Toplumsal sistem gerçekliĞİ



Yüklə 2,28 Mb.
səhifə45/133
tarix18.03.2018
ölçüsü2,28 Mb.
#45872
1   ...   41   42   43   44   45   46   47   48   ...   133

FETİHÇİ DEVLET

Tarihsel devrim gücü göçebe barbarların kurduğu bu devlet, esas itibariyle fetihçi bir devlettir. Fetihçilik onun toplumsal-tarihsel genlerinde olan bir özelliktir. Sistemin kendi kendini üretme mekanizmasıdır-“işletme sistemidir”! Çünkü, tarihsel devrim gücü olarak devlet kuran barbar insanın gözünde toprağa yerleşmek, tarımsal faaliyette bulunmak, kısacası üreterek var olmak küçültücü bir durumdur. Aslında sadece onlar için değil, o çağda herkes için böyleydi bu! Yani, herkes tarafından kabul edilen tabii bir durumdu. Üretici olmak aşağılanacak bir özellikti! Çünkü bu işi köleler yapıyordu. Üretimsiz olmuyordu, herşeyin temeli üretimdi, ama bunu da köleler yaptığı için, üretim faaliyeti diğer insanların gözünde küçültücü bir faaliyetti!


Fethedilen medeniyetin köle sahipleri sınıfına mı özenecekti devrimci barbarlar! Devrim dalgası onları zaten silip süpürmüştü! Geriye ne kalıyordu peki? Savaşçı olmak! Herşeyin başına üretmek, üreterek zenginleşmek konmayınca, üretim faaliyeti küçültücü bir faaliyet olarak görülünce, geriye bir tek zor unsuru kalır. Yani zora-güce başvurarak başkalarının zenginliklerine el koyarak varolmak kalır. Bu, tarihsel devrim mantığıyla da beslenince, ortaya eski aşiret ruhunun yeni duruma uygun kötü bir kopyasından başka birşey olmayan bir devlet ideolojisi çıkar! Buna bağlı olarak da tabi, bu ideolojiyi temsil eden bir devlet sınıfı. Eski aşiret toplumunda, üretim araçlarının-toprağın-sürülerin mülkiyeti Tanrıya, Tanrı adına da, sistem merkezinde temsil olunan toplumsal varlığa (Tapınağa) ait değilmiydi! Aşiret reisi de zaten bu temsil görevini yerine getirmiyormuydu! İşte, tarihsel devrim gücü göçebe barbarın devlet anlayışının, buna bağlı olarak oluşan devlet ideolojisinin çıkış noktası da budur. Devlet sınıfı ise, bu ideolojinin, dünya görüşünün maddeleşmiş şeklinden başka birşey değildir.
Köleci toplum-antika medeniyet, üretim araçlarının (başta köleler olmak üzere) özel mülkiyeti üzerine kuruludur. Tarihsel devrimle birlikte, barbarlar yönetimi alır almaz hemen, üretim araçlarının mülkiyetinin Tanrıya ait olduğu ilan edilerek, eski mülk sahipleri mülksüzleştirilir. Bundan böyle mülkün sahipliği yetkisini Tanrıyı temsilen devlet (devlet sınıfı) kullanacaktır!
Aşiret toplumu içinde daha önceden gelişmiş bulunan “tasarrufla” karışık mülkiyet ilişkilerine ise dokunulmaz! Sürüler, pratik olarak özel mülk durumunda olsalar bile, bu, üstü „bireysel tasarrufla“ örtülü bir mülkiyettir. Ama yeni fethedilen toprakların ve üretim araçlarının mülkü „kesinlikle“ devletindir. Devleti temsilen de tabi devletin başının!
Köleci sistem altında ezilen köleler özgürlüklerine kavuşmuşlardır. Kullanımları için devlet mülkiyeti altındaki topraklardan verilerek bunlar „özgür“ küçük köylüler haline getirilirler. Fethedilen yerlerde daha önceden yaşayan insanlar da aynı statü içindedir. Osmanlı’da toplumun temelini oluşturan bu köylü kitlesine „Reaya“(sürü) deniliyordu. Sistem, üreterek kazanmaya-zenginleşmeye dayanmadığı için, bu „özgür“ köylülerin asıl varlık nedeni de köleler gibi üretmek değildi. Orduyu beslemek ve asker çıkarmaktı bunların görevi. Eskiden köle olarak çalışarak yaşama hakkını elde edebilen insanlar, şimdi artık özgürce savaşarak ölme hakkına sahip olmuşlardı!
İkisinden biri, ya üretici olacaksın, herşeyi üretime yönelik olarak düşüneceksin, ya da savaşçı. İyi üretici, iyi savaşı özelliğini kaybediyordu. İyi savaşçının da zaten iyi üretici olmasına gerek yoktu.
Devlet mi? O bir savaş-fetih makinesinden ibaretti. Tanrının yeryüzündeki kılıcıydı o! “Tanrısal adaleti” yerine getirmek için ortaya çıkmıştı! Tanrısal adalet? Antika medeniyetin-köleci toplumun bozduğu dengenin yeniden kurulması, insanlar arasındaki eşitliğin yeniden sağlanmasıydı kastedilen. Ama bunların hepsi lafta kaldı tabi. Tarihsel devrimci barbarlar medeniyet için sadece bir gençlik aşısı olabildiler. Onu eski günlerine döndürdüler bir süre için, insan ilişkilerini canlandırdılar-üretici güçleri dirilttiler o kadar. Sonra, sil baştan medeniyet onları da yuttu. Tarihsel devrimin asıl devrimciliği burada ortaya çıkıyor galiba. O, ava gidenin avlanması sonucunda, barbarın medenileşmesi yolunu açarak üretici güçlerin gelişmesine katkıda bulunuyordu!.

„TARİHSEL DEVRİMCİ DEVLETİN“ GELİŞİMİ VE İHTİYARLIK ÇAĞI

„Devlet kurarak hükümdarlığı elde ettikten sonra hükümdarlar zorluklara katlanmayı bırakarak rahatlık ve sükunet içine dalmayı ihtiyar ederler. Büyük yapılar ve saraylar yapmaya ve güzel giyimler giymeye başlarlar, böylece onlar devlet ve onun servetinin meyvalarından faydalanırlar, kurdukları saraylarına sular akıtırlar, bahçeler ve havuzlar vücuda getirirler. Bu suretle dünya rahatlığına dalarlar, rahatlığı zahmet ve meşakkatlere tercih ederler. Bunlara alışırlar, nesilleri, oğul ve torunları ata ve babalarından bunları tevarüs ederler. Tanrı bunların hakimiyet ve devletlerinin sona ermesini ve yıkılmasını takdir edinceye kadar onlar bu yaşayışlarına devam ederler“.


„Bu durumun çeşitli sebepleri vardır. Birinci sebep şudur: yukarda açıkladığımız gibi ululuğu şahıslarda toplamak devletin bir tabiatıdır. Ululuk ve şeref, devleti kuran kuvvetlerden ibaret olan asabiyyetler arasında ortak olduğu ve devleti kurmak ve korunmak için hep birlikte çalıştıkları çağlarda, başkalarını kuvvetle yenerek memleketler ele geçirmek ve mülkü korumak için son derece çalışarak devlet sahibi olmanın ve onu kuvvetlendirmenin bir örneğini teşil ederler. Onların şeref ve ululuk kazanmak konusunda hedefleri birdir. Onlar bu ululuğu elde etmek ve devleti inşa etmek için ölümü göze alırlar. Fakat aralarından biri ululuğu kendi şahsına tahsis ettikten sonra o kimse asabiyyetlerinin kudretini kırar, onları boyunduruğu altına alır; mal ve serveti kendi şahsı için ayırıp onları bundan mahrum eder, bunun bir sonucu olarak onlar düşmanları ile savaşmak hususunda tenbelleşirler, bunun üzerine kudretleri zafa uğrar, bunlar hakirlik ve zilletlere katlanırlar. Bunlardan sonra gelen ikinci batın bu şekilde terbiye olunur. Bunlar artık devlet hazinesinden kendilerine verilmekte olan bağışları devleti korumanın ve yardımlarının bir karşılığı olarak verilen ücret diye telakki ederler. Bunların akıllarına başka hiç bir şey gelmez. Ücret karşılığında ölümü seçen az bulunur. Bu hal devlette zayıflama husule getirir, şevketini kırar. Ahalisinin şecaat ve atılganlığı kaybolmakla asabiyyet yani devleti koruyanların hamiyet, kudret ve kuvvetleri azalır ve bozulurlar. Böylece devlet zaafa doğru yüz tutar. İkinci sebep ve amil de şudur:
Yukarıda anlattığımız gibi, bolluk ve nimetler içine dalmak devletler için tabii bir halettir. Nimetler ve servet çoğalmakla bir takım alışkanlıklar da artar, masraflar çoğalır, aylıkları ve bağışları arttırmak mecburiyeti hasıl olur. Masraflar çoğaldığı için gelirler bu masrafları kapatmaz. Yoksullar mahfolur, zenginler lezzet ve nimetlere dalanlar gelirlerini bu yolda sarf edip, tüketirler. Bunlardan sonra gelen nesillerde nimet ve zevk düşkünlüğü fazlalaşır, nihayet aldıkları bütün aylıklar ve bahşişler alıştıkları zevk ve nimetlerin masraflarını kapatamayacak hale gelir. Bundan başka devlette israflar çoğalarak memur asker vesairenin aylıkları, aldıkları bahşişler masraf ve ihtiyaçlarını karşılamadığı için, hükümdardan ibaret olan devlet başkanı, onların ihtiyaçlarını sağlamaya, aylıklarını ve bağışlarını arttırmaya mecbur olur. Halbuki tarh edilen belli ve muayyen olup, artmaz, eksilmez, pazarlarda satılan mal, eşya ve yiyecek maddelerine ve başka vasıtalarla adet dışında vergiler ihdas edilir ise de, bu vergiler mahdut nisbette arttırılabilir. Devletin bu gelirleri aylıklara sarf edilir ise de, onların ihtiyaçlarını kapatamaz. Çünkü devlet hazinesinden geçinen bunlar daha çok nimet ve bolluk içine dalmış olduklarından masrafları ve ihtiyaçları artmıştır. Devlet bunun üzerine memleketi ve sınırları koruyan silahlı kuvvetlerin sayısını azaltmak mecburiyetinde kalır. Bunun bir sonucu olarak da memleketi ve devleti koruma işi zaafa uğrar”..
“Nimetlere ve lezzetlere dalma kalp ve nefislerde her çeşit kötülük , zayıflık ve fütur yarattığı için ahlak ve karakterleri bozulur. Bunun bir sonucu olarak onlar devletin (ve devamının) bir dayanağı olan hayır ve meziyetleri kaybederler. Bunun tersi olan kötü huylarla donanırlar. Bu hal, Tanrının kulları için koyduğu gerileme ve yıkılma kanununun icabıdır”..
“İhtiyarlama ve yıkılışın üçüncü sebebi şudur: Çeşitli nimet ve zevklere dalan insanların devleti koruma gayretleri zayıflayarak şecaat ve atılganlıkları azalınca, devletin başında bulunan hükümdar kendi kavminden olmayan başka askerleri kullanaran devleti korumaya çalışır. Bunların devletin ihtiyarlığına karşı ilaç ve vasıta olacaklarını ümid ederler“[10].

Yüklə 2,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   41   42   43   44   45   46   47   48   ...   133




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin