TüRKİYE’de interneti İncelemek konulu


İnterneti İncelerken Etik Sorumluluğun Muhasebesini Yapma(ma)k: Araştırmacının Ne Bulduğunun yanı sıra Ne Yaptığı Sorusunun Önemi



Yüklə 467,36 Kb.
səhifə55/64
tarix03.01.2022
ölçüsü467,36 Kb.
#50696
1   ...   51   52   53   54   55   56   57   58   ...   64
İnterneti İncelerken Etik Sorumluluğun Muhasebesini Yapma(ma)k: Araştırmacının Ne Bulduğunun yanı sıra Ne Yaptığı Sorusunun Önemi

Araştırmacılar genellikle araştırma konuları ile girdikleri ilişkinin “nesnel” ve “mesafeli” olduğunu iddia ederler. Oysa araştırma süresince, araştırma konusu (ve katılımcıları) ile karşılıklı bir deneyim yaşarlar. Bu yaşanan deneyimi dile getirmek ve araştırmacının kendi üstündeki etkilerini sorgulamak “refleksivite” sürecine işaret eder. Araştırmacı, bir anlamda araştırma konusu (ve katılımcıları) ile duygusal ilişkiye girer, onların duygulanım dünyalarına ve kendilerini kurma sürecine dahil olur. Bu dahil olma deneyimini kendi kimlik inşasına ve konumuna da taşır. Örneğin kültürlerarası iletişim çalışması yapan bir araştırmacı, ötekine duyduğu ilginin ve onu görme biçiminin kendi konumu üzerine düşünümün de farkında olmalıdır. Aslında “düşünüm” konusu, araştırma etiği ile yakından ilgilidir. Katılımcıların yaşamlarına dahil olmanın sınırı nedir? (Dubisch 2000)


Don Kulick “refleksivite” (öz-düşünüm) konusunun antropolojide nasıl önemli bir sorun haline geldiğini şu şekilde açıklamaktadır: “...bu terim, her şeyden önce, vaktiyle problematik olmayan bir şeyi problem haline getiriyor: Etnograf kişiliği. Vaktiyle kendinden emin olan bu kişiliği problematize etmek, onu inceleme ve eleştiriye tabii tutmak anlamına geldi: ‘Biliyor’ olmasının temeli nedir?” diye soruyor artık insanlar, “Bilgisini nasıl topluyor?”, “Anlatılarını nasıl yazıyor?”, “Kimin için?”, “Hangi hususta?” (2000:16).
Tüm bu sorular araştırmada “nesnellik” mitinin gücünü yerinden eder. Clifford Geertz “bilimde/araştırmada nesnellik” mitinin, tutku, görecelik, sezgicilik ve önyargıyı; “doğruluk” mitinin ise hassaslık, sadakat,ikna edicilik ve özgünlüğü gizlemeye çalıştığına dikkat çeker. Geertz şu soruyu sorar: “Öyleyse belli bir gerçeklik tanımına ilişkin konuşmalarımız kaynağını nerede bulur?” Araştırmacının kaygısı “sahiden olup bitenleri” anlatmaktır. Ancak onun da yaptığı kendi duruşundan “gerçekliğe” ilişkin durum tanımları üretmektir. Geertz’e göre: “Araştırmacının “gerçeğin ardından” koşma/gitme çabası ikili bir kelime oyununu imler: ilkinde araştırmacı gerçekleri arar, yani ileri doğru olan bir süreçte geriye doğru olayların anlaşılabileceği ana yol; ikinci olarak da “gerçeğin” kendisinin belirsizliği, ne olunduğunun dahi bilinmemesidir” (2001:200).
Araştırmacının “(öz)düşünümselliği”, “gerçeği” ya da “olup-biteni” anlama ve anlatma çabasında/girişiminde zihninde neleri ne şekilde ve neden toplumsal olarak kurguladığını, soyutladığını; diğer bir deyişle hangi soruları neden sorduğunu ve neleri neden ve nasıl dışladığının farkında olması şeklinde tarif edilebilir. “Düşünüm” süreci, araştırmacının kendi kendisi ile satranç oynamasıdır: yani hem siyah hem de beyaz taşlarla oynamaktan farklılaşması içinse, araştırmacı kendi ben’ini sorgulamalı, kendi ben’i ve araştırma konusu arasındaki boşluğu nasıl tarif ettiğine bakmalıdır. Araştırmacının kimliği de durağan değildir, etkileşim içine girdikleri ile birlikte yeniden yapılanır.
Jill Dubisch “kadın antropolog” olarak, araştırma öznesi ile ilişkisine şu eleştiriyi yöneltir: “Bu niçin böyledir? Yoksa bir etik meselesi midir? İnformantlarımızla [bilgi vericilerimizle] hemen hemen başka her şeyi yaparız. Yaşamlarını paylaşır, onlarla birlikte yer, ritüellerine katılır, ailelerinin parçası ve hatta yakın arkadaş bile oluruz. Ve kimileyin yaşam boyu süren dostluklar kurarız. Bununla beraber; onları amaçlarımıza ulaşmak için kullanırız. Halka açık ortamlarda yaşamlarının özel ve çok yakın yanları üzerine yazar ve konuşur, yaşamlarını kendi profesyonel maksatlarımız için kullanırız.” (2000:49)
Tv. pembe dizilerinin hayran gruplarının İnternet üzerindeki haber gruplarındaki etkinliklerini ve hayran topluluğu olarak kendilerini yeniden ve yeniden üretme pratiklerini inceleyen Nancy K. Baym’de önce kendisinin tv. pembe dizi hayranına nasıl dönüştüğünü ve kısaca r.a.t.s. (rec.arts.tv.soaps) olarak adlandırılan hayran tartışma grubu ile kurduğu ilişkiyi anlatarak araştırmasına başlamaktadır (2000: 1-33). Baym, 1990 yılında r.at.s’a katıldığını, 1993 yılından itibaren ise r.a.t.s.daki hayran topluluğu olgusu üzerine yazmaya başladığını belirtmektedir (24). Baym’ın haber grubu ortamındaki varlığı “katılımlı gözlem”şeklinde gerçekleşmiştir. Haber grubu araştırmacıya araştırmasında yardımcı olurken, Baym haber grubu üyelerinin etkileşimi üzerinde etki yaratmamaya özellikle dikkat etmiştir. Araştırmacının gruba ilk katıldığı yıl ile araştırmayı yaptığı yıl arasındaki grup içi tutumu ve davranışı farklılaşmıştır. Araştırmacı online katılımlı gözlemin yanı sıra, postaların da söylem çözümlemesini yapmıştır (25). Baym, 1998 yılında gruba dönerek, geçen süre zarfında haber grubunda etkinliklerini sürdüren hayran grubu topluluğunun kendi içine bir dönüşüm geçirip geçirmediğini incelemiştir. Baym araştırmasının sonunda bu ve benzeri haber gruplarındaki ortaya çıkan tartışmalarda ne tür üyelerin söylemsel pratiklerinin yönlendirici olduğunun yeni araştırma sorusu olarak ortaya çıktığını belirtmektedir. Baym, ayrıca, araç, konu, amaçlar, katılımcılar ve offline bağlam arasındaki ilişkinin de araştırmacı kurulması gerektiğini belirtir (201). Çünkü online grup etkinliği ve üyeliği offline bağlama da yansımaktadır. Bu yansımanın biçemlerinin ve koşullarının araştırılmasını önerir Baym.
İnternet üzerinde bir araştırmacı ister tartışma grupları üyelerinin arasındaki ilişkileri isterse bir metin olarak BDİ’i incelemek istesin, incelediği ortamın veya metnin kamuya ne kadar açık olduğu sorusu önemlidir. Bazı ortam ve metinler sadece üyelere açıktır. Böyle örneklerde, bu grupların aktörlerinin ilişkilerini ve metinlerini araştırmanın “metası” haline getirmek etik bir sorundur. İzin alınmasının gereğinin yanında, ortamın katılımcılarının ve metni üretenlerinin takma adlarının dahi değiştirilmesi gerekir. Dag Elgesem’e göre online bir ortamda araştırmacının varlığı edilgen bir gözlemci konumunda ise bu noktada bir sorun yoktur. Ancak ne zaman ki araştırmacı ortamı katılımcıların iznini almadan kayıtlamaya başlıyorsa etik bir sorun ortaya çıkıyor demektir. Ayrıca, siteye erişim tüm kamuya açıksa burada toplanan verilerin olduğu gibi aktarılması etik bir sorun teşkil eder mi? Bu soruya hiç kuşkusuz tek bir yanıt verilmemektedir. Bu soruya Elgesem’in yanıtı, BDİ ortamının kamuya açık olması özelliğinin önemli olmadığı, tam tersine önemli olanın ortamdaki katılımcıların dahil oldukları ortamda yaptıkları söz-edimlerini belli amaçlarla yaptıkları şeklindedir. Tartışma grubunun, sohbet odasının ya da posta listesinin katılımcılarının “gerçek yaşamdaki” kimliklerine her hangi bir şekilde zarar verilmiyorsa, böyle bir olasılık çok düşükse ortamda elde edilen “aleni” verilerin olduğu gibi bir kere daha “alenileştirilmesine” sakınca yoktur kimi araştırmacılara göre. Charles Ess de bu iki farklı etik yaklaşımın/duruşun araştırmacılar arasında süregelen bir tartışma olduğuna dikkat çeker. Steve Jones’a göre etik kurallar uygun bir siber uzam araştırması yapmanın etik konular içeren her hangi bir etik duruş sahibi araştırma yapmaktan farkı yoktur (1999). Bu tartışmada her araştırmacıya kalan şey, hukuki düzenlemeler bir yana bırakılırsa, doğru şeyi, doğru zamanda, doğru nedenle, doğru şekilde yaptığına duyduğu inanç ve bunun yansılarının farkındalığıdır. Araştırmacı burada kendisine şu soruları yöneltmelidir: gözlem, kayıt ve duyurma arasındaki etik farklar nelerdir?; öznenin rızası kazanmak hangi koşullarda mutlaka gereklidir?; kamusal ve mahrem olan arasındaki fark nerede başlar ve biter?; bilgi vericilerin sağladıkları bilgilerin kullanımı ile ilgili beklentileri nelerdir (Elgesem).
Rafael Capurro ve Christoph Pingel gibi araştırmacılar ise İnternet incelemelerin varlığa ilişkin konumlandırma biçimlerini değiştirdiğini öne sürerek, İnternet araştırmalarında “dijital ontoloji”nin kalış noktasını oluşturduğunu belirterek, bedensizleşmiş iletişim biçiminin ve online varoluşun hem araştırma konusu hem de araştırmacı üzerindeki yansılarına dikkat çekerler. Capuro ve Pingel online iletişim araştırmasında temel etik soruları şu şekilde sıralarlar: online kimlik sorunu, online dil sorunu, online rıza ve güvenilirlilik sorunu. Online kimlik sorunu, ortamdaki kimlik kurgusunun araştırma verisi olarak “aleni” kılınması durumunda, bu sanal kimliğin ardındaki bedenli/bede sahibi kimliğin doğrudan ya da dolaylı zarar görüp görmeyeceği konusudur. Online dil sorunu ise, ortamda kullanılan dilsel pratiklerin bedeni ve kültürü de içerdiği noktasına dikkat edilmesi gereğidir. Online rıza ve güvenirlilik sorunu ise Avrupa Konseyi’inin Oviedo’da 1997 de kabul edilen “İnsan Hakları ile Biyoloji ve Tıbbın Uygulanmasında İnsan Olmanın Dignity’si Sözleşmesi”nin 5. maddesindeki genel kural ile yakından ilişkilidir. Bu genel kural sağlık alanındaki uygulamalarda, bireyin özgür bir şekilde ve bilgilendirilmiş bir şekilde rızasının kazanılmasıdır. Capuro ve Pingel “özgür ve bilgilendirilmiş” şekilde rızanın alınması kuralını online iletişim araştırmasın da uygulanmasını önermektedir. Bu noktada ABD. de ve AB.deki etik yaklaşım farklılaşmaktadır. ABD.de yasarcı yaklaşım, AB.de ise özellikle Kantçı etik yaklaşım egemendir. Capuro ve Pingel bu durumda, ortak etik kurallarda uzlaşılmasının hem dijital hem de gerçek kimlikler için yararlı ve gerekli olduğunu belirtirler. Bu genel ve temel etik kurallar ise, dijital kimliğin araştırılmasından etkilenebilecek bedenli kimliğe saygı gösterilmesi, online araştırılan insanların çıkarlarına ve değer yargılarına saygı gösterilmesi ve onlara etkin ve özgür bir şekilde araştırma sürecine katılıma olanağının tanınması, siyasal ve/ya özel bedenlerin araç-yönelimli çözümlemesinin kötüye kullanılmasının ortaya çıkartılması, online araştırmacıların toplumsal sorumluluk duyacakları ortamın geliştirilmesi, online araştırmacıların kendi kültürlerinden kaynaklanan cinsiyetçi ve ırkçı önyargıların farkında olması gereği. Capuro ve Pingel’in bu evrensel etik kurallar önerileri değerlendirildiğinde, araştırma konusuna duyarlı ve düşünümselliğe önem veren bir etik anlayışı önerdikleri görülmektedir.
Bu çalışmada da kısaca İnternet’i ve/veya BDİ iletişim ortamını incelerken araştırmacının karşısına çıkacak olası yöntem ve etik sorunları ele alınmıştır. Herşeyden önce, İnterneti incelerken etik sorumluluk araştırmacının kendisine aittir. Araştırmacının omzundan bakıp onun doğru yapıp yapmadığını söyleyecek bir kişi yoktur. Araştırmacıya yol gösterecek olan etik ilke, öz-düşünümselliğin kendisidir.

Yüklə 467,36 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   51   52   53   54   55   56   57   58   ...   64




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin