme mekanizmasıdır. Bu konuda daha geniş açıklamalar 6. Çalışmada bulunabilir.

10 Bir foton bir madde-enerji’dir. Ama o, aynı zamanda, belirli bir informasyonu da temsil eder. Ne midir fotonun temsil ettiği bu informasyon? Onun dalga boyu, frekansı vs.dir. Bu özelliklerin her biri, bir fotonun temsil ettiği-taşıdığı informasyonlardır. İnformasyon, fotonun varoluş biçimleriyle kodlanarak temsil ediliyor.

11 „Farkında olmaktan“ kasıt şudur: İnsanların bilişsel faaliyet sonucu ürettikleri bilgiler bile, zamanla “alışılagelen” bilgiler haline gelirler. Bu bilgiler, daha sonra yeniden üretilirlerken, artık üzerinde ayrıca düşünülmeden, otomatik olarak işlenilirler (processing).

12 Toprak bir üretim aracı mıdır, yoksa bir üretici güçmüdür? Bu konuyu daha sonra tekrar ele alacağız. Ancak şimdilik şu kadarını belirtelim ki, insanlar onu bir üretim aracı olarak görseler bile toprak bir üretim aracı değildir. Doğal bir üretici güçtür.

13 İşte “işçi sınıfı ideolojisinin”, Marksizmin diyalektiği de budur. İşçi sınıfının delikanlılık dönemi dünya görüşü olarak Marksizmin diyalektiği budur..

14 Yani, tek başına, bir dış güç olarak Amerika’nın Irak’ta devrim yapması mümkün değildir!

15 Bu “kendimize geliyoruz” kavramı çok güzel! Neredeydikte, nereden geliyoruz “kendimize” diye sordunuz mu hiç kendinize? Hem sonra kimsiniz “siz”? Organizmanızın içinde biryerlerde mekân tutan “siz” diye bir maddi gerçeklik mi var yoksa!

16 “Homonculus”, beynimizin içinde bir yerde oturan ve “ben”i temsil eden minyatür insan!..

17 Bu anlayış hem Marks’ta-Engels’te, hem de Lenin’de aynıdır.

18 Burada tartışılan, „mülkiyet“ kavramının özüdür. “Sahip olma” olayıdır.

19 Buna hemen bir örnek verelim: A ve B gibi iki nörondan oluşan basit bir sinapsı (nöronal bir devreyi) düşünüyoruz. Dışardan, bu sinapsta temsil edilen bilgiye yakın yeni bir informasyon geldiği zaman, paralel işlem yoluyla, bu informasyon gelir, söz konusu sinapsı bulur ve burada değerlendirilir. Ortaya çıkan yeni bilgi ise, ya mevcut sinapsın kuvvetlendirilmesi yoluyla onun üzerine, ya da, ek-yeni bir sinapsla eskisinin yanında kayıt altına alınır. Bu şekilde, belirli bir olaya ya da nesneye ilişkin olarak üretilen bilgiler, zaman içinde oluşan belirli bir nöronal ağla temsil edilerek kayıt altında tutulurlar. Ama bu nöronal ağlar da beyinde öyle yamalı bir bohça gibi kalmazlar! Onlar da evrilirler. Beyin za-manla bunları kendi içinde onarıp bütünleştirerek-optimieren- amaca uygun hale getirir. Öyle ki, bir süre sonra, tek bir sinaps daha önce birçok sinaps tarafından temsil edilen bilgilerin hepsini birden temsil eder hale gelebilir..

20 Buna ek olarak bir de tabi, insanlığın içine girmekte olduğu üçüncü bir dönem daha var. İnsanın sadece beyin gücüyle-bilgiyle üretim faaliyetinin içinde olduğu, üretimin robotlar tarafından gerçek leştirildiği bilgi toplumu dönemi.

21 Bilişsel “ben” plan yapıp problem çözebilen “ben”dir.

22 Dikkat ederseniz, bilgiye sahip olan (sahip çıkan değil), bilgiyi temsil eden dedik. Çünkü, başkan, temsil ettiği bilgiye sahip çıkmaya başladığı zaman, gens gens olmaktan çıkmaya başlamış, sınıflı toplum olma yoluna girmiştir.



23 Bu çalışmada “başkanla” temsil edilen toplumsal kimliğin, “toplumsal varoluş instanzının” nörobiyo-lojik esaslarına girmiyorum. Ama bu konuyu da daha sonraki bir çalışmada mutlaka ele alacağız! Çün-kü çok ilginç. İnsan beyninin yapısı ve beyindeki informasyon işleme süreci açısından bu konu çok önemli. İkinci Çalışma’da beyindeki orkestral faaliyetten bahsetmiştik. Öyle görünüyor ki bir değil iki orkestra var beyinde! Birisi insanın bireysel varlığına ilişkin bestelerini çalıyor, diğeri de toplumsal!..

24 Bu konuda Damasio’nun „Spinoza Effekt“’i harika! Mutlaka okunması gereken bir kitap[6].

25 “İnkârın inkârı duygusu” dedik! İnsanın varoluşu boyunca bütün çabası, biryerde onun varoluş ama-cı, duygusal olarak hissettiği bu süreci bilişsel olarak bilmek-bilince çıkarmaktır. “Nefsini bilen Rabbini bilir”in anlamı da budur..

26 “İnstanz” kelimesini çok sık kullanıyorum. Bir sistemin merkezi varlığının temsil edilme merciidir söz konusu olan. Karar mercii de diyebiliriz buna. Örneğin, organizma adına karar veren kim?, “Ben” değil mi! İşte buradaki “ben” yani nefs-self-organizmanın merkezi varlığını temsil eden instanz oluyor.

27 Nasıl oluşuyor bu duygu? Çok basit! “Dışardan (diğer komünlerden) gelen etkiye karşı oluşturulan bir tepki-reaksiyondur” işin özü. Komüne-sisteme ait olanı koruma güdüsüdür bu bir yerde. Komünal self’in-varlığın esası budur.

28 Engels demirin bulunuşunun barbarlığın yukarı aşmasına ait olduğunu söyler. Ama daha sonra yapılan arkeolojik çalışmalar demirin çok daha önceleri bilindiğini göstermiştir. Ortaasya’da yaşayan göçebe barbarlar (atalarımız) daha Sümerler döneminde, Mezepo-tamyada kendilerinden çok daha ileri bir aşamada bulunan “medeni” insanlara demir satıyor, onlardan da tahıl vs. alıyorlardı[11].

29 „Bireysel üretim“ kavramı doğru anlaşılmalıdır. “Bireysel olarak, yani kendisi için” üretim yaparken de insan gene toplumsal bir varlıktır. Bir toplumun üyesi olmadan “bireysel” üretim de olmaz.

30Ne demektir “nefsini bilen Rabbini bilir”? Nefs ne idi? Çevreden gelen etkilere karşı oluşan duygusal bir reaksiyon. Nasıl bileceksin peki kendi varlığının temelini oluşturan bu reaksiyonun ne olduğunu ? Bilgi üretme süreciyle(cognitive processing’le). Bilgi üretme süreci devam ederken (“ikinci etkileşme”) oluşan bilişsel benlik ise, daha sonra bilginin varlığında yok olduğu için, kendiliğinden mutlak bir var- lığının olmadığını biliyor ve kendi varlığında, sıfırın içinde yok oluyor.[2]

31 Bütün mesele bu son cümlenin yorumlanışında yatıyor!

32 Neden değişir? Marksizm işçi sınıfının delikanlılık döneminin-bluğ çağının- dünya görüşüdür de ondan! Ve her delikanlı gibi o da genellikle reaksiyoner düşünür bu çağda! Bilişsel olarak değil, reaksiyoner olarak düşünmeye ve davranmaya daha yatkındır insanlar bu çağda!

33 Web sayfa „Giriş“ ve [4].

34 Faşizm ayrı bir olaydır. Burada işin özünü, esasını tartışıyoruz!

35 Şekilde AB sistemi olarak ifade edilen toplumun diyalektik zıttı-inkarı- onun içinde gelişen ve A’B’ olarak ifade edilen potansiyel gerçekliktir. Örneğin, eğer AB sistemi feodal toplumsa, A’B’ de onun içinde onun diyalektik zıttı-inkarı olarak gelişen kapitalist toplumu ifade eder. Yoksa, mevcut sistemi A temsil ediyor da B de onun içinde gelişen zıttını temsil etmiyor! Çünkü B, A dan ayrı bir sistemi temsil edemez! A ve B biribirlerinin varlık şartı olarak, biribirlerini yaratarak birlikte varolurlar.

36 İşin garibi, kölenin kendisinin de bunu böyle görüyor olmasıdır. Yani köle de kendisini içinde bulunduğu topluma ait olarak görmüyor. Kendi varlığını onun bir parçası olarak görmüyor. Kendisini onun içinde üretmiyor.

37 Yani, eski aşiret şefi fetihten sonra yeni kazanılan topraklarda yaşayan insanlar arasında düzeni sağlayan otorite-kural koyucu haline geliyor. Daha önce buna ihtiyaç yoktu, çünkü kan anayasasının kendiliğinden uygulanan kuralları yeterliydi. Ama topraklar genişleyipte aşiretle ilişkisi olmayan farklı insanları da içine alan yeni bir toplum ortaya çıkınca, bu yeni durum yeni bir dengenin kurulabilmesi için kendisine bir “kanun koyucu” yaratıyor.

38 İbni Haldun “asabiyyet” kavramını bazan bir aşireti ayakta tutan kan bağı anlamında kullanıyor; ama bazan da, fetihten sonra oluşan yeni toplumu birarada tutan yeni bağlayıcı kuvvet anlamında.

39 Devlet ve devlet sınıfı eski yapının-aşiretin içinden çıkıyor. Yeni, eskinin içinde oluşuyor. Bu süre bo-yunca eski hem yeniyi koruyor, büyütüyor, hem de onunla çatışıyor. Ama sonra kazanan yeni oluyor. Tıpkı kabuklarını kırarak doğan o civciv gibi yeni eskiyi yok ederek, onun içinden doğuyor

40 Örneğin burada “asabiyyet” kan anayasası anlamına geliyor.

41 Bilgi, madde-enerji-informasyon şeklinde gerçekleşir , yani madde-enerji-informasyon bilginin gerçekleşme biçimleridir. Örneğin, bir insan, herşeyden önce, DNA’larındaki bilginin çevreyle etkileşme süreci içinde kendini gerçekleştirmesinin-maddeleşmesinin ürünüdür. Yani, onun DNA larında bulunan bilgiler çevreyle etkileşme süreci içinde yeni bilgileri oluşturarak gerçekleşirler. Bilgi ve madde diye iki ayrı varlık sözkonusu olmadığı için, bunların hangisinin daha önce geleceği de söz konusu olamaz!..

42 “İlk oluşum an’ı”, sıfır noktasına denk düşen “sıfır an’ıdır”. Her nesne için bu “an” zaman ve mekânın başladığı “an” olur! Peki, böyle “sıfır noktası”-“an’ı” diye maddi bir gerçeklik var mıdır gerçekte? Yoktur tabi! Çünkü her nesne-olay- bir önceki sürecin sonucu olarak oluştuğu “an”, aynı zamanda çevreyle ilişki-etkileşim içine de girmiş olur ve bu ilişkiyle birlikte gerçekleşir. Yani öyle mutlak bir sıfır noktasında “varolan”, varlığı kendinden menkul nesneler yoktur!

43 „İnsanın cennetten kovuluşu“, onun birey olarak kendinin, kendi bireysel varlığının farkına varışıdır. Bu cennetten kovulma hikayesinin iki anlamı vardır aslında. Birincisi, ilkel komünal toplumdan sınıflı topluma geçişte, bireyin, sudan çıkmış balık gibi kendinin farkına varışıdır. Ama bunun da ötesinde, insanın doğadan kopuşuna dayanır bu “kovuluş” olayının özü. Bilişsel bir varlık olarak bilgi üretmeye, düşünmeye, soru sormaya, problem çözmeye başladığı an cennetten kovulur insan! Tekrar cennete dönüş ise, doğa’nın insanda kendi bilincine varması olayıdır.

44 „Bu dünya“, bireyin varlığının esas olduğu, temel alındığı sınıflı toplumlar dünyasıdır. Çünkü sınıflı toplum insanı, var oluş problemini kendi nefsini (self) temel alan koordinat sistemine göre düşünerek ele alır. Kendinde-şey’lerden oluşan mekanik bir dünyadır onun dünyası. “Öbür dünya” ise, “ölmeden evvel ölen insanların” dünyasıdır! Doğa’nın kendi bilincine vardığı “insanların” (ki bu “insanlar” artık “kendi varlıklarında yok olarak” bilinçli doğa olmuşlardır) “ölmeden evvel ölerek” “varoldukları” bir dünyadır!



45 Bu paragrafı okuduktan sonra, sürecin diyalektiğini daha iyi kavrayabilmek için daha önceki “din” ve “devlet”le ilgili kısmı tekrar okumanızı öneririm..

46 Birey, kendisi için, kendi nefsiyle varolan insandır. “Kul” ise bir üst otoritenin-bu, Tanrı olabilir, Sul- tan, ya da köle sahibi olabilir- karşısında kendi nefsiyle-self- bir varlığa sahip olmamak anlamına gelir. Bir bir üretim aracı, ya da kullanım değeri olan bir hayvan gibidir o. Kendin olarak varolmak demek, yani bir benliğin olması demek reaksiyon gösterebilmek demektir. Kul, ya da kölenin ise böyle bir hakkı yoktur. O, kendisine verilen emirleri yapmakla mükelleftir. Aynen bir robot gibi olmak zorun- dadır. Bu konuda en sondaki “Ek”te daha geniş açıklama bulunuyor.

47 Algoritma ve operator kavramlarını, bu noktada nöronal programlarla bilgisayar programları arasın- daki benzerliğin altını çizmek için kullanıyorum.

48 Ki bu anlamda “yaşamak” bir informasyon işleme sürecidir..

49 Bu konuyu 6. Çalışma’da ayrıntılı olarak ele alıyoruz. www.aktolga.de

50 Bu noktanın altını çiziyorum! Devrim, sistemin içindeki karşıt kutbun egemen-dominant olanı altede-rek kendi egemenliğini ilân etmesi değildir!

51 Engels burada „halktan çalmaktan” bahsediyor! Ama olay basit bir “çalma” olayı değil tabi! Herşey sürecin kendi iç diyalektiğine uygun olarak gerçekleşiyor. Fethedilen yeni toprakların fatih şefe bırakıl-ması sistemin yapısı gereği. Çünkü bu topraklar bütün komüne-Tanrıya ait; Tanrı-komün adına da şef onlar üzerindeki tasarruf yetkisini kullanıyor. Fatih şef, bu toprakları dağıtırken de (Lehnswesen-İkta) bunu o anın gereği olarak yapıyor. Bu toprakların özel mülkiyet haline gelişi, kralın da bunu kabul etmek zorunda kalması da daha sonraki dönemin güçler dengesinin sonucu.

52 Bu noktanın şimdilik sadece altını çizmekle yetinelim. İlerde Osmanlıyla aradaki farkı görürken konuyu tekrar ele alacağız..

53 Bu nokta çok önemlidir. Önceleri bütün Avrupa kıtasında geçerli olan bu kural, daha sonra İngiltere’de, Sicilya’da ve Fransa’nın kuzeyindeki Norman istilasına uğramış bölgede ortadan kaldırılmıştır. Norman akınlarından en çok nasibini alan İngiltere’nin kıta Avrupasına göre daha önce kapitalizme geçebilmesinin en önemli nedenlerinden birisi de budur zaten. Bu konuyu daha sonra tekrar ele alacağız.


54Daha sonra, Osmanlı sistemiyle aradaki farkı açıklarken bu konuya tekrar döneceğiz.


55 Aslında bir sınıflı toplum insanı toplumun küçük bir modelidir. Kendi nefsini-varlığını (ben’ini) organ- larından ayıran, kendi organlarına-vücuduna karşı hoyratça davranan sistemin tipik bir elementidir o.

56 Toplum-çevre etkileşmesinde çevre, her seferinde o an etkileşme halinde olunan unsurdur. Yoksa öyle soyut, herşeyi birden içinde barındıran bir kavram değildir o!

57 İşte Osmanlıda olmayan! Osmanlıda böyle birşeyin mümkün olmadığını biryana bırakın, birisi tutup-ta böyle bir öneride bulunsaydı bile, hemen devlete karşı komplo hazırlıyor diye kafasını uçururlardı!...

58 Bu konuyu daha ileriki bölümlerde ele alacağız.

59 Bunun adına “işçi sınıfı devrimi” denir! Ki bu da, mevcut kapitalist toplumun tersine çevrilmesi olayın- dan başka birşey değildir! Daha sonra da tabi, eşyanın tabiatına aykırı olan bu toplum (hacı yatmaz usulü) tekrar ayaklarının üzerine dönüyor! İşte bu yüzdendir ki Marksizm işçi sınıfının delikanlılık çağının ideolojisidir diyoruz..

60 Ständesstaat’ın sözlük anlamı, „toplumsal sınıfların yasama ve yönetimde temsil edilebildiği devlet şekli”.

61 Burada „orta sınıf“tan kasıt kent halkıdır. Burjuvazinin önderliğindeki kent toplumudur. Feodal toplumdan kapitalist topluma geçişi gerçekleştiren devrimci güçtür bu.

62 „Dağınık sistemler“ (Verteiltesystem) konusunu Cermen Toplumunu incelerken ele aldık.

63 „Sivil toplum“ kavramı feodal toplumdan kapitalist topluma geçerken ortaya çıkıyor. Ama onun bir de evrensel bir anlamı var. Daha sonra bu konuya tekrar döneceğiz, şimdilik şu kadarını söylemekle yetinelim. Sivil toplum, eskinin-var olan sistemin ana rahminde gelişen yeni toplumun potansiyel güçleridir. Bu yüzden de, her durumda, var olanı temsil eden devletle karşı karşıya gelir. Çünkü devlet, mevcut düzenin koruyucusudur. Hak ve ödevlerin, belirli bir denge durumu içindeki dağılımını ifade eder. Sivil toplumla birlikte yeni bir denge talebinde bulunan yeni unsurlar ortaya çıktığı için, devletle sivil toplum güçlerinin arası daima açık olur.

64 Burada kralın yerine bizdeki “Atatürkçü-laikçi devlet sınıfını” koyun, burjuvazinin yerine de tabi Serbest Fırka’dan bu yana çeşitli biçimlerde bir sivil toplum gücü olarak örgütlenerek günümüze kadar gelen Anadolu burjuvazisini, Türkiye’deki sınıf mücadeleleri sürecini kavrayabilmek için daha fazla lafa gerek kalmaz sanırım!...

65 Tıpkı ana rahminin gelişen çocuğa dar gelmesi gibi. Çocuk çıkmak için onu tekmeler, ama hala ona ihtiyacı vardır. Ana rahmi ise çocuğun büyümesinden rahatsızdır, onu sıkar, onun gelişmesini engelleyen bir çerçevedir o. Ama ne yapalım, her çocuk kendi hapisanesinde büyüyüp gelişebiliyor..

66 Mansıb ünvan demek, Mansabdarlar, belirli ünvanlara sahip kişiler olmalı.

67 Ama bu sadece İslam medeniyetine özgü birşey değildir. Daha sonra göreceğimiz gibi aynı durum Bizans için de söz konusudur. Dışardan bakınca bin yıldan fazla yaşamış görünen Bizans bunu hep barbar aşılarıyla kendini yenileyerek başarmıştır. Bizansın başına da az barbar kral olmamıştır...

68 „Ülüş“ sistemini kullanan daha çok Moğollardır. Ama bu sistem genelde Ortaasya’daki bütün Türk Bozkır Devletlerinde kullanılır. Daha sonra Selçuklular, İslamiyetin de etkisiyle “ülüşün” yerine “ikta” sistemini kullanmışlardır.

69 Benzer süreç Cermenlerde de yaşanılır.

70 Tabi buradan Osmanlının Bizanstan hiç etkilenmediği sonucu çıkmaz! Bırakınız Osmanlıyı bir yana, ilk oluşum döneminde İslam medeniyetinin kendisi bile etkilenmiştir Bizanstan. Tarih boyunca ortaya çıkan bütün medeniyetler daima biribirlerini etkileyerek gelişmişlerdir. Osmanlı-Bizans etkileşmesinin tepe noktasında ise elbette ki İstanbul’un alınışı vardır. Osmanlı İstanbulu ve Bizansı fethederken, bir yerde kendisi de onun tarafından fethedilir. Fatihin fetihten sonra kendisine „Kaiser-i Rum“ diye hitab ettirmesi boşuna değildir. Bu konuyu daha sonra gene ele alıyoruz.

71 „Tasarruf“tan kasıt, Tanrıya-kamuya ait olan mülkü kullanma-yetkisine sahip olmaktır.

72 Şerif Mardin’in „ikinci yapılar“ adını verdiği otonom sivil toplum örgütlenmelerinin üzerinde yükseldiği temel budur.

Yüklə 2,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   125   126   127   128   129   130   131   132   133




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin