Siyah köklülerin dökmüş Kızıl güllere güllere Ela gözlerim dikmiş ince yollara yollara
Gel Ayvaz'im dolaşalım Çamlı Beller'e Beller'e
Doldur elinden içeyim Mest olup serden geceyim Seninle bile göçeyim Çamlı Beller'e Beller'e
Gel Ayvaz'im dolaşalım Çamlı Beller'e Beller'e
Okursun aşkın kitabın Komodin aşıkın tabın Akıttın çeşmimin abın Döndü sellere sellere
Gel Ayvaz 'im dolaşalım Çamlı Beller'e Beller'e
Aşıklara vardır meyli Riyazet çekmişem hayli Ben Mecnun olam sen Leylî Düşüp çöllere çöllere
Gel Ayvaz 'im dolaşalım Çamlı Beller'e Beller'e
Köroğlu der budur derdim Sarardı çehre-i zerdim Şu benim nihanî derdim Düştü dillere dillere
Gel Ayvaz 'im dolaşalım Çamlı Beller'e Beller'e327
Türki- Beray-ı Sefer-i Bahri
Beğler sunulsun piyaleler Dağlar donandı donandı Açılmış kırmızı güller Bağlar donandı donandı
272
Gelin isteyelim Hak'dan Muradımız vire yokdan Ferman geldi Ali Tak'dan Süfiin donandı donandı
Nesne yok adem halinde Keramet vardır dilinde Hasta kaldı... halinde Sağlar donandı donandı
Bindiler ve atlandılar Koçyiğide katlandılar (katıldılar) Gazaya niyyetlendiler Hamimat donandı donandı
Köroğlu yazısın yazar Aşkın kitabım çizer Nice bir gurbette gezer Gönül Zahman'a özendi.328
3. ÖKSÜZ DEDE
3. Murat zamanında yapılan 1577-1590 yılları arasındaki îran seferie-rine değinmesinden, Ferhad Paşa'nın İran şehzadesi Haydar Mirza'yi rehine olarak îstanbul'a getirmesini anlatmasından. Öksüz Dede'nin XVI. yüzyılın ikinci yansında yaşadığı sonucuna vanlabilir. Halk şiirinde Öksüz Dede'nin dışında bir de Öksüz Aşık mahlasıyla şiirler söyleyen aşık vardır. Bu aşığın XVII. yüzyılda yaşadığı düşünülmektedir.329 Her iki aşığın şiirleri isimlerin-den dolayı birbirine kanştınlabilmektedir.
Biçim bakımından ilk Türkü metnim XVI. yüzyılda Öksüz Dede vermiştir.330
Sabahtan uğradım Ben Bir Güzele
Sabahtan uğradım ben bir güzele Gördüm güzelliğin bildirip gider Yine kul oldum da durdum selama Kendin engelinden sakınıp gider.
Ben yar ile sürçmedim demleri Sayamadım ak gerdanda benleri Düşürmüş dağlarda mor çiğdemleri Kolların kaldırmış sokunup gider.
273
Sana huri derler hurisin huri Yüzünde yanıyor Mevla 'mn nuru Mahın çevresinde aşk yıldızları Gerdanında benler şakınıp gider.
Gözünde ışıldar sevdanın nuru Aslı melek nesli kendisi huri Öksüz derdmendim gelmedi deyu Dönmüş ensesini bakınıp gider.
Ela Gözlerine Kurban Olduğum
Ela gözlerine kurban olduğum Ecelim gelmeden öldürme beni Gizlice uğrunda severim seni Sımmı kimseye bildirme beni.
Seni bana veren o yüce Ganî Alırlar elimden korkarım seni Kaddimi büküp de öldürsen beni Üstüme düşmanım güldürme beni.
Ölüm dedikleri gelmez aynıma Sığa ak kolların dola boynuma Soyunup eynini girsem koynuna Sabah oldu diye kaldırma beni.
Öksüz Aşık bunu böyle söyledi indi aşkın deryasını boyladı Senin aşkın beni mecnun eyledi Dağlara düşürüp gezdirme beni.
Gül Budanmış Dal Dal Olmuş
Gül budanmış dal dal olmuş Menekşesi yol yol olmuş Siyah zülfün tel tel olmuş Biz şu yerlerden gideli Gurbet illere düşeli
Gül menekşeye karışmış Küskün olanlar barışmış Taze fidanlar erişmiş Biz su yerlerden gideli Gurbet illere düşeli
274
Öksüz Aşık der bu sözü Hakka çevirmiştir yüzü Öldü zannettiler bizi Biz şu yerlerden gideli Gurbet illere düşeli
4. AŞIK ÖMER
Bir şiirinde geçen "Vatan-ı aslimiz Aydın ilidir." mısraından yola çıkarak Aydınlı olduğu, bir şiirini de 1651 yılında yazmış olması XVII. yüzyılın ilk yansında doğduğunu düşündürmektedir. 4. Mehmet (1648-1687) devrinde Cehrin Kalesi'nin 1678'de zaptı, II. Ahmet (1691-1695) zamanında devam eden Rus-Avusturya-Venedik harpleri ve II. Mustafa'nın (1695-1703) gazası münasebetiyle söylediği manzumeler Aşık Ömer'in yaşadığı devri açıkça tayin etmektedir. Keza Bursa, Sakız, Varna, Sinop, Bağdat ve istanbul için söylenmiş şiirleri Aşık Ömer'in bu yerleri dolaştığını anlatmaktadır.
Saz şairleri arasında üstat bilinen Aşık Ömer, klasik şairler arasında da tanınmaktadır; fakat şöhreti memleketin her tarafına yayılan Aşık Ömer'in asıl şöhreti aruzla değil, halk zevkine uygun olarak hece île söylediği şiirle-rinden kaynaklanmaktadır.
Aşık Ömer, 1707' de ölmüştür.
Koşma
Gam yükleri île yükümüz tuttuk Hicran kalorinin kervanıyız biz Feleğin agusun aşında bulduk Mihnet leknesinin mihmanıyız biz
Hakikat yolunu tutmuş gideriz Kemlik edenlere iyilik ederiz Hazret-i Huda 'nin emrin tutarız Rah-ı hakikatin rehvanıyız biz
Ey Ömer aşk île irfan yoluyuz Serv-i tübalann servi dalıyız Bizi sevenlerin biz de kuluyuz Sevmiyenin şah u hakanıyız biz
Semaî
Gel dilberim kan eyleme Seni kandan sakınırım Doğan aydan esen yelden Seni günden sakınırım.
275
Tabibim hışmınan bakma Ben kulun odlara yakma Yanağına güller sokma Seni gülden sakınırım.
Haldan bilir haldaşım var Yola gider yoldaşım var Üç yaşında kardaşım var Seni ondan sakınırım
Ömer'im der ben de geldim Tazelendi eski derdim Sen bir kuzu ben bir kurdum Seni benden sakınırım.
5. ERCİŞLİ EMRAH
Hem bir halk hikayesinin kahramanı hem de güçlü bir saz şairi olan Er-cişli Emrah'ın hayatı hakkında sözlü kaynakların dışında fazla bir bilgi yoktur. XVII. yüzyılın ilk yansında Van'ın Erciş ilçesinde doğmuştur. Van yöre-sinde ve Çukurova'da dolaşmıştır. Hayatı Uzerine "Emrah ile Selvihan" adlı bir halk hikayesi kurulmuştur. Hikaye özetle şöyledir:
Osmanlı-îran savaşları sırasında Ercişli Emrah'ın sevgilisi Selvihan, î-ran ordusunca tutsak edilip götürülür. Ercişli Emrah da yıllarca Selvihan'in peşinde dolaşır, acılar çeker. Bu olay şiirlerle süslenerek, günümüzde de yaygınlığım sürdüren halk hikayesine dönüşür.
Ercişli Emrah'ın şiirleri uzun süre Erzurumlu Emrah'ınkilerie karıştırılmıştır. Hakkında yapılan ilk çalışma, Muhan Bali'nin "Ercişli Emrah ile Selvi Han Hikayesi/Varyantlann Tespiti ve Halk Hikayeciligi Bakımından Önemi" (Ankara 1973) adlı doktora tezidir. Hakkındaki çalışmalar günümüzde de artarak devam etmektedir.
Ercişli Emrah'ın fazla bir tahsili yoktur. O, daha çok "Aşıklık geleneğini" sürdürmektedir. Halbuki Erzurumi Emrah, medrese tahsili görmüştür ve o'nun şiirleri biraz olsun dinî-tasavvufî muhteva içinde devam etmektedir.
Merhamet kıl hanlar öldürme bizi Feleğin devrinde amanımız var Pir elinnen bile badeler içtik O yarınan ahdi peymanımız var
O yar menim elde küllü vanmdır Namusumdur gayretimdir arımdır Alem bilir Selbi benim yarımdır Bizim Şah Abbas'tanfermammız var
276
Kayguya kanığız kargıştan beri Ölümden pervasız dönmenik geri Gönülde yattıkça gül yüzlü peri Bizim her zahmanda seyranınız var
Bize Emrah derler Karakoyunnu Namertler içinde yiğit oyumu Kaz gibi pısmanık erkek boyunnu Biz Türkük Türklükten dermanımız var
Bağ-ı cennet seyranından bir peri Kucağım gül doldurmuş da gelir Gine gün vurmuştur bağlar küncüne Şavkı bu cihanı almış da gelir
Gençliğimde ben de gördüm ucalık Yazığ-oldu belim büktü kocalık Birparlı aydır ki on dört gecelik Maşrıktan mağnba doğmuş da gelir
Gençlik elden gitti oldu bî yalan Kesildi dermanım kaldım bî güman Selbi meni gördü dedi vah cüvan Kızlar Emrah bu kocatmış da gelir
Medet medet alemleri yaradan Hal oldu perişan bir yara sebep Gündüz fikir hayal gece düşümde Kan ağlar gözlerim bir yara sebep
Ne olur göreydim yarın uzunu Eğilip öpeydim iki gözünü Elin artık eksik töhmet sözünü Basmışam bağnma bir yara sebep
Emrah der ki yar elinden naçaram El uzatır tülbendim açarım Ağu verse yar elinden içerem Ko desinler öldü bir yara sebep
277
6. GEVHERÎ
Asıl adı Mustafa olan Gevherî'nin ne zaman ve nerede doğduğu bilinmemektedir. Bir koşmasının sonunda hicrî 1127 tarihim söylemesinden onun XVII. asrın ilk yansında doğup Hicri 1127(Miladî 1715)'den sonra öldüğüne hükmedilebilir. Aşığın yaşadığı asrın belirienmesinde Kırım ham I. Selim Giray'ın hicrî 1100'de istanbul'u ziyareti vesilesiyle söylediği şiir önemli bir vesikadır.
Tamaşvarlı İbrahim Naimeddin, Hadikat-üş-Şüheda adlı eserinde onun Rumeli serhatlerinde bulunduğunu. Eğri Kalesi alaybeyi olan büyük babası Ahmet Ağanın ölümüne bir mersiye söylediğim yazar.
Gevheri hakkındaki en detaylı çalışma, hocamız Şükrü Elçin'in "Gevheri Divanı" adlı çalışmasıdır.
Gevheri, "aşk-gubet-fîrkat" üçlemesi ile de Türkçenin öğredminde önemli adımlar atmıştır.
Ala gözlü nazlı dilber Seni kandan sakınırım Kandan değil hey efendim Seni candan sakınırım
O yana bu yana bakma Beni ateşlere yakma Elini koynuna sokma Seni senden sakınırım
Gevheri der ben bir merdim Yüreğimden çıkmaz derdim Sen bir kuzu ben bir kurdum Seni benden sakınırım
Hey ağalar zaman azdı Düşmüşe il üşer oldu Küllükte sürünen eşek Cins atla yansır oldu
Palas aminde yatmayan Bıyıgınapala batmayan Porsuk ardından yetmeyen Ceylana ulaşır oldu
278
Evlerinin önü yay Yayılır tuması kav Yasına yetmedik kuzu Koç ile vuruşur oldu
Gevheri der işlet hata Katırlar baskındır ata Olur olmaz maslahata Çocuklar karışır oldu
Be Hey Dilber Sana Gönül Verdi
Be hey dilber sana gönül vereli Bana hasm olmadık kullar mı kaldı Dasitan eyledin illere beni Halim söylemedik diller mi kaldı
Ferhat gibi yol eyledik dağları Hangi yar güldürmüş ağlayanları Şimdi viran oldu dostun bağları Yad eller değmedik güller mi kaldı
Böyle dilber gelmemiştir devrana Şimdiki hüblara yoktur bahane Bir rüzgar musallat oldu cihana Meyvesin dökmedik dallar mı kaldı
Gel gönül bu dertten olalım ari Görelim sonunda ne kalır Bari Gevheri der ben de ederim zari Başıma gelmedik haller mi kaldı
Kurtulamam Üç Nesnenin Elinden
Kurtulamam üç nesnenin elinden Biri firkat biri gurbet biri aşk Üçü bilmez birbirinin halinden Biri firkat biri gurbet biri aşk
Aşktır beni sevda ile söyleten Firkattir cevr ile sînem dağlayan Gurbettir gözümden kanlar akıtan Biri firkat biri gurbet biri aşk
Bahri gibi ummanlan yüzdüren Mecnun gibi sahraları gezdiren Ferhat gibi dağlar başı kazdıran Biri firkat biri gurbet biri aşk
279
Ben bilirim benim aklım şaşıran Beni sevdiğimden cüda düşüren Muhabbet deryasın baştan aşıran Biri firkat biri gurbet biri aşk
Gevheri der dersim aldım hocadan Okuyup hatmettim kara heceden Koç yiğidi pir eyledin kocadan Birifîrkat biri gurbet biri aşk
7.AŞIKNÎGARÎ
Seyyid Mir Hamza, Karabağ'ın Zengegur ilçesinin, Cicimli köyünde 1815 yılında doğmuştur. Doğum tarihi olarak 1805 tarihi zikredilmektedir;
fakat eldeki belgelere göre bu tarihin 1815 olduğunu kesin olarak söylemek mümkündür. Nigarî, kendisinin seyyid yani Hz. Peygamber soyundan olduğunu şöyle ifade etmektedir;
"Ali-e 'lanesebem, rindüyü şeyddhesebem Bendeyi-ali-eba, Mir hemze adımdır'
Babası Dağıstanlı bilginlerden Seyyid Emir Paşa, annesi Hayrünnisa Hanımdır. Babasına paşalık unvanı dedesi Rükneddin Paşadan intikal etmiştir.
Mir Hazma, Şirvan'ın Şamahı ve Seki Kasabalannda bir müddet eğitim gördükten sonra bir mürşit aramak üzere yola çıktı. Bu amaçla genç yaşlann-da Türkiye'ye geldi. Mevlana Halid'in şöhretim işiterek Harput'a kadar gitti. Burada şeyhin vefat ettiğim öğrenince Sivas'a geldi. Sivas'ta bir müddet kaldıktan sonra Karabağ'a döndü. Sonra tekrar Türkiye'ye gelerek Amasya'da bulunan Mevlana Halid'in halifelerinden olan Şeyh îsmail Şirvani'ye intisab etti.
Mürşidinden izin alarak önce Konya'da "Mevlana Türbesi'nde", sonra "Ravza-i Mutahhara" da erbain çıkarttı. 1859'da Hac farizasını yerine getirip Şam ve Kudüs'ü de ziyaret ederek Amasya'y a döndü.
Nigarî'nin yaşadığı dönem içte ve dışta büyük sıkıntılarla uğraştığı dönemdir. Ruslarla yapılan savaşlarda Nigarî de üzerine düşen görevi yerine getirmiş; Kırım harbi sırasında birçok müridi ve mücahitle beraber Rus sınırım aşarak Kars'a gelmiş ve çarpışmıştır. Sadece Doğu Anadolu civarında değil Kafkasya ve Kuzey Azerbaycan'da katıldığı mücadelelerle halk arasın-da nüfuz kazanmıştır.
Mir Hamza muhareben sonra Erzurum'da Bakırcı Mahallesi Camisi'nin dershanesinde 3 sene tarikat ve marifet görevini sürdürdü. Kendisine devlet tarafından 500 kuruş maaş bağlandı. Daha sonra istanbul'a kısa bir süre için gitti. 1865 yılında Amasya'ya yerleşti. Kendisine müracaat eden "erbab-ı
280
marifet" e tefsir, hadis, tarikat ve hakikat dersleri verdi. Böylece çevresinde bilgisiyle yetişen kuşak oluştunnaya başladı.
Nigari dönenünin padişahı n. Abdülhamid'e jurnal edilmiş ve kendisine Amasya'yı terketmesi tebliğ edilmiştir. O da Mevlana Halid'in ocağı olduğu düşüncesiyle Harput'a gitmiştir.
Ulema bir sülaleden gelen Nigari'nin küçük yaştan itibaren tahsil ve ter-biyesine ihtimam gösterilmiştir. Ailesi dini ilimler okumasını, Arapça ve Farsça öğrenmesini sağlamışlardır. Fakat bu eğitim onun için yeterli olmamış ve tahsilin! Türkiye'de tamamlamıştır, ilmiyle amel eden Nigari tarikate mensubiyetim mütakiben şiirler yazmaya başlamış, asıl adı Mir Hamza Karabaği olmasına karşılık, şiirlerinde Nigarî mahlasım kullanmıştır. Seyyid Nigarî'nin mürşidi Şeyh îsmail Şirvanî'nin "Mir Hamza, aşk-ı ilahi ile mahv-ı vucüd etmiştir. Onun mürşidi aşktır" sözleri, şairin ilahi aşka sahip olduğu-nu gösteren önemli bir delildir. Seyyid Nigarî, "Karabağî" mahlası ile de şiirler yazmıştır.
Nigarî, Şeyh İsmail Şirvani'nin halifelerindendir. Zahir ve batın ilimlerim büyük üstadından kazanmış ve onun rahle-i tedrisinden geçmiştir.
Nigarî hakkında çıkan söylentiler sebebiyle geldiği Harput'ta Mevlana Halid'in diyannda hayata gözlerim yummuştur. Hamza Nigarî vasiyeti üzeri-ne, Amasya'da yatan oğlu Siracüddin Efendinin yanma defnedilmiştir.
Nigarî'nin Türkçe ve Farsça olmak üzere 2 divanı, "Nigar-name", "Çay-name" ve "Sakî-name" olmak üzere 3 de mesnevîsi vardır. Bu eserler hakkında etraflı bir çalışma yapılmış değildir
Eserlerinde coşkun bir lirizm ve tasavvuf! düşünce dikkati çeker. Gazelleri, koşma ve kasideleri yalnız müridleri arasında değil, geniş halk yığınları arasında da beğenilmiş, ezberlenmiştir. Kimi zaman Arapça ve Farsçanın ağırlığı görülmekle beraber Türkiye Türkçesine yakın bir hayli yakın sade bir halk dili kullanılmıştır. Türkçe şiirlerinde ilahi aşk çok orijinal bir şekilde anlatılmıştır.
Yaşadığı devirle alakadar olarak Nigarî'nin şiir dilinde, bazı arkaik ve galiz ifadelere tesadüf edilmektedir. Fakat bu umumi manaya bir halel getirmemekte, anlamayı zorlaştırmamaktadır.
Şiirlerinde özellikle kendisi gibi bir tarikat şeyhi olan Necati'nin Fuzulî ve Hafız'in tesirleri açıkça görülse de taklitçi bir şair değildir. Bir çok şiirinin musiki göz önüne alınarak yapıldığı hissedilmektedir
Azerbeycan'da bulunduğu sıralarda birçok şair yetişmiştir. Ağa Rehim, Ağa dilbazi. Şah Nigar Hanım Rencür, Hacı Mecid Efendi, Kadı Mahmud Efendi vs. oğlu Siracüddin Efendi ve bazı torunları da Amasya'da yetişmiş şairler arasındadır.
281
Nigar-name
Mefülü Mefa 'ilün Fe'ülün
Bismillahirrahmanirrahim Ey sakî-i mihr zevkim artur Hamdane kelama şevkim artur
Hcand ile ola müdam vanm Şükr ile ola müdam karım
Kıl kam-ı cenanımı icdbet T& kalmıya gayr-ı kare hacet
Bu 'arz-ı niyazımı işitdi Sakt-i Kerem keremler itdi
Bir nice sürahi sundı ol dem Nuş eyledim anı şad u hurrem
Ol lahza açıldı nutk-ı şadan Hamdane kelamı didim ol an
Mürşîd-i tarîk-i ihtidaya Ba'is-i vüsül-i dil-rübaya
Anın iledir vüsül-ı Mevla Na-meydir anın küll-i tevella
Ey hame yine tekellüm eyle Bir hüb gazel gel imdi söyle
ZirS bu makam makdm-ı güldür Şeydalan mest-i mey ü müldür
Lazımdı ki bir gazel şirîn-ter Nazm eyle velî ki nazenin-ter
Evsaf-ı güle virek revacı Bülbülden alak haraç ü bacı
Ol hame-i 'aşık şinn-kar Nazm eyledi bir gazel-i şekvar
Nazm itdigi imdi bu gazeldir Amma ne gazel güzel güzeldir^33
333 Not: Mir Hamza Nigari hakkındaki bu bilgiler, M. Mete Taşlıova'nın, Prof. Dr. Güzel, A., 'in tez danışmanlığı eşliğinde hazırlanan "Mir Hamza Nigari'nin Nigar'name Mesnevisi"ad\ı yüksek lisans Te-zinden alınmıştır.
282
8. AŞIK ŞEM'Î
Aşık Şem'î 1783 tarihinde Konya'da doğmuştur. Gerçek adı Ahmet'tir fakat belli bir tahsil görmemesine karşın zekası ve birçok örnek davranışlarıyla kendisine "Şem'î' mahlası verilmiştir.
Kısa zamanda şöhretli bir aşık olan Şem'î; uzun bir süre Konya'da baş havala (su dağıtım işlerinden sorumlu) olduktan sonra çarşı ağalığı görevine getirilmiştir. Şürierinde çoğunlukla Aşık Ömer'in etkisinde kalmıştır. Divanı, o öldükten uzun bir süre sonra basılmıştır, bu yüzden divanında bazı değişiklikler ve hatalar görülmesi mümkündür. Ünü padişahlara kadar ulaşan Aşık Şem'î; H. 1255/ M. 1839 yılında hayata gözlerim yummuştur.334
Razıyım her ne iderse bana serv-i semenim Tig-ı cevrile sadpare kılursa bedenim
Beni öldürmeye ar eyler imiş sîm-i tenim Yarayım yalvarayım boynuma takip kefenim
Tek beni zülf-i dilavizine berdar eyle Cokeyim padişahım kendi elimle resenim
Göremez girsem eğer mür-ı zaifin gözüne Ey Süleyman-ı zaman böyle hayal oldu tenim
Çözümün yaşı gibi çıktı gözümden dünya Yardan gayrı görünmez gözüme kimse benim
Hülle-i Cennet otursa çekeyim çak ideyim Dem-i vaslında bana hail olur pirehenim
Şem'î'yem küşe-i meyhaneyi virmem Feleğe Gülşen-i Bağ-ı irem 'den bana yeğdir vatanım
***
îydiniz olsun mübarek dilbera bayramlasın Aşık-ı sadıklarınız biz evvela bayramlasın
Küs olanlar barışır bayram günüdür lacerem Beyninizden defolsundur macera bayramlasın
Büsbütün gökte melekler birbirine müjdeler Kulların affetti Mevla merhaba bayramlasın
Fitresi her dilberin aşıklara bir busedir Virmese savmı kalur beynessema bayramlasın
Yine bu miskine vir gitmez yabanafitrayı Çok dua kılsun size Şem't'ya bayramlasın336 Aşık Şem'î
283
9. BAYBURTLU ZÎHNÎ
Asıl adı Mehmed Emin olup 1797'de Bayburt'ta doğmuş, 1859'da Maçka civannda Olasa (Bahçeyaka) köyünde vefat etmiştir. Babasının adı Osman'dır. Şiirlerinin incelenmesinden, onun iyi bir tahsil gördüğü anlaşılmaktadır. 1816'da başlayan ve sık sık istifa ve sürgünlerle geçen memuriyet hayatı hemen hemen ölümüne kadar sürer. İnatçı mizacı, isyankar ruhu, mısralarında yer aldıkça huzuru kaçacaktır. O, bütün bunları Sergüzeştname adlı eserinde manzum olarak hikaye edecektir.
Divanım 1839'da saraya takdim eder. Bunun geliştirilmiş bir şekli olduğu düşünülen Divan-ı Zihnî, ölümünden sonra oğlu Ahmed Revayî tarafın-dan yayımlanır. Hece vezni ile yazdığı şiirleri ve asıl şöhretim sağlayan destanları Sergüzeştname' sinin sonunda yer almaktadır. Onun üçüncü eseri, Kitab-ı Hikaye-i Galibe adım taşıyan, manzum parçalarla da süslenen ve harmana geçişte bir basamak teşkil eden eseridir.
Bazı şiirleri bestelenmiş olup musiki meclislerinde hala okunmaktadır.
Hakkında, Bahçe-i Safa-Endüz, Osmanlı Müellifleri, Hatımetü'l-Eş'ar, Son Asır Türk Şairleri gibi eserlerde bilgi bulunmaktadır.
Koşma
Vardım ki yurdundan ayag göçürmüş Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı Camlar şikest olmuş meyler dökülmüş Sakiler meclisten kesmiş ayağı
Hangi dağda bulsam ben o maralı Hangi yerde görsem çeşmi gazali Avcılardan kaçmış ceylan misali Gitmiş dağdan daga yoktur durağı
Laleyi sümbülü gülü har almış Zevk u şevk ehlini ah ü zar almış Süleyman tahtım sanki mar almış Gama tebdil olmuş ülfetin çağı
Zihnî dehr elinden her zaman ağlar Vardım ki bağ ağlar bağıban ağlar Sümbüller perişan güller kan ağlar Şeyda bülbülü terk edeli bu bağı
Eşek Destanı
Kırık Bayrakdar'ın eşekfıkrası Gayet firkatlidir dinleyin anı Kan 'da doğmuş Kitrevan 'da gebermiş Leng-i Timur vaktinden kalma külhani
284
Üzerinden üç bin kolan geçirmiş Üç bin kuskun üç bin palan geçirmiş Bin yük odun bin yük saman geçirmiş Seksen bin de Erzincan'ın soğanı
Çok rakı taşımış meyhanelerden Çok süprüntü çekmiş kaşanelerden Çok kasnak yüklenmiş cinganelerden Yarım rub' arpa ile boylamış Van'ı
Çorak 'tan Bayrakdar arpa yüklemiş Kellesine çarpa çarpa yüklemiş Galiba külhanı sarpa yüklemiş Üzdüler gönünü çıkmazdan canı
Gelbulas önünde eğmiş semeri Yükü semerinden bir karış geri Galiba çok imiş eşeğin zoru Gözünde olmasa arpadan yanı
Düşmüş küreginden kolu yüzülmüş Yükü ağınmış beli yüzülmüş Kırık Bayrakdar'ın eli yüzülmüş Şehre düşmüş arar eşek lokmanı
Şimdi kurd lingine bindi Bayrakdar Eşekten düşmüşe döndü Bayrakdar Ta bir baş şehre indi Bayrakdar Sorar dükkan dükkan eşek dermanı
Neresi kırılmış deyü sordular Kimi nala kimi mika vurdular Sonra keçel sakız haber verdiler Yaptınp kop etti göz bu seyranı
Harladı görünce Kırık Bayrakdar Yaklaştı yanma gördü canı var Dendi noldu ey merkeb-i kafadar Yer misin getirsem arpa samanı
Dedi ki zahirde ben senden eşek Ve-lakin ma 'nada sen benden eşek Dişlerin sırtarmış ey benden eşek Kulak yok kuyruk yok sıpkaç palanı
Neylesin ki üryan olmuş biçare Sefil baykuş teği sarılmış yare Dört ayak bir kuyruk kalmış ne çare Çekmişler nalların çıkmış çevanı
285
Nallarım çektiler gözüm bakardı Kuyruğum kestiler yaşım akardı Gelbulaslı Yaküb gönüm çıkardı Köylüler pay etti geri kalanı
Ben de bilse idim durmaz getirdim
Eşeğin halinden ben de bitirdim
Derişim soyar yağım alırdım
Nice bir cokeyim ben bu yavanı Bayrakdar eşeğin noldu dediler Kodalı'ya kadı oldu dediler Eşek mesnedim buldu dediler Sen ara bul derişim soyanı
Sağ eşek boğazlanmaz ey kanlı zalim
Gayet perişan oldu bu benim halim
Bu sene gün attı benim ikbalim
Kırk yüz saman bana etti ziyanı Fetvaya danıştım buldu yerim Dedi ki alırsın üçün birini Şahidin birisi şeyhin torunu Birisi de Vancna'nın çobanı
Semgütlü Gafur'a gider hırlarım
Kapısında eşek gibi zırlarım
Hakim efendiye varır zorlarım
Yıkarım basma halk-ı cihanı Hırladı zirladı kaldı Bayrakdar Bırakdı Bayburd'a geldi Bayrakdar imamın yuduğun aldı Bayrakdar Zihnîde bitirdi bu desitanı33?
Bayburtlu Zihni
10. DADALOĞLU
Dadaloğlu, Toroslarda yaşayan Türkmenlerin Avşar boyundandır. Göçebe yaşantısından dolayı belli bir şehre, köye bağlanamadığından pek çok kasaba, köy hatta aşiret tarafından benimsenmiştir.
Tarihî bir vesikadan, babasının da Dadaloğlu diye anılan Aşık Musa adlı bir şair olduğu ve zamanın olaylanna dair şiirler yazdığı öğrenilmektedir.338
Asıl büyük Türkmen halk şairi Dadaloğlu'nün adı Velî'dir. Kozan, Erzin, Payas civarında bir yerde doğmuştur. Şiirierinde anılan hadiselerden yola çıkarak 1785-1865 yıllan arasında yaşadığı tahmin ediliyor. Daha çok
286
Gavurdağlan'nda yaşamış fakat hem göçebe hem de aşık olduğu için bütün Çukurova'yı, Toroslan ve Orta Anadolu'yu dolaşmıştır.
Dadaloğlu, Derviş Paşa kumandasındaki "Fırka-i islahiye"339 ordusunun zorla iskan politikasına karşı sazıyla savaş vermiştir. "Hakkımızda devlet etmiş fermanı- Ferman padişahın dağlar bizimdir." mısralarında olduğu gibi şiirlerinin çoğunda bu isyanın ifadesi bulunur. Bu bağlamda Dadaloğlu'nun koşma, türkü, varsağı. Semaî ve destanları, kudretli bir sanat ifadesi taşırken aynı zamanda mensup olduğu zümrenin, dönemin tarihî ve sosyal hadiseleri-ne bakışım yansıtması açısından da önem taşımaktadır.
XVII. yüzyıl saz şairlerinden Dadaloğlu güneydeki Avşar Türkmenle-rindendir. îklime, obasına, dağlara, yaşadığı yayla hayatına adeta aşık olan Dadaloğlu bölgenin güzelliklerim obasını övdüğü şiirleriyle tanınmıştır.
Pek çok şiirinde yayla hayatım ve Avşar güzellerim canlı tablolar halin-de tasvir etmektedir.
Dadaloğlu Karacoğlan veya Aşık Garip gibi dışa açık gezginci bir şair değildir. O, tipik bir aşiret aşığıdır. Nitekim birçok şiirinde aşiretine duyduğu hayranlığı dile getirmiştir. Yer yer yiğitçe söyleyişleri onun biraz da Köroğlu'na benzeyen bir kişiliğe sahip olduğunu göstermektedir.
Semaî
Bizim yaylamış meşeli Dibinde güller döşeli Altı top top menevşeli Kızlar gelir yaylamıza
Bizim yaylamız ati'olur Sütü kaymağı tati'olur Kız gelinden kuti 'olur Kızlar gelir yaylamıza
Dostları ilə paylaş: |