Vicdanlar üzerindeki bu tazyik ve teröre bakmayarak 1927 de toplanan Allahsızların Bakü Konferansı, 3000 azadan yalnız % 25’inin Azerbaycanlı olduğunu esefle tespit etmiştir. 1928 de toplanan üçüncü Bakü Konferansı 4.500 azadan yalnız % 29 nispetinde Azerbaycanlı olduğunu kaydetmektedir.
Mekteplerde çocuklara dinsizliği tedris ve telkin etmek için muallimlere (öğretmen) mahsus ‘’dinsizlik kursları’’ tesis edilmiş, Bakü’deki Şirvanşahlar sarayı ‘’Dinsizlik Müzesi’’ne çevrilmiş ve dinsizler için hususi bir ‘’Allahsızlar Sarayı’’ inşa olunmuştur.
Bu sarayda ‘’Cengaver Allahsızlar Cemiyeti’’ne dinsizlik kütüphanesine mahsus yerler, dinsizlik mütalaa salonu, din aleyhinde neşriyat kısmı ve din aleyhinde konser ve balo salonları ayrılmıştır.
İşte, ihtilalin Azerbaycan’a verdiklerinden bazıları bunlardır.
SOVYETLER BİRLİĞİNDE İSLAMİYET
Bugün Sovyetler Birliğinde ekseriyeti Türk aslından olmak üzere 45 milyon Müslüman bulunmaktadır. (1901 yılı) 9.Asırdan itibaren İslamiyet’i kabul eden bu kavimler, Tataristan’da (Kazan), Sibirya’da, Türkistan’da ve Kafkasya’da yerleşerek kendilerine has bir hayat tarzı yaşamışlardır. Bir sayfa Kuran yaprağı ile yüzyıllarca ibadet eden ve sonunda o tek sayfayı da yakalatarak 30 yıl cezaevinde yatan Müslüman vardır Sovyetler Birliği’nde. Bu ülkelerin Müthiş İvan zamanından başlayan (Kazan Çarlığı) ve 20.asrın başlangıcında biten (Hiyve ve Buhara) istilası uzun zaman sürmüş ve şiddetli mukavemetlere maruz kalmışlardır. Elbette, bu mukavemetlerin muharriki(sebebi), kendilerini Rusya’dan ayıran dini, kültürel ve milli hususiyetler olmuştur. Bu mukavemetlerde milli ve medeni menfaatlerin yanı başında şahsiyeti şekilleştiren, terbiye eden ve başka bir dine mensup hakimiyetlere biat etmemeyi amir bulunan İslamiyet’in büyük bir rolü olmuştur.
İşte, ilk sıralarda dini bir tarikat olup, sonraları gayrı adilane harplerin tesiriyle dini bir tarikattan askeri-siyasi bir teşekkül haline gelerek çarlığın tehacümünü 80 senelik bir müddet için geriye atan Kafkasya müridizminin menşeini de bu İslami esaslarda aramak lazımdır. Tek başına Şeyh Şamil, Kafkasya İstiklal Mücadelesini 25 sene idare etmiştir.
Rus Askeri yetkililerinden General Fadeyev, o sıralarda şöyle yazıyordu;
‘’Kafkasya Dağlılarıyla yaptığımız harp, Mısır’dan Japonya’ya kadar yürüyerek geçebilmemize imkan verecek kadar büyük bir orduya lüzum göstermektedir.’’
O tarihlerde Karl Marks Şeyh Şamil’in hayranlarından olup, Çerkezlerin kahramanlığından heyecana gelmiş ve şöyle demişti;
‘’ Milletler! Onlardan ders alınız. Hür yaşamak isteyenlerin nelere muktedir olduklarını görünüz.’’
Müslüman ülkelerini kendi imparatorluğu içine alan Çar Hükümeti, bu ülkelerin milli ve medeni hususiyetlerini katiyen dikkate almayarak umumi imparatorluk kanununu tatbik ediyor, bu milletlere ancak din hürriyeti vermek suretiyle İslam şeriat kanunlarından istifade etmek haklarını tanımış bulunuyordu. Rus İmparatorluğu’nun Medeni Kanunu’nun 10. cildinde yer hususi maddelerde mesela şöyle diyordu; ‘’ Müslümanların miras meselesine gelince,onlar kendi miras meselelerini Müslüman Şeriat Kanunlarına göre hallediyorlardır.’’ Müslümanların dini işleriyle meşgul ruhani idare tesis edilmişti. Müslüman mektepleri olduğu gibi muhafaza edilerek bu mekteplerde din eğitimi serbest bırakılmıştı. Buna mukabil, umumi tahsil mekteplerinde ana dili ile eğitime yasak getirilmişti.
Bu durum ancak 1905 senesi inkılabı sıralarında değişmiş ve iyiliğe doğru bir istikamet almıştı. Nijni Novgorog şehrinde A.Topçubaşı, İsmail Gaspıralı ve Yusuf Akçura gibi ileri gelen Müslüman büyüklerin teşebbüsleriyle ilk Rusya Müslümanları Kongresi toplanmış ve bu kongrede ‘’Rusya Müslümanları Birliği’’ adı altında siyasi bir teşekkül kurulmuştu. Aynı kongre ikinci defa 1906’da Petesburg şehrinde ve üçüncü defa yine Nijni Novgorod şehrinde toplanmıştı. Burada söz alan İsmail Gaspıralı; ‘’Ağır baskı altındayız, aramızda elbette Rus Hükümetinin ajanları da olabilir, ama Rusya’nın Kızıl Meydana yığdığı maket silahlarla dünyaya kafa tutmasını anlamış değilim’’ diye konuşma yapmıştı.
Toplanan bütün kongrelerde, kongreyi davet edenler milli kültür, din ve mektep meseleleriyle meşgul olmuş ve bu hayırlı faaliyetleriyle milletleri üzerinde oldukça müspet tesirler uyandırmışlardı. İşte bu çalışmalar sayesindedir ki, kendi fikir arkadaşlarını Devlet Duma’sına (Parlamento) geçirebilmiş ve bu suretle Duma’daki ‘’Müslüman Fonksiyonunu’’ teşkil etmişlerdi. Bu fraksiyon milli, bilhassa mektep, ana dilinde eğitim meseleleri üzerindeki çalışma ve nutuklarıyla ün kazanmıştır.
ŞUBAT İNKILABI VE İSLAMİYET
Rusya Müslümanları, Şubat İnkılabını büyük bir heyecan ve ümitlerle karşıladılar. Mamafih, mevcut hükümet iktidarda uzun süre kalamadığından, milli talep ve dilekleri gerçekleştirme işine tamamen yaramamış ise de alelumun imparatorluk çapında demokratik hürriyetler, din hürriyeti ve mekteplerdeki eğitimin ana dillerinde yapılmasını müspet bir şekilde halletmişti. Diğer meselelerin halli ise, bütün Rusya Müessesan Meclisinin davet edileceği zamana bırakılmıştı. 1917 senesinin Nisan ayında Moskova’da vukubulan Müslüman Kongresinde ileri sürülen milli-toprak muhtariyeti meselesi de halledilmesi gereken meseleler arasında idi.
İSLAMİYET VE BOLŞEVİZM
İslamiyet ve Komünizm iş sahasında ancak Ekim İhtilalinden ve Sabık Rusya İmparatorluğunda iktidar Bolşeviklerce ele geçirildikten sonra ilk defa olarak karşılaşmıştır.
Komünizmin kurucuları Karl Marks ve F.Engels, Allah’ı inkar etmekle beraber, her hangi bir dinin zamanla mahdut, geçici tarihi bir hadise olduğunu ispata çalışmışlardı.
Lenin, nazariyat bakımından din hususunda yeni bir şey söylememiştir. O, ancak Karl Marks’ın ‘’Afyon’’ una bir parça ‘’Sivuha’’ (Fena kokulu Rus Votkası) ilave etmiş netice de din meselesi hususunda Mark-Lenin’in aşağıdaki görüşü meydana gelmiştir. Mesela, Lenin bu hususta şöyle mütalaa vermektedir; ‘’Din-halkın afyonudur. Din bir nevi manevi sivuha’dır ki sermaye köleleri kendi insani tavırlarını bu suda boğuyorlardır.’’
Dikkate şayandır ki Lenin gerek nazariyat ve gerekse icraat sahasında İslamiyet aleyhine bir kelime bile olsa dahi bir söz söylemiş değildir. Bir devrimci olması nedeniyle Lenin, şark dünyasını göz önünden kaçırmamış ve bu düşünce ile de İslamiyet hakkındaki taktiğinde daima ihtiyatlı davranmıştır. Bununla beraber her vesile ile umumi şekilde dini tel’in etmiş ve bütün dini müessese ve tarikatlara karşı kati bir mücadele seferi açılması fikrini öne sürmüştür. Lenin bu hususta şu mütalaayı yürütmektedir.
‘’ Din ile mücadele etmemiz gerekir. Bu bütün materyalizmin, binaenaleyh Marksizm’in alfabesidir. Dinle mücadele meselesini, dinin içtimai köklerini çürütmeye matuf bir sınıf mücadelesinin ameli sahadaki faaliyetine bağlamak lazımdır.’’
Bu düşünce tarzı Lenin’in Müslümanlara karşı daha lütufkar bir tavır takınmasına mani olmamıştır. 24 Kasım 1917’de Sovyet Komiserler Heyeti Hükümeti bütün Rusya ve Şark Müslümanlarına hitaben şu bildiriyi açıklamıştır.
‘’ Bundan sonra dininizin, adetlerinizin, milli kültür müesseselerinizin serbest ve masum olduğunu ilan ediyoruz. Kendi milli hayatınızı hür ve engelsiz olarak kurunuz….İhtilali koruyunuz ve onun selahiyetli hükümetine yardım ediniz.’’
Bu ilandan birkaç gün sonra, yani 1917’nin Aralık ayında bütün Rusya Müslümanları Kongresine, Petersburg umumi kütüphanesinde bulunan (Şimdi Semerkant’tadır) Hz.Osman’a ait Kuran-ı Kerim takdim edilmişti.
23 Ocak 1918 de kilisenin devletten ayrı olduğuna dair verilen emirnamede Sovyet Hükümeti, her vatandaşın arzu ettiği dini yaşamasında serbest olduğunu bildiriyordu.
Hiç şüphesiz Bolşevikler, bütün bu parlak vaatleri o tarihlerde had şeklini bulan vatandaş muharebesi içerisinde Müslümanları kendi faydalarına kullanmak maksadı ile ortaya atmak lüzumunu hissetmişlerdi.
10 Mart 1918 de toplanan Rusya Komünist Bolşevik Partisi Kongresinde Lenin, Türkistan ve Kafkasya gibi milli bölgelerde yapılan harekata daha fazla ihtiyatla davranılmasını taleple, ‘’Bir milletin inkişafını, proletaryanın burjuva unsurlarından gayrı kabili içtinap ayrılış zamanını beklemek lazımdır’’ şeklinde konuşmuştu. Proletaryanın bu ayrılış zamanını beklemekle beraber, Stalin Azerbaycan ve Dağıstan’da ‘’Hedefe ulaşmak için doğrudan doğruya çevirme hareketini’’ tavsiye ediyor ve 6 Kasım 1920 de Dağıstan’da vukubulan halk kongresinde tantanalı bir şekilde, ‘’Eğer Dağıstan Halkı arzu edecek olursa, biz onun şeriat kanunlarına hürmet edeceğizdir’’ fikirlerini ileri sürüyordu. Lenin’in diğer iş arkadaşlarından S.Korav, 21 Nisan 1921 de Sovyetleştirilmiş Şimali Kafkasya Cumhuriyeti Kongresinde bu şekilde konuşuyordu; ‘’Sizin şeriatınız vardır. Bizim ise Moskova’da bir şeriatımız yoktur. Kendi şeriatınızı bırakınız da bizim Moskova mahkeme formüllerini kabul ediniz dersek hakikaten gülünç bir şey olur.’’
Velhasıl, vatandaş muharebeleri sıralarında, Müslüman ülkelerinde müstakil demokratik cumhuriyetlerin mevcut bulunduğu tarihlerde ve halk isyanlarının buhranlı anlarında, Sovyet Hükümetinin parlak vaadlerine, yalan ve hilelerine ehemniyet vermiyordu. Hakikaten Dağıstan Sovyetleştirildikten sonra bir Şeriat Halk Komiserliği bile kurulmuş ama, pek uzun ömürlü olamamıştı. Vatandaş muharebeleri muvaffakiyetle sona erdikten ve müstakil milli cumhuriyetler ortadan kaldırıldıktan sonra ‘’Sulh zamanı kuruculuğu’’ devresi başlayınca, halk kitleleri arasına materyalistçe dünya görüşünü sokup yaymak mücadelesi, dini boğmak hareketleri, Bolşevik tabiriyle; ‘’darbeli’’ bir tarzda şiddet bulmuştu. Artık Komünist Partisi işe sarılmıştı. 1923 yılında toplanan Komünist Parti Kongresi’nde ‘’Din aleyhtarı propagandaların vaazına’’ dair esaslar kabul edilerek kararnamelere bağlanmıştı. Mesela bu kararnamenin Müslümanlara ait kısmında şöyle deniliyordu;
‘’ Cumhuriyetler Birliğine dair 30 milyon Müslüman Ahalisinin bu güne kadar dokunulmadan muhafaza ettiği ve inkılap aleyhtarı maksatlar için faydalandığı dinle her milletin hususiyetini göze alaraktan bu batıl fikirlerin ortadan kaldırılması icap ed en tarz ve metotları tespit etmek lazımdır.’’
Aynı kongrede, dinle mücadele için propaganda kadrosu vücuda getirilmesi karar altına alınarak ‘’Allahsızlar Birliği’’ adlı bir teşekkül de kurulmuştu. Yine aynı maksatla Moskova’da ‘’Allahsız, Dinsiz’’ ve ‘’Din Aleyhtarı’’ adları altında gazete, mecbua, risaleler, İslamiyet’de dahil olmak üzere halk kitlelerine mahsus çeşitli din aleyhtarı eserler neşredilmeye başlanmıştı. ‘’Çarpışan Allahsızlar Birliği’’nin merkez şurası reisi M.Yaroslavski şöyle diyordu; ‘’Dine karşı savaş, mücadele eden Leninizm’in şekillerinden biridir.’’
Bazen parti ve hükümetin, Allahsızlık mücadelesinde çok fazla farkına vardığı da oluyordu. Mesela, Komünist Partisi’nin aşağıya aldığımız bir kararnamesi bu cihedi açıkça göstermektedir. Karar şudur;
‘’ Merkez ve vilayetlerde çoğu zaman kastı mahsusla yapılan kabaca hareketler, dini eşyalara, dini adab ve rüsumata (geleneklere) karşı hakaret, emekçilerin dine ait batıl fikirlerden kurtulmaları işini tesri değil, bilakis geriye atarak müşkül bir duruma sokmaktadır.’’
Bu gibi kararlar ve beyanatlar bu işle meşgul olanları akıllandırmıyor ve müspet bir mana ifade edemiyordu. Zira, bu kabil sözler, ancak sopayı daha nazik bir şekilde kullanmaktan başka bir maksat gütmüyordu.
İslamiyet’i amansızca takibat, son haddini bulmuştu. Camiler kapanmış, kulüp eğlence yeri yahut anbar haline getirilmişti. Kapanan camilerin miktarı hakkında bir fikir beyan edebilmek için, Türkistan’da 14 bin, İdil-Ural’da 7 bin, Kafkasya’da 4 bin, Kırımda bin, toplam 26 bin caminin kapatılmış olduğunu söylemek kafidir.
Şunu kaydetmek gerekir ki, 1938 yılında Kırım’da bir tek cami bile bırakılmamıştır. Dahası var, İslamiyet’e ve Tanrı’ya karşı hakaret, inanılmayacak bir dereceyi bulmuştu. O tarihlerde Kızıl Tataristan adlı bir derginin yazdıklarına bakınız.
‘’ 8 Martta toplanan kadınlar kongresinde (Dünya Kadınlar Günü) domuzculuk meselesi görüşülüyordu. Şimdiye kadar bizim, Kuran’a bağlı Tatar Köylü Kadınları domuzculuk işleriyle meşgul bulunmuyorlardı. Şimdi ise Tatar Kadınları Allah’tan korkmuyor ve eski batıl itikatlardan kendilerini kurtarıyorlardı. Tatar kadını, Allah’ı, peygamberleri, mollaları ve mütegallibeyi yenmiş, domuz ise İslamiyet’e galebe çalmıştır.’’
Müslüman mektepleri kapatılmıştı. Müslüman din adamları ve din alimleri ya imha edilmiş ve yahut da sürgün yerlerine yollanmışlardı. Büyük şehirlerde din aleyhtarı propaganda müzeleri kurulmuştu. Bütün bu tedbirlere rağmen, dini hissi öldürüp yok etmek kolay olmamış ve İslamiyet hatta komünistler arasında bile mevkiini muhafaza ederek başarı kazanmıştı. Şöyle ki, Sovyet matbuatı (basını), eski zihniyetin komünizm kuruculuğu işine engel olduğundan ve Müslüman Cumhuriyetlerindeki dini merasimlere, bağlı değil yalnız eski neslin, gençlerin hatta genç komünistlerin bile katıldığından şikayetle bu durumu itiraf etmek zorunda kalmıştı. Hatta eyalet mahallerindeki komünist reisler, imanlı halkı kızdırmamak için zorla da olsa dini adaba uygun davranmayı tercih ediyorlardı. Yani burada şunu görmekteyiz, Rusya’nın parçalanması için alt yapı hazır hale gelmişti, bu açıkça kendini gösteriyordu, ancak ABD’nin neden hala düğmeye basmadığı yada basmakta gecikme yaptığı anlaşılır gibi değildi. Belki de başka bir süper gücün dünyaya varmış gibi gösterilmesi sanıyoruz ki onun bir politikası gereğidir. Yani hayali bir düşman yaratma yada gösterme taktiği. Fakat belki şu da olabilir, alt yapı kurmuş olduğu Sovyetlerin gücünün olmadığı doğru ama lider konumuna etkili olamadığı için ayaklanma yada özgürlük mücadelesinin çok kanlı sonuçlanmasını istemişte olabilir.
Tataristan Sovyet Cumhuriyeti’nde vaktiyle Troçki’nin de takdir etmiş olduğu meşhur Komünist Sultaniyelev, nazari ve emeli olarak İslamiyet’i komünizm ile bağdaştırmak teşebbüsünde bulunmak suçuyla itham edilerek idamdan kurtarılamamıştı. Aynı suretle, Türkistan’da Özbekistan Sovyet Cumhuriyet’i Komiserler Heyeti Reisi Sovokosov, Azerbaycan’da Komiserler Heyeti Reisi Bünyatzade, Dağıstan’da Korkmazov, Samurski ve başkaları idam edilmişlerdi. Özgürlük mücadelesindeki bu yiğitleri rahmetle anarız. Kitlevi bir hal almakta gecikmeyen bütün bu ithamların esbabı mucibesi, ‘’İnkılap aleyhtarı ruhanilerinfaaliyet ve cevvallerini’’ himaye etmekten ibaret idi. Vaktiyle Sovyet Hükümetinin muvaffakiyet elde etmesine yardımları dokunmuş, sonradan ise kendi işini yapmış zenci kabilinden feda edilen Müslüman komünistlerin ithamlarında ileri sürülen esbabı mucibe hakkında bir fikir edinmek için bir misal vermek kafidir. İddianamede denildiğine göre, Samurski iktidarda olduğu zaman mollalar, irticai bir vasıf taşıyan şeriat adetlerinin tatbikini talep etmek cesaretinde bulunuyor. Kolhoz iştirakçilerine karşı Sovyet aleyhtarı beyannameler dağıtıyorlardı.
Stalin’in anlattığına göre, ithamlar yalnız dini mahiyeti haiz esbabı muciberle kalmıyordu. ‘’Milletlerin babası’’ diyor ki; ‘’Burjuva-demokratik milliyetçiliği, komünizmden inhiraf, bazen şarkta Panislamizm ve Pantürkizm şekline girerek Rusya’da Ekim İhtilalinden sonra Sovyet hakimiyeti ile mücadele silahı gibi kullanılmıştır.’’
Bu sözlerden anlaşılıyor ki, Sovyetler Birliğindeki din aleyhtarlığı mücadelesinin silahı, her şeyden evvel, başlıca olarak Müslümanlara çevrilmiştir. Bu kanaatimizi W.Kolarz’ın şu sözleri teyit eder mahiyettedir.
‘’Rusya İmparatorluğu’nun şark vilayetlerinde alelumun şarkta millet ile din hemen hemen aynı şey olduğundan, bu yerlerde yapılan din aleyhtarı mücadele, aynı zamanda milli kültür ve ananelerle de mücadele niteliği taşımıştır’’ bu da geri tepmektedir.’’
Bu düşüncenin en bariz delili, 1943 ün nihayeti ve 1944 ün başlangıcında bir milyona kadar Kırım ve Kafkasya Türk-Müslüman’ının müthiş bir şekilde imha edilmeleridir. Hatta bu meyanda Çeçenler, İnguşlar, Karaçaylı’lar, Balkar’lar ve Kırım Türkleri anayurtlarından tamamen temizlenmişlerdir. Katliamlar, tasfiye, tehcir gibi kitlevi imha hareketleri ve buna benzer caniyane tedbirler, Sovyet şartları altında oldukça sessiz ve pürüzsüz bir şekilde tatbik edilerek her hangi bir dahili buhrana sebebiyet vermeden geçmektedir. Komünist Partisi ve Sovyet Hükümeti daha doğrusu aynı şahıslar yine iktidarda bırakılıyorlardır. Çünkü Sovyetler Birliğinde parlamento ve adliye yoktur. Hiç şüphesiz başka bir memlekette böyle bir parti iktidarda kalamazdı. Kafkasya’da yapılan katliamdan ve ekilmemiş bakir toprakları elde etmek bahanesiyle İslav kitlelerinin Türkmenistan’a yerleştirilmesinden maksat, hiç şüphesiz bu ülkelerde etnografik İslamiyet seddini ortadan kaldırmak ve Kafkasya ile Türkistan’ı Orta ve Yakın Doğu ülkelerine propaganda taarruzlarında ve askeri tecavüzlerde bulunmaya yaracak bir üs haline getirmektir.
Sovyetler Birliğinde dine karşı durum, haddızatında İkinci Dünya Savaşı başladıktan sonra derhal iyiliğe doğru bir hal göstermiştir. Daha 29 Haziran 1941yılında Baş Piskopos bir beyanname ile devlete müracaatta bulunarak ahaliyi duaya davet etmiş, Allahsızlar Birliği’de kapatılmıştı. Aynı yılın Eylül ayında da ‘’Allahsız’’ adını taşıyan mecmuanın yayını durduruldu. Ayrıca Moskova Radyosu da ‘’Hıristiyan Saatleri’’ diye bir yayın saatleri ayırmıştı. Baş Psikopos Sergey, Baş Patrik payesine yükselmiş ve Stalin tarafından da kabul edilmişti.
Hemen hemen aynı tarihlerde bütün Sovyetler Birliği Müslümanları için de müftülük tesis edilmişti. Yeni tayin edilmiş müftü, Abdurrahman Resulov’un riyaseti (kontrolü) altında Ufa şehrinde Müslümanlar Kongresi toplanmıştı.
8 Eylül 1943 yılında Sovyet Hükümeti şimdiye kadar takip etmiş olduğu din siyasetinin değişeceğini resmen ilan etmek lüzumunu hissetmiştir. Bir ay sonra ise dinin serbest olduğu hakkında beyanname yayınlandı. Fakat bütün bu değişiklikler, Yüksek Sovyet Şurası Reisi Kalinin’i; ‘’Komünist bilgisi, dini bir hurafat addediyor ve insanın dinden kurtulması yolunda çarpışıyor’’ gibi bir beyanatta bulunmaktan da alıkoymamıştı. Harp sona erince, Kalini’nin söyledikleri derhal kendini göstermeye başlamıştı. Şöyle ki, 1946 yılında din aleyhtarı propaganda yeniden başlayarak bu sahada resmi şahsiyetler faal bir rol oynamaya başladılar.
Sovyet din siyaseti, riyakarlık (iki yüzlülük), kahpelik ve ikili oynamaya dayanmaktadır. Sovyet anayasası, şeklen din hürriyetini tanımış görünmektedir. Sovyet Anayasası 124. maddede şu satırlar vardır.
‘’ Vatandaşların vicdan hürriyetlerini temin gayesi ile Sovyetler Birliği’nde kilise devletten, mektepler de kiliseden ayrılmıştır. Her vatandaş dini ayin, dini adap ve usullere bağlı kalmakta hür olduğu gibi, din aleyhtarı propaganda faaliyetlerine de devam etmekte serbesttir.’’
Tamamen ikiyüzlülük, bir tarafta böyle yazıyor, diğer tarafta ‘’Din Afyondur’’ diyerek katliamlar yapıyor. Dinle mücadele etsin diye cemiyetler kuruyor. Bütün bu musibetlerin (kötülüklerin) anası Komünizm’dir.
İSLAMİYETLE İDEOLOJİK SAVAŞ
İslamiyet, Sovyet İstilacılarının şarktaki komünizm hareketlerine engel olan mühim olaylardan biri olmaya devam etmektedir. Bunun içindir ki, Kremlin idarecileri, her vasıtayı mübah görerek İslamiyet seddini kaldırmak yolunda canla başla çalışmaktan geri durmuyorlar. Bu gaye uğrunda bütün vasıta ve imkanlardan istifade edilmektedir. Bu meyanda Müslüman Şarkın müstemleke veya yarı müstemlekelerinde güya milli-kurtuluş hareketine mani oluyormuş gibi, İslamiyetin esaslarını sarsarak yıkmak için ilmi de seferber hale getirmişlerdir. Sovyetler Birliğinde İslamiyete dair kaleme alınmış ve Moskova’daki Sovyetler Birliği İlimler Akademisi damgası altında intişar eden bir çok eserler, kalın kitaplar, ilmi araştırmalar mevcuttur. Ancak bütün bu eserler kendi deyimlerine göre; ‘’Halkı dini sersemlikten kurtarma ‘’ amacı taşımaktadır.
Burada şöyle bir çelişki görmekteyiz. Din eğer gerçekten sersemlik yada afyon ise neden buna anayasanda yer veriyorsun? Bu sorunun cevabını Kremlin’in bilginlerinden de beklemek abesle iştigal etmektir. Onlar iman yolunda insanlar değillerdir. N.Smirovi kendi kampanyasında şöyle yazmaktadır;
‘’İslam dininin, istismar eden sınıfları ve müstemleke rejimini himaye ve müdafaa işindeki rolünü ifşa etmek ve şark milletlerini esaret altına almak için başlıca olarak Amerikan emperyalistlerince istifade edilen Panislamizm (Türkçülük) ideolojisinin mürteci, halk aleyhtarı mahiyetini açığa vurmak gerekir’’ Yani Rusya İslam’dan ve Türkçülük akımlarından hep korkmuştur. Birtakım uydurma Sovyet Alimleri Kuran üzerine çok çalışmalar yapmış olup aşağıdaki uyduruk görüşleri kamuoyuna açıklamışlardır. Hatta Hz.Muhammed hakkında efsane uydurmaktan bile çekinmemişlerdir. Sovyet İslamiyetçisi L.Klişeviç de şöyle yazmaktadır; ‘’ Muhammed, muhayyel bir şahsiyettir ki, İslamiyet’in menşei bu hayali şahsiyetle izah edilmiş ve bu gün de edilmektedir.’’ Sovyet Alimleri, İslamiyet’in Asya feodalizminin bir ideolojisi olduğu fikrini ortaya atmışlardır. Kuran varlıklı sınıfların hakimiyetini müdafaa için uydurulmuş olup, ticari kapitalizmin bir mahsulüdür, düşüncesine varmışlardır. Bunlar aslında hep korkunun varlığını ve bir gün çökecek olmalarının sıcaklığını enselerinde yaşıyor olmaktan kaynaklanan sözlerdir.
SOVYETLER’İN İSLAM DİNİNDEN İSTİFADELERİ
L. Klişeviç adı geçen eserinde şöyle demektedir. ‘’Memleketimizde kalıntıları muhafaza edilen dinlerden bir de Orta Asya, Kazakistan Sovyet Cumhuriyetleri, Kafkasya, Tataristan, Başkırdistan ve Rusya Federatif Cumhuriyetlerinin bazı bölgelerindeki bir kısım ahalinin mensup olduğu İslam dini yahut Müslümanlıktır. Bu din, daha fazla, bir çok Asya, Afrika medeniyetlerinde yayılmıştır’’
Bu satırlardan anlıyoruz ki Sovyetler Birliğinde İslamiyet, ‘’Geçmişin kalıntıları’’ olarak tanınmaktadır. Ancak kağıt üzerinde yani anayasalarında bu dini resmen ve zorla da olsa tanımışlardır.
Yukarıda işaret ettiğimiz sebeplerden dolayı, geçmişte Sovyet Hükümeti ve Komünist Partisi Sovyetler Birliğinde bir çok Müslüman milletlerini imha etmiş, İslam dininin zahiren de olsa adab ve geleneklerine saygı beslememiş, Müslüman-komünist üyelerini bile katletmiş ve cezalara çarptırmıştır. Bununla beraber İslamiyete karşı zaman zaman gösterilen müsamahakar tavrın, komünistlerin merhamet hisselerinden değil de İslamiyeti Sovyet Emperyalizmi ve müstemleke (işgalci) siyaseti için bir alet gibi kullanmak arzusundan ileri geldiği açıkça bellidir. Unutmamalı ki bütün Sovyet Müslüman Cumhuriyetlerinde Arap harfleri tamamen kaldırılmış yerine Kril (Rus) harfleri konulmuştur. Çocukların din dersi almaları da yasak edilmiştir. Gerçekte alfabe, mektep, hürriyet ve Müslümanların dini hisselerine saygı ortadan kaldırılmış ama kağıt üzerinde İslamiyet muhafaza edilmiştir. Bu tamamen iki yüzlü bir siyaset olup, İslamiyet’i dünyaya hakim olmak isteyen Sovyet Hükümeti’nin istila emellerine hizmet eden bir alet gibi kullanmak maksadı ile yapılmıştır.
Mukaddesatı istihza, riya ve hilekarlık hareketleri, cidden Sovyet topraklarında ahlakın her türlü hudutlarını aşmış bulunmaktadır. Bir zamanlar Stalin şöyle demişti; ‘’ Biz, Türkistan’dan örnek bir cumhuriyet, inkılabı şarka götürmekle mükellef bir ileri karakol vücuda getirmişizdir.’’
Bu gün Sovyet idareciler; ‘’Stalin ileri karakolu’’nu daha da genişleterek, Sovyetler Birliği’nde şu Müslüman Ruhani-Bölge idarelerini kurmuşlardır. Bütün bunlardan amaç İslamiyet’i kullanarak, kendi siyasi düşüncelerine alet ederek Sovyet Devrimini daha ileri ülkelere yaymak için alt yapı oluşturmaktır.
-
Orta Asya ve Kazakistan Ruhani İdaresi, Merkezi Taşkent.
-
Sovyetler Birliği Avrupa kısmının Ruhani İdaresi, Merkezi Ufa.
-
Dostları ilə paylaş: |