Arayış Yılları (1970'ler): 1970'li yıllar, istanbul'da kadınların yeniden çeşitli etkinliklerde bir araya geldikleri bir arayış dönemi oldu. Bu yıllarda kadın hareketinin göreli canlanmasına yol açan bel-libaşlı üç etmenden söz edilebilir. Bunlardan ilki, 1973'ün Cumhuriyet'in 50. yıl törenlerine ayrılması ve haklarını kendi çabalarıyla değil, Atatürk sayesinde kazanmış olduklarım düşünen, kadın dernekleri çevresinde toplanmış üniversite öğretim üyesi veya çeşitli mesleklerden kadınların giriştikleri yayın çalışmalarıydı. Bir bakıma "50 yılın kadınlar açısından bir bilançosu" çıkarılmaya çalışılıyordu. Bu amaçla birçok toplantı, konferans, seminer düzenlendi.
ikinci bir etken, 1975'te Birleşmiş Milletler tarafından Kadın On Yılı'nın ilan e-dilmesi ve artık uluslararası örgütleri etkileyecek kadar güçlenmiş olan "uluslararası yeni feminist" hareketin serpintilerinin dolaylı bir biçimde Türkiye'ye ulaşmasıy-dı. Basında geniş yer verilen, kimi gazetelerin açtıkları yarışmalara konu olan "kadın hakları", annelerinden ve öğretmenlerinden "Türkiye'de kadın erkek eşitliğinin" bulunduğunu öğrenen, ama çevrelerine baktıklarında buna pek kolay inanamayan genç kuşaklarda yeni bir arayış başlattı. 16-19 Mayıs 1978'de Nermin Abadan Unat' m İstanbul Carlton Oteli'nde düzenlediği "Türk Toplumunda Kadın" toplantısına, bu konuda çalışmaya başlayan birçok genç a-kademisyen kadın bildiri sundu. Aynı yıllarda istanbul'daki Payel gibi öncü yayınevleri, Kate Millet, Shulamith Firestone gibi radikal ve Simone de Beauvoir gibi daha az radikal feminist yazarların kitaplarını çevirerek yayımlamaya başladılar. Asıl etkisi, izleyen 10 yılda duyulacak olan Kadınca dergisi de 1978'de Duygu Asena' nın genel yönetmenliği altında yayın hayatına girdi.
Bu yıllarda kadınları harekete geçiren üçüncü etmen de, iç göç ve gecekondulaşma sürecinden birinci derecede etkilenen istanbul'da, özellikle üniversite gençliği a-rasında taraftar bulan, sınıf mücadelesi yoluyla sömürü düzenine son vermek ve yerine sosyalist bir düzen kurmak isteyen, Marksist sol hareketlerin oluşmasıydı. Üniversite öğrencisi pek çok genç kadın bu hareketler içerisinde yer aldı ve Marksist teorinin "kadın sorunu" tahlilinden yola çıkarak yeni bir bilinçlenmeye yöneldi. Kısa bir süre sonra kendi aralarındaki ideolojik yorum farklarından dolayı çok sayıda fraksiyona bölünen sol hareketlerin hepsinde kadınlar vardı. Bunlar arasında 1970' li yılların ortalarından itibaren öne fırlayan ve ayrı bir kadın örgütlenmesi gerçekleşti-rebilen yasadışı Türkiye Komünist Partisi ile dirsek teması içinde olan, başkanlığım Beria Onger'in yaptığı ilerici Kadınlar Derneği (IKD) idi. 1975'ten itibaren Kadınların Sesi adlı bir dergi çıkaran, istanbul'un Çeliktepe, Gültepe gibi gecekondu mahallelerinde kadın örgütleri kuran ve işçi kadınların yanısıra işçinin ev kadını olan karısını sosyalizm ve kadın hakları konusunda bilinçlendirme çalışmaları yapan çok sayıda genç kadın, eğer devreye 12 Eylül askeri darbesi girmemiş olsa, yeni bir kadın hareketinin oluşmasında yer alabilir, hattâ belirleyici olabilirdi.
Ancak 12 Eylül, sol örgütleri kapattı, bu arada IKD ve ondan ayrılarak kurulmuş o-lan daha küçük çaplı diğer sol eğilimli kadın örgütleri yasaklandı; önder konumdaki pek çok kadın yurtdışına gitti, İstanbul' da kalanların bir bölümü tutuklandı, bir bölümü siyasetle ilgisini kesti, bir bölümü ise başlangıcından itibaren ya da yurtdışından döndükten sonra, 1980'lerde oluşan yeni kadın hareketine katıldı.
Feminist Kadın Hareketi (1980'ler): 1980'lerde canlanan yeni feminist kadın hareketini önceki kadın hareketlerinden ayıran özellik, kadınların kurtuluşu temasının, önceleri hep kendini aşan başka bazı davaların (Osmanlı dönemi ve Kurtuluş Savaşı yıllarında modernleşme, milliyetçilik, Türkçülük, daha sonraki dönemlerde kalkmmacılık, sosyalizm vb) yanında, hattâ içinde ele alınmasına karşılık, kadınların kurtuluşunu ilk kez, başlıbaşına bir mesele olarak ele alması ve kurtuluşu cinsiyet temelinde kurulmuş cinsiyetçi, ataerkil (patriyarkal), erkek egemen toplum yapısının çözülmesinde aramasıdır.
Yeni feminist hareket, 12 Eylül darbesinin dayattığı sıkıyönetim koşullarında, İstanbul'da kadınlar tarafından oluşturulan küçük "bilinç yükseltme" gruplarında yapılan tartışmalarla başladı. Dönüşümlü olarak katılanların evlerinde yapılan bu toplantılarda kadınlar, öznel deneyimlerinden yola çıkarak "kişisel olanın politik" olduğunu kavradılar. Kadınların kurtuluşunun, kamusal alandaki kadın-erkek e-şitliğinin ötesinde, özel yaşamlarındaki e-zilmişliğin aşılmasını gerektirdiğini gördüler ve "Bedenimiz, emeğimiz, kimliğimiz üzerindeki baskılara son" dediler (1989, Kadınların Kurtuluşu Bildirgesi'nden).
Ekim 1987'de
Kariye
Müzesi'nin
bahçesinde
düzenlenen
şenlikte Deniz
Türkali
konserinden
bir görüntü
(üstte) ve 1980
sonrası
feminist kadın
hareketinin
sloganlarından
biri.
Kadın Eserleri Kütüphanesi Arşivi
1980'lerin sonuna doğru yavaş yavaş olgunlaşıp netleşen bu yeni düşünce, 1982'den itibaren kamuoyu önünde dil-lendirilmeye başladı. 21-26 Nisan 1982'de YAZKO tarafından istanbul Gazeteciler Cemiyeti'nde düzenlenen ve yurtdışından Fransız feminist Gisele Halimi'nin katıldığı sempozyumda kadınların sorunlarının ne kadar çok yönlü olduğu ortaya konuldu. 1983'ün başından itibaren 6 ay süreyle, YAZKO tarafından yayımlanan haftalık Somut dergisinde yayın sorumluluğunu Şule Aytaç ve Zeynep Avcı'nm üstlendikleri bir feminist sayfa yayımlandı. 1983'ün sonunda Kadın Çevresi adıyla "ev içi ve ev dışında ücretsiz ve ücretli çalışan kadınların emeğine dayalı" ve "bu emeği değerlendirmeyi amaçlayan" bir "yayıncılık, hizmet ve danışmanlık şirketi" kuruldu, bir kitap kulübü oluşturuldu ve feminist klasikler çevrilerek yayımlanmaya başlandı.
Türkiye tarafından, Birleşmiş Milletler Kadın On Yılı'nın sonunda, 1985'te onaylanan "Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi"nin uygulamaya konulması için açılan dilekçe kampanyası ile 1986'dan itibaren eylemlere başlandı. Bu toplu eylemlerden en çarpıcısı, 17 Mayıs 1987'de İstanbul Kadıköy' de yapılan, "Dayağa Karşı Dayanışma" yürüyüşü oldu. Bu yürüyüşle, kadınların ev içinde maruz kaldıkları şiddete karşı bir kampanya başlatıldı. 1987'nin Ekim ayı
başında Kariye Müzesi önünde düzenlenen bir günlük sokak şenliği, 8 Mart 1988'de açılan, kadınların günlük yaşamlarını alaycı bir eleştirinin konusu yapan "Geçici Kadın Müzesi" gibi eylemlerle sürdü. Kampanya bağlamında dayak yemiş kadınların tanıklıklarına dayanan Bağır! Herkes Duysun adlı kitap yayımlandı.
8 Mart 1987'de yayımlanmaya başlanan Feminist dergisi, eylemlerde göze çarpan, en ciddi sorunları sergilerken bile alaycı, neşeli, eğlenceli, öznel olabilme ve kendisine eleştirel bakabilmeyi üslup haline getirirken, l Mayıs 1988'de yayın hayatına başlayan Sosyalist-Feminist Kaktüs dergisi daha ağırbaşlı ve teorik yönelimli bir dergi olmayı seçti. Başlangıçta klasik bir kadın dergisi görünümünde iken, zamanla feminizmin gündeme getirdiği birçok soruna sahip çıkan ve bunları zaman zaman 30-35.000'lere ulaşan tirajıyla feminist grupların erişebildiği çevrenin dışına taşımada önemli bir işlev gören Kadınca dergisi yayımını sürdürdü. Derginin genel yayın yönetmeni Duygu Asena ise, 1987' de yayımladığı Kadının Adı Yok adlı, kısa sürede 50 baskı yapan, 100.000'in üzerinde satan kitabı ile, kadının kimlik kazanma uğraşının önemi gibi feminist düşünceleri geniş kadın kesimlerine taşımayı başardı.
Yeni hareket örgütlenme konusunda hiyerarşileri yeniden üretme kaygısıyla
Dostları ilə paylaş: |