İBN HAYYÛS
Ebü'l-Fityân Muhammed b. Sultân b. Muhammed b. Hayyûs el-Ganevî ed-Dımaşkî (ö. 473/1081) Methiyeleriyle tanınan Arap şairi.
394 (1004) yılında Dımaşk'ta doğdu. Mustafe'd-devle lakabıyla da anılır. Zengin bir ailenin çocuğudur. Büyük dedesi Heysem, Halife Mu'tasım-Billâh'ın ku-mandanlarındandı. Dedesi Hayyûs'un adıyla tanınan babası Sultan b. Muhammed emîr olduğu için İbn Hayyûs emîr diye de anılır.420
İbn Hayyûs. muhtemelen dayısı Kadı Ebû Nasr Muhammed b. Ahmed b. Hâ-rûn'un yanında eğitim gördü. Ebû Muhammed Hasan b. Ahmed es-Semerkan-dî ve Kadı Yahya b. Ali el-Kureşî gibi âlimlerin İbn Hayyûs'tan hadis rivayet ettikleri kaydedilmekteyse de bu bilgiler doğru olmamalıdır.421 Bu yanlışlığın, bir fakih olan kardeşi Ebü'l-Me-kârim Muhammed b. Hayyûs ile karıştırılmış olmasından kaynaklandığı söylenebilir.
Bir methiye şairi olarak tanınmasını sağlayan ilk şiirlerini İbn Hayyûs Türk kumandanı Anuş Tegin ed-Dizberî için yazdı. 420 (1029) yılında Fatımî Halifesi Zahir- Lii'zâzidînillah tarafından kabile ayaklanmalarını bastırmak için görevlendirilen Anuş Tegin'in savaşlarını öven iki kaside yazarak kendisiyle yakın ilişki kurdu. İbn Hayyûs on üç yıl boyunca Anuş Tegin'in hizmetinde bulundu. Bu süre içinde onu Öven kırk kaside kaleme aidi.422
İbn Hayyûs, Anuş Tegin'in 433 (1041-42) yılında ölümünden sonra Şam'ın yeni yöneticisi Nâsırüddevle Hasan b. Hüseyin el-Hamdânî'yi öven on kaside yazdı. Yönetimde baş gösteren istikrarsızlık sebebiyle bir süre sonra Şam'dan ayrılarak Fatımî yönetiminin merkezi Kahire'ye gitti. Burada Fatımî Halifesi Müstansır-BiHâh'ın veziri Ebû Muhammed Hasan b. Ali el-Yâ-zûrî'nin sekiz yıl (1050-1058) süren vezirliği sırasında ona on bir kaside yazdı. Fatımî vezirleri Ebü'l-Ferec Muhammed b. Ca'fer el-Mağribî ile Ebü'l-Ferec Abdullah b. Muhammed el-Bâbilî için de methiyeler kaleme aldı. Daha sonra Dımaşk'a döndü.
4S4 (1062) yılında Fatımî idaresinde ortaya çıkan karışıklıklar Dımaşk'ı da etkiledi. Yaklaşık on yıl süren bu karışıklıklar sırasında bütün mal varlığını kaybetti ve Dımaşk'ı terketmek zorunda kaldı. Fatımî taraftarı olduğu ve şiirlerinde Ab-bâsîler'i yerdiği için Abbâsîler'in hilâfet merkezi Bağdat'a gidemeyeceğinden Trablusşam'da bulunan Kadı Emînüddev-le'nin yanına gitti (464/1071-72). Kısa bir süre sonra Emînüddevle'nin ölmesi üzerine Emîr Ali b. Münkız'ın tavsiyesiyle Halep Valisi Mahmûd b. Nasr el-Mirdâsî'nin yanına gitti. Kendisine sunduğu kasideyi beğenen Mahmûd b. Nasr ona 1000 dinar bahşiş verdi ve bir yıllık da ödenek tahsis etti. Zamanla Mirdâsîler'in özel şairi olan İbn Hayyûs, hanedan mensupları için yazdığı methiyelerle büyük servet kazandı. Halepte yaptırdığı evinin kapısına Mirdâsîler'in cömertliklerini öven bir kasidesini nakşettirdi. İbn Hayyûs, Mahmûd b. Nasr el-Mirdâsî ölünce (467/1074-75) yerine geçen oğlu Nasr b. Mahmûd ile onun ölümünden sonra yerini alan kardeşi Sabık b. Mahmûd için de methiyeler yazmaya devam etti. Onun Mirdâsîler için toplam otuz kaside yazdığı tesbit edilmiştir.423
473'te (1080) Mirdâsîler'in hâkimiyetine son veren Emîr Şerefüddevle Müslim b. Kureyş'e takdim ettiği kasideye mukabil emîr ona 2000 dinar bahşiş ve Musul'u da timar olarak verdi. Musul'a gitmek üzere yola çıkan İbn Hayyûs, altı ay sonra 473 yılının Şaban ayında (Şubat 1081) vefat ederek Benî Mevsıl Mezarlığı'na defnedildi. Musul'a ulaşmadan öldüğü de rivayet edilmektedir. Bırakmış olduğu büyük servet kardeşi Ebü'1-Mekârim'in kızına miras olarak intikal etmiştir.424
İbn Hayyûs'un hiciv, gazel ve dostlukla ilgili (ihvâniyyât) bir iki parça dışında bütün şiirleri methiye türündedir. Kendisine verilen bahşişler oranında övdüğü kişiler hakkında abartılı ifadeler kullanmış, onlara bazan ilâhlık sıfatları yakıştırmaktan çekinmemiştir. Methiye ile mersiyeyi tek beyitte birleştirebilen güçlü bir şair olan İbn Hayyûs'un şiirleri Buhtürî ve Ebû Tem-mâm'in şiirleriyle kıyaslanmış. Ebü'1-Alâ el-Maarrî'den sonra V. (XI.) yüzyılda Dı-maşk'ın en büyük şairi olarak kabul edilmiştir. Çeşitli kütüphanelerde yazma nüshalan bulunan divanı 425 Halîl Merdem Bek tarafından şairin hayatı hakkında uzunca bir girişle birlikte çeşitli notlar ve indeksler ilâve edilerek iki cilt halinde neşredilmiştir.426 Abdülazîzb. Nasır es-Sâlih, İbn Hayyûs hayötühû ve şfruhû adıyla bir yüksek lisans tezi hazırlamıştır. 427
Bibliyografya :
İbn Hayyûs. Dîvân (nşr. Halîl Merdem Bek], Beyrut 1984, neşredenin girişi, I, 5-50; İbn Hal-likân. Vefeyât, IV, 64, 438-444; Zehebî. A'lâ-mü'n-nübela", XVIII, 413-414; Keşfü'z-zunûn, !, 765, 773; İbnüVİmâd, Şezerât, II!, 343-344; Brockelmann, GAL, I, 256; Kehhâle. Mu'cemü'l-mü'e//ı/în,X, 44-45; Halîl Merdem Bek, eş-Şu'a-râ'ü'ş-Şâmiyyûn (nşr. Adnan Merdem Bek). Beyrut, ts., s. 158-208; C. Zeydân, Âdâb, III, 20; ÖmerFerruh, Târîhu't-edeb, 111, 188-191;Ziriklî. e/-A'/âm(Fethullah). VI, 47; Cezzâr, Medâhilü't-mü*ellifın,1,407;Sâlihiyye, el-Mu'cemü'ş-şâmil, II, 251-252; Abdülhâfız İbrahim ed-Demîsî. İbn Hayyûs: Şâ'İrü'ş-Şâm, |Baskı yeri yok| 1993; "ibn Hayyûs", El2 (İng.). III, 790; Muhammed Seydî. "İbn Hayyûs", DMBİ, III, 389-391.
İBN HAZM
Ebû Muhammed Alî b. Ahmed b. Saîd b. Hazm el-Endelüsî el-Kurtubî (ö. 456/1064) Zahirî mezhebinin en büyük temsilcisi, usulcü, fakih, mııhaddis, tarihçi, edip ve şair.
Sâid el-Endelüsfye yazdığı bir mektuba göre Kurtuba'nın (Cordoba) doğu kesimindeki Rabaz-ı Minyetü'l-Muglre'de 384 yılı Ramazanının son gününde (7 Kasım 994) doğdu.428 Kaynakların önemli bir kısmı onun Fars asıllı olduğunu kaydeder.429 İbn Hay-yân ve Sâid el-Endelüsî gibi çağdaşı bazı tabakat yazarlarının bunu şüphe ile karşılamalarından ve İbn Hazm'ın İslâm'daki sapık mezheplerin ve bid'atların Fars-lar'dan kaynaklandığı yolundaki sözlerinden 430 hareketle bazı yazarlar onun Fars asıllı olmadığını söylerken birçok İspanya tarihçisi 431 İbn Hayyân ve Sâid el-Endelüsî'den de destek alarak İbn Hazm'ın aslen İspanyol, bazıları da annesinin İspanyol kökenli olduğunu ileri sürmüştür. Cemheretü ensâbi'l-tArab adlı eserinde dönemindeki Arap asıllı ulemânın isimlerini ve şecerelerini kaydettiği halde kendi soy kütüğüne yer vermemesinden onun Arap olmadığı sonucu çıkarılabilir.
İbn Hazm'ın ailesinin ne zaman müslü-man olduğu konusu da tartışılmıştır. Ta-bakat müellifleri, atalarından İslâmiyet'i ilk kabul eden kişinin Yezîd b. Ebû Süf-yân'ın azatlı kölesi Yezîd olduğunu belirtirler. İbn Hazm'ın beşinci göbekten dedesi Halef b. Ma'dân, bir rivayete göre Mûsâ b. Nusayr'm ordusuyla birlikte 93 (712) yılında, bir rivayete göre de Endülüs Emevî Devleti'nin kurucusu Abdurrahman b. Muâviye b. Hişâm'la birlikte 138"-de (755) Endülüs'e girmiştir. Bu bilgileri esas alan kaynaklar İbn Hazm'ın ailesinin Müslümanlığını çok eskilere götürürken özellikle şarkiyatçılar onun ailesinin İspanya hıristiyanlanndan olduğunu ve dedesinin geç dönemde ihtida ettiğini ileri sürmüşlerdir.432
Endülüs'ün sayılı zengin ve ileri gelenlerinden olan İbn Hazm'ın babası Ah-med b. Saîd, M. Hakem el-Müstansır'ın ölümü üzerine küçük yaşta tahta geçen II. Hişâm'm (Müeyyed) hâcibi ve halifelik yetkilerini kullanan Mansûr lakaplı İbn Ebû Âmir'e ve onun oğlu Abdülmelik el-Muzaffer'e vezirlik yapmıştır. Babasının devlet ricalinden olması sayesinde İbn Hazm, ilk zamanlarda aristokrat ve kültürlü bir çevrede müreffeh bir hayat yaşadıysa da Muzaffer'in ölümünden sonra baş gösteren ve giderek şiddetlenen taht kavgalarının doğurduğu kargaşa ortamı onun ailesinin de sıkıntılı bir dönem yaşamasına yol açtı. Emevî hilâfetinin ardından mülûkü't-tavâifin ortaya çıkmasıyla neticelenen süreç (1009-1031) başladığında İbn Hazm henüz on beş yaşındaydı. Bu sıralarda Kurtuba, Emevî hilâfetinin daha güçlü bir şekilde geri getirilmesini hedefleyen siyasî faaliyetlerin merkezi durumundaydı. Koyu bir Emevî taraftarı olduğu İleri sürülen İbn Hazm'ın da bir ölçüde bu faaliyetlerin içinde yer aldığı anlaşılmaktadır. Nesebinin dolaylı da olsa Emevîler'e bağlanması ve babasının Emevî hilâfeti döneminde vezirlik yapması gibi sebeplerin bu desteklemede rolü olabilir.
Veba salgınında ağabeyi Ebû Bekir Ömer'i (401/1010), bir yıl sonra da babasını kaybeden İbn Hazm yaşadığı bu acılara ve kargaşa ortamına rağmen Kurtuba'da kalmayı tercih etti; ancak Berberî-ler'in hâkimiyeti ele geçirip evlerini yağmalaması üzerine Meriye'ye (Almaria) göç etmek zorunda kaldı.433 Emevî hanedanını diriltmeye çalıştığı iddiasıyla Meriye valisi tarafından tutuklanarak (407/1016) birkaç ay gözaltında bulundurulduktan sonra Hısnülkasr'a (Aznalcazar) sürüldü. Burada kaldığı birkaç aylık süre içinde yörenin hâkimi Ebü'l-Kâsım Abdullah et-Tücîbî'-den 434 ilgi gördü. Daha sonra Belensiye'ye (Valencia) gidip orada iktidarı ele geçiren Abdurrahman el-Mur-tazâ'yı 435 desteklediği için 436 vezirlik göreviyle ödüllendirildi. Ancak Murtazâ'nın öldürülmesi üzerine yine baskılara mâruz kaldı ve hapse atıldı. Kasım b. Ham-mûd'un hilâfeti sırasında Kurtuba'ya döndü (409/1018) ve 412 (1021) yılına kadar burada kaldı. Hükümdarlığı birkaç ay süren V. Abdurrahman el-Müstazhir b. Hişâm'a da vezirlik yapan İbn Hazm. Müs-tazhir-Billâh'ın öldürülmesinden (414/1024) sonra tahta geçen 111. Muhammed el-Müstekfî-Billâh (1024-1025) tarafından yine tevkif ettirildi. İbn Hazm, zalim ve zorba olarak nitelediği Müstekfî'nin kendisini tutuklatmasına sebep olarak Müstazhir-Billâh ile olan arkadaşlığını göstermektedir.437 Bu tutukluluğun, Endülüs'ün son Emevî halifesi olan 111. Hişâm el-Mu'ted- Billâh'ın (1027-1031) halifeliği almasına kadar sürdüğü anlaşılmaktadır. İbn Hazm'ın, III. Hişâm devrinde de kısa bir müddet vezirlik yaptığı belirtilmektedir.438
Berberîler'in Kasım b. Hammûd'a karşı ayaklanması üzerine Kurtuba'dan kaçarak Şâtıbe'ye (Javita) geçen İbn Hazm, sevgi ve aşka dair olmakla birlikte otobiyografik nitelik de taşıyan Tavku 'l-ha-mâme'y] burada yazdı (4 i 7/1026). Bu tarihten sonra siyasetten büyük ölçüde el çekerek telif çalışmalarına ağırlık verdiği görülmektedir. Tavku'l-hamâme'den hemen sonra el-Ahlâk ve's-siyer adlı kitabını kaleme aldı. bu arada âlimleri himaye eden emîrin daveti üzerine Şâtı-be yakınlarındaki Bünt (Alpuente) Kalesi'-ne giderek Endülüs'ün faziletine dair risalesini yazdı. Daha sonra Vali Ahmed b. Reşîk'ın davetiyle Mayurka(Majorka) adasına geçti (430/1038-39) ve muhtemelen Mâlikî mezhebinin Endülüs'teki hâkimiyeti sebebiyle dile getiremediği düşüncelerini burada serbestçe açıklama fırsatı buldu; Mâlikî âlimi Ebü'l-Velîd el-Bâcî ile 439 (1047) yılında yine burada tartıştı. Bazılarına göre bu tartışmada yenik düşmesi sebebiyle, bazılarına göre ise daha başka sebepler yüzünden ertesi yıl Ma-yurka'dan ayrılarak İşbîliye'ye (Sevilla) geçen İbn Hazm, Abbâdî Hükümdarı Mu'-tazıd-Billâh Abbâd b. Muhammed tarafından kitaplarının yakılması üzerine bu hükümdar aleyhine Naktü'l-'arûs adlı eserini kaleme aldı. İşbîliye'de de huzur bulamayan İbn Hazm, atalarının memleketi olan Leble'ye(Niebla) dönerek vefatına kadar orada zâhidâne bir hayat sürdürdü. Sâid el-Endelüsî. İbn Hazm'ın oğlu tarafından yazılmış bir nottan hareketle onun 456 yılı Şaban ayının sonunda (Ağustos 1064) vefat ettiğini belirtmektedir.439
Tahsili. Babasının sarayındaki müreb-biyelerden okuma yazma öğrenen ve Kur'an'ı ezberleyen İbn Hazm 440 Ebû Saîd el-Fetâ el-Caferfnin Kurtuba Camii'ndeki şiir meclislerine katılmış 441 Kurtuba'dan ayrılmadan önce fıkıh, hadis ve kelâm dersleri almıştır. İlk hocası Ebü'l-Kâsım Abdurrahman b. Ebû Yezîd el-Ezdî'den hadis, kelâm, cedel ve dil öğrenmiş, onun yanında tanıştığı ve dostluk kurduğu Ebû Ali Hüseyin 442 b. Ali el-Fâsf-den istifade etmiştir.443 Dil hocalarından biri olarak andığı 444 Ebû Ubey-de Hassan b. Mâlik'ten de bu sıralarda okumuş olmalıdır.445 İbn Hazm başlangıçta edebiyat, tarih, mantık ve kısmen felsefede oldukça iyi bir tahsil görmüştür. Mantık hocası. İbnü'l-Kettânî diye de bilinen Muhammed b. Hasan el-Mezhicîel-Kurtubîel-Kettânî'dir.446 İbn Hazm'a gelinceye kadar Endülüs'te felsefede İbn Meserre'den, tabii veya riyâzî ilimlerde Mesleme b. Ahmed el-Mecrîtî'-den başka isim yapmış kimsenin bilinmediğini belirten İbn Kesîr, İbn Hazm'ın tabip olduğunu ve tıp konusunda kitabı bulunduğunu söylemektedir.447
Humeydî'nin belirttiğine göre 448 İbn Hazm, 400 (1010) yılından önce öğrencisi olduğu Ebû Ömer Ahmed b. Muhammed b. Cesûr'un yanında Yahya b.449 Mes'ûd b. Vechi'l-cenne, Ebû Bekir Hümâm b. Ahmed el-Kâdî, Abdullah b. Rebî. Muhammed b. Saîd b. Nebat, Abdurrahman b. Abdullah b. Hâlid, Abdullah b. Yûsuf, Kadi Yûnus b. Abdullah b. Mugis, Ahmed b. Ömer b. Enes el-Uzri ve daha birçok âlimden istifade etmiştir.450 İhtilâfta sözü dikkate alınan âlimlerden diye nitelediği Mes'ûd b. Süleyman b. Müflit ve İbn Abdülber en-Nemerî ile görüştüğünü kendisi belirtmektedir.451 Belensiye (Valencia) Kadısı (Ebû) Abdur-rahman b. Abdullah b. Abdurrahman el-Cehhâf el-Meârifî'nin hayatta gördüğü en iyi kadı olduğunu söylemekte ve ondan duyduğu bazı bilgileri aktarmaktadır.452
Meriye'deki ikameti sırasında İbn Hazm dinler tarihine ilgi duyarak yahudi çevrelerine girmiş 453 ve daha sonra kendisine bir reddiye yazacağı İbn Nagri-le ile burada tanışmış, arkadaşı Yahya b. Abdülkesîr b. Vâfid ile birlikte, Allah hakkında tecsîmi andıran görüşlere sahip olduğunu söylediği Muhammed b. îsâ es-Sûfî el-EIbîri'yi ziyaret ederek kendisinden istifade etmiştir.454 İbn Meserre'ye nisbetle Meserre-cilik diye bilinen felsefî akımla tanışması da bu sıralardadır. Nitekim İbn Meser-re'nin görüşlerini İsmâiliyye mezhebinde yerleşik görüşlere benzer siyasî ve içtimaî görüşlerle mezceden İsmail b. Abdullah er-Ruaynî de o tarihte Meriye'de bulunuyordu.
İbn Hazm'ın fıkıh tahsiline nisbeten erken yaşta başladığı belirtilirse de Ebû Bekir İbnü'l-Arabî -muhtemelen Ya'küfun, "İbn Hazm yirmi altı yaşında iken fıkha yöneldi" ifadesinden hareketle-, onun yirmi altı yaşına kadar en basit ibadetlerden bile habersiz olduğunu ileri sürmüştür. Mevcut rivayetlerin çoğuna göre İbn Hazm önce Şâfıî fıkhıyla ilgilenmiş, daha sonra Dâvûd b. Ali'nin Zâhirîlik mezhebine intisap etmiş ve nihayet bu bağlardan kurtularak bağımsız bir müctehid olmuştur. Fakat Zehebî'nin Ebû Bekir Muhammed b. Turhan et-TürKTden naklettiği bir rivayete göre İbn Hazm fıkıh öğrenimine (Ebû) Abdullah b. Yahya b. Dehhûn'dan Mâlik'in el-Muvatta3\m, diğer bir rivayete göre de İbnü'l-Cesûr'danei-Muvatta ve eJ-Müdevvene'yi okuyarak başlamıştır. Endülüs'te Mâliki mezhebinin yaygınlığı, hatta bölgenin tek mezhebi olduğu dikkate alınırsa Zehebî'nin naklettiği rivayet daha mâkul görünmektedir. Ze-hebî'ye göre İbn Hazm işe Mâliki fıkhıyla başlamış, daha sonra Şâfıî fıkhına ilgi duymuş ve nihayet Zâhirîlik düşüncesini yeniden hayata geçirip bu düşüncenin en önemli temsilcisi, Muhammed Ebû Zehre'nin nitelemesine göre 455 mutlak müctehid olmuştur. İbn Hazm'ın ilmi üstatlardan almadığı ve onların edep ve terbiyesiyle yetişmediği şeklindeki eleştiri 456 diğer ilim dallan için haklı görülmese bile fıkıh için bir ölçüde isabetli sayılabilir. Nitekim bu alanda istifade ettiği hoca sayısının çok az olması, belli belirsiz bir iki isim üzerinde durulması ve özellikle kendisinin fıkıh hocası olarak sadece Ebü'l-Hıyâr el-Lu-gavî'nin adından söz etmesi 457 bu görüşü desteklemektedir.
Kaynaklarda hafız, hadis ilimleri ve fık-hü'1-hadîs âlimi gibi vasıflarla anılan İbn Hazm, gerek zihnî kabiliyetleri gerekse dindarlığı bakımından çok seçkin bir âlim olarak tanıtılmakta; bütün İslâm ilimlerinde derinleşmiş olduğu, hükümlerini doğrudan Kitap ve Sünnet'ten çıkardığı, edebiyat ve şiirde mahir. dil. siyer ve tarih konularında geniş birikime sahip olduğu belirtilmektedir. İbn Hazm bu alanların hepsinde eser vermiştir. Latince de dahil olmak üzere birçok dil bildiği ileri sürülmüştür.458 İbn Hazm. Endülüs halkı arasında amelî ve ahlâkî bakımdan da seçkin bir kişi olarak tanınmıştır.459 Bazı Şiî yazarlar tarafından sosyal karışıklıklara yol açan bir fitneci diye nitelendirilmesinin, Muâviye'yi hatalı ve Hz. Ali'yi hilâfete hak sahibi görmekle birlikte 460 Hz. Osman'ın Ali'den efdal olduğunu söylemesi 461 Ali'nin katili İbn MülcemVmüteevvil müctehid" olduğu gerekçesiyle mazur göstermeye çalışması 462 ve ateşli bir Emevî taraftarı olması gibi siyasî sebeplere dayandığı söylenebilir. Genel Sünnî ve Şiî görüşten farklı olarak İbn Hazm'ın Hz. Ebû Bekir'e hilâfetinin nas yoluyla verildiğini savunmasının da Şîa'-nın aleyhteki tavrını etkilediği muhakkaktır.
İbn Hazm'dan rivayette bulunanlar arasında oğlu Ebû Râfi' el-Fazl, Ebû Abdullah Muhammed b. Fütûh el-Humeydî ve Ebû Bekir İbnü'l-Arabî"nin babası sayılabilir. Zehebî'nin A'lârnü'n-nübelâ^nda Ebû Bekir İbnü'l-Arabî'nin İbn Hazm ile yedi yıl birlikte bulunduğu ve onun bütün eserlerini dinlediği ifade edilir. Yine Zehebî, İbn Hazm'dan icazetle rivayet nakleden son kişinin Ebü'l-Hasan Şüreyh b. Muhammed er-Ruaynî olduğunu belirtmektedir.463 Sem'ânî, Humeydî'nin de İbn Hazm'dan rivayette bulunduğunu. İbn Hazm'ın görüş ve kitaplarının İrak ve Horasan'a onun vasıtasıyla geçtiğini söylemektedir.464
Çağdaşlarıyla birçok konuda ilmî tartışmaları bulunan İbn Hazm, el-İhkâm'da çoğunlukla isim vermekden bu tartışmalara işaret etmektedir. Nitekim Mâlikî usulcüsü Ebü'l-Velîd el-Bâcî ile fıkıh usulü, Mekkî b. Ebû Tâlib ile kıraat konusunda tartışmış 465 kendisinin de belirttiği gibi müslümanlarla olan tartışmalarında naslara, gayri müslimler-le yaptığı tartışmalarında ise aklî burhana dayanmıştır. İbn Hazm kendinden önceki âlimleri de eleştirmekten geri durmamış, "Selefimizi severiz, ama bizim İçin gerçek onlardan daha değerli ve daha üstündür" 466diyerek bunu ilmin gereği saymıştır. Ancak çok defa başta mezhep imamları olmak üzere tenkit ettiği kimselere karşı nezaket sınırlarını aştığı, bazan hakarete varacak ağır ve sert ifadeler kullandığı da görülür; birçok âlimin kendisinden ve eserlerinden yüz çevirmesi, yöneticilerden baskı görmesi ve bazı kitaplarının yakılması gibi olumsuz gelişmeler bu kavgacı kişiliğine bağlanır. İbn Hazm kendisi ve kitapları hakkındaki olumsuz kanaatleri. "Bizim kitaplarımızı bu eserler hakkında hiçbir bilgisi olmayan, onları mütalaa etmeyen, tek bir kelimesini dahi görmemiş kişiler tenkit etmiştir 467 diyerek reddeder. İbn Hazm hakkında ılımlı bir tavır sergileyen Zehebî. Ebû Bekir İbnü'l-Arabî'nin İbn Hazm'a yönelttiği tenkitleri zikrettikten sonra onun babasının hocası olan bu âlime insafsız davrandığını, hakkında âdil olmadığını ve onu çok hafife aldığını belirtmiş, İlimdeki büyüklüğüne rağmen İbnü"l-Arabî'nin İbn Hazm'ın mertebesine erişemeyeceğini ileri sürmüştür.468
Zâhirîlik Düşüncesi. Endülüs'te İbn Hazm'dan önce Zâhirîlik düşüncesini benimsemiş, en azından Zâhirîliğe meyletmiş olan âlimler ulunmaktaydı. Mevcut mezheplerden hiçbirine bağlanmayan Baki b. Mahled, resmî olarak Mâlikî fıkhını uyguladığı halde şahsî işlerinde Dâvûd b. Ali'nin mezhebine tâbi olan, el-İnbâh calâ isünbâti'l-ahkâm min Kitâbillâh ile el-İbâne 'an haka'ikİ uşûli'd-diyâne adlı eserlerin müellifi Münzir b. Saîd el-Beilûtî ve Kasım b. Asbağ bunlardandır. Doğudan Endülüs'e 337 (948) yılında tacir olarak gelen Bağdatlı Ali b. Bündâr b. İsmail el-Bermekî'nin Zâhirîlik düşüncesinin Endülüs'e taşınmasında rolü olmuştu. Ali b. Bündâr, Ebü'l-Hasan Abdullah b. Ahmed ed-Dâvûdî'nin öğrencisi olmuş, ondan ei-Muvazzah'ı ve el-Müneccah'ı dinlemişti.469 Ayrıca İbn Hazm'ın yakın arkadaşı olan İbn Abdül-berr'in, İbn Hazm zamanında Zâhirîliğin temsilcilerinden biri olduğu 470 hatta özellikle usul konularında İbn Hazm'la tartışmaları bulunan Ebü'l-Velîd el-Bâcî'nin de başlangıçta Zâhirîliğe meylettiği yönünde rivayetler bulunmaktadır.471 Bu bilgilerin doğruluğu araştırmaya muhtaç olmakla birlikte Endülüs'teki Zâhirîlik temayülünü göstermesi açısından Önemlidir. İbn Hazm, Endülüs'te Mâliki fıkhının yaygın olmasına rağmen birçok âlimin hadis doğrultusunda görüş açıklayarak veya Zâhirîliği yahut Şafiî mezhebini benimseyerek Mâlikî mezhebine muhalif kaldığını belirtmektedir.
İbn Hazm Zâhirîlik düşüncesini benimsemekle kalmamış, aynı zamanda onu sistemleştirmiştir. Özellikle Ebû Hanîfe ve Mâlik'in başını çektiği geniş anlamıyla re"y içtihadının Şafiî tarafından daraltılarak bütün ictihad faaliyetleri kıyasa indirgenirken İbn Hazm bir adım daha atarak kıyası da reddetmek suretiyle re'yin alanını tamamen kapatmıştır. Kendisi de mezhep imamları içerisinde Şafiî'nin usu-lündeki doğruların yanlışlardan fazla olduğunu belirtmektedir.472 İbn Hazm ile Şafiî arasında anlayış benzerliklerine örnek olarak ikisinin de Kitap ile birlikte Sünnet'i de bütünüyle vahiy mahsulü sayması Kitap ve Sünnet'in birbirini neshetmesini ilke olarak caiz görmekle birlikte neshi gösteren bir şahit araması, hikmet kavramını sünnet olarak yorumlaması 473 nas ve ic-mâ olmaksızın re'y veistihsan yoluyla dinde bir görüş ileri süren kişiyi yeni bir şeriat icat etmiş kabul etmesi 474 zikredilebilir.
İbn Hazm, Dâvûd b. Ali'nin öncüsü olduğu Zâhirîlik mezhebini benimsemekle birlikte birçok hususta hem mezhep önderinin hem de kendi zamanına kadar Zâhirîlik düşüncesinde yer almış diğer kişilerin görüşlerine muhalefet etmiştir.475 Bir yandan kendisinin Zâ-hirîler'den olduğunu söylerken öte yandan Zahirî olanları da dahil olmak üzere şahısları ve mezhepleri taklit konusunda olumsuz ve sert tutum takınmasından, Zâhirîliği teknik anlamda bir mezhep olarak değil bir yöntem ve yaklaşım tarzı olarak gördüğü anlaşılmaktadır. Esasen diğer İslâm hukuk ekollerinin hemen hepsi bir şahıs ismine nisbet edilirken Zâhirîlik bir tavır alışın adı olmuştur. Bununla beraber İbnü'l-Esîr'in, Mağrib'de İbn Hazm taraftarlarından oluşan Hazmiyye adında bir cemaatin ortaya çıktığını kaydetmesi 476 sonraları onun fikirlerinin de öteki mezhep imam-larınınki gibi taraftar kazandığını göstermektedir. Muvahhidler hanedanının üçüncü emîri zamanında Zâhirîliğin yarı resmî bir anlayış haline gelmesi de bu arada zikredilebilir.477
Usul Görüşleri. İbn Hazm'ın çeşitli eserlerinde sık sık tekrar ettiği şu ana fikirler onun usulünün teorik çerçevesini, zeminini ve Zâhirîlik karakterini göstermesi bakımından önem taşır: Allah'ın dini zahirdir, onda bâtın yoktur; cehrdir, onda sır yoktur; burhandır, onda gevşeklik yoktur.478 Hükmü Kur'an'da veya Hz. Peygamber'in beyanında genel veya özel ismiyle açıkça belirtilmeyen bir olayın meydana gelmesi mümkün değildir.479 Dolayısıyla din sadece Kur'an'dan ve Hz. Peygamber'den sahih olarak sabit olan sünnetten alınır ve bağlayıcılık açısından her ikisi de eşittir. Bir konuda Allah'tan ve Hz. Peygamber'den bir açıklama gelmedikçe hiç kimsenin onlar adına bir beyanda bulunma yetkisi yoktur 480 Allah ne bildirdiyse insanlar sadece onu bilebilir.481 Şeriat yalnızca kulların denenmesi için gelmiştir. Kulların maslahatları kendi bakışlarına göre değil Allah'ın emirleri ve nehiyleri doğrultusunda cereyan eder. Bir kimse kendi şahsî görüşünü Allah'a izafe ederse O'na iftira etmiş olur; eğer Allah'a izafe etmiyorsa bu da o görüşün dinden olmadığı anlamına gelir. Dinî bir konuda hiç kimse rabbimizin dediğinin ve bize vacip kıldığının dışında bir şey söyleme yetkisine sahip değildir.482 Bu sebeple doğruyu isabet ettirmek ancak nassın zahirine tâbi olmak suretiyle mümkündür; mânaların dikkate alınması ise re'ydir. Bu suretle İbn Hazm, dili de din gibi tevkif 483 kapsamına dahil ederek isim verme ve hüküm koymanın insanlara bırakılmadığı görüşündedir 484 ResûH Ekrem'in Kur-'an'ı açıklaması vahiy kaynaklı olup bu yetki sadece ona verilmiştir; sonrakilerin vahiy irtibatı olmadığı için onlara düşen açıklamak değil anlamaya çalışmaktır. Hz. Peygamber dışında hiç kimseye verilmiş bir hüccet yoktur.485 İbn Hazm, ei-İhkâm'm yazılış amacını ve konusunu açıkladığı birinci bölümde diğer usul eserlerinde rastlanmayan bir biçimde görüşlerini oturttuğu bu teorik çerçeveye temas eder. Burada da özetle bütün dinî ahkâmın Kur'an'la ve resulün diliyle açıklandığını ve bu iki kelâm içinde aranması gerektiğini, artık tamamlanmış olan dinin Allah'tan, resulünün dilinden ve ülü'l-emrin Hz. Peygamber'den alıp bize tebliğ ettiklerinden alınması gerektiğini, bunun dışında kalanların dinden olmadığını, aksine bir görüşün bâtıl sayıldığını belirtir.
Dostları ilə paylaş: |