Ünden bugüN



Yüklə 8,87 Mb.
səhifə404/877
tarix09.01.2022
ölçüsü8,87 Mb.
#93648
1   ...   400   401   402   403   404   405   406   407   ...   877
İSTANBUL TÜRKÇESl

ca konuşurdu. Daha sonra bu Yunancanın yerini ispanya ve Avrupa'nın çeşitli yerlerinden gelen Musevilerle birlikte Türk-çeyi îspanyolcanın Kastilya ağzı etkilemeye başlar. Bunların 19. yy'daki eğitim reformlarıyla Fransızcayı kullanmaya baş-lamalan Türkçenin de içten içe etkilenmesine yol açar. italya'nın her tarafından yeni bir hayat aramak için şivelerini de taşıyarak gelen italyanlar; azımsanamayacak sayıdaki Bulgarlar; Bizans'tan miras Ceno-valı (bunlara daha sonra Kırım'ın fethinden sonra gelen Cenevizliler de eklenir), Venedikli, Toskanalı koloniler; Arnavutlar; Araplar; Sırplar; iranlılar (özellikle Üsküdar'da yerleşmişlerdi); kendilerine özgü zengin argolu bir dil dağarcığı olan Çingeneler istanbul'da bir dil zenginliği yaratmışlardı. Bilindiği üzere Karagöz perdesinde bütün bu dil ve ağız zenginliğini görmek mümkündür. Kısa zamanda çok yönlü bir etki altında kalan, hızla gelişimine, değişimine devam eden Türkçeye, Rumca, Ermenice, Kastilyanca, italyanca, Sırpça kelimeler girer. Türkçe'nin bu dillerden etkilemesinin yanında onların birbirlerinden etkilenmesini de görürüz. Bu etkilenme sonucunda bazen bir kelime dolaylı yoldan Türkçeye girer. Mesela Venediklilerin dilindeki "coverta" Arnavutçada "güverte" olmuş ve Türkçeye de buradan geçmiştir. Aynı anlamdaki bir kelimenin farklı dillerdeki şekilleriyle de bir zenginlik yaratacak şekilde dilimize girdiğini görürüz. Dilimizde "çocuk" kelimesi varken Arapçanın "veled"ini Ermenice'nin "bız-dık"ını da almayı ihmal etmemişiz. Dil, kelimeler yanında fonetik bakımdan da bu dillerden etkilenir ve böylece istanbul ağzı oluşur, istanbul ağzındaki deyim ve argo zenginliğinin bellibaşlı sebeplerinden birisi de budur.

Türkçe tarih boyunca çok geniş bir coğrafi sahada gelişmiş, işlenmiştir. Nihad Sami Banarlı'nın dediği gibi bir imparatorluk dili olmuştur. Çok az dilde görülen bir şekilde muhtelif lehçe ve şivelere, şiveler de kendi içlerinde ağızlara, ayrılmıştır. Bu a-rada pek çok dille karşılaşmış ve bunlarla dil alışverişinde bulunmuştur. Din ve e-debiyat yoluyla Arapça ve Farsçadan kelime, gramer şekilleri almıştır. Bir dilin milli olan unsurları iç yapıyı oluşturan ses ve gramer yapısıdır. Başka dillerden kelimelerin alınması normaldir, ancak gramer kuralları alındığında dilin iç yapısı bozulur ve sadeliği kaybolur. Türkçe de böyle u-zun bir dönem yaşamış ve yazı dili dengesini yitirmiş suni bir yapıya bürünmüş; kelime, deyim, terim yanında Arapça, Farsça gramer kurallarıyla dolmuştur. Dilimiz bu sebeple kolaylıkla anlaşılamayan bir hale gelmiş, yazı dili ile konuşma dili arasında farklılıklar doğmuştur; hattâ yazarlar yazarken kullandıkları dili her ne kadar etkilenseler de konuşurken kullanmamışlardır. Yine de bir dil şuuruyla yazı dilinde fiiller ve çekimleri korunmuştur. Özellikle Muallim Naci'nin ölümünden sonra Türkçe Şark devresini tamamlamış ve Batı'ya açılmıştır. Ülkemizde Batı sistemiyle eğitim veren okullar açılmıştır. Tan-

zimat döneminde ve ondan önce, dil ö-zellikle de onun yapısı üzerinde çalışmalar başlamıştır. Münif Paşa, Reşid Paşa vb sadeleştirme, daha doğrusu Türkçeleştirme hareketinin öncüleri olmuştur. Alfabe değişikliği, yabancı gramer kurallarının atılması gibi konularda fikirler ileri sürmüşlerdir. Servet-i Fünun hareketi Türkçeleştirme hareketini öldürmüştür. Tabii dü i-le suni dili birleştirmek yerine birbirinden daha çok uzaklaşmasına sebep olmuşlardır. Onlardan sonra gelen Fecr-i Âti yazarları da kendilerinden önce gelenleri tekrar etmişlerdir. Cümle, fiil çekimi hataları yaparlar.

Türkçeyi müdafaa edenler hemen hemen yabancı dillerle karşılaşmaya başladığımız eski Türkçe döneminden itibaren çıkmıştır. Türkçeci adını verdiğimiz bu kişileri Tanzimat'la birlikte de görürüz. Başlangıçta çok kuvvetli bir cereyan başlata-masalar da daha sonraki çalışmaların hazırlayıcıları olmuşlardır. Türkçeleştirme hareketi 1908'den itibaren kuvvetlenmiş "yeni lisan" ve "milli edebiyat" görüşlerinin hâkim olması, 1918'lerde ortaya çıkan yeni nesille başarıya ulaşmıştır. Ziya Gökalp ve Ömer Seyfeddin Genç Kalemler Mec-muası'nda. "yeni lisan" hareketini başlatmışlar ve başarılı olmuşlardır. Onlar milli bir edebiyat için milli bir dilin gerektiğine inanmışlar ve yazı dili ile konuşma dili arasındaki farkı ortadan kaldırmışlardır. Örnek gösterdikleri konuşma dili de baştan beri adından bahsettiğimiz istanbul ağzı olmuştur, istanbul'da belirtildiği üzere farklı konuşma bölgeleri vardır. Ömer Seyfeddin'e göre, eski edebiyat taraftan o-lan terkipçi şairler, ulema ve softalar; eski ıstılahçı hocalar, Babıâli üslubunu yaşatan muhafazakâr memurlar, ikinci sınıf halk, Tanzimat eğitiminden geçmiş kadınlar, Tanzimat eğitimiyle kuvvetli tahsil görmeyen kadınlar, yabancılar, Anadolu'dan gelen Türkler farklı farklı konuşma bölgeleri oluştururlar. Ancak yine belirttiğimiz gibi yazı dili olarak kullanılan bu ağız değil, örnek alınan ağzın ideal bir şekli, istanbul Türkçesidir. Elbette başarılı olmalarının sebebi onlann da suni bir dil meydana getirmesi değil, gerçekte halkın konuştuğu bir dili ön plana çıkarmalarıydı, istanbul ağzını seçmelerinin Arapça ve Farsça terkiplerin, edatların daha az kullanılması, tabii bir eda ile konuşulması yanında en önemli sebebi istanbul'un milli, dini ve ilmi bir merkez, bir kültür merkezi olmasıdır. Halife ve sultanın, Darülfünun'un burada bulunması da sebepler arasındadır. Onlar dilde, yabancı dillerin gramer kaidelerinin bulunmaması gereği üzerinde ısrarla dururlar. Elbette istanbul ağzında da "hiss-i kable'1-vuku", "halet-ru-hiyye", "sadrazam", "şeyhülislam" gibi terkipler, ilme ve fenne dair terimler yer alıyordu ve bunlar normaldi. Yazdıkları gibi konuşmaya çalışan veya aldıkları Arapça eğitimle her kelimeyi Arapça kurallara uydurmaya çalışan softa ve ulema ile alay e-der ve onlann ne konuşma ne de yazı dillerinin kabul edilemeyeceğini belirtirler. Onların bu her kelimeyi Arapça kaideye

uydurmasıyla ilgili bir anekdot şöyledir: Bir kadın bir mektup zarfının üstünü bir hocaya okutmak istemiş. Hoca zarfı eline almış, okumuş. Demiş ki "Minne sol şey ki (süttire) örtülür (muttasıran) ısrar ederek (felegannehu) bunun irabda mahali yok..." Kadın şaşmış "Ayol hoca efendi. Zarfın üstü Türkçe yazılıydı" demiş. Softanın ayrı ayn Arapça kurallara göre okuyup mana çıkardığı cümle Türkçe "Manastır mutasarrıflığına" imiş.



istanbul ağzının (özellikle yerli münevver halkın konuştuğu ağız) özellikleri şunlardır:

Ünlüler


Yüklə 8,87 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   400   401   402   403   404   405   406   407   ...   877




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin