Toplumsal sistem gerçekliĞİ



Yüklə 2,28 Mb.
səhifə133/133
tarix18.03.2018
ölçüsü2,28 Mb.
#45872
1   ...   125   126   127   128   129   130   131   132   133

73 „Vasal“la „Sipahi“ arasındaki benzerlik başlangıç dönemine ilişkindir. Benzerlik diyoruz, çünkü „Va-sall „ bu dönemde bile bir „memur“ değildir. Evet henüz feodal bey değildir başlangıçta, ama memur da değildir. Ama „Sipahi“ başlangıçta da, sonrasında da hep bir memur olmuştur. Bütün mesele, Vasall’ın ya da Sipahinin, kendi varlıklarını üretim ilişkisi içinde mi, yoksa yukardan atanmayla mı gerçekleştirdiklerindedir. Sipahi, fetih esasına göre örgütlenen bir sistemin lojistik desteğinin sağlanması için yukardan, devlet tarafından atanmış bir görevlidir. Vasal ise temel amacı üretim olan bir sistemde üretim ilişkileri içinde kendini gerçekleştirir. Bu fark çok önemlidir.

74 Aslında bu „Askeri Demokrasi“ kavramını hiç sevmiyorum ben! Gentilice toplumdaki insan ilişkilerini „demokrasi“ olarak tanımlamak yanlıştır, mekaniktir. „Demokrasi“, özgür bireylerin hak ve hukukuyla birlikte oluşan bir kavramdır. İlkel komünal toplumda ise, „birey“ diye birşey yoktur. Burada birey, kendi varlığını toplumsal bütünlüğün içinde oluşturur. Buradaki „özgürlük“ de bizim anladığımız bir özgürlük değildir. Özgürlük kavramı da gene birey’i esas alan bir kavramdır.

75 Bu „Malikaneler“ bile tam anlamıyla „özel mülk“ değildir. İstenildiği zaman geri alınabiliyordu bunlar.

76 „Devlet memleketin sosyal sınıflara bölünmesine müsade etmiyor“!. Var mıdır Marksist klasiklerde böyle birşey! Yoktur tabi! Marksizm devleti, bir sınıfın baskı aracı rolünü oynayan toplumsal bir örgüt olarak tanımlar. Marks ve Engels, Osmanlı gibi göçebelikten fetihçilik yoluyla devlet kurarak sınıflı toplum haline gelmenin diyalektiğini incelememişlerdir.

77 Ama dikkat ederseniz burada kabahat ne o “Devlette“, ne de Osmanlı Tarihinde! Akrep, kendi kuyru-ğuyla kendi kendisini sokarak intihar etmeye çalışıyor o kadar!

78 Bilişsel Psikoloji’de „duygusal reaksiyonlar“ (emotionale Reaktionen) denilen bu temel varoluş fonk- siyonunu, insan benliğinin (self-selbst) oluşumunda iki katlı bir binanın alt katına, ya da temeline ben-zetebiliriz. Binanın üst katında ise bilişsel benlik-self oturur!

79 Bu konuda ayrıntılı bilgi için Birinci ve İkinci çalışmalara bakmak gerekiyor [1,2].

80 Burada önemli olan nokta şu: Osmanlı’da sınıflı topluma geçilirken toplumsal DNA’larda bir değişik-lik olmuyor! Çünkü bu geçiş toplumsal varlığı belirleyen üretim ilişkilerinin değişmesiyle olmuyor. Örne-ğin Reaya daha önce de aynı ilişkiler içinde aynı işi yapıyordu; toplum daha önce de fetihçiydi, devlet-leşmeden sonra da! Değişim, toplumsal DNA değişimi yoluyla olmayınca nasıl oluyor? Eski toplumsal DNA yapısı değişmeden bunun içine yeni unsurları monte ederek!.. İşte Türklerin sınıflı topluma ge-çişinin „orijinal“ yanı budur. „Biz bize benzeriz“in , ya da „biz sınıfsız, kaynaşmış bir toplumuz“un tarih-sel temelleri budur.

81 Bu nokta çok önemli. Mümkünse bu paragrafın bir kere daha okunmasını öneririm!..


82 Bu nokta çok önemli. Kentten çıkma Batı medeniyetinde „Başkent“ devletin kent içinden aşağıdan yukarıya oluşumuna işaret eder. Osmanlı’daki ve Türkiye’deki „Başkent“lerin anlamı ise bambaşkadır. Bizde önce devlet vardır, sonra da kentler içinden biri savunma vb. gerekçesiyle Başkent olarak seçilir!

83 Bu paragrafın da altı çizilerek okunmasını öneririm...

84 Bizim devrim olarak adlandırdığımız bu tür altüstlükler devrim değil, sistemin tersine-kendi anti mad-desine çevrilmesi olayıdır. Nitekim de daha sonra sistem tekrar bıraktığı yere döner ve oradan itibaren normal koşullarda gelişmesini sürdürür.

85 Öğrenme olayını bu sitede 6. Çalışmada ele alıyoruz.

86 Osmanlının neden kapitalizme geçemediğini merak edenlerin bu satırları iki kere okumaları gereki-yor!!

87 Şu 2001 krizini, şu banka hortumcularını düşünün!..Ve her seferinde, seçimle gelen halkın temsil- cilerinin Ankara’ya gelir gelmez devlet babanın önlerine sunduğu imkânlardan yararlanmak için nasıl birbirleriyle yarıştıklarını hatırlayın!..Şu banka senin, bu banka benim diyerek yapılan koalisyon tartış- malarını gözünüzün önüne getirin!!.. İyiki bu sefer şu „türban“ sorunu var da, aradaki bu çelişkiden dolayı günümüzdeki seçilmişleri de satın alamıyorlar!! Merkez-çevre çelişkisinden dolayı, çevre türban bayrağının arkasında durduğu için, meydana gelen denge ortamı Anadolu burjuvazisinin işine yarıyor da Türkiye ileriye doğru adım atma olanağını bulabiliyor. Eskinin kendi içindeki çelişkilerden yararla- nan yeni kendi yolunu açarak ilerliyor!..

88 Bu çalışmayla birlikte bu problem çözülüyor sanırım!

89 Bu „şehir“ kavramı da çok karıştırılabilecek bir kavram. Hangi şehirden bahsediyoruz? Ortaçağ’ın „şehirleri“ tamamen ayrı nitelikte oluşumlardır. Bunları antik şehirlerle karıştırmamak lazımdır. Ortaçağ Avrupası „kentsiz toplum“ Cermenlerin yurduydu. Ama İslam toplumlarının yaşadıkları yerler, İslamdan çok önceleri antik medeniyetlerin kentleştiği yerler olmuştur. İslam bu kentleri fethederek gelişti..

90 Doktor Hikmet Kıvılcımlı’yla bu konuda anlaşamadığımız açık! Doktor bütün günahı tüccara, „tefeci bezirganlara“ yükler! Osmanlıyı iğfal eden bunlardır diye yakınır! Onun gözünde Osmanlı ve Devlet suçsuzdur; „İlb’lerin Gazi’lerin“ torunlarına toz kondurmaz o!..Onlarda hala, devleti kurtarma misyo- nuyla karışık bir tür tarihsel devrimcilik görür!.

91 Ama onun, yani Sultan’ın „birey „olarak „varlığı“da, Batı’daki gibi, üretim araçlarının özel mülkiyetine sahip „özgür“ bir birey olmasından kaynaklanmaz. O, Allah’a ait olan mülkün, onu temsilen sahibidir. Yani gene Batı’ daki anlamda „özgür bir birey“ yoktur ortada!

92 Bütün bunları boşuna Marksist devlet-sınıf anlayışının içine sığdırmaya çalışmayın! Sığmaz çünkü! Ben yıllarca uğraştım sığdıramadım! Marks’ın „devlet“i ve „sınıf“ı, kentten çıkma Batı toplumlarının ta- rihsel gelişimi içinde biçimlenir. Marks, göçebelikten, fütuhat yoluyla devletleşmeyi ve sınıflı toplum ha- line gelişi incelememiştir.


93 Şüphesiz, Osmanlı’ya karşı verilen bağımsızlık mücadelelerinin hepsi, buralarda gelişen kapitalizmin ürünü olarak ortaya çıkan bir milli burjuvazinin önderliğinde gelişen ulusal kurtuluş savaşı değildir! Batılı ülkelerin etkisiyle-sadece fiilen değil, ideolo-jik olarak da- gelişen kurtuluş savaşıdır bunlar. Bu yüzden de, bu ülkeler Osmanlı’dan kurtulup Batı’nın etki alanına girerler. Osmanlı’nın parçalanması dünyanın gelişmiş kapitalist ülkeler tarafından yeniden paylaşılmasına bağlı olarak gerçekleşir..

94 Bu noktanın altını çiziyorum. Yavaş yavaş bir kere daha okuyunuz bu cümleyi!..

95 Bunu, öğrenme bilimi terminolojisiyle „bir modele bakarak öğrenme“ diye de ifade edebiliriz. Bu durumda ortada daha önceki süreçler sonucunda oluşmuş bir model vardır. Siz de bu modele bakarak, onu bir informasyon kaynağı olarak ele alıp, ondan gelen informasyonları sahip olduğunuz bilgilerle değerlendirerek öğreniyorsunuz.

96 Yani, Türklerin İslam’ı benimsemeleri iki aşamada oluyor. Birinci aşamada, Türk-İslam sentezi olarak Tasavvuf çıkıyor ortaya. İkinci aşama ise resmi İslam’ geçiştir..

97 „Bir hücrede İnformasyon İşleme Süreci ve Evrim“ de, yani „Birinci Çalışmada“ bu olayın doğada nasıl olduğunu ayrıntılı bir şekilde inceledik. Bağışıklık sistemi hücrelerinin çevreden gelen bakterilere, virüslere karşı mücadelede mevcut DNA yapısı içinde kalarak kendilerini nasıl daha etkin hale getirdik-lerini gördük (aynı işi antibiyotiklere karşı mücadelede bakteriler, virüsler de yapıyorlar). Bu sürecin diyalektiğini daha iyi kavramak isteyenlere bu noktada Birinci Çalışmaya dönerek ilgili kısmı bulup okumalarını öneririm.[1]

98 Ya Şeyh Bedreddin mi diyorsunuz? Neydi Şeyh Bedreddin’in Osmanlı’nın yerine önerdiği düzen? Osmanlıdan daha ileri bir düzen mi öneriyordu Şeyh Bedreddin? Hayır! Eskiye, ilkel komünal topluma dönüşü öneriyordu o. Ama toplum zaten ordan buralara gelmişti. Tekrar geriye gidiş bir çözüm değildi ki!..

99 Bu cümle çok önemli, üzerinde düşünmeden hemen geçmeyin! „Batılılaşma“ bir etkileşmedir. Batı kültürüyle geleneksel Osmanlı kültürün etkileşmesidir. „Asker-sivil Batıcılar“ bir yanda, geleneksel kültür diğer yanda. Demokratik Cumhuriyet, işte bu etkileşmenin sentezi olarak doğuyor. Asker-sivil Batıcılar bu süreçte bir tür tarihsel devrim gücü olarak yer aldılar. Onlar, mevcut olanın-varolanın, yani geleneksel toplumun inkârı olarak tarih sahnesine çıktılar. Demokratik Cumhuriyet ise bu inkârın inkârı olarak doğuyor. İşte Türklerin toplum mühendisliğinin-ya da mimarlığının diyalektiği budur..

100 Osmanlıyı ve onun devamı olan Cumhuriyet Türkiye’sini bir „Tuba ağacına“ benzetmiştik. Bununla ne demek istediğimiz yavaş yavaş anlaşılıyor sanırım!.

101 Bu bilgi, „Yöneten Devlet Sınıfıyla“ „Yönetilenler“ arasındaki ilişkiyle anlam kazanan-kayıt altında tutulan- sistemin bilgi temelidir. Devleti kurtarma ve yaşatma bilgisi de buradan kaynaklanmaktadır.

102 Bu „göbeğini kaşıyan“ terimi yeni çıktı! Eskiden sadece „cahil halk“ denirdi!

103 İşte o “türban” olayının altında yatan gerçek de budur! “Başörtüsüne evet, ama türbana hayır” diyorlar! Neden “başörtüsüne evet” peki? Çünkü o Yönetilenlere ait geleneksel bir simge de ondan, onda korkulacak bir yan yok yani! Ya türban? O başka? O ne peki? O, kendilerine rakip olarak ortaya çıkan, sonradan büyüme bir burjuvaziyi simgeliyor! Ya “şeriat”? Muhafazakâr-dinci bir kabuğun içinde gelişti büyüdü bu burjuvazi. Sonra da o kabuğu kırıp parçalayarak gün ışığına çıktı! İpek böceğinin kabuğu gibi yani! O dinci kabuk, Osmanlı’dan bu yana onları Devlete karşı koruyan bir şemsiye rolünü oynuyordu o kadar!. Ama Osmanlı kafası bütün bunları göremez ki! Anadolu burjuvazisi gerçeğini görmez de, “şeriat” der o! Modern Kayseriyi görmez de, Hayrünnisa Gül’ün başındaki türbanı görür! Ne güzel değil mi! İşin sırrını-diyalektiğini çözünce herşey nasıl apaçık ortaya çıkıyor değil mi!

104 Eski diyorum, çünkü bu dönem artık tarihe karışmıştır.

105 Rüşvet çürümeyi temsil eder. Ahlaki çöküntüyü ortaya koyar. Yani ahlaksızca bir davranıştır. Bunla-rın hepsi doğru. Ama Osmanlının kabuğu o kadar kalındı ki, bu kabuğun içindeki civciv bir türlü çıkamı- yordu dışarıya! O da ne yapsın, kıramayınca çürütüyordu onu! Peki kendisi de ahlâken bozulmuyor muydu bunu yaparken? Bozuluyordu tabi! Nereden çıktı o „hortumcular“? „Devlet malı deniz yemeyen domuz“cular! Ama burada asıl sorun, onları üreten yapının sorgulanmasıdır.

106 Bu noktanın altını çiziyorum! Hep, Osmanlı’nın içindeki ayrılıkçı-milliyetçi-bölücü akımlardan, bunla- rın Osmanlı’yı nasıl kemirip bitirdiğinden bahsedilir. Osmanlıdan bir „Türk ulusu“- bir „ulus devlet“ ya- ratmaya çalışan „milliyetçiler“in yaptığı ne idi peki! Bırakınız Osmanlı’yı bir yana, aynı süreç bugün bi- le hala devam etmiyor mu! Bir Kürt burjuvazisi ortaya çıktı da onlar mı besliyorlar bugün Kürt „milliyet- çiliğini“? Yoksa, bu bir reaksiyon mudur? Sen tutarda herkese „ne mutlu Türküm diyene“ dedirtmeye kalkışırsan, başka biri de çıkar „ne mutlu Kürdüm“ demeye başlar, öyle değil mi!..

107 İlk bakışta, Batılılaşmak, bir ulus devlet yaratmak isteyen Jön Türklerin-İttihatçıların, bu amaçlarına ulaşmak için Batı’daki gibi özerk-ikinci yapıların oluşmasını destekleyecekleri beklenir değil mi!Ama tam tersine! Bunlar, azıcık insiyatif almak, devletten bağımsız hale gelmek isteyen eşrafa, bunu bile çok görüyorlardı! Eşrafın bu şekilde palazlanarak devletin karşısına çıkabileceğini düşünerek onu daha burjuva haline gelmeden boğmaya çalışıyorlardı..

108 Bu „ulus devlet“ yaratma olayı, önce, Osmanlıyı, bir „Osmanlılık“ ruhu yaratarak ulus devlet haline getirme şeklinde ortaya çıktı!. Yani işin başında „Türklük“ falan yoktu daha ortalıkta! Çünkü Osmanlı „Türkleri“ hep küçümsemiştir! Yani önce bir Osmanlı ulusu yaratmaya çalıştı bizim ulus yaratıcılar! Ama baktılar ki bu olmuyor, Osmanlı sapır sapır dökülüyor, Osmanlıdan geriye kalanların Türk olduğu ondan sonra akla geldi!

109 Vay şu Anadolu burjuvazisinin başına gelenler! Müthiş bir mücadele değil mi! Bunların toplumsal DNA’ları gerçekten Devlete karşı mücadele içinde gelişiyor..

110 Düşünün, emperyalistlerin yardımıyla, aşiret devletinden bir „ulus devlet“ yaratıyorsunuz. Tarihsel devrim mekanizmasına bağlı bir tür toplum mühendisliği bu. Bu süreçte yola çıkarken sahip olacağınız bilgi temeli çok önemlidir. Çünkü toplumu belirli bir bilgiye göre yeniden yaratmayı hedef alıyorsunuz, yani, sürecin nasıl gelişeceğini belirleyecek olan temel bu oluyor. Bu şekilde, emperyalist ülkelerin himayesinde bir sürü sunni „ulus devletler“ kuruldu savaş sonrasında. Ve dendi ki, bu ülkeler bir ulusal kurtuluş savaşının ürünü olarak ortaya çıkmış milli devletlerdir.. Burjuvasız bir ulusal kurtuluş savaşı sonrasında „küçük burjuva“ denilen yerli despotların egemenliğiyle taçlandırılan bu devletlerin daha sonra nasıl bir gelişme çizgisi izledikleri yakın tarihin konusudur...

111 Burada „koloni“ kelimesini, aynısının uzantısı, küçük bir kopyası anlamında kullanıyorum. Eskiden antik kentler de böyle „koloniler“ kurarlarmış. Kentten kopan bir grup gider başka bir yerde o kentin benzerini oluştururmuş, bu anlamda kullanıyorum.

112 Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve daha sonra da Serbest Fırka..Bunlar, Cumhuriyet’in demok

ratikleşmesi yönünde atılan adımlar olarak tarihe geçiyor. Ama başarılı olamıyorlar tabi. Neden? Yeni, daha ileri olan birşey daima eskinin-varolanın içinde olgunlaşarak gün ışığına çıkabiliyor..Birinci Cum-huriyet süreci yaşanmadan, daha o zamanlar demokratik bir cumhuriyet haline gelinebilir miydi acaba? Tarih, gerçekleşmesi ihtimal dahilinde olan şeylerden ancak mümkün olanların gerçekleşmesiyle oluşuyor.. Yoksa, bugünden geçmişe projeksiyonlar yaparak geçmişi yargılamak kolay!..



113 Burada „çarpıklıktan“ kasıt, kendi normal-tabii (aşağıdan yukarıya doğru) yolunun dışında, yukar-dan aşağıya doğru, devlet eliyle, kontrollu bir şekilde geliştirilmeye çalışmasındandır.

114 „Dağınık sistem“ konusunu daha önce ele aldık.

115 Demokrat Parti’yi kuranlar Halk Partisi’nin içinden çıkarlar..

116 İşte, 1970’lerin, 80’lerin darbeleri destekleyen devletçi burjuvalarını-TÜSİAD’cıları- bile değiştirerek, bugün artık onları bile burjuva devrimi sürecine, demokrasi mücadelesine katılmaya zorlayan sürecin diyalektiği budur. Hey koca Türkiye hey, ne sular aktı senin o köprülerinin altından! (TÜSİAD’cı burju-vaziyle Anadolu burjuvazisi arasındaki çelişki ayrıdır!)..

117 Bir (AB) sisteminde A ve B ye sistemin „iç dinamikleri“ denilir. Daha başka bir deyişle de, etkileşim partnerleridir bu dinamikler. Bir sistemin etkileyen ve etkilenen, değiştirirken değişen unsurlarıdır bunlar. Bu etkileşim, değişim sürecinin sonunda da sistem bütünüyle değişmiş olur. Bir sistem olarak Türkiye toplumu söz konusu olunca, burada „dış dinamik“ten kasıt da dünya kapitalist sistemidir.

118 „Globalizm“, tekleşen dünya pazarlarında sermayenin ulusal sınırların ötesinde özgürce hareketidir.

119 Madalyonun diğer yüzünü, ileri-gelişmiş kapitalist ülkelerdeki işsizliği vs.daha sonra ele alacağız..

120Bu çalışma 2005 yılında yayınlandı. TÜSİAD’ın 2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimi ve 22 Temmuz seçim süreci içindeki tavrını ise daha sonra „Makaleler“ kısmında (2. Makale) ele aldık. Burada önemli olan şudur: TÜSİAD’cılar ne yaparlarsa yapsınlar, devletçi kökleri onları ne kadar eski müttefiklerinin yanına çekerse çeksin, artık tekrar geriye dönüş mümkün değildir! Büyük burjuvazinin yeri bundan sonra modern bir sınıf olarak sistemin genel işleyişi içindeki yeridir..

121 Medeniyet yaşam biçimidir. Nasıl yaşanılacağını belirleyen ise üretim ilişkileridir, neyin nasıl üretil- diğidir. Türkiye toplumunun medenileşme mücadelesinden bahsettiğimiz zaman bu, kapitalistleşme, kapitalist üretim ilişkilerinin topluma egemen hale gelmesi, buna bağlı olarak da yaşam biçiminin-ki buna kültür de denir- bu yeni üretim tarzına uygun hale gelmesi, bunun için verilen mücadele anlaşılır.

122 Burada „derin“ den kasıt, buz dağının görünmeyen alt kısmıdır! Bizde, o buzdağı gibi, Devletin bir görünen modern yüyüzü vardır, bir de, o görünüşün altında yatan- görünmeyen aşiret devleti özü! Bizde Devlet, kendi içinde, Osmanlı’dan arta kalan bu mirası bir sır gibi saklayarak-sakladığı için Dev- lettir...

123 Aslında tabi bu süreç çok daha önceleri, Jön Türkler döneminde başlıyor. Zaten yeni devlet de bu sürecin bir sonucu.

124 Bu Çalışma 2005’te yayınlandı. Daha sonra (2007) Cumhurbaşkanlığı ve 22 Temmuz seçim süreç-leri yaşandı Türkiye’de. TÜSİAD’ın bu süreçte izlediği rolü, bunun nedenlerini „Makaleler“de ele alma-ya çalıştık. İlgi duyanlar bu site içinde yer alan „Makaleler“e girip bakabilirler..

125 Bak „Makaleler“..

126 Bu, „dünya vatandaşlığı“ndan ayrı bir varoluş halidir. Çünkü, vatandaş kavramı kendi içinde halâ birey olarak varoluşu içerir. Modern komünal dünya insanı ise birey olarak gerçekleşmez. O, bütünün içinde erimiş, birey olarak yok olmuştur artık. Bütün bunları, birey olarak gelişmemiş sınıflı toplum insa-nının anlaması zor olabilir. Ama gerçek budur.

127 Bizdeki Başkent’le bunu kıyaslayınız, sadece bu bile iki tarihsel gelişme çizgisi arasındaki farkı açıklamaya yeter!.Hiç aklınıza geldimiydi bugüne kadar „başkent“ nedir diye düşünmek?

128“Küresel boyutta yeni bir sistem” derken neyi mi kastediyoruz? Örneğin interneti ele alalım, küresel-dağınık bir sistemdir bu (distributive-verteilte system). Biryanda, bütün insanlığın malı haline gelen, internet ortamında herkesin kullanımına açık olan bir bilgi var ortada, diğer yanda da, bu ortak bilgiyi kullanarak herbiri kendi işini gören otonom agent’ler-yani internet kullanıcısı insanlar. Bu bir sistemdir; küresel dağınık bir sistem. Burada altı çizilmesi gereken nokta, dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış vaziyette bulunan agent’lerin (internet kullanıcısı insanların) ortak bir bilgiyi kullanıyor olmalarıdır. Ama, 21.yy’a gelinceye kadar dünyada henüz daha herbirisi kendisi için bir agent olarak faaliyet gösteren toplumların bağlı oldukları, ya da bağlı olmak zorunda kaldıkları ortak bir küresel bilgi-dünya sistemi söz konusu değildir. Herkes kendi bilgisine-kurallarına göre hareket etmektedir. Tıpkı doğada olduğu gibi, güçlü olanın üstte, zayıf olanın ise altta güreştiği acımasız bir hayatta kalma savaşıdır yaşanılan.


129 Bu konuda Marksist-Leninist literatürde yazılanların hepsi doğrudur. Durum gerçekten de böyleydi. Ve „işçi sınıfı devrimciliği“ de bu koşullara karşı bir reaksiyon olarak ortaya çıkmıştı..

130 Bu anlamda, kelimenin tam anlamıyla, “denize düşenin yılana sarılması“dır AB olayı! Eski tekelci kapitalist yöntemlerle iş yapamıyorlardı artık; üstelik bir de büyük patronun (ABD) koruyucu şemsiyesi altında yaşamak zorundaydılar! Yapılabilecek bir tek şey vardı ve onlar da onu yapmaya koyuldular: Eski sandıklarını açtılar ve çoktan tarihe gömdükleri eski silâhlarını yeniden kuşanmaya soyundular. Bugün başlarına gelenleri o günlerde görebilselerdi gene de aynı şeyleri yapabilirlermiydi acaba? Ama başka çözüm yolları yoktu ki! Tarihin diyalektiği böyle işliyor işte!..



131 Aslında beyin bir „makine“ falan değildir tabi! Burada konuyu daha iyi açıklayabilmek için bu ifadeyi kullanıyoruz.

132 Bu satırların yazarı 1980 yılında siyasi mülteci olarak Almanya’ya geldikten sonra ilk sekiz yıl bir fabrikada işçi olarak çalıştı. O yıllarda haftalık çalışma saatinin 35 saate indirilmesi mücadelesi verirdi sendikalar. Daha sonra da bu mücadelede başarıya ulaşılmıştı. Ama şimdi (yıl 2005) tekrar 40, hatta 45 saate çıkılmaya çalışılıyor da kimsenin sesi çıkmıyor! Ne sendika kaldı ortada ne de işçi sınıfı’nın etkinliği!.. İşveren, “istemiyorsanız , fabrikayı söker başka ülkeye giderim” deyince kimsenin sesi çıkmıyor!..

133 Çağa ayak uydurabilen, gelişmek, zenginleşmek isteyen ülkeleri kastediyoruz tabi! Türkiye’de bu tür ülkelerden biri. Saddam tipi, içe kapanmacı-ulusalcı-globalleşme düşmanı ülkeler henüz bu sürecin dışındalar, ya da öyle olduklarını sanıyorlar! Kafalarını kuma gömdükleri için içleri rahat henüz daha. İran veya Venezuella gibi petrole dayanarak kabadayılık yapan ülkeler ayrı bir konu!.

134 “agent”, informasyon işleme biliminde kullanılan bir kavram, informasyonu değerlendirip işleyen otonom bir unsur-element-

135 Her ilişki son tahlilde bir sistem ilişkisidir. Bu nedenle toplumlar arasındaki ilişkiler de her düzeyde, her zaman belirli sistematik ilişkiler olarak oluşur ve gelişirler. Burada kastedilen, bu ilişkilerin küresel- leşme öncesi dönemde dünyayı tekleştirecek, tek bir sistem haline dönüştürecek boyutlarda olmadığı-dır; ya da daha gevşek ilişkilerden oluştuğudur. Yoksa, geniş anlamda dünyadaki toplumlar arası ilişkiler her zaman bir sistem ilişkisi olarak ele alınabilirler.

136 Ama sadece Türkiye değil! Alın bir Suriye’yi, Arap ülkelerini, Afrika ülkelerini, ya da Asya’daki birçok diğer ülkeyi, bunların hepsini genel olarak aynı “gelişmekte olan ülkeler” kategorisi içinde ele alabiliriz. Türkiye bunların belki de en ilerisi. Hemen hemen hepsi de, kendine özgü, kendini “ulusalcı”, ulus ya-ratıcısı olarak nitelendiren, ama öte yandan, ülkede kendilerinden bağımsız bir burjuva sınıfının geliş-mesinin de önündeki en büyük engel olan bir devlet sınıfının yönetimindeki ülkelerdir bunlar.

137 Otuz yıl önce, “Kral çıplaktır” deyince herkes şaşkın şaşkın bakıyordu bana! Çünkü, herkes kralı “Kral” sanıyordu daha o zamanlar! Kralın çıplak olduğunu sadece onun en yakın çevresinde olanlar biliyordu! Bu gerçeği benim görebilmem bir tesadüftü belki, belki de olağanüstü birşeydi! Bir tek Kralın etrafındakiler durumu ciddiye aldılar ve hemen el ve ağız birliğiyle onun giyinik olduğunu “ispat” ediverdiler! Aksini söyleyenlerin kafayı üşütmüş olması gerektiğine ikna ettiler seyircileri!..

138Peki sermaye nedir? Sermaye üretim ilişkisidir, kapitalist üretim ilişkisidir. O halde küreselleşme, ka- pitalist üretim ilişkisinin bütün dünyayı bir ağ gibi örmesidir. Dağınık, ama biribirine bağlı bir dünya sisteminin oluşmasıdır. Bu sistemde sistem merkezini temsil eden belirli bir “nokta”, yer, temsilci vb. yoktur. Sistem merkezini temsil eden sıfır noktası yere ve zamana bağlı değildir, her yerde oluşabilir!

139 Bu konuyu burada mümkün olduğu kadar basite indirgeyerek anlatmaya çalışıyorum ama, gene de, işin bilimsel yanını daha derinlemesine incelemek isteyenlere daha önceki çalışmalara [1,2,3,4] gözat- malarını öneririm.

140 Hürriyet Gazetesi, 17 Ekim 2005

141 MIPS=Millions of Instructions per Second (bir saniyede kaç milyon işlemin yapıldığı).

142 Burada kullandığımız „vatandaş“ kavramının bir sistemin elementi olmaktan başka bir anlamı yok- tur. Çünkü bilgi toplumunun vatandaşı birey statüsünde değildir artık. Böyle bir toplumda toplumdan ayrı bir varlık olarak bir birey-vatandaş düşünülemez.

143„Dağınık sistemler“ konusunu bu çalışma boyunca yeterince inceledik. Ayrıca bu konuda 4. çalışma- ya da bakılabilir[4].

144 „Agent“, bilişsel bilim dilinde, çevreden aldığı madde-enerjiyi-informasyonu kendi içindeki bilgiyle işleyerek bir çıktı-output oluşturup bununla da çevreyi etkileyen unsurdur. Bir sistemin elementlerine agent denilebileceği gibi, sistem içinde otonom faaliyet gösteren alt sistem unsurlarına da bir agent gözüyle bakılabilir.

Yüklə 2,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   125   126   127   128   129   130   131   132   133




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin