TüRKİYE'Nİn katilim yöNÜnde ilerlemesi Üzerine 2001 DÜzenli raporu



Yüklə 131,72 Kb.
səhifə3/4
tarix12.01.2019
ölçüsü131,72 Kb.
#95916
1   2   3   4

Daha önceki raporda belirtildiği gibi, otomatik yargı incelemesi ve sağlık muayenesi başta olmak üzere, AİHS standartlarıyla uyumlulaştırılması gereken başka prosedürler de vardır.

Pratikte, işkence ve kötü muamele ile ilgili durum, son düzenli rapordan beri düzelmemiştir ve ciddî şekilde kaygı nedeni olmaya devam etmektedir. Gözaltında işkence ve kötü muamele olayları sürmektedir. Ağustos 2001'de, Edremit ilçesinde, gözaltında tutulan 16 yaşında bir oğlanın öldüğü haber verildi. İşkence özellikle güneydoğuda yaygındır. Olağanüstü hal altında bulunan dört ilde geniş ölçüde uygulanan "kapalı gözaltı" durumunda, işkence vakaları daha sık gözlenmektedir. Bu gözaltı yöntemi, Ceza Usul Kanunu ve Devlet Güvenlik Mahkemeleri Yasası ile öngörüldüğü gibi, devlet güvenlik mahkemelerinin yetkisine giren davalarda da uygulanmaktadır.

Genç insanların da etkilendiği görülmektedir. Yasadışı bir örgüte yardım ve yataklık etmek suçlamasıyla tutuklanan ve, avukatlarına göre, daha sonra kötü muamele ile karşılaşan Urfa/Viranşehirli çocuklar, uluslararası baskı sonrasında salıverildiler.

İşkence veya kötü muamele yaptıklarından şüphe edilen görevlilere karşı açılan davaların sayısı, önceki yıllara kıyasla artış gösterdi. Ancak, verilen mahkumiyetlerin çok hafif olduğu veya çok sık olarak para cezasına çevrildiği veya ertelendiği şeklinde kaygılar devam etmektedir. Ayrıca, kamu görevlilerine karşı dava açmak için bir idarî onay alınmasını öngören kural değişmemiştir. Türk makamlarına göre, 2000-2001 döneminde, güvenlik güçleri mensuplarına karşı, kötü muamele iddialarıyla 1.472 dava, işkence iddialarıyla 159 dava açıldı. Bu davalar sonucunda, 36 kişiye hapis cezaları verildi, 50 kişi meslekten ihraç edildi.

Parlamento İnsan Hakları Komisyonu, geçen yıl Bayan Sema Pişkinsüt'ün başkanlık görevinden ayrılması üzerine, işkence konusundaki araştırma faaliyetinde daha az etkili olmuştur. Ayrıca, Bayan Pişkinsüt, işkence olaylarına ilişkin araştırmaları esnasında Komisyon'a ulaşan bilgilerin kaynaklarını açıklamama kararını savunmak için parlamenter dokunulmazlığını bırakmaya hazır olduğunu beyan etmiştir. Bununla birlikte, yakın tarihli bir gelişme olarak, Komisyon'un yeni başkanı, Komisyon üyelerinin, işkence ve/veya kötü muamelenin gerçekte olup olmadığını doğrulamak için polis karakollarına ve cezaevlerine habersiz ziyaretler yapacaklarını bildirdi.

2000 sonbaharında, Türk hükümeti, cezaevi sisteminde reform yapmaya karar verdi. Buna göre, (tek bir odada 80'e yakın tutuklu ve hükümlünün kaldığı) büyük koğuşlar yerine, 1 ila 3 kişinin paylaştığı küçük hücrelerden oluşan bir sistem (F tipi, yüksek güvenlikli cezaevleri) kurulacaktı. Bu karar, yalnızca cezaevi koşullarının iyileştirilmesi ile değil, ayrıca başka taleplerle de ilgili olan, şiddetli gösterilere ve açlık grevlerine yol açtı. Grevlere katılan tutuklu ve hükümlülerin büyük çoğunluğu, Terörle Mücadele Kanunu kapsamında yargılanmaktaydı veya mahkum edilmişti. Açlık grevlerinin örgütlenmesinde bir takım aşırı gruplar rol almıştı.

Türk güvenlik güçleri, F tipi cezaevlerine zor kullanarak nakil yapmak için, 19-22 Aralık 2000 tarihlerinde açlık grevcilerine ve protestoculara karşı harekete geçtiler. Bunun sonucunda 32 kişi öldü. Ocak 2001'de, AB bağımsız bir soruşturma yapılması çağrısında bulundu. İÖK'nin Nisan 2001'de çıkardığı bir raporda, 32 ölümden bazılarına, ateşli silah ve gözyaşı bombası dahil ölçüsüz güç kullanımının yol açmış olabileceği belirtildi. Adlî Tıp Kurumu'nun ölümlerin nedenlerine ilişkin raporu, İÖK bulgularını doğrulamaktadır.8 Bu rapor, olaylardan hemen sonra hazırlandı fakat Parlamento'ya sunulması daha uzun bir zaman aldı. Açlık grevleri devam etmektedir ve bugüne değin, cezaevleri içinde ve dışında, 40 kadar açlık grevcisi ölmüştür. İstanbul'da bir savcı, Aralık 2000 operasyonları sırasında bir cezaevinde görevde bulunan 1.615 kişi aleyhine dava açtı. Bu kişiler, "kötü muamele" ve "kanunsuz hareket" ile suçlanmaktadır. Bu konularda özgür tartışma kısıtlanmıştır.

Bir Avrupa Parlamentosu özel delegasyonu, Haziran başında Türkiye'yi ziyaret etti ve, Avrupa Konseyi İÖK tavsiyeleri gereğince, uygun önlemler alması için Türkiye'ye çağrıda bulundu.

Cezaevi reformlarının diğer yönleriyle ilgili olarak, başta aşağıdakiler olmak üzere, önemli bazı yasal düzenlemeler kabul edilmiştir:


  • Terörle Mücadele Kanunu'nun 16ncı maddesini değiştiren yasa (5 Mayıs 2001). Bu değişiklik yoluyla, terörizm ve örgütlü suçtan mahkum edilen tutuklu ve hükümlülerin, ortak yaşam alanlarında eğitim, spor ve diğer sosyal ve kültürel faaliyetlere katılabilmeleri öngörülmüştür. Açık ziyaretlere ayda bir kez izin verilmektedir.

  • İnfaz Hakimliği Kanunu (16 Mayıs 2001). Toplam olarak 140 infaz hakimliği kurulmaktadır. İnfaz hakimleri, tutuklu ve hükümlü kişilerle ilgili olarak yapılan işlemler hakkında karar vermekten ve bu işlemlerle ilgili şikayetleri incelemekten sorumlu olacaklardır. Bu kanunun ve aşağıda belirtilen kanunun uygulanması hakkında bir yönetmelik, 7 Ağustos 2001 tarihinde Adalet Bakanlığınca kabul edildi.

  • Ceza İnfaz Kurumları ve Tutuk Evleri için İzleme Kurulları Teşkiline Dair Kanun (21 Haziran 2001). Bu kanun, 133 İzleme Kurulu tesis etmektedir. Kurulların görevi, başka hususlar yanında, ceza kurumlarında yaşama ve sağlık koşulları, nakiller ve disiplin tedbirleri ile ilgili olarak denetimler yapmak ve bu konularda Adalet Bakanlığı ve öteki ilgili kuruluşlar için üç aylık raporlar hazırlamaktır.

Cezaevlerinde aşırı yığılmadan gelen baskıları azaltma yönünde bir adım olarak, 8 Aralık 2000 tarihinde kabul edilen, Şartlı Salıverme ve Erteleme Kanunu (halk arasında bilinen adıyla "Af Kanunu") belirtilebilir. Bu kanunun bir sonucu olarak, bazıları 3 yıl içinde benzer bir suç işlememek koşuluyla, 30.000 kadar insan tahliye edildi. 1 Mayıs 2001'e gelindiğinde, Türk cezaevlerinde 59.215 kişi bulunmaktaydı. Bu rakam, önceki yıla kıyasla %23'lük bir azalmayı temsil etmektedir. 18 Temmuz 2001'de, Anayasa Mahkemesi, "af" yasasının başka bazı suçları da içerecek şekilde genişletilmesi gerektiğine karar verdi ve yasayı bu karar ile uyumlu kılması için Parlamento'ya altı ay verdi.

Başlangıç kısmında ve 13, 14, 22, 26 ve 28 sayılı maddelerde yapılan değişiklikler başta olmak üzere, Anayasa değişikliklerine somut içerik kazandıracak şekilde ifade özgürlüğünün kapsamını genişletmek için mevzuatta değişikliklere ihtiyaç vardır. Anayasa'nın 26ncı ve 28inci maddelerinde yapılan değişiklik, kanunla yasaklanmış dillerin kullanılmasını önleyen anayasa hükmünü kaldırmıştır. Reformların amacı dikkate alındığında, 14üncü ve 26ncı maddelerdeki kısıtlamalar ile ilgili yeni düzenlemenin, Türkçeden başka dillerin kullanımı dahil, ifade özgürlüğü için etkili bir güvence sağlayacak şekilde yeni mevzuata ve uygulamaya yansıtılması özel önemdedir.

Raporlama döneminde, ifade özgürlüğünün kullanımına ilişkin bazı ciddî sorunlar olmuştur. Hem Ceza Kanunu (özellikle, parlamentonun, ordunun, cumhuriyetin ve yargının tahkir edilmesiyle ilgili Madde 159 ve ırksal, etnik veya dinsel nefretin tahrik edilmesiyle ilgili Madde 312), hem de terörle mücadele yasasının 7nci ve 8inci maddeleri (ayrılıkçı propaganda yapılması), savcılar ve hakimler tarafından ifade özgürlüğünü kısıtlamak için yaygın şekilde kullanılmaya devam etmektedir. Bu tür davaların son örnekleri arasında, Radikal yazarı Bayan Neşe Düzel ve Turkish Daily News yazarı Bay Burak Bekdil aleyhine açılan davalar bulunmaktadır. "Düşünce Özgürlüğü 2000" adlı bir kitaptaki yazıların yeniden yayımlanması nedeniyle takibata uğrayan onaltı aydın, Ankara Askerî Mahkemesi tarafından aklanmışlardır, fakat başka mahkemelerde benzer suçlamalar ile karşı karşıyadırlar.

1 Ocak 2001'den beri, siyasal faaliyetler nedeniyle veya çeşitli yasaları ihlal ettikleri gerekçesiyle 80 kadar gazeteci hapsedilmiştir. "Yargıyı tahkir etmek" ve "Cumhuriyeti tahkir etmek" suçlamalarıyla tutuklanmış olan ve uluslararası baskı üzerine aklanan Bay Mehmet Uzun gibi kimileri ise aklanmaktadır. Ancak, ayrılıkçı propaganda yapmakla suçlanan Dr. Fikret Başkaya, benzer baskılara karşın, hapis cezasını çekmeye başladı. Son zamanlardaki bir gelişme olarak, 3 Ekim 2001'de Bay Uzun'un kitabı toplatıldı ve aleyhine dava açılması tehlikesi vardır.

Kimi resmî kaynaklarca, ifade özgürlüğü ile bağlantılı suçlardan dolayı yaklaşık 9.000 kişinin hapiste olduğu kabul edilmiştir. Görüş ve düşünce ifade ettikleri için çok sayıda gazeteci, aydın, yazar ve siyasetçi hapsedilmiştir. 2000 yılına ait resmî verilere göre, Ceza Kanunu'nun 159uncu ve 312nci maddeleri kapsamında 261 kişi, Terörle Mücadele Kanunu kapsamında 324 kişi mahkum edilmiştir. Bu rakamlar, 1999 yılında, sırasıyla 347 ve 1.317 idi.

Basın özgürlüğü konusunda, bir başka değişiklik getirilmiştir. "Kanunla yasaklanmış herhangi bir dilde yayın yapılamayacağı" şeklindeki hüküm kaldırılmıştır (Anayasa Madde 28). Bu değişiklik umut vericidir, fakat gerçek anlamda etkili olması için mevzuat değişikliklerine ihtiyaç vardır. Bu mevzuat değişikliklerinin içeriği, söz konusu hakkın kullanımı bakımından yaşamsal önem taşıyacaktır. Madde 26'daki genel kısıtlamalar, düşünce ve görüşlerin yazılı olarak ve başka araçlar yoluyla ifade edilmesini ve yayılmasını da kapsadığı için, uygulayıcı mevzuatın ve tatbikatın basın özgürlüğünün etkili biçimde korunmasını temin etmeleri önemlidir.

Basın özgürlüğünün diğer yönleri ile ilgili olarak, İçişleri Bakanlığı, resmî belgelerde ve devlet medyasında kullanılması yasaklanan tabirlerin bir listesini yayımladı. Kimi yayınevleri faaliyetlerini durdurmak zorunda kaldılar, süreli yayınlar ve kitaplar toplatıldı. Yakın tarihli bir örnek, 26 Eylül 2001 tarihinde IDEA Politika dergisinin yayımlanmasını durdurma kararıdır.

14 Aralık 2000 tarihli bir karar ile, 4 numaralı İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi, Türkiye'yi "zaaf halinde" gösteren bilgilerin her tür yayımını yasakladı. Gazeteler ve gazeteciler, pratikte özellikle F tipi cezaevi protestolarıyla ilgili haber ve resimlerin yayımlanmasını yasaklamayı hedefleyen bir "sansür eylemi" olarak görülen bu karardan şikayet ettiler.

Yayıncılık sahasında, yukarıda belirtildiği gibi, "kanunla yasaklanmış herhangi bir dilde yayın yapılamayacağı" şeklindeki hükmü kaldıran anayasa değişikliği umut vericidir, fakat bunun yayıncılık alanında hüküm ifade etmesi için mevzuat değişikliklerine ihtiyaç vardır (bkz. ayrıca kültürel haklar başlığı altındaki bölüm). Türk Parlamentosu, Haziran 2001'de, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu'nun (RTÜK) statüsünü tadil eden bir yasayı kabul etti. Bu yasa, mülkiyetle ilgili konuları açıklığa kavuşturduğu, yeniden iletimi yasallaştırdığı, bazı ahlak standartları koyduğu halde, ifade özgürlüğünü ve mülkiyet çeşitliliğini daha da kısıtlayabilirdi. Üst Kurul'un bir üyesi, Millî Güvenlik Kurulu (MGK) tarafından tayin edilecekti. Haziran 2001 sonunda, Cumhurbaşkanı Sezer, Anayasa'nın bazı ilkelerine aykırı olduğu gerekçesiyle bu yasayı veto etti. Yasada Avrupa standartlarına göre bir revizyon yapılmaktadır.

Son düzenli raporda belirtildiği gibi, var olan yasanın uygulanması bir endişe konusu olmaya devam etmektedir. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), kimi radyo/TV istasyonlarını geçici olarak yasaklamaya devam etti. Örneğin, Ağustos 2001'de, 10 istasyon, esas olarak güncel olaylar hakkında kabul edilmez yorumlar nedeniyle 1 ila 365 gün süreyle kapatma cezaları aldı. Bundan başka, 26 Eylül 2001 tarihinde, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, RTÜK yasasının 26ncı maddesi (yeniden iletim yasağı) temelinde BBC ve Deutsche Welle yayınlarının Türkçe olarak verilmesini yasaklayan kesin bir karar aldı. Kurul Başkanı, bu karara karşı olduğunu belirtti ve bir idare mahkemesi önünde dava açtı. Mahkeme, bu başvuruyu reddetmiş olup, RTÜK, yeniden iletime son vermeleri için, ilgili radyo istasyonlarını uyarmıştır.

Örgütlenme ve barışçıl toplantı özgürlüğü ile ilgili olarak, Anayasa'nın değiştirilen 33üncü maddesi,9 dernek kurma hakkı üzerine genel kurallar ve kısıtlamaları tadil etmektedir. Bunun etkisi, ancak uygulayıcı mevzuat konulmasından sonra değerlendirilebilir. Parlamento önünde bulunan Medenî Kanun değişiklikleri, STK'lerin uluslararası ilişki kurmaları bakımından bazı küçük iyileşmeler getirebilir.

Halen, Türkiye'de STK'ler kurulmasına ilişkin prosedür zahmetli olmaya devam etmektedir ve STK'lerin işleyişi, hâlâ önemli devlet kontrollerine tabidir. STK'ler, Türkiye dışından malî kaynak almak için hükümetten onay almak zorundadırlar. STK'ler, özellikle Güneydoğu'da, taciz ve korkutma ile karşı karşıya olduklarını belirtiyorlar. 7 Ekim 2001'de, Türkiye İnsan Hakları Vakfı'nın Diyarbakır şubesi, polis güçlerince basıldı; işkence ve kötü muamele mağdurlarına ilişkin gizli tıbbî bilgilere yetkililerce el konuldu. Alınan dosyalar, 10 Ekim 2001'de iade edildi. Bu arada, söz konusu STK'ye karşı, onun faaliyetlerini engellemeyi, hattâ onun kapatılmasını amaçlayan iki dava açıldı.

Siyasal partilerce uyulması gereken ilkelere dair anayasa hükmü tadil edilmiştir. Bir siyasal partinin üyelerince bu temel ilkelere karşı işlenen "fiiller" bir bütün olarak parti tarafından onaylandığında parti aleyhine yaptırımlar uygulanabilir. Temelli kapatma yerine, Anayasa Mahkemesi, "fiiller"in ağırlığına bağlı olarak, söz konusu siyasal partinin kısmen veya tamamen yasaklanmasına karar verebilir. Ayrıca, yapılan bu değişiklik, siyasal partiler ile ilgili olarak daha ölçülü yaptırımlar getirecektir / getirebilir10, fakat siyasal partilerin kapatılma nedenleri değişmemiştir (Madde 68).

22 Haziran 2001'de, 26 ay süren bir davanın sonunda, Anayasa Mahkemesi, lâikliğe karşı faaliyetlerde bulunduğu gerekçesiyle Fazilet Partisi'nin kapatılmasını ve malvarlığına el konulmasını emreden bir karar aldı. Resmî gerekçe henüz yayımlanmamış olmakla beraber, karar derhal yürürlüğe girdi. (102 milletvekiliyle ana muhalefet partisi olan Fazilet, Türkiye'de kapatılan dördüncü İslamî eğilimli partiydi. 1983'ten bu yana, toplam 21 siyasal parti Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmıştır.)

Anayasa'nın 68inci ve 69uncu maddelerine dayanan son karar ile, partinin iki milletvekili Parlamento'dan ihraç edildi. Bu kişiler ve partinin üç diğer üyesi, beş yıl süreyle siyasetten menedildi. Bu kişilerden biri, türban giyerek yemin ettiği için takibata uğradı. Anayasa Mahkemesi, bunu lâikliğe karşı bir eylem olarak gördü.

31 Temmuz 2001 tarihinde verdiği bir karar ile11, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Refah Partisi'nin 1998 yılında Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasının, AİHS Madde 11 kapsamında örgütlenme özgürlüğü ilkesine aykırı olmadığına hükmetti. Mahkeme'nin düşüncesine göre, Refah Partisi'nin kapatılması "demokratik toplumun korunması yönünde ivedi bir toplumsal gereksinmeyi karşılayan bir karar olarak görülebilirdi."

Din özgürlüğü ile ilgili olarak, bazı gayri Müslim cemaatlere yönelik daha büyük bir hoşgörü olduğunu gösteren işaretler vardır.

2000 yılında, özellikle Hristiyanlığın ikibininci yıldönümü kutlamalarında, Türk makamları, Tarsus'ta bir toplantı dahil, belli başlı dinsel gruplar arasında düzenlenen ekümenik etkinliklere destek oldular. Aralık ayında, Cumhurbaşkanı Sezer, Noel ve Hanuka münasebetiyle Türkiye'nin dinsel azınlık gruplarına bir mesaj yayınladı.

12 Haziran 2001'de, Başbakan, valiliklere bir genelge gönderdi ve yurt dışına göç etmiş Süryani Ortodoks Türk vatandaşlarının, olağanüstü hal kapsamındaki bölgelerde ve mücavir illerde bulunan köylerine geri dönme haklarını tekrar teyit etti. Cumhurbaşkanı Sezer'in desteğiyle, hükümet, İstanbul'da bir başka Süryani Ortodoks kilisesinin açılmasına izin verdi.

Azınlık vakıflarına ait olan kiliseler ve diğer binaların onarımı için artık resmî izin gerekli değildir.

Ancak, Hristiyan kiliseler, özellikle taşınmaz mülkiyeti ile ilgili olarak güçlüklerle karşılaşmaya devam ediyorlar. Heybeliada Ortodoks Ruhban Mektebi'nin 1971'den beri kapalı kalmasıyla ilgili herhangi bir ilerleme olmamıştır. Çeşitli kiliselerin yasal statüsünün tanınmaması, din adamlarının Türkiye'ye girişi dahil bir dizi güçlük yaratmaktadır.

Sünni olmayan Müslüman toplulukların durumunda iyileşme olmamıştır. Alevilere yönelik resmî yaklaşım değişmemiştir. Alevilerin sorunlarına Diyanet İşleri Başkanlığınca ilgi gösterilmemiştir. Alevilerin şikayetleri, okullarda ve ders kitaplarında Alevi kimliğini tanımayan zorunlu din eğitimi verilmesiyle ve sadece Sünni camileri ve dinsel vakıfları için malî destek sağlanmasıyla ilgilidir.

İltica isteyenler ve insan kaçakçılığı konusu, Başlık 24 - Adalet ve içişleri sahasında işbirliği altında ele alınmıştır.

Ekonomik, sosyal ve kültürel haklar

Anayasal reform paketi, ekonomik ve sosyal haklara ilişkin anayasal güvenceleri ilgilendiren bir takım değişiklikler getirmiştir. Bunların en önemlileri, aşağıdaki hususlar ile ilgilidir:


  • çalışma hakkının kapsamının genişletilmesi (Madde 19),

  • cinsler arasında eşitliğin güçlendirilmesi (bkz. aşağıda) (Madde 41 ve 66),

  • sendikal hak ve özgürlüklerin kapsamının genişletilmesi: Madde 51, sendika kurma hakkını yalnızca işçilere değil bütün çalışanlara tanıyacak şekilde tadil edilmiştir. Sendika yöneticisi olmak için en az on yıl işçi olarak çalışmış olma şartı da kaldırılmıştır.

  • ekonomik koşullar göz önünde bulundurularak adil bir ücret alma hakkının güvence altına konulması (Madde 55).
    Çocuk hakları ile ilgili olarak, Türk hükümeti, 26 Ocak 2001 tarihinde Çocuk Emeğinin En Kötü Şekillerinin Tasfiyesi hakkında 182 sayılı ILO Sözleşmesi'ni ve, 18 Ocak 2001'de, Çocuk Haklarının Kullanımı üzerine Avrupa Sözleşmesi'ni onayladı. 13 Nisan 2001'de kabul edilen bir yasayla, Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından bir Çocuk Bürosu kuruldu. Bu yeni birim, yukarıda belirtilen Çocuk Haklarının Kullanımı üzerine Avrupa Sözleşmesi'nin uygulanmasından doğan görevleri yerine getirmekten sorumludur. Ancak, çocuk haklarıyla ilgili durum, Türkiye tarafından 1989 yılında onaylanan Avrupa Sosyal Şartı'nın 7nci ve 17nci maddeleriyle uyumlu değildir.

Sendikal haklar ile ilgili olarak, "Kamu Çalışanlarının Sendikaları" üzerine bir yasa 12 Temmuz 2001 tarihinde yürürlüğe girdi. Bu yasa, örgütlenme hakkı gibi bazı temel sendikal haklar öngörmekte, fakat toplu pazarlık ve grev haklarını içermemektedir. Polis memurları, hakimler ve savcılar gibi bazı kamu görevlisi kategorileri, sendikal haklara sahip değildir. Dernek kurma hakkını genişleten, fakat "görevlerinin gerektirdiği ölçüde Devlet memurlarına" sınırlamalar getirilmesini öngören Anayasa'nın 33üncü maddesindeki değişiklik ışığında bu yasa gözden geçirilebilir.

21 Nisan 2001 tarihinde yürürlüğe giren bir yasayla bir Ekonomik ve Sosyal Konsey resmen kurulmuştur. Fakat bu, AB'de mutat olan türden bir sosyal diyalog mekanizması yönünde yalnızca bir adımdır (bkz. ayrıca Başlık 13 - Sosyal politika ve istihdam).

Kültürel haklar açısından, Anayasa'nın 26ncı ve 28inci maddelerinin tadil edilmesiyle ilerleme sağlanmıştır. Kanunla yasaklanmış dillerin kullanılmasına izin vermeyen hüküm kaldırılmıştır. Bu değişiklik, Türkçeden başka dillerin kullanılmasının yolunu açabilir ve dolayısıyla olumlu bir gelişmedir. Ancak, Türkçeden başka dillerde haberleşme hakkına müdahale edilmesine karşın etkin koruma sağlamak için, var olan kısıtlayıcı mevzuat ve uygulamalarda değişikliğe ihtiyaç olacaktır. RTÜK yasası, "evrensel kültürün ve bilimin gelişmesine katkıda bulunacak diller hariç", radyo ve televizyon yayınlarının Türkçe olmasını öngörmektedir.

1923 Lozan Antlaşması'nın kapsamına girenler (Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler) dışındaki gruplara mensup kişiler bakımından, fiilî durum, özellikle yayıncılık ve eğitim ile ilgili olarak, iyileşmiş değildir. Pratikte, örneğin Kürtçe şarkılar ve Kürtçe sokak röportajları, arada sırada yayınlanmaktadır. Eğitim (temel ve yaygın eğitim) alanında, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından resmen izin verilmedikçe, Türkçeden başka hiçbir dil öğretim amacıyla kullanılamaz. Anayasal reform kapsamında hiçbir değişiklik, Türkçeden başka dillerde eğitim yapılabilmesini öngörmüyor.

Kadın-erkek eşitliği alanında, Anayasa'nın 41inci maddesi, ailenin temeli olarak eşler arasında eşitlik ilkesini yerleştirmek amacıyla tadil edilmiştir. Anayasa'nın tadil edilen 66ncı maddesi, anne veya babanın yabancı olması halinde cinsiyete göre ayrımcılığa son vermiştir. Parlamento'da bekleyen yeni bir Medenî Kanun, diğer konularda da ayrımcılığa son verecek ve kadın-erkek eşitliğini güçlendirecektir.

"Namus cinayetleri" denilen olay dahil, aile içinde kadınlara karşı şiddet sorunu, ciddî bir kaygı konusu olmaya devam etmektedir. Bu tür cinayetler işleyenlere verilecek cezaların azaltılmasına müsaade eden mevzuat hâlâ geçerlidir.

Sağlık Bakanı, sağlık sektöründeki öğrencilerle ilgili disiplin rejiminde bir değişiklik yaptı. Buna göre12, cinsel ilişkiye girdiği veya fuhuş yaptığı belirlenen öğrenciler, okuldan ihraç edilecektir. İstanbul Bürosu, Eylül 2001'de bu yönetmeliğe karşı dava açtı.

Azınlık hakları ve azınlıkların korunması

Kültürel haklar ve anayasa değişikliklerinin muhtemel etkisi ile ilgili olarak yukarıda işaret edilenlerin ötesinde, kültürel bir kimliğe ve ortak geleneklere sahip etnik grupların mensuplarının kendi dilsel ve kültürel kimliklerini ifade edebilme imkânlarında herhangi bir iyileşme olmamıştır. Türkiye, Ulusal Azınlıkların Korunması İçin Avrupa Konseyi Çerçeve Sözleşmesi'ni imzalamamıştır ve 1923 Lozan Barış Antlaşması ile tarif edilenlerden başka azınlıkları tanımamaktadır.

Türkiye'de Roman veya diğer 'çingene' çıkarlarını temsil eden kültürel derneklerce yapılan çeşitli girişimler sonucunda, Temmuz 2001'de Kültür Bakanlığı tarafından, Türk çingeneleri hakkında küçültücü ve saldırgan ifadeler içeren ve aynı Bakanlıkça 2000 yılında yayımlanmış olan bir kitabın toplatılmasına ve satışının yasaklanmasına karar verilmesi gibi bazı olumlu gelişmelerden söz edilebilir. Benzer şekilde, Millî Eğitim Bakanlığı 5 Ekim 2001 tarihinde, bakanlıkça yayımlanmış sözlüklerde bu grup hakkında kullanılan kötüleyici ifadeleri iptal etmek üzere bir genelge yayınladı. Ancak, 1934'te çıkarılmış olan İskan Kanunu'na göre, "göçebe çingeneler" Türkiye'ye göçmen olarak kabul edilmeyecek gruplar arasında olmaya devam etmektedir.

Kültürel haklara saygı konusu, Güneydoğu'daki durumun iyileştirilmesi bakımından özellikle önemlidir. "Kürt Yeni Yılı" Nevruz, 21 Mart 2001 tarihinde bölgede olaysız kutlandı ve şenliklere 500.000'den fazla insanın katıldığı belirtildi. Bununla beraber, İstanbul dahil bazı şehirlerde örgütlü kutlamalar yasaklandı.

25-27 Mayıs günlerinde Diyarbakır'da, AT Meda programının malî desteğiyle, bir Kültür ve Sanat Şenliği gerçekleşti. Bir konser ve kültürel çoğulculuk üzerine bir açık oturum dahil, çeşitli etkinliklere binlerce insan katıldı. Geçen yıl içinde başka bazı kültürel etkinlikler de gerçekleşti.

Son düzenli rapordan bu yana, Güneydoğu'daki olağanüstü hal üç defa uzatıldı: Diyarbakır, Hakkari, Şırnak ve Tunceli illerinde 4 aylık süreler ile, 27 Ekim 2000, 27 Mart 2001 ve 29 Haziran 2001 tarihlerinde. Güvenlik durumunda büyük iyileşme olduğu bildirilmektedir. Ancak, 2001 yılında Silopi/Şırnak bölgesinde bir polis karakolundan ayrılmaları sonrasında iki HADEP yöneticisinin kaybolması olayı açıklık kazanmamıştır.

Kürt taraftarı HADEP, polis soruşturmaları dahil, çeşitli resmî engeller ile sık sık karşılaşmaktadır. 1 Eylül tarihinde Ankara'da Dünya Barış Günü'nü kutlamak için yapılması planlanan bir HADEP gösterisi, Türk makamlarınca yasaklandı.

Türkiye, geçen yıllarda çatışma ve terörizm olaylarından en çok etkilenen bölgeler için, tarım ve konut projelerini de kapsayan bir ekonomik yardım ve kalkınma programına yatırım yapmıştır.

Millî Güvenlik Kurulu tarafından başlatılan, fakat hâlâ açıkça ilan edilmeyen bir Doğu ve Güneydoğu Eylem Planı, Başbakan'ın onayı ile yürürlüğe konulmuştur. Plan kapsamında, kamu yönetimi, ekonomi, sağlık ve eğitim ile ilgili 107 tedbir bulunduğu söylenmektedir. Planın eşgüdümü, Devlet Planlama Teşkilatı'nın görevi olup, uygulama ilgili kamu kurumları ve kuruluşları tarafından yürütülmektedir. Bu planın bir parçası olan "köye dönüş programı" bölgedeki olaylar nedeniyle yerlerini terk etmiş olan insanların yeniden iskan edilmesini öngörmektedir. Olağanüstü Hal Bölge Valisi'ne göre, Temmuz 2001 itibariyle 26.000 kadar insan köylerine geri dönmüştür. 2800 aile resmen yeniden iskan edilmiştir. Ancak, 34.000 geri dönüş başvurusu yanıtlanmayı beklemektedir. Bazı durumlarda, boşaltılan veya terk edilen köyleri savunmak için devletçe silah ve maaş verilen köy korucuları, ayrılan köylülerin evlerini işgal etmişlerdir ve bu evleri onların asıl sahiplerine geri vermeyi reddediyorlar. Bölgede 45.000 ile 90.000 arasında köy korucusu vardır.


Yüklə 131,72 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin