Toplumsal sistem gerçekliĞİ


DEVRİMİN ÖNCÜ GÜCÜ BİLİM İNSANLARIDIR



Yüklə 2,28 Mb.
səhifə131/133
tarix18.03.2018
ölçüsü2,28 Mb.
#45872
1   ...   125   126   127   128   129   130   131   132   133

DEVRİMİN ÖNCÜ GÜCÜ BİLİM İNSANLARIDIR

Çocuğu doğuran ve büyüten ananın verdiği-vereceği mücadeleler bilgi toplumuna geçişte devrimin altyapısıdır; ama devrimin öncü gücü, onu temsil eden, yaratan ve örgütleyen esas güç bu temel üzerinde yükselen bilim insanlarının çabası olacaktır.


Kimdir bu biliminsanları, ne yapıyor bugün bunlar?
“1998’de Silikon Vadisi’ne yaptığım bir ziyaret sırasında rastladığım tipik bir teknik yöneticiye, Irak’tan, Rusya’dan ya da dış savaşlardan en son ne zaman söz ettiğini sorduğumda, bana gururla şu cevabı verdi: “En çok yılda bir kez. Washington bile umurumuzda değil. Parayı Silikon Vadisi üretiyor, Washington çarçur ediyor. Ben servet ve iş üreten insanlar hakkında konuşmak istiyorum. Sağlıksız ve üretken olmayan insanlardan söz etmek istemiyorum. Kendi ülkemdeki servet israfçıları bile umurumda değilse, başka ülkelerdekiler neden umurumda olsun?”[20]
Bilim insanları bilgiyi üreten insanlardır. Ama, kim üretiyor bilgiyi, sadece üniversitelerdeki öğretim üyeleri, profesörler, ya da Silikon Vadisinde çalışanlar mı? Onlar da üretiyorlar tabi; ama bilginin ve teknolojinin demokratikleştiği bugünkü dünyada, bilim insanları artık akademik kariyer sahibi insanlarla sınırlı değildir. Çünkü bilim artık bütün insanlığın malı haline gelmiştir. Sıradan, hiçbir akademik kariyeri olmayan bir insan bile bugün isterse dünyanın her yerinde üretilen bilgileri bir anda bilgisayarının ekranına indirebilir. Bir MIT de, bir Oxford’da yapılan çalışmalara anında birinci elden sahip olabilir. Tek birşey yeter bunun için: Önünü görebilmek ve motivasyon! Yani istemek, bilgiye açlık duymak, bilginin nelere kadir olduğunu görebilmek yeter. Ama birşey daha gerekli tabi: Korkmamak, cesur olmak, bilgiyle kuşanarak bilgi toplumunun bir savaşçısı olunabileceğinin bilincine varmak. Bu insanlar dünyanın her yerinde var bugün. Harıl harıl bilgisayarlarının başında kafa patlatan, bilgi üretmeye çalışan insanları kastediyorum. Kapitalistlerin milyarlarca dolar harcayarak kurdukları araştırma-geliştirme enstitülerinde çalışan insanlardır bilgi toplumunun öncüleri. Bütün mesele, bu insanların yaptıkları işin bilincine varabilmelerinde yatıyor. Bugün, ürettikleri bilgiyi kapitalistlere satan bu insanların çabaları aydınlatıyor bilgi toplumuna giden yolu. Ve ben diyorum ki, ey bilim insanları, üretmeye, yaratmaya devam edin, ama bunu yaparken dünyamızı yok olmaya götüren kapitalist çılgınlığı da görün! Silikon Vadisindeki arkadaşlarınız gibi kendinize yeni bir koza örüp onun içine kapanmayın. Madem ki üreten, yaratan sizlersiniz, politik gerçeklere karşı da ilgisiz kalmayın! Unutmayın ki bu dünya herkesten çok sizindir, bilginin gücünü kullanarak, onu yok etmek isteyenlere karşı durmayı öğrenin!

EK:

KUL NEDİR, KUL İLE KÖLE ARASINDA FARK VARMIDIR?


Toplum, elementlerini insanların oluşturduğu bilişsel bir sistemdir demiştik. Buradaki “insan” kavramı bilişsel bir varlık olarak bütün toplum biçimlerini kapsayan genel bir kavramdır. İlkel komünal toplumlar da, sınıflı toplumlar da, elementlerini insanların oluşturduğu bilişsel sistemlerdir.


Peki ya köleci toplum, o nasıl bir sistem oluyor? Burada da gene görünüşte elementlerini “insanların” oluşturduğu bir sistem var ortada; ama biz biliyoruz ki, köleci toplumda bir avuç köle sahibinin dışında insan insan olarak sayılmıyor! Bir üretim aracı konumunda insan burada. Bir robot, bir hayvan gibi. Bu durumu nasıl açıklayacağız?
Köleci toplumu bir yana bırakalım. Örneğin, Osmanlı’yı ele alalım. Osmanlı toplumu bir köleci toplum mudur? İlk bakışta verilecek cevap “hayır değildir” olacaktır! Evet, Osmanlı’da da birçok yerde köleler vardır, köle sahibi olmak son derece normal birşeydir, ama bir Roma’yla, eski Greeklerle kıyaslanınca burada durumun biraz farklı olduğu görülür. Bu yüzden de Osmanlının daha çok, Reaya (sürü) adı verilen, görünüşte “özgür” köylülerle, “Kul” adı verilen kişiliksiz-devşirme bir tebaadan oluştuğu söylenir. Ve denir ki, köle ve kul, ya da Reaya farklı kavramlardır..
Soruyu şöyle soralım: Açıkça insan yerine konmayan köle ile Osmanlı’nın Reaya’sı ve Kul’u arasında bir fark var mıdır? En azından pratikte böyle bir fark var mıdır?
“Kul” demek Tanrının karşısında hiçbir kişisel-bireysel varlığı-nefsi (self) olmayan insan demektir. Buna göre bütün insanlar Tanrının kullarıdır. Tanrı sistem merkezindeki sıfır noktasını-denge durumunu- uyumu, adaleti temsil ettiği için, insanların bu Tanrı karşısında hiçbir varlıkları oluşmaz. Sınıflı topluma geçerken yeni bir denge durumu yaratmaya-yeni bir üst yapı oluşturmaya çalışan dinlerin temel çıkış noktası budur.
Sınıflı topluma geçmeden önce bütün ilkel komünal toplumlarda sistem bu denge-ilahi adalet zemini üzerine oturuyordu. Ama burada (yani ilkel komünal toplumda) insan henüz daha kul değildir! Çünkü bu durumda Tanrı adına sistem merkezini temsil eden şef henüz daha bir kamu görevlisidir. Yani diğer insanlara göre hiçbir ayrıcalığı bulunmayan bir insandır. Ne zaman ki, askeri şef, sistem merkezinde bulunan Tanrıyı temsil ederek üstün insan konumuna yükseliyor, o andan itibaren komün insanlarının niteliğinde de bir değişme olur. İnsanların Tanrının (yani sistem merkezinde bulunan sıfır noktasının) karşısındaki kişiliksiz konumları, artık Sultan haline gelen şefin karşısındaki kişiliksizliğe dönüşür. Eğer bu geçiş barbarlığın yukarı aşamasından sınıflı topluma geçişse, bu durumda insan artık bir üretim aracı olarak anılacak ve ona köle denilecektir. Yok eğer Osmanlı gibi orta barbarlıktan sınıflı topluma geçen bir toplum söz konusuysa, bu durumda da insan Reaya ve Kul şeklinde ortaya çıkar. Reaya sürü demektir. Baştaki Sultan çoban, halk da sürü, yani hayvan oluyor bu durumda. Köleyle Reayanın farkı, kölenin bir üretim aracı olması. Yukarı barbarlıktan medeniyete-sınıflı topluma geçişin ürünü o. Burada tarımsal faaliyet egemen olduğu için insan hemen üretim aracı statüsüne sokuluveriyor. Osmanlı gibi orta barbarlıktan sınıflı topluma giren toplumlarda ise esas olan üretim faaliyeti olmadığı için, burada insan da ilk bakışta bir üretim aracı falan olarak görülmüyor. Reaya, ya da sürü olarak görülüyor! Neden Reaya, ya da sürü peki? Orta barbarlar çoban kavimler. Onlarda insan demek çoban demek, bir de sürü var onların hayatlarında. Sistem kendi içinde sınıflara bölünmediği için başka şey bilmiyor onlar. Ne zaman ki aşiretin başındaki şef Sultan olur, bu durumda fethedilen yerlerde yaşayan diğer insanlara da sürü olmak düşer. Yani köle, yukarı barbarlıktan sınıflı topluma geçen bir toplumda bir üretim aracı olarak görülen insana verilen ad iken, Reaya orta barbarlıktan sınıflı topluma geçiş aralığındaki altta kalan insanların adıdır. Aradaki fark budur. Her ikisi de insan yerine konmaz, her ikisi de bir araçtır. Biri üretim aracı, diğeri de fetih makinasının çarklarını oluşturan bir araç!..
Kul ise yönetici kadro için özel olarak yetiştirilen kişiliksiz insanlar-robotlar- ordusudur. Fethedilen yerlerde bulunan müslüman olmayan ailelerin çocukları küçük yaşta ailelerinden alınıyor ve bunlar Devlete bağlı kişiliksiz robotlar olarak yetiştiriliyor. Gene aslında objektif olarak köleyle arada hiçbir fark yok. Fark sübjektif. Reaya köleye göre kendisini özgür görüyor bir ölçüde! Ama, objektif olarak Kul, Reaya bunlar özünde köledir hep. Osmanlı üretici olmayan fetihçi bir toplum olduğu için burada köle denmiyor da mevcut duruma uygun kavramlar olarak Reaya ve Kul deniyor. Reaya demek fetihçi devlete asker yetiştiren demek pratikte. Yani devletin asıl gelir kaynağı üretim değil. Devlet fetihçilikten, ganimet avcılığından yaşıyor. Reaya da “özgür köylü” olarak ona asker sağlıyor!

Şöyle düşünelim: Başlangıçta merkez sıfır noktasıyla (buna Tanrı deniyor) temsil edildiği için, bu durumda komün insanlarının bu merkezin karşısında bir varlıkları-nefsleri oluşmaz. Biz bunu “ilkel sınıfsızlık” olarak adlandırırız. Bütün insanlar eşit olduklarından, Ka=Kb, ya da, Ka-Kb=0 dır. Yani, insan ilişkilerinde denge hiç bozulmaz. Merkezdeki sıfır noktası hiç etkilenmez bu ilişkilerden (K: Kuvvet)


Ne zaman ki, merkez, “Tanrıyı temsilen” de olsa, diğer insanlardan ayrıcalıklı bir Şef, ya da Sultan tarafından temsil edilir hale gelir, işte o andan itibaren insan ilişkileri de değişmeye başlar. Merkezi temsil eden Şef, Tanrının (yani sıfır halinin) temsilcisi olduğu için, onun nefsi-varlığı bir “varlık” olarak görülmez! Tabi bu böyle olunca, diğer insanların varlığı da bunun karşısında “yok” hale gelir. Ka=0 olarak kabul edilince Kb de sıfır olur. İşte insanların “Kul” haline gelişinin hikâyesi, ya da matematiği budur!..

Aralık 2005; gözden geçirilip genişletilme, Aralık 2007

Münir Aktolga

Yüklə 2,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   125   126   127   128   129   130   131   132   133




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin