Toplumsal sistem gerçekliĞİ



Yüklə 2,28 Mb.
səhifə48/133
tarix18.03.2018
ölçüsü2,28 Mb.
#45872
1   ...   44   45   46   47   48   49   50   51   ...   133

DİN-DEVLET İLİŞKİSİ

Peki devlet de aynı görevi üstlenmiyor mu? Yani devlet de, ilkel komünal toplumdan sınıflı topluma geçişte, toplumsal üst yapıyı, insanlar arasındaki ilişkileri o aşamanın maddi gerçeklerine göre, (bu aşamadaki üretim ilişkilerine göre) düzenlemek, mevcut duruma uygun bir denge halini oluşturabilmek çabası değil mi? Elbette öyle! O halde dinle devlet arasındaki ilişki nedir?


Yeni bir denge durumunun oluşması demek, yeni bir sistemin oluşması demektir. Yeni bir sistemin oluşması ise, sistem merkezinin bir üst basamağa kayması anlamına geliyor. Eski sistemin merkezini temsil eden sıfır noktasından yeni sistemin merkezinin temsil olunacağı sıfır noktasına geçiştir bu! Görüyorsunuz, iki sıfırın arasında kalıyor bütün o yaşam süreci dediğimiz şey! Tanrı ise, her iki durumda da, merkezdeki sıfır noktasında bulunuyor. „Ne yerdedir, ne gökte, heryerde-herzaman hazır ve nazır olan, hiçbir rengi kokusu, niteliği, niceliği, ismi, cismi olmayandır o“, yani sıfır halidir! „Şuna yok böyle birşey desene“ demiş bektaşi! Aynen öyle! Yok böyle birşey! Amaa! İşte onun (sıfırın) „varlığı“ da bu „yokluğu“ zaten! Bu yokluğu kavramadan varlığı da kavrayamıyorsun!.
Devlet? Devlet de, bir açıdan din gibi, yeni bir denge durumunun oluşturulması çabasının ürünüdür! Yeni üretim ilişkilerine uygun yeni bir kimlik-üstyapı oluşturuluyor son tahlilde. Ama bu kez, nelerin yapılıp nelerin yapılamayacağını düzenleyen bir kamu gücü de var ortada! Denge-düzen bu kamugücü aracılığıyla, zorla ayakta tutuluyor. Başka türlü, toplumsal yaşamın kendini üretebileceği bir platform oluşamıyor. Hem onsuz olmuyor, hem de, olunca böyle oluyor!..
Kim kuruyor peki bu kamu-düzenini, kim örgütlüyor bütün bu devlet mekanizmasını? Özünde, üretim ilişkilerinin içinde tabii olarak şekilleniyor herşey. Mevcut üretim ilişkilerini, dolayısıyla da toplumsal durumu-sistem merkezini- egemen-dominant bir sınıf temsil ettiği için de, bu örgütleme işini de o hayata geçirmiş oluyor, yani örgütün-devletin- kurucusu o, egemen sınıf olumuş oluyor! Üretim ilişkilerini, dolayısıyla da sistem merkezini temsil eden egemen sınıfın, sistem merkezindeki sıfır noktasında gerçekleşen “tanrısal adaleti”-dengeyi inkârına karşı alt sınıfların oluşturduğu reaksiyonların bastırılarak, egemen sınıf lehine olan “dengenin” tekrar oluşmasını sağlama çabasıdır devlet. Sistemin atalet direncinin somutlaşmış biçimidir.
Devlet, sınıflı toplumlarda toplumsal varlığı temsil eden instanzdır. Toplumun çevreyle etkileşerek kendini üretmesi sürecinde oluşan örgütlü toplumsal reaksiyonlar temelinde oluşur. Burada örgütlülükten kasıt, toplumsal varlığı üreten etkinliklerin orkestral bir yapıya sahip olmasındandır. Yani, toplumun çeşitli alt sistemlerinin fonksiyonlarının bir sonucu olur o. Sistemin-toplumun kendini üretmesi sürecinde, her an bozulan dengeyle birlikte toplumsal varoluş instanzı olarak gerçekleşen bu örgüt-bu instanz, aynı anda, hem mevcut dengenin inkârını temsil eder, hem de onun yeniden oluşturulması çabasını!
Tanrı ise, sistemin merkezinde oluşması gereken denge durumunu temsil eden sıfır halidir dedik. İşte, sınıflı bir toplumda insanları daha çok “dindar” yapan süreç, kaybolan bu dengeyi-adaleti, eşitliği arama, onu tekrar kurma arzusudur. Ezilen sömürülen, ama kendisini çaresiz hisseden insanların sığındığı bir umut kapısıdır din. Devlet ise, sistem merkezini temsil eden varlık olarak Tanrısal varlığın inkârıdır aslında; ama o, kaybolan dengeyi tekrar kurmaya yönelik bir güç olarak da gerçekleştiği için, zaman zaman tam tersi bir görünüme de sahip olur ve bu durum, devletin “tanrının yeryüzündeki temsilcisi“ olmasıyla açıklanır.
İlkel komünal toplumda, sistem merkezini temsil eden totem-tapınak-Tanrıyla, toplumsal varlığı temsil eden komün şefi arasında hiçbir farklılık-mesafe oluşmaz. Komün şefi dışa karşı komünü-toplumsal varlığı temsil ederken, içerde de, sıfır noktasını-tanrısal adaleti temsil eder. Ama sınıflı topluma geçişle birlikte (devletin ortaya çıkışıyla birlikte) bu durum değişir. Devlet, dışa karşı gene toplumsal varlığı temsil edendir, ama içerde sistemin merkezi egemen bir sınıf tarafından işgal edilmiş olduğundan, toplumsal dengeyi-tanrısal adaleti sağlamak için artık bir kamu gücüne de ihtiyaç vardır! Zaten „devlet“ de, işler bu noktaya geldikten sonra devlettir!

DEVLET NE ZAMAN ORTADAN KALKAR

Ama bütün bu açıklamalar „devlet düşmanlığının“ gerekçesi olarak kullanılamaz! Çünkü devlet insanlığın tarihsel evrim sürecinin bir ürünüdür. Kimse tutupta insanlara yukardan böyle bir kamu gücünü dayatmamıştır! Üretimin toplumsal olarak yapıldığı, insanların toplumsal varlıkla birlikte var olduğu bir dönemden, bireysel üretim faaliyetine geçişe paralel olarak, bireyin öne çıktığı bir dönemle birlikte doğmuştur devlet de. Bireyin toplumsal varlığı inkârı sürecinde, bireysel üretimi ve bireyi korumakla görevli olarak. „Tanrıyı inkâr ederek cennetten kovulan insanın-“bireyin”43bu dünyadaki“44 koruyucu kalkanıdır devlet! Ne zaman ki kâr amaçlı bireysel üretim faaliyeti son bulur, insanlar arasındaki, ürüne sahip çıkmadan kaynaklanan çıkar çatışmaları sona erer, devlet de o zaman, bu sürece paralel olarak ortadan kalkacaktır. Bu hedefe ulaşmanın yolu ise, bireyin (ve sınıflı toplumun) gelişmesine karşı çıkmaktan, onu engellemeye çalışmaktan , ona ayakbağı olmaktan geçmiyor! Tam tersine, onun gelişme yolunu açmaktan, onun, bazan kâr hırsıyla tıkadığı bu yolu açmak için gerektiğinde ona karşı mücadele etmekten, yani, onun kendi inkârını gerçekleştirmesine yardımcı olmaktan geçiyor!


İşte modern komünal topluma gidişin, bilgi çağına açılan kapıların diyalektiği budur. Bugün, küresel rekabette yenik düşmemek için, en iyi kalite malı en ucuza üretmek zorunda olan, daha çok kâr elde edebilmek için dünya pazarlarını genişletmek zorunda olan, ama bunun için de, dünyanın her köşesinde kapitalizmi geliştirmek zorunda olan kapitalizmin açmazı budur işte! Onu kendi inkârına götüren süreç budur! Daha çok kâr elde edebilmek, üretim maliyetlerini düşürebilmek için daha çok robot kullanmaya, daha çok bilgi üretmeye ihtiyacı var kapitalizmin. Daha çok bilgi ve daha çok robot ise, kendini inkârdan başka birşey değildir. İşçilerin yerine robotların çalıştığı, işçilerin istirahat edip hobileriyle uğraştıkları bir dönemde hangi enayi kapitalist kalır ki ortada!..Ya devlet? Kimin çıkarını kime karşı koruyacaktır devlet böyle bir toplumda? Sınıflar ortadan kalkınca, ürüne sahip çıkma kavgası bitince, devletin görevi de biter. Bu, insanın kaybettiği cennetine yeniden dönüşü olacaktır. Gelişmiş, kendi nefsinin (self) bilincine varmış bireylerden oluşan bir toplum nasıl bir toplumdur ki!.. Bu konuya tekrar döneceğiz. Biz şimdilik din konusuna kaldığımız yerden devam edelim.

Yüklə 2,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   44   45   46   47   48   49   50   51   ...   133




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin