HÜNKÂR MAHFİLLERİ
Osmanlı mimarisi terminolojisinde "hünkâr mahfili" deyimi, camilerde, hükümdarların, maiyetlerinde bulunanlarla birlikte namaz kılmalarına mahsus özel birimleri ifade etmektedir. Osmanlı padişahlarının cuma ve bayram namazlarını, ayrıca kandil ve kadir gecelerinde yatsı namazlarını, bulundukları şehirde selatin camilerinden birinde eda etmeleri söz konusu olduğundan hünkâr mahfilleri daha ziyade Osmanlı başkentlerinin camilerinde karşımıza çıkmakta ve özellikle istanbul'daki cami mimarisinin önemli bir parçasını oluşturmaktadır.
Aslında İslam dininin özüne ters düşen bu uygulamanın ikinci halife Hz Ömer ile dördüncü halife Hz Ali'nin camide şehit edilmeleri üzerine, "emirü'l-müminin" olan kişinin hayatını emniyete almak amacıyla başlatıldığı, ilk olarak üçüncü halife Hz Osman'ın Medine'deki Mescid-i Nebevi' de, "maksure" olarak adlandırılan, zemini yükseltilmiş bir mahalde namaz kılmayı âdet edindiği anlaşılmaktadır. Dört Halife döneminin sona ermesi ve Emevilerin saltanat kurumunu ihdas etmesi ile iyice güçlenen bu gelenek Emevilerden sonra islam dünyasında egemenlik kuran diğer hanedanlarca da devam ettirilmiştir.
Anadolu Türk mimarisinde bu geleneğe bağlanan ve özgün biçimi ile günümüze gelebilmiş olan en eski örnekler Divriği'de Mengücüklü Ahmed Şah'ın 6267 1228-29'da inşa ettirdiği Ulu Cami ile 13. yy'm sonlarına ait Beyşehir'deki Eşrefoğ-lu Camii'nde tespit edilebilmektedir. Her ikisi de fevkani ve ahşap olan bu mahfillerden Divriği Ulu Camii'ndeki bağımsız bir girişle donatılmış olup harimin güneydoğu köşesinde, Eşrefoğlu Camii'ndeki ise
güneybatı köşesinde yer alır. Söz konusu örnekler, cami içindeki konumları, tasarımları ve ahşap korkuluk ayrıntıları ile Osmanlı döneminin hünkâr mahfillerine öncülük etmişlerdir. 13. yy'm sonlarına ait Beyşehir Eşrefoğlu Camii'ndeki emir/bey mahfilidir. Cami içindeki konumu, tasarımı ve ayrıntıları ile Edirne ve istanbul' daki örneklere öncülük etmiş olan söz konusu mahfil, harimin güneybatı köşesinde yer almaktadır. Henüz bağımsız bir girişe sahip olmayan bu mahfil fevkani olarak tasarlanmış, duvarlara ve çatıyı destekleyen ahşap sütunlara oturan döşemesi, caminin bezemesi ile uyum gösteren geometrik ahşap şebekelerle kuşatılmıştır.
Osmanlı döneminde tespit edilebilen en eski tarihli hünkâr mahfili ise Bursa' daki Yeşil Cami'de (1419) bulunmaktadır. Burada yoğun çini bezemesi ile dikkati çeken hünkâr mahfili yapının kuzeyinde, üst katın ekseninde yer almakta, zemin kattaki giriş bölümünün üstüne oturan ve loca görünümü arz eden bu mekân bir Bursa kemeri ile harime açılmaktadır. Hünkâr mahfilini arkadan ve yanlardan kuşatan, hükümdann maiyeti ile harem halkına mahsus oldukları anlaşılan toplam 5 adet birim, kendi türünün ilk örneği olan bir hünkâr kasrı meydana getirir. Yeşil Cami' deki bu düzenlemeye, hünkâr kasırlarının giderek önem kazandığı ve büyüdü-
Yeni Cami'nin
hünkâr
mahfilinden
bir ayrıntı
çizimi.
Muzaffer Sudalı, Hünkâr Mahfilleri, ist., 1958
ğü 18. yy'ın ikinci yarısından itibaren istanbul camilerinde tekrar dönülmüş olması dikkat çekicidir.
istanbul'da II. Mehmed (Fatih) dönemine (1451-1481) ait hünkâr mahfilleri ortadan kalkmış bulunduğundan Osmanlı mimarisi tarihinde, Bursa'daki Yeşil Cami' dekinden sonra bilinen en eski hünkâr mahfili Edirne'deki Bayezid Camii'nde (1488) yer almaktadır. Daha sonra istanbul camilerinde teşhis edilecek örneklerin prototipini oluşturan bu mahfil, harimin güneydoğu köşesinde bulunmakta ve sütunların taşıdığı sivri kemerlere oturmaktadır. Doğu cephesinde bağımsız bir girişi o-lan mahfil, minber korkuluklarının eşi o-lan, geometrik şebekeli mermer korkuluklarla donatılmıştır.
istanbul'daki selatin camilerinde, özgün biçimiyle günümüze ulaşabilmiş ilk hünkâr mahfili, Bayezid Camii'nde (1505) karşımıza çıkar. 18. yy'ın ortalarına kadar inşa edilmiş olan selatin camilerinin tamamında, 18. yy'ın ikinci yarısına ait olanların ise çoğunda yer alan hünkâr mahfillerinin özellikleri şöyle özetlenebilir: istisnasız hepsi fevkani konumda olan bu mahfiller harimin güneybatı veya güneydoğu köşesinde, başka bir deyimle mihrabın sağında veya solunda bulunmakta, lentolarla veya kemerlerle birbirine bağlanan sütunlar üzerine oturmakta ve kor-
kuluklarla kuşatılmaktadır. Sütun başlıklarının, kemerlerin ve korkulukların ayrıntıları ait oldukları dönemin zevkine göre değişiklik arz eder. Klasik üslupta olan camilerin mahfillerinde mukarnaslı başlıklar, sivri kemerler, korkuluklarda da çoğunlukla geometrik taksimat, bazen de rumî-li geçmeler kullanılmış, Osmanlı barok üslubunu yansıtan camilerin mahfillerinde ise bu üsluba özgü kıvrımlı hatlardan oluşan ayrıntılar tercih edilmiş, hemen daima hünkâr mahfilinin mimari öğeleri ve bezeme ayrıntıları cami ile bir üslup bütünlüğü içinde ele alınmıştır.
Ancak klasik üsluptaki bazı örneklerde, mermer şebekelerin üzerine sonradan barok üslupta madeni şebekelerin veya ahşap kafeslerin oturtulmuş olduğu gözlenir. Bütün hünkâr mahfilleri, cemaatin kullandığı girişlerden ayrı bağımsız bir girişle donatılmış, eğer camide bir hünkâr kasrı varsa bu bölümle aralarında doğrudan bağlantı kurulmuştur. Girişler harimin yan cephelerinden birinde yer almakta ve genellikle duvar payelerinin arasına yerleştirilen bir revakla donatılmaktadır. Duvarlarda kalem işi veya çini bezemeye yer verilmiştir, ilki Sultan Ahmed Camii'nin hünkâr mahfilinde olmak üzere, 17. ve 18. yy'lara ait olanların çoğunda küçük mihraplar tasarlanmıştır.
Bu özelliklerin gözlendiği hünkâr mahfillerini barındıran camileri, inşa tarihlerine göre şu şekilde sıralamak, bu arada mahfillerin konumlarını ve taşıyıcı sistemlerini belirtmek mümkündür: Bayezid Camii (1505), mihrabın sağında, lentolu; Sultan Selim Camii (1522), mihrabın solunda, lentolu; Şehzade Camii (1548); Süleyma-niye Camii (1557); Sultan Ahmed Camii (1616); Yeni Cami (1663); Yeni Valide Camii (1710); Nuruosmaniye Camii (1755); Laleli Camii (1753) ve Fatih Camii (1771), mihrabın solunda ve kemerli; Eyüb Sultan Camii (1800), mihrabın sağında, kemerli. Bu arada, özgün hünkâr mahfili içeren nadir vezir yapılarından olan Hekimoğlu Ali Paşa Camii'nde (1734) bu birim, yarım kubbe ile örtülü mihrap girintisinin solundaki duvarda, barok üslupta, küçük bir ahşap çıkma şeklinde tasarlanmıştır.
18. yy'm ikinci yarısından itibaren hünkâr kasırlarının büyümeye başladığı ve giderek camilerin kuzey (giriş) cephelerini kapladığı, buna paralel olarak da hünkâr mahfillerinin, harimin kuzey duvarına alındığı ve çoğu zaman kavisli çıkmalarla donatılan localara dönüştüğü görülür. Ayazma (1760), Beylerbeyi (1778), Selimiye (1805), Küçük Mecidiye (1848), Hırka-i Şerif (1850), Ortaköy/Büyük Mecidiye (1852), Dolmabahçe (1853), Aksaray'daki Valide (1874) ve Yıldız/Hamidiye (1885) camilerinde bu türde hünkâr mahfilleri bulunmaktadır. Bu döneme ait iki istisnadan birisini oluşturan Nusretiye Camii'nde (1826) hünkâr mahfili harimin doğu duvarına alınmıştır. Diğeri ise Ayasofya'da, Ab-dülmecid tarafından 1847-1849 arasında gerçekleştirilen büyük onarım sırasında, Fossati tarafından tasarlanan Bizans üslu-bundaki, çokgen planlı hünkâr mahfilidir.
Nusretiye
Camii
hariminin
doğu
duvarında
yer alan
hünkâr mahfili.
Erkin Emiroğlu,
1973
Diğer taraftan 19. yy'da, özellikle de II. Mahmud döneminde (1808-1839) birtakım eski tarihli camilere, çoğunlukla ahşap o-lan hünkâr mahfilleri üave edilmiştir. Mahmud Paşa Camii (1463) ile Atik Valide Camii'nde (1582) adı geçen padişah tarafından 1835 civarında yaptırılmış olan ve bu binaların üslubu ile uyum sağlamayan mahfiller örnek olarak zikredilebilir. Bu arada padişahların uğrağı olan önemli tarikat yapılarının da 19. yy'da hünkâr mahfilleri ile donatıldığı, söz konusu birimlerin bazen semahane veya tevhidha-nelerin mihrap duvarında, bazen de kuzey duvarında yer aldığı görülür. II. Mahmud döneminden Yenikapı Mevlevîhanesi(-») ile Selimiye Tekkesi(->), Abdülmecid döneminden (1839-1861) Galata Mevlevîha-nesi(-») ile Aziz Mahmud Hüdaî Tekkesi, II. Abdümamid döneminden (1876-1909) de Hasırîzade Tekkesi(->) ve Ertuğ-rul Tekkesi(-0 hünkâr mahfiline sahip tarikat yapılarından birkaçıdır.
Bibi. M. Sudalı, Hünkâr Mahfilleri, ist., 1958; A. Tükel-Yavuz, "Divriği Ulu Camisi Hünkâr Mahfeli Tonozu", Divriği Ulu Camii veDarüş-şifası, Ankara, 1978, 137-154.
M. BAHA TANMAN
Dostları ilə paylaş: |