1) Lehçe: Bir dilin karanlık zamanlarında birbirinden ayrılmış ve aynı millete mensup ülkelerde güç anlaşılacak kadar başkalaşmış dallarına lehçe denir. Örneğin Çuvaşça(Yakutça) Türkiye Türkçesinin lehçesidir.
2) Şive: Dilin gelişim süreci içerisinde meydana gelen ve aralarında küçük farklar bulunan kollara şive denir. Azerice, Türkiye Türkçesinin şivesidir.
3) Ağız: Bir dilin içerisinde daha küçük yerleşim birimlerine özgü yazı diline yansımamış koludur. Ankara ağzı, İstanbul ağzı, İzmir ağzı gibi.
ORTAK DİL (Ölçünlü Dil)
Dilin tanımında da sözünü ettiğimiz gibi dil, bir toplum ve o toplumun kültürü hakkında en gerçekçi bilgileri veren sosyal bir kurumdur. Bu, dilin sosyal yönünü yansıtması bakımından önemlidir. Dilin bu yönü yani toplumsal yönünü kazanmasındaki şart, o dili konuşan insanlar arasında ortak bir iletişim aracı, başka bir deyişle ortak dil olmasından kaynaklanmaktadır. Bir ülkenin değişik yörelerinde doğan ve yaşayan insanlar arasında bir sözcüğün söylenişi ve bir ifadenin anlatımında farklılıklar olabilir. Ancak bu farklılıklar o ülkedeki basın, yayın ve televizyon gibi iletişim araçlarında kullanılan dile yansıtılmaz. Yani yerel gazetelerde veya televizyonlarda bile o yöre insanlarının konuştuğu dil esas alınmaz. Bunun gibi bir ülkede konuşulan lehçe ya da ağızlar arasında en yaygın ve en üst konumda olanına ortak dil adı verilmektedir. Ortak dil genelde bir ülkedeki yönetim, siyaset ve kültür merkezi olan yörenin konuşma dili üzerine kurulmuştur. Türkiye için bu merkez Osmanlı İmparatorluğu’nun yüzyıllarca başkentliğini yapmış olan İstanbul’dur. Bu nedenle Türkiye Türkçesinde ortak dil İstanbul ağzı üzerine kurulmuştur. Bu ortak dil yazı dili olarak kullanılır, aynı zamanda çok küçük farklarla konuşma dili vazifesi de görür.
Konuşma Dili – Yazı Dili
Dil iki yönlü olarak gelişimini sürdürür:
1. İnsanlar arasında sesli olarak iletişimi sağlayan konuşma dili
2. İnsanların söylemek istediklerini yazıya geçirdikleri yazı dili. Konuşma dili ile yazı dili, arasında farklılıklar vardır:
Konuşma Dili
Konuşma dili, günlük hayatta insanların karşı karşıya geldikleri her an için kullanılan doğal bir dildir. Bu nedenle bir ülkede bölgeler ya da yerleşim birimleri arasında söyleyiş özelliklerinin farklı olmasına dayanan değişik konuşma dilleri bulunabilir. Konuşma dili bir dil alanı içinde farklı özellikler gösterebilir. Fakat aynı dil alanında tek bir yazı dili vardır. Konuşma dilindeki bölge ya da bir ulusun boylarından kaynaklanan farklılıklar yazı dilinde gösterilmez.
Yazı Dili
Yazı dili konuşma diline oranla yapay bir dildir. Hiçbir yerde konuşulduğu gibi yazılmaz, yazıldığı gibi konuşulmaz. Her yazı dili o ülkedeki bir konuşma diline, ortak dile dayanır. Fakat yazı dilinin bütün öğeleri bu ortak dilden alınmıştır denilemez, çünkü yazı dili diğer konuşma dilleriyle de beslenip gelişimini sürdürür. Yazılan dil konuşulan dilden daha kurallıdır. Konuşma dilindeki birtakım kuralsızlıklar genelleşip kural haline gelmedikçe yazı diline yansıtılmaz. Örneğin, peşinden gitmek ifadesindeki peş sözcüğü bu ifadede ‘arka’ anlamındadır. Fakat Farsçadan dilimize geçen bu sözcüğün (
Yazı dili bir uygarlık dilidir. Bir ülkedeki bütün eserlerde kullanılan kültür ve edebiyat dili olduğu için buna edebi dil de denilmektedir. Dünya üzerinde bugün sadece konuşma dili olarak varlıklarını sürdüren pek çok dil vardır. Türk yazı dilinin tarihinin bilinen en eski eserleri VIII. yüzyılda yazılan Orhun Yazıtları’dır.
Özel Diller
Buraya kadar incelediğimiz dil türleri, dilin sosyal yönü ile ilgilidir. Ancak dilin bir de kişiden kişiye farklılık gösteren bireysel yönü vardır. Buna göre bireyin dilinden de (idyolekt) söz etmek yerinde olacaktır. Bir toplumda konuşulan dil, o dili konuşan insanların yetiştiği ve içinde bulunduğu çevreye, edindiği mesleğe, kültür düzeyine ve yaşına göre değişiklik göstermektedir. Bu şekilde ortaya çıkan diller özel dil veya grup dili adı altında değerlendirilir. Örneğin, bir insan ne kadar okumuş aydın bir kişi olursa olsun doktorunun söylediklerinden pek bir şey anlayamaz. Çünkü her insanın kendi mesleği ile ilgili kavramlar konuşma diline de yansır ve kişi çoğu zaman karşısındaki insanın aynı meslekten olup olmadığının farkına varamaz. Yukarıda sözünü ettiğimiz tıp dili yanında hukuk dili, edebiyat dili, gazete dili, denizcilik dili gibi pek çok mesleğe ait özel diller vardır. Ayrıca diğer faktörlere göre de diller, köylü dili, teklifsiz dil, aydın dili, çocuk dili, yetişkin dili gibi çeşitli adlar altında da gruplandırılabilir.
Argo
Argo, bir toplumda belli kesimlerin kendi aralarında anlaşmayı sağlamak amacıyla kullandıkları özel bir dil veya dil grubudur. Dünya üzerinde her ülkede ve konuşulan bütün dillerde görülmektedir. Argo, genelde toplumun alt tabakasına özgü, özel sözler olarak bilinse de gerçekte bu dil türü, toplumun aydın kesimi de dâhil bütün katmanlarını içine almaktadır. Fakat her grubun argosu değişiktir. Bu nedenle öğrenci argosu, asker argosu gibi konuşulduğu yere göre adlandırılan argo türleri ortaya çıkmıştır. Argoda sözcüklere özel anlamlar yüklenir, bu yolla söz sanatlarından ve deyim aktarmalarından yararlanılır.
DİLLERİN DOĞUŞU
“Dil nasıl doğmuştur, dünyadaki en eski dil hangisidir?” sorularına insanoğlu hâla kesin bir cevap verememektedir. Bu soruya kesin bir cevabın verilememesinin nedenlerden biri, yazının ve en eski yazılı metinlerin insanlık tarihinin çok yeni olan dönemlerine rastlamasıdır. Bu metinler 5500 yıl öncesine dayanır ve Sümerlere aittir. Diğeri ise yazının ve eski metinlerin yeniliğine karşın insanlık tarihinin çok eskilere uzanmasıdır. Hâl böyle olunca insanoğlu da bu sorularına kendince cevaplar bulabilmek için değişik uygulamalar yapmış, dilin ortaya çıkışıyla ilgili birçok kural ortaya atmıştır.
DİLLERİN ORTAYA ÇIKIŞIYLA İLGİLİ GÖRÜŞLER İKİ MERKEZDE TOPLANIR:
1) TEK KAYNAKTAN YANİ BİR DİLDEN TÜREMİŞTİR.
2) AYRI AYRI KAYNAKLARDAN TÜREMİŞTİR.
Dilin tek kaynaktan çıktığı düşüncesini ileri sürenlere MONOJENİSTLER,
Ayrı ayrı kaynaklardan ortaya çıktığını söyleyenlere POLİJENİSTLER adı verilir.
DİLLERİN SINIFLANDIRILMASI
YAPI BAKIMINDAN DİLLER
1.Tek heceli diller (Yalınlayan) : Bu dillerdeki tüm sözcükler tek hecelidir. Sözcükler cümle içerisinde ek almadan kullanılırlar. Anlam, genellikle sözcükler üzerine yapılan vurgu ve ton değişiklikleri ile belirlenir. Çince, Vietnam dili, Bask dili, Himalaya ve Afrika dilleri bu grubun içindedir. Çincede bir sözcüğe farklı biçimde yapılan vurgularla 10-15 değişik anlam elde edilebilir.
2.Bitişken diller (Eklemeli) : Bu dillerde kelime türetilirken genellikle kök değişmez. Değişmeyen bu kök üzerine yapım ve çekim ekleri eklenerek sözcükler oluşturulur. Bu grupta Türkçe, Macarca, Moğolca gibi diller yere alır.
3.Bükümlü diller (Çekimli) : Bu dillerde çekim ve yeni bir sözün türetimi sırasında kök değişikliğe uğrar. Bükümlü diller, kendi aralarında “kök bükümlü” ve “gövde bükümlü” olmak üzere ikiye ayrılır. Arapça kök bükümlü, Almanca, Fransızca, İngilizce gibi diller de gövde bükümlü dillerdendir.
KÖKEN BAKIMINDAN DİLLER
A) URAL – ALTAY DİLLERİ
1) URAL DİLLERİ 2) ALTAY DİLLERİ
Macarca Japonca Türkçe...
Estonca Moğolca
Fince Korece
Samoyed Dili... Tunguzca
B) HİNT – AVRUPA DİLLERİ
1) HİNT – İRAN DİLLERİ 2) AVRUPA
Hintçe Almanca Fransızca
Farsça İngilizce İspanyolca
Ermenice... Latince İtalyanca...
C) HAMİ – SAMİ DİLLERİ
Arapça
İbranice
Akadça...
D) ÇİN – TİBET DİLLERİ
Çince
Tibetçe
Vietnam Dili...
E) KAFKAS DİLLERİ
Gürcüce Lazca
Çerkezce
Çecence
F) BANTU DİLLERİ
Orta ve Güney Afrika Dilleri
Not: Dünya nüfusunun çoğu Ural – Altay, Hint – Avrupa, Hami – Sami, Çin – Tibet dillerinden birini konuşmaktadır. Bugün yeryüzündeki en büyük dil ailesi Hint – Avrupa dil ailesidir.
URAL – ALTAY DİL AİLESİ ÖZELLİKLERİ
a) Ses uyumu vardır.
b) Gramatikal cinsiyet yoktur yani sözcükler eril dişil diye ayrılmaz.
Arapça – Müdir (eril) İngilizce – he (eril)
Müdire (dişil) she (dişil)
c) Belirtme edatı görevindeki ulamalar yoktur.
Arapça – el tarif İngilizce – the pencil
d) Sözcük yapımı eklerle gerçekleşir. Ural – Altay dil ailesine giren dillerin hepsi eklemeli dillerdendir. Türetme ve çekim, eklerle yapılırken köklerde değişme olmaz.
Göz – lük – çü – lük
e) Hint – Avrupa dillerindeki ön ek yerine son ek kullanılır.
Farsça – bi günah Türkçe – günahsız
f) Sıfatlar isimden önce gelir.
Güzel insan
g) Fiil çekimi yönünden zengindir.
DÜNYA DİLLERİ VE TÜRK DİLİ
Yeryüzünde ortalama 4000 dil konuşulmaktadır. Türkçenin bir özelliği de devlet dili oluşudur. Sözünü ettiğimiz 4000 dilden sadece 118’i devlet dili olabilmiştir. M.Ö. 3. yüzyılda Hun İmparatorluğu’nda kullanılan dil Türkçe idi. Bu tarih esas alındığında Türkçeyi 2300 yıldır kullanılan bir dil olarak kabul edebiliriz. Türkçe bu yönüyle dünya dilleri arasında en eski ve köklü olma özelliğini de taşımaktadır. Zaman içerisinde göçler yapılmış ve Türkler dünyanın değişik yerlerine yerleşmişlerdir. Türkiye dışında Türklerin yerleştikleri başlıca yerler Yunanistan, Bulgaristan, Moldova, Makedonya, Almanya, Kıbrıs, Suriye, İran, Azerbaycan, Çin, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Kazakistan, Tacikistan, Asya’nın kuzeyinde Yakutistan, Çuvaşistan, Başkurdistan, Kafkasya’dır. Bu ülkeleri içine alan12 milyon km² de Türkçe konuşulmaktadır.
Türkçe söz varlığı bakımından dünyanın en zengin dillerindendir. Türk Dil Kurumunun yıllardan beri yoğun ve titiz çalışmalarıyla hazırladığı 112 bin sözü içeren Türkçe Sözlük, yaklaşık 130 bin sözü içeren Halk Ağzından Derleme Sözlüğü, ve çok sayıda söz varlığımızın yer aldığı Türk Dilinin Tarihsel Sözlüğü, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü, Kişi Adları Sözlüğü, Terim Sözlükleri, Türk Lehçeleri Sözlüğü gibi sözlükler dikkate alındığında Türkçenin söz varlığı birkaç yüz bini bulmaktadır. Orhun Kitabeleri, Türkçenin zengin, işlek ve çok eski bir dil olduğunu açıkça göstermiştir.
XI. yüzyılda yazılmış olan Divanü Lûgat-it-Türk’te yer alan kelimelerin sayısı 8624’tür. Oysa aynı dönemde hazırlanmış bir Lâtince sözlükte yer alan kelime sayısı 3000’dir. Türkçedeki kelime sayısı, bu dönemde, İngilizcedeki sayının yaklaşık üç katı kadardır. Üstelik Kaşgarlı Mahmut, eserinde, canlı dilde yaşamayan ve Türkçe kökenli olmayan kelimelere yer vermediğini de belirtmiştir.
TÜRKÇENİN ÇEKİM GÜCÜ VE DİĞER DİLLERLE ETKİLEŞİMİ
Dillerin başka dillere kelimeler vermesi ve başka dilleri etkileri altına alması ancak bir çekim gücü hâline gelmesiyle mümkündür. Bilimde teknolojide kaydedeceğimiz gelişme ve ilerlemenin yanı sıra kültür değerlerimizi, sanatımızı, edebiyatımızı dünyaya tanıttığımız ölçüde Türkçenin çekim gücü olma özelliğini sürdürmesi sağlanacaktır.
Tarih boyunca çok geniş bir coğrafyaya yayılarak çeşitli devletler kurmuş olan milletimiz, tabiatıyla bu bölgelerdeki milletlerle kültür alışverişlerinde de bulunmuştur. Bu ilişkiler sonunda kültürde meydana gelen değişmeler, kültürün taşıyıcısı ve en önemli göstergesi olan dile de yansımıştır. Türkçe başka dillerden sözcükler almıştır ancak alıntılarımız içerisinde kök fiiller son derece azdır. Oysa çakmak çatmak kapamak gibi pek çok kök fiil Türkçeden diğer dillere geçmiştir. Fiillerin yanı sıra ünlemlerin hatta deyimlerin ve atasözlerinin de Türkçeden diğer dillere geçen söz varlıkları arasında olduğunu biliyoruz. Ada, bağlama, çanak, damga, dolma, düğme, gemi, kapak, kayık, kazan, ocak, sağrı, sayı, sarma, toka gibi kelimeler Türkçenin bu dillere verdiği binlerce kelimeden yalnızca birkaçıdır. Arapçadaki terzi, topçu, donanma, börek, kavun, kundura, bardak, çengel gibi örneklerini artırabileceğimiz pek çok kelime Türkçe kökenlidir. Rusçada bajram (bayram), aga (ağa), bulgur, kurt, kazan, bubreg (börek), basma gibi Türkçe kökenli pek çok kelime bulunmaktadır. Arnavutçada kullanılan çanak, çalı, bardak, bakilava (baklava), etek, damila (damla) gibi sayılarını artırabileceğimiz sözler de Türkçe kökenlidir. Türkçe Verintiler Sözlüğü adlı eserde, Türkçeden çeşitli dillere geçen on binin üzerindeki kelimenin, hangi dillerde nasıl ve hangi anlamlarda kullanıldığı bilgisi bulunmaktadır.
Türkçe, edebiyat dili olmak için de oldukça elverişli bir dildir. Türkçede nazma benzeyen atasözü, deyimler hazinesi oldukça zengindir. Hatta Orhun abidelerini inceleyen bazı bilginler, bu abidelerdeki yazıların şiir olabileceğini söylemişlerdir.
TÜRK DİLİNİN TARİHİ GELİŞİMİ
Tarih ile ilgili meselelerde ve özellikle dillerin tarihi ile ilgili bahislerde en önemli dayanak her zaman "yazı" olmuştur. Yazı ortaya çıkışından itibaren tarihe ışık tutan somut bir kanıt özelliği gösterir. Bu yüzden yazı, dillerin tarihi dönemlerinin ve yaşının saptanmasında birinci başvuru kaynağıdır. Bununla birlikte yazının dillerin somut delillerini taşıyan bir araç olarak ortaya çıkmadan evvel oluşturulmuş dil varlıkları ya da yazılı dönemde oluşturulup da yazıya geçirilmeden sözlü kültür ürünü olarak varlığını sürdürmüş dil varlıklarının olması dillerin yaşının saptanmasına farklı bir boyut getirir. Bu nedenle dillerin teşekkül zamanlarını veya net yaşlarını saptarken sadece yazılı belgelere dayanarak yol almaya çalışmak hatalı bir düşünce olacaktır. Birçok bilim insanı tarafından yeryüzünün en eski dillerinden biri kabul edilen ve kökleri tarihin derinliklerine kadar uzanan Türkçenin yaşı hakkında birçok iddia olmakla birlikte bu konuda net bir tarih vermek imkânsızdır. Çünkü birçok dilin olduğu gibi Türkçenin de yazılı malzemeleri yanında yazıya geçirilmemiş sözlü ürünleri ya da yazı öncesi dönemlerde oluşturulmuş dil varlıkları bulunmaktadır. Bu nedenle Türkçenin en eski yazılı belgelerinin MS 8.yüzyıla ait olduğunun kabul edilmesinden hareket ederek kadim bir dil olan Türkçeyi 1200 yıllık bir tarihe hapsetmek mantıksız olacaktır. Zira binlerce yıllık Türk tarihi ve Türk varlığı göz önüne alındığında sadece 1200 yıllık kısacık bir dönemin Türkçenin tarihini net olarak yansıtamayacağı da aşikârdır. O halde Türkçe 8.yüzyıla kadar takip edilen yazılı tarihinden çok daha eski bir dil olmalıdır.
Bugün için Türkçenin en eski yazılı belgeleri olarak kabul edilen Göktürk Yazıtları incelendiğinde Türkçe işlenmiş bir dil olarak karşımıza çıkar. Bu yazıtlarda kullanılan Türkçe sanat dili seviyesine ulaşmış bir dil özelliği taşır. Ayrıca söz varlığı açısından da yeni ortaya çıkmış bir dil seviyesinden kat kat üst seviyededir. Sadece bu özellikler bile göz önüne alınacak olsa Türkçenin Göktürk Yazıtlarından çok daha eskilere dayandığı rahatlıkla tahmin edilebilir. Zira dillerin canlı birer varlık olduğu ilkesinden hareketle Türkçe, Göktürk Yazıtlarındaki seviyesine ulaşana dek uzun bir yol kat etmiş olmalıdır.
Prof. Dr. Osman Nedim TUNA şu sözlerle Türkçenin yaklaşık 5500 yıllık bir tarihe sahip olduğunu ortaya koyar: "Türk dilinin zamanımızdan 5500 yıl önce müstakil ve iki kollu bir dil olarak varlığı ispatlanmıştır. Eğer doğuştan, Sümerlerle temasa geldikleri zamana kadarki çözülme hızı sabit ise, İlk Türkçe veya Ana Türkçenin muazzam bir zaman önce yaşamış olması gerekir. Prof. Dr. Doğan AKSAN da "Her Yönüyle Dil" adlı eserinde eş anlamlılık, çokanlamlılık ve ileri öğeler açısından verdiği örneklerle Göktürk Yazıtlarının Türkçenin başlangıç eseri olmadığını ortaya koymaktadır.
Bu ve bunun gibi bilgilerle milattan birkaç bin yıl öncesine dayandırılan Türkçenin tarihi gelişimini yazılı belgelerin olduğu dönem ve yazılı belgelerin olmadığı dönem olarak iki dönemde incelemek gerekir. Bu konuda yazılı belgelerin olmadığı dönemlere ait söylenenlerin tahmini bilgiler olacağı ve üzerinde görüş birliği olmadığı hususlarını da belirtmek yerinde olacaktır.
A. YAZI ÖNCESİ DÖNEMDE TÜRK DİLİ
Sözlü dil varlığının ortaya koyduğu ürünler ve daha sonraki dönemlere ait yazılı belgeler bu dönem hakkında fikir yürütmek için kullanılan en önemli kaynaklardır. Bu kaynaklardan hareketle oluşturulan teoriler ve yapılan yorumlar bu dönem hakkında kanıtlara dayandırılamadığından bu dönem bazı bilim insanları tarafından "Karanlık Devir" olarak da adlandırılmaktadır. Bu noktada belirtmek gerekir ki ortaya konan teorilerin maddi kanıtlara dayandırılamaması bu teorilerin mantık dışı olduğu anlamı taşımamalıdır. Bu teoriler daha yakın dönemlere ait maddi dil kaynaklarından hareketle ve özellikle tarih bilimi ile diğer bilim dallarının da yardımlarıyla ortaya konmuştur.
Yazı öncesi dönemde Türkçe için üç aşamadan söz edilebilir:
I. Altay Dil Birliği Dönemi:
Bu dönemin isminden de anlaşılabileceği üzere bugün için Ural-Altay dil ailesine dahil olan Türkçe, Moğolca ve Mançu-Tunguz dillerinin tek başlarına birer dil olmadan önce "Ana Altayca" ya da "Ana Türkçe" adı verilen tek bir ana dil halinde yaşadıkları düşünülmektedir. Bu kanıya Ural-Altay dil ailesinin Altay kolunu konu edinen Altayistik çalışmalarından hareketle varılmıştır.Türkçenin bahsedilen Ana Altaycadan hangi şekilde ve tam olarak ne zaman ayrıldığı konusunda net bir bilgi bulunmamakla birlikte bu ayrılışın ilk zamanlarında Türkçe ile Moğolcanın "Türk-Moğol dil birliği" şeklinde varlıklarını sürdürdükleri, daha sonra ise Türkçe ve Moğolcanın birbirinden ayrılarak müstakil birer dil haline geldikleri ileri sürülmektedir.
II. En Eski Türkçe
Bu dönemde Türkçenin bağımsız bir dil haline geldiği düşünülmektedir. Buna ek olarak bu döneme "Türk-Çuvaş dil birliği dönemi" diyenler bulunmakla birlikte Prof. Dr. Ahmet CAFEROĞLU bu dönem hakkında fazla malumat bulunmadığı için bu dönemin İlk Türkçe dönemi ile birlikte değerlendirilmesi gerektiğini belirtir.
III. İlk Türkçe
Bazı kaynaklara göre Türkçe bu dönemde Hun Türkçesi olarak nitelendirilmekte ve bugünkü Çuvaş, Yakut ve diğer Türk lehçelerinin bu Hun Türkçesinden ayrıldıkları düşünülmektedir. Prof. Dr. Ahmet CAFEROĞLU ise birlikte değerlendirdiği En Eski Türkçe ve İlk Türkçe dönemlerinde Hun Türkçesine Peçenek, Bulgar ve Hazar Türkçelerini de dâhil eder.
B. TÜRK DİLİNİN TARİHİ DEVİRLERİ ve BAŞLICA ESERLERİ
I. ESKİ TÜRKÇE (6. yy - 12. yy)
Bu dönem Türk dilinin yazı ile takip edilebilen devirlerinin ilkidir. Ayrıca Türkçenin bugün için mevcut olan tüm şekillerinin kaynağı bu dönem olduğundan bu döneme "Eski Türkçe" adı verilmektedir.
ESKİ TÜRKÇE DÖNEMİNİN ÖZELLİKLERİ
-
Türk dilinin en sade dönemdir.
-
Türk dilinin ses ve yapı özelliklerinin belirgin olarak ortaya konulduğu dönemdir.
-
Türk dilinin ilk yazılı belgelerinin ortaya konulduğu dönemdir.
-
Göktürk Dönemi, Uygur Dönemi ve Karahanlı Dönemi olmak üzere üç döneme ayrılır.
A. Göktürk (Orhun) Türkçesi
Türkçeye ait en eski yazılı belgeler olan Orhun Abideleri Göktürk Türkçesine ait olup 8.yy'da ortaya konulmuştur ve bugün için Moğolistan topraklarında yer almaktadır. Göktürk Yazıtları adıyla da anılan bu yazıtlar Vezir Tonyukuk (720-725), Kül Tigin (732) ve Bilge Kağan (735) adına taş abidelere kazınarak yazılmışlardır. Göktürk Alfabesi ile yazılmış olan bu yazıtlar o dönem Türkçesinin ses ve şekil özelliklerini yansıtan canlı belgelerdir. 1893 yılında Danimarkalı bilgin Vilhelm Thomsen tarafından çözülen, Türkçe ve Türk tarihi açısından çok özel bir yere sahip olan Orhun Abideleri birçok açıdan büyük önem taşır. Orhun Abideleri Türkçe ve Türk kültürü için oldukça önemli bir yere sahiptir. Göktürk Türkçesinin dil özelliklerini yansıtması açısından son derece değerli bir kaynak olmakla birlikte ait olduğu dönemin kültürel, sosyal, ekonomik, askerî ve siyasi özellikleri hakkında da oldukça kıymetli bilgiler içermektedir. Bu nedenle Türkoloji için hayli kıymetli bir yere sahip olan bu anıtlar farklı bilim dalları için de kaynaklık etmektedir.
B. Uygur Türkçesi
Eski Türkçenin ikinci evresi olan bu dönemde, verilen Türkçe yazılı eser sayısı hızla artmıştır. Başlangıçta, Türk devlet geleneğinin bir sonucu olarak Göktürkler gibi taşlar üzerine abide niteliğinde eserler bırakan Uygurlar, o dönemin siyasi ve sosyal olaylarına bağlı olarak yerleşik hayata geçmişler ve Manihaizm, Budizm gibi Güneydoğu Asya kökenli dinleri benimsemişlerdir. Bu durum, Uygurların sosyal ve kültürel hayatlarında da birçok değişikliğe sebep olmuştur. Uygurlar döneminde, yeni kabul edilen bu dinlerin esaslarını ve öğretilerini halka öğretmek amacıyla başlangıçta tercüme niteliğinde olan birçok eser yazılmıştır. Sonraki dönemlerde ise tercüme eserler yerini özgün eserlere bırakmıştır. Bu durum, Türk kültür hayatında yazılı kültür geleneğinin hızlanmasına, buna bağlı olarak da yazılı eser sayısının önceki dönemlerle kıyaslanmayacak ölçüde artmasına yardımcı olmuştur. Bu artışta, taş yerine kâğıt kullanılması gibi yeni kültür dairesinde meydana gelen teknolojik gelişmelerin de önemli bir payı vardır.
Uygur dönemi eserlerinden bazıları şunlardır:
Irk Bitig
Manici Uygur çevresine ait olan bu eser nesir şeklinde kaleme alınmış bir fal kitabıdır. Dine ait unsurlar içermesine rağmen dinî bir eser olmayıp 65 paragraftan oluşan bir fal kitabıdır ve bu paragrafların her biri ayrı birer fal olarak yorumlanır. Bu paragraflar "şöyle biliniz, iyidir" veya "şöyle biliniz, kötüdür" şeklinde kesin hükümlerle biter. Ayrıca, bu eser yazıldığı döneme ait inanışlar, âdetler, masallar ve günlük dilin kelimelerini içermesi bakımından da önem taşımaktadır.
Altun Yaruk (Altın Işık)
Budist Uygur çevresine ait olan ve Çinceden Uygurcaya çevrilmiş olan bu eserin 10. yüzyılın ilk yarısında yazıldığı düşünülmektedir. Burkan (Buda) ve bütün burkanlar tarafından verildiğine inanılan vaazların diyalog ve hikâye tekniği kullanılarak kaleme alınmasıyla oluşturulan Altun Yaruk, Budizm'in öğretilerini ve Buda'nın menkıbelerini anlatır. Türkçe tabirlerin kullanılması ve halk diline ait basit kelimelere sıkça yer verilmesi, döneminin dil özelliklerini yansıtması bakımından bu eseri değerli kılmaktadır.
Sekiz Yükmek
Çinceden çevrilmiş bir eserdir. Budizm'e ait inanışlara ve günlük hayata yönelik pratik bilgilere yer verir. Bu eser zengin kelime hazinesi bakımından önem arz eder.
C. Karahanlı Türkçesi
Eski Türkçenin üçüncü ve son evresi Karahanlı dönemidir. İlk Müslüman-Türk devleti olan Karahanlılar döneminde Türkçe ve Türk kültürü üzerinde İslamiyet'in etkisi kendini göstermeye başlamış, buna bağlı olarak da Arapçanın Türkçe ile münasebeti başlamıştır. Karahanlı Türkçesi Türk kültürünün ilk İslamî Türk yazı dilidir. Uygur alfabesinin yanı sıra Arap alfabesini de kullanan Karahanlılar, Türkçe için hayli önem taşıyan dilbilim kitapları dışında hemen her alanda çağına ışık tutan çok önemli eserler ortaya koymuşlardır.
Karahanlılar döneminde verilen önemli eserlerden bazıları şunlardır:
Kutadgu Bilig
Türk-İslam kültürünün bilinen ilk büyük eseri durumundaki Kutadgu Bilig Yusuf Has Hacip tarafından 1069-1070 yıllarında yazılmıştır. İsminin kelime anlamı "mutluluk bilgisi" terim anlamı ise "siyaset bilgisi" olan Kutadgu Bilig, mesnevi nazım türünde yazılmış bir eser olup 6645 beyitten oluşur. Kutadgu Bilig, dört ana kahraman çevresinde geçen alegorik bir eser özelliği gösterir. Eserdeki kahramanlardan "Kün Togdı" adaleti temsil eden hükümdar, "Ay Toldı" ise bahtı temsil eden vezirdir. Eserde yer alan üçüncü kişi "Ögdülmiş" aklın temsilcisidir ve vezirin oğludur. Dördüncü kişi olan "Odgurmış" ise akıbetin temsilcisidir ve Ögdülmiş'in arkadaşıdır. Bu dört kahramanın karşılıklı konuşmalarını manzum şekilde hikâye eden bu eserde ideal insan tipi, iyilik ve doğruluğun önemi gibi konular işlenmekle birlikte devlet yönetme sanatı, hükümdar ve ideal devlet adamı niteliklerinin de sıralanmış olması, Türk kültüründeki ilk siyasetname olarak kabul gören bu eseri oldukça önemli bir yere taşır.
Eserin genel özellikleri:
-
11. yüzyılda Yusuf Has Hacib tarafından yazılmıştır.
-
İslami dönem Türk edebiyatının ilk eseridir.
-
Mesnevi tarzında yazılan ilk eserdir.
-
Aruz ölçüsüyle yazılan ilk eserdir.
-
Siyasetname türünün ilk eseridir.
-
Türk dilinin Hakaniye (Çağatay) lehçesi ile yazılmıştır.
Dostları ilə paylaş: |