Türk edebiyatının islamiyet'ten önce ve îslamî dönem genel tasnifi içinde; Türk Halk Edebiyatı kendine has yerini almaktadır. Bu edebiyat



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə19/34
tarix12.12.2017
ölçüsü1,6 Mb.
#34567
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   34

Çocuk Oyunu Tekerlemesi

Bir eşim/indik Bir eşim fişlik Yattım yatarım Tuttum tutarım Dalda kargalar Dalı yırgalar Yerin alçacık (Ali) Sen çık29'

Masal Tekerlemesi

Varvaradan sürsüreden, Amasya'dan Tire'den, geldi geçti buradan. Destursuz bağa girenin ölümü sopadan. Halbır halbır içinde, halbır saman içinde. Deve tellal iken, pire pehlivan iken, eşek hamamcı iken, hamamcının tası yok, oduncunun baltası yok. Çarşıda bir tazı geziyor, boynun halkası yok. Hanımlar hamama gidiyor, öğnüğünün ortası yok, goltuğunun bohçası yok. Dedim hanımefendi bir buse ver, dedi heç mümkünü yok. Çene basında dururken, bıyığımı bururken Ali oğlu geldi dedi ki müjde deden geliyor. Ali oğlu. Miskin oğlu, Gussunoğlu ava gittik. Ali oğlu attı vuramadı, Gussun

236

oğlu attı vuramadı. Miskin oğlu attı vuramadı. Dedem attı ıhtırdı, ben attım yuvarladım. Eferim yiğit dedi, goluna guvvet dedi, her dem böyle at dedi. Goltuhlanm gabardı. Avımı tüfeğimin başına dahdım, demircibaşına geldim. Selamün aleyküm demircibaşı dedim. Aleyküm selam avcıbaşı dedi.



Bir gaz aldım doru deyin, ufacık defecik daşlan ağzına atıyor dan de-yin, Çotgözün köprüyü yitiyor geri deyin, uzun minareyi beline sokuyor boru deyin.

O yalan bu yalan, fili yuttu bir yılan, eşeğe binip de deveyi gucahladı bu da mı yalan.

Bir varmış bir yohmuş, Allah 'in gulu dağdan daşdan çohmuş. Çoh söy-lemesi günah, az söylemesi sevapmış. Zamanın birinde iki aşığın başına gelen olay...292

8. Halk Hikayeleri

Türk halk hikayeciliği de, halk şiiri gibi çok zengin mahsullere sahip bulunmaktadır. Maalesef bunların bir kısmı hala yazıya geçirilememiştir.

Halk hikayeleri eski destanlarla roman arasındaki merhaleyi teşkil etmektedir. Halk hikayeleri konu itibariyle aşk ve kahramanlık hikayeleri olmak üzere, iki büyük kola ayrılırlar.

a. Kahramanlık Hikayeleri eski destanlardan izler taşırlar. Destanlardaki bir çok unsur yeni şartlara ve olaylara intibak ettirilmiştir. Halk edebiyatı kahramanlık hikayelerinin başında Dede Korkut Hikayeleri gelmektedir. Köroğlu Hikayesi ve çeşitli kolları da bu türün en mühim mahsulleridir.

b. Aşk hikayeleri ise; Elifile Mahmud, Derdi Yok île Zülfö-Siyah gibi bir kısminin şahısları hayalidir.

Aşık Garip, Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre, Ercişli Emrah ile Selvihan gibileri ise aşık şairlerin efsaneleşmiş hayatlarını anlatan eserlerdir.

Leyla ile Mecnun, Ferhad ile Şirin, Yusuf ile Züleyha gibi hikayelerin konuları. Divan Edebiyatında aynı adı taşıyan eserlerden biraz değiştirilerek alınmıştır,

c. Tarihi-dinî halk hikayeleri: Kan Kalesi, Hayber Kalesi ve Hz. Ali'nin Cenklerini anlatan hikayeler olarak kabul edilir.

Halk hikayelerindeki vak'alar, sade bir nesir diliyle anlatılırlar. Hikayelerin sahipleri ve ilk yazarları belli değildir. Hikayelerde manzum parçalar da yer alıyor. Bunlardan bir kısmı Aşık Garip ve Aşık Kerem hikayelerinde olduğu gibi, bizzat hikayenin kahramanlarına ait bulunmaktadır.

237

Halk hikayelerini de yine aşıklar arada saz çalarak, taklitler yaparak anlatmaktadırlar. Destanları sazla söyleyen ozanların geleneği devam etmiştir. Halk Hikayeleri içinde Binbir Gece Hikayelerinden alınanları bulunduğu gibi, son asırlarda meydana getirilmiş istanbul'un çevrelerine mensup kimselerin tehlikeli maceralarını anlatan Hançerli Hanım, Tayyer-Zade gibi realist sayılabilecek hikayeler de vardır.



Asuman ile Zeycan

(Hikayenin konusu kısaca şöyledir: Asuman ile Zeycan hikayesinin asıl kahramanları varlıklı ailenin çocuklarıdır. Zeycan (kız) bir bey kızı; Asuman (erkek) ise beyin kethüdası Derviş İsmail'in oğludur. Çocukları olmayan bey ve kethüdası çok üzgündürler. Bir ermiş bunlara Murad Suyu'ndan çıkan nan paylaştırarak çocuk sahibi olmalarım sağlar. Kız ve oğlan Kırklar elinden bade içerek aşıldığa başlarlar ve birbirlerine aşık olurlar, fakat bey kızım oğlandan ayırır. Buna rağmen kahramanlar, bütün zorlukları bir masal havası içinde ermişin yardımıyla aşarak yedi yılın sonunda mutlu sona ulaşırlar:)

Zaman-ı evvelde bir padişah var idi. Padişahın bir kethüdası var idi. îkisinin dahi zürriyeti dünyaya gelmedi diyü düşünürken günlerden bir gün bir derviş geldi. Keşkülü önüne kodu.

-Behey derviş! Derdime dert, merdime mert olmazsın, dedi.

-Beyim ne derdin var? Bey eyitti:

-Bak giden kanya, üç-dört tane çocuğu var. Bunların birini Tanrı bana vere idi ne olur?

-Ya beyim, derdin o mu? dedi.

- Ya ondan büyük dert olur mu ?

-O kolay şeydir.

-Sen benim derdime dert olduktan sonra dahi ben dünyada bir şey istemem.

-Ya beyim! Murad Suyu'nün kenarına gidersin. Bir kurban kesersin. Andan bir nar zuhur eder. îkinizin inşallah zürriyeti dünyaya gelir.

Ol zaman kurbanı alıp Murad Suyu'na vardılar. Sabah namazım onda kıldılar. Ba'dehu kurbanı kesip suya bıraktılar. Andan iki dalga koptu. Arasından bir nar zuhur etti. Andan Derviş ismail ol narı alıp beyin yanma geldi. O narın yüz tanesi var idi. Ellişer tane aldılar. Bey eyitti:

-Bundan ne hasıl olur? dedi. Konuk eyitti:

-Dokuz ay on gün deyince ikinizin zürriyeti dünyaya gelir, dedi. Eğer oğlan olur ise adım Asuman koyasız, kız olur ise adım Zeycan koyasız, birbirinden ayınnayasız.

238

Andan Bey eyitti:



-Ben senin oğluna kızımı vermem, dedi. Derviş ismail eyitti:

-Konuğun sözü Mevl&'ya doğru gele! Deyince bey danlıp hançer çekip üzerine hami edip halledecek oldu. iç ağaları yetişip Derviş ismail'i beyin elinden alıp kaçırdılar. Ağlayıp evine geldi. Ehliyle vafir müşavere ettiler. Asuman bu sözleri bilmezdi ve şeriklerinin yanma gelmezdi. Saray meydanı civarında uşaklar beyin Derviş ismail'e ettiği işleri söyleşirlerdi. Asuman çocuklardan bu sözü duyup anasının yanına geldi. Anası eyitti:

-Oğlum bugün pek melül olmuşsun, dedi. Oğlan dahi:

-Bî-vefa yarden beni bunca zamandan beri aldarsınız, deyip yatsı namazım kılıp yattı, "ilahî, sen bilirsin halimi, aşıklık isterim." deyip kıbleye teveccüh etti. Ziyade gaflet uykusuna daldı. Gördü ki bir haristanda kırk tane pır, ellerinde yeşil kaplı mushafları var, okuyup dururlar. Asuman dahi el bağlayıp durdu. Onlar anın hölinden Sual ettiler.

-Sultanım aşıldık isterim, dedi.

Ol pirler hem bir kadeh aşk şarabı doldurup verdiler. Asuman dahi içti. Asuman gitti. Pirler cümlesi ol yerde kaldılar. Asuman erdi, uyandı ki olmuş, aşk ile dolmuş. Hemen kalktı, bozukçu dükkanına vardı. Bir ala bozuk293 yaptırdı. Eline alıp odasına geldi. Kızın fîrakından ah edip bozuğu eline aldı. Aşk deryasına dalıp çalmaya başladı. Baka ne diyecek:

Asuman eyitti:

Nazar eylen ağalar benim hatime Kendi yaralarım deştim ne dersin Böyle imiş bize Hakk'in fermanı Kırklar ile devran sürdüm ne dersin Aşıktır pîrini sever gayetten içirirler dolu ab-ı hayattan Pirim bana söyler ikra ayetten Aşkın kitabım açtım ne dersin Açıldı kitabım okudum ağdan Aşkın sözleri ezelî candan Dinleyin ağalar sözümü sağdan Bahar seli gibi coştum ne dersin Biçare Asuman ider medhini Ciğerciğim yanar çıkmaz tütünü Hesap ettim göğün yedi katım Hakk'in hikmetinden şaştım ne dersin

239

Böyle deyicek aşka kendini bastırdı bir zaman yattı. Sonra kalktı, çarşıya gitti, rüyasını tabir ettirdi.



Amma biz gelelim Zeycan 'a.

Zeycan dahi kendini Asuman 'a vermeyeceklerim bildi. Gece gündüz ağlamaktan gözleri kanla doldu. Zeycan bugün yatsı namazım kı-lıp "Ya Rab! Bana aşıldık ver." deyip başım yastığa koyup yattı. Vakı-a(rüya)sında Kırklar'ı gördü. El bağlayıp durdu. Pîrler buna:

-Muradın ne? dey ü sordular. Zeycan ey itti:

-Sultanım, aşıklık isterim, dedi.

Kırklar dahi yarım kadeh ab-ı hayat verdiler, içti. Şimdi kız uyandı. Aşk deryasına dalmış. Sabah oldu, kalktı. Gülbuy derler bir cariye var idi. Ana bir bozuk ısmarladı. Gülbuy dahi bozuğu alıp geldi. Zeycan Hanıma verdi. Hanım bozuğu eline aldı, bakalım ne diyecektir:

Zeycan eyitti:

Bu gece seyrimde pervan olumuşum Aradığım Kırklar yoludur yolu Elimi bağladım selam durmuşum içmişim bir kadeh doludur dolu

Açtım sımmı ben kime diyeyim Asuman 'in yoluna canım vereyim Dökeyim libasım hırka giyeyim Ko desinler bana delidir deli

Coşkun sular gibi akıp giderim Dalmışım deryaya derin giderim Yaradan Mevla 'ya niyaz ederim Boyladığım aşkın gölüdür gölü

Aşık olan gölde dönderir yüzer Yetmiş iki millet Hak deyip gezer Bugün pirim bana eylersin nazar Cümlesi Mevla 'nin kuludur kulu

Aşık olan ağlar benim yarime Gençliğimde hizmet ettim pîrime Anın sevdası da kondu serime Zeycan aşıkların gülüdür gülü

Böyle deyip aşka kendini bastırdı. Bir zaman yattı. Cariyeleri bu hali görüp hayran kaldılar.

Ey yarenler neyleyelim çok sözü, köselyere vermeliyim kızı. Asuman aldı kızı.

240


Kırk gün kırk gece düğün ettiler. Güvey girdiği gece kızın yüzünü görmeden ah edip söylediği beyitler bunlardır, beyan olunur. Bakalım ne dedi?

Anlar böyle deyip muradlanna erdiler. Hoş indi Mevla-yı Müte 'al Hazretleri, Fahr-ı Alem Hazretleri hürmetine bizi de muradlarımıza nail-i meram eyleye. Amin.

9. Halk Tiyatrosu

Hayatı hareket halinde göstermeye çalışan dram sanatı, Türk hayatında da dikkate değer örnekler vermiştir. Kendine has teknikler içindeki bu sanatı beş kolda topluyoruz:

9. 1. Köy Orta Oyunları (Köy Tiyatrosu)

Köy Orta Oyunları, köylülerin uzun kış aylannda ve hususiyle düğünlerde, bayramlarda eğlenmek ve vakit geçirmek için düzenleyip oynadıkları dram karakterli temsillerdir. Bu temsiller, tarihi kaynakların verdiği bilgilerden anlaşıldığına göre çok eski bir sözlü geleneğe dayanmaktadır295. Bu gelenek 1071 tarihinden sonra da ozanların yanı sıra Anadolu'da devam etmiş ve yakın devirlerde tam karakterini kazanan şehir kültürü mahsulü orta oyunundan da ayrı ve eski olan bu oyunlar;

a. Ritüel mahiyetteki Oyunlar

1. Yılın değişmesiyle ilgili oyunlar

2. Mücerret fikirlere bağlı oyunlar

3. Hayvan kültürüne bağlı oyunlar

4. Bitki kültürüne bağlı oyunlar

5. Mezhep-Tarikat Merasimleri

b. Profon Mahiyetteki Oyunlar

1. Günlük hayattan alınanlar

2. Masallara bağlı oyunlar

3. Destanlar veya saz şairlerinin hayatlarına bağlı oyunlar

4. Tarihi olay ve oyunlara bağlı oyunlar

5. Samit veya lal oyunları

6. Bebek-Kukla oyunları

bölümlerine ayırmak mümkündür. Oyunlar, kapalı veya açık yerlerde oynanır. Duruma göre dekor kullanılır.

241

Günlük Hayattan Alınan Oyunlar:



-Tarla Sinin Oyunu:

Oyuncular: Delil (oyunu hazırlayan), sınır taflan (iki adam), birinci tarla sahibi, ikinci tarla sahibi, muhtar, bekçi, azalar, karakol komutanı, iki jandarma, bir yolcu.

Oyun:

Delil, düğün evinde, önceden ellerini dinerinin altından bağlayıp yusyuvarlak ettiği iki adamı (sınır taşı) misafirlerin bulunduğu odaya kucağında getirir. Onları odanın ortasında yan yana oturtur. Bunlar iki kardeşin tarlasını ayıran sınır taşlarıdır. Delil, kenara çekilip oturduktan sonra oda kapısından büyük kardeş girer. Sınır taşına doğru yürür. Sinin beğenmez. 1te kaka kardeşinin tarafina sürükler. Bu götürme şekli halkın gülmesine sebep olur. Halinden memnun olan büyük kardeş halkın arasına karışıp bekler. O sırada ikinci kardeş gelir, o da sinin kendi lehine çevirmeğe çalıştığı sırada tarlaya gelen kardeşi ile münakaşaya başlarlar, işi halledemezler. Küçük kardeş çare bulması için muhtara başvurur. Muhtar, azalar ve bekçi gelirler, iki tarafı uzlaştırırlar ve sonra birlikte köye dönerler.



Büyük kardeş uzlaşmadan memnun olmaz. Tekrar gelir, sınırı kendi lehine çevirir. Kardeşi bunu duyar. Hiddetlenir. Tarlaya gelir, kardeşi ile kavga eder. Ağabeyisini yaralar, kaçar.

Büyük kardeş yaralanma sebebiyle bayılır. Bir yolcu karakola durumu bildirir. Bir jandarma gelir, sun 'i teneffüs yaptırarak büyük kardeşi ölümden kurtarır. Küçük kardeşi diğer jandarma yakalayarak karakola getirir. Şaşkın ve perişan halde bulunan büyük kardeş: Ben ne oldum, bana ne oldu? diye ağlamaya başlar, karakol komutanına kardeşini affetmesini rica eder. Komutan, af kararı verir. Oyun biter. 296

Samit Veya Lal Oyunları:

Berber Oyunu:

Oyuncular ve Malzeme: Berber, (orta yaşlı bir adam); müşteri, (iri yan, sakin tabiatte bir adam); iki çırak, bir sandalye, peştamal yerine eski bin çuval, bir bakraç, bir sabun, ustura vazifesini görecek paslı bir ekmek bıçağı, fırça vazifasini görecek adi bir süpürge.

Müşteri konuşmaksızın berberin önüne gelir, elle selam verir. Berber, boş bir sandalyeyi gösterir. Komik ve mübalağalı hareketlerle çı-

242

raklar bir sağa bir sola koşuştururlar. Bîri kenarda duran bakraca, diğeri çuvala saldırır. Çatışırlar, düşerler, sonra birisi bakraca su doldururken, diğeri müşterinin boynuna çuvalı asar. Karşıda, bir taşın üzerine konmuş olan sabunu usta alıp bakracın içine atar. Çuvalı getiren çırak sabunun bulunduğu yerden süpürgeyi alır, bakraca daldırıp köpürtmeğe başlar. Müşterinin yüzü, gözü değişir. Fakat ses çıkarmaz. Bir müddet sonra usta, sabunlu sudaki süpürgeyi müşterinin yüzüne gözüne; kafasının her tarafina sürer. Adamın kafasını bembeyaz eder. Adam sükunetini kaybeder, elini, kolunu intizamsız ve mübalağalı hareketlerle bir sağa, bir sola atar. Avuçlarının biri, sağda emre hazır bekleyen bir çırağın yanağına isabet eder. Tokat şaklar. Öbür kolu diğer çırağa tesadüf edemez. Muvazenesini kaybederken, berber bıçağı-nı kendi şapkasının altına sıkıştırdıktan sonra yakalar ve tekrar iskemleye oturur.



Az sonra traş biter. Usta jest ve mimiklerle müşteriden para ister. Çıraklar korkak hareketlerle etrafı güldürmeğe çalışırlarken müşteri sandalyeyi ustanın başına fırlatıp meydandan ayrılır.

9. 2. Meddah

Eski ozanlarla onların devamı olan saz şairlerini hatırlatan bir çeşit halk hikayelerini anlatan kimselere da meddah, böyle hikayelere de "Meddah Hikayeleri" denmiştir. Meddah kelimesinin asıl manası "Övücü, metheden" demektir. Meddahlık hikaye ile taklit yapma sanatıdır. Perdesi, sahnesi, dekoru, elbiseleri ve şahıstan bir tek sanatkarda toplanan unsurları basit ve sade temaşadır. Bu temaşanın sanatkarı olan meddah bir sandalyeye oturarak din-leyicilerine hikaye anlatır. Bu hikayelerin bir kısmı anonim eserlerdir. Bazılarının yazarları bellidir. Meddahın aksesuarını, bir mendil ile bir sopa-baston teşkil eder. O, umumiyetle güldürücü ve zaman zaman edebi ve ahlakî bir netice çıkaracağımız hikayesine belli kalıplarla başlar.

Kıssahan, hikaye anlatan yerine kullanılabilen "meddah" kelimesi önceleri (15. asır) kahramanların maceralarını anlatan ve onları öven sanatkarlar için kullanılmıştır. Bunlar, destanları sazla söyleyen ozanlardan ayrı hikayecilerdir. 13. asırdan sonra da kullanıldığı anlaşılan "Meddah" deyimi, destanî konulardan çok realist, eğlenceli vak'aları taklitlerle anlatan hikayecileri göstermektedir. Meddahlık son zamanlara kadar devam etmiştir.

Son devrin meddahları, kahvehanelerde yüksekçe bir yere oturup bastonuna dayanarak hikaye anlatan sanatkarlarda Bunlar halk arasında dolaşan veya yazılı edebiyattan alınma yahut kendilerinin zemin ve zamana uygun

243


olarak icat ettikleri hikayeleri, kahramanlarının, hikayenin geçtiği yerin şivelerini taklit ederek türlü jest ve mimiklerle anlatırlardı. Meddah bir tiyatro eserindeki bütün şahıstan tek şahısta (kendisinde) birleştirmiş bir aktör durumundaydı ve meddahlık tek şahıslık bir tiyatro mahiyeti gösteriyordu. Yazılı olduğu zaman bir roman, bir büyük hikaye hüviyeti taşıyan meddah hikayeleri, meddahların anlatışıyla bir tiyatro eseri haline gelmiştir. Bu bakımdan meddahlık ve meddah hikayeleri Türk temaşası içerisinde yer almaktadır.

BÖREKÇİ GÜZELİ

(Meddah ismet Efendiden (1876-1904) Ressam Mehmet Muazzez Öteduygu tarafından derlenmiştir.)

Aldı Meddah Hak dostum, hak!

Semt semle, isim isme, cisim cisme benzer. Geçmiş zaman söylüyoruz...

Fatih civarında, Kumrulu Mescid mahallesinde dört odalı bir ev... bir Arap cariyesi ile Şemsettin isminde henüz onunu bitirmemiş bir oğlu, bir de refikası... Dört kişiden ibaret aile efradı ile beş-altı anahtar sahibi Bedesten hecekilerinden elli yaşlarında Hüseyin Efendi denilmekle maruf bu zat, her gün sabah namazından sonra bir ufak kahvaltı yaptıktan ve icap eden evamiri verdikten sonra Bedesten 'in yolunu tutar ve alışverişi ile meşgul olur.

ikindi namazını Beyazıt Camiinde kıldıktan sonra yavaş yavaş Fatih'in yolunu tutar. Fatih meydanına gelir. Oradan ertesi günün levazımatını tedarik eder.

Akşam yemeğini yiyerek namazını kıldıktan sonra evin bazı hususatını görüşür. Oğlu Şemsettin ile de biraz okumaktan yazmaktan, nasihatten dem vurur, yatsı namazı için yakın bulunan mescide, namazdan sonra da mahalle kahvesine... Mahallesinin dedikodusu ile meşgul olduktan sonra saat sekiz buçuğa doğru eve dönerek bermutad gibi yatağına girer.

işte Hüseyin Efendinin her günkü hali bundan ibarettir.

Bu günlerde yine bir gün evde sofra başında oturulur. Valde Hanımın yemeğe pek ağır davranmakla, çehresinin de asık olmasına dikkat eden Hüseyin Efendi merak eder.

Hüseyin Efendi: —Ne o hanım, suratın yine asık? Yine bir şey mi oldu?

Hanım: —Canım bir şey olmadık gün olur mu? Ev hali bu...

Hüseyin Efendi: —Peki, bu kadar surat asacak ne var?

244


Hamın: —Nasıl ne var! Sen de olsan belki de benden fazla kızarsın...

Hüseyin Efendi: —Canım anladık ya, ne oldu onu söyle?

Bacı: —Ah afandum ah bilseniz ne oldu, ne oldu?

Hüseyin Efendi: —Maşallah... Sen de mi hanım kesildin? Musibet, evin büyükleri konuşurken sen ne had ile laf a karışıyorsun? Musibet fellah! Kalkarsam haddini bildiririm...

Bacı: —Canım ban bir şey saylamadım ki, hani ya şey oldu da!

Hüseyin Efendi: —Hala şey oldu da diyor... Sen süs dedim, kör fellah!

Hanım: —Canım o zavallı size bir şey yapmadı ki!... Bana yardım etmek istedi...

Hüseyin Efendi: —Anladım siz bana iki lokma yemeği zehir edeceksiniz.! Bırak şimdi olmuşu olacağı... Hele bir yemekten kalkalım da kederin, suratın ne ise o zaman söylersin!

Bacı: —Öyle ama afandum, sen de olsan...

Hüseyin Efendi: — (Bağırarak) Süs dedim kör fellah, sen ne haddine karışıyorsun lafa? Terbiyesiz seni, defol karşımdan!

Bacı: —Peki afandum, ama yemekleri kim verecek?

Hanım: —Süs kızım, bütün bütün kızdıracaksın ayol! Haydi sen git, yemekleri ben alırım! Efendinin dediği olsun...

Bacı: —Peki hanımcığım, gıdarim! (Çekilir.)

Hüseyin Efendi: —Efendim, işe yarıyor diye bu derece yüz, verilmez. Nihayet para ile satın alınmış bir cariyedir. Ne demek benim l&fıma karışmak. Hadi Allah 'ı seversen, ne verecek isen ver de şu sofra gürültüsü kalksm!

Hanım: —Peki canım hiddet edilecek ortada bir şey yok ki!

Sofradan kalkılır kalkılmaz Şemsettin ortadan kaybolur.

Hüseyin Efendi yukarki minderin bir köşesine kurulur. "Leğen, ibrik!... " diye bağırır. Zerafet omzunda havlu ile leğen, süzgeç kapağı üzerinde kokulu sabun ve bir elinde de san, uzun emzikli ibrik olduğu halde içeri girer. Hüseyin Efendinin önüne gelince, derhal leğeni yere bırakarak sabunu eline verdikten sonra Hüseyin Efendi minderin ke-nanna gelir. Ellerim, ağzım, bıyık ve sakalım yıkayarak ağzım da çalkaladıktan sonra bacının uzattığı havluya kurulanı? geri çekilir.

Hüseyin Efendi: — Gel bakalım hanım! işte şimdi şuralının çehrenin ne olduğunu rahat rahat anlat bakalım?

Hanım: —Nesini anlatayım... Bizim oğlan mektebe gitmem diyor!

245


Hüseyin Efendi: — Şemsettin mi?

Hanım: — öyle ya!...

Hüseyin Efendi: — Ne demek öyle? Tahsilim bitirmiş mi? Bir iki hatim olsun indirmiş mi? Bu ne demek böyle... Buna basbaya asilik denir.

Hanım: —Artık orasını bilemem... Gitmem diyor!

Hüseyin Efendi: — Sana mı söyledi?

Hanım: — Öyle ya...

Hüseyin Efendi: — Sen şunu çağırsana! Tevekkeli değil, yemeği hem dar yedi, hem de derhal savuştu... Hah... Hadi bana çağır sen o-nu!

Hanım: — Peki!... (Gider) Şemsettin, oğlum! Baban çağırıyor!

Şemsettin: — Peki anne geliyorum. (Gelir) Efendim beni çağırmışsınız!

Hüseyin Efendi: — Evet... Otur bakalım karşıma şöyle! Mektebe gitmem demişsin... Hiç olmazsa'iki hatim olsun indirmeden, mektebi bırakmayı neden istiyorsun? Hadi sıkılma annene söylediğin gibi bana da söyle!

Şemsettin: — Peki babacığım! Ben şimdiye kadar okuduklanmdan bir şey anlamadığım gibi zihnime de girmiyor. Bu halde mektepten fena halde söğüdüm, işte sebep bu...

Hüseyin Efendi: — Peki ne olmak istiyorsun?

Şemsettin: — Efendim, bir şey olayım diye hevesim yok. Ancak ne yaptım ise mektebi ne sevebildim, ne de okuduğumdan bir şey anlayabildim. işte bunun için mektepten söğüdüm. Yoksa sokaklarda haylazlar gibi dolaşmak istemiyorum.

Hüseyin Efendi: — Peki, anladım! Hadi. şimdi git yat! Sabahleyin namazdan sonra-beraber gideceğiz. Hadi bakalım...

Çocuk gider.

Hüseyin Efendi: — Öyle ya doğru söylüyor zorla hiçbir şey olmaz ve bahusus okumak... Hanım sen ne dersin? Oğlan haklı değil mi?

Hanım: —Peki ne olacak şimdi?

Hüseyin Efendi: — Ne olacağı yok... Şimdi ben onu bir para kazanacak san'ata veyahut ticarethaneye yerleştirip, o mesleğin sahibi yapacağım. İşte bu... Hadi, şimdi ben namaza gidiyorum. Oğlanı vaktile yatır! Yarın sabah benimle beraber gidecektir. Onun için erkence kalkması lazımdır.

Hanım: —Peki siz bilirsiniz!

246


(Hikayenin devamı şöyledir: Hüseyin Efendi yanında çocuğu olmak üzere, bütün esnaf ve ticaret erbabım dolaşıp gelir gider durumlarım, çocuğa kaç para verebileceklerim araştırır. Nihayet çocuğu börek-çiye çırak olarak verir. Şemsettin tabla ile börek satışma başlar. Börekçinin işleri inanılmaz derecede artar, iş yerindeki usta sayışım artırır. Şemsettin mahalle arasmda börek satarken Hatice isimli bir kıza aşık olur. Bu kız öksüz biridir. Halasıyla birlikte yaşamaktadır. Hala, kızı görmesi karşılığında Şemsettin'den para sızdırmaya başlar. Şemsettin halanın istediği paraları babasından yalan söyleyerek temin eder. Neticede Hüseyin Efendi bir gün oğlunu takip eder. Durumu anlar. Kızı oğluna nikahlar, büyükçe de bir börekçi dükkanı açarak oğluna teslim eder.)

9. 3. Karagöz

Türk temaşa edebiyatının en önde gelen türüdür. Bir gölge ve hayal o-yunu olan Karagözde esas şahıslar. Karagöz ve Hacivat'tu". Şive taklitlerine, Arapça, Farsça kelimelerin telafruzlanna yakın kelimeler öne sürerek güldürücü durumlar meydana getirilmesine cinas ve tevriye sanatlanna fazla yer verilen Karagöz Oyunları Türk zekasının mizah ve hicivdeki kudretim de göstermektedir.

Konuşma şeklinde bir tiyatro eseri gibi tertip edilen Karagöz Oyunları, belli konulara dayanıyordu, Konulardan bir kısmı Ferhad ile Şirinde olduğu gibi. Divan Edebiyatı hikayelerinden alınmıştır.

Menşei itibariyle gölge oyunudur. Anadolu'da XIV. yy'dan itibaren gelişen bu gölge oyunu, başlıca kahramanlanndan biri olan Karagözce izafeten "Karagöz" adı ile yaygındır. Bu oyunun belli başlı iki kahramanı Karagöz ve Hacivat'tır.

Karagöz; sanatı demircilik olan, klasik tahsil görmemiş, neşeli, şakacı, nüktedan, açık kalpli, bazen kaba bir insandır.

Hacivat ise; medrese kültürü ile yetişmiş, sofu, Osmanlı kibar zümresi-nin görgüsüne sahip, afyon tiryakisi bir şahıstır.

Oyunlarda Osmanlı devleti içinde yaşamış; asli unsur Türkler, Müslüman kavimler, (Arap, iranlı, Arnavut), Ermeni, Rum, ve Yahudi gibi azınlıklar; masal, hikaye-destan kahramanları da vazife görürlar.

Günlük hayat hadiseleri ile masal, hikaye ve destanlardan konusunu alan Karagöz oyunu esas itibariyle;

1. Muhavere(karşılıklı konuşma)

2. Fasıl(oyun)

olmak üzere iki kısımdan ibarettir.

247

Oyunun sahnesini, l m. eninde, 60 cm. boyunda bir perde adı verilen beyaz bez teşkil eder. Bu bez, yağ lambası, bugün elektrik ile arkadan aydınlatılır.



Karagözcü, deve veya manda derisinden yapılmış 30 cm boyundaki renklendirilmiş tasvirleri 50-60 cm uzunluğundaki değneklerle bu beze dayar, değneklerin yontulmuş uçlarım mum İşığında biraz ısıtır, sonra tasvirler-deki etrafı pekleştirilmiş deliklere sokar; böylece onları eğmeğe, doğrultmağa, sağa sola hareket ettirmeğe muvaffak olur.


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   34




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin