Pazarda mal kıtlığım önlemek için devletçe alınan önlemlerin başında gıda maddelerinin, özellikle buğdayın ihracını yasak etmek gelir. Zeytinyağının ancak üçte birinin ihracına izin verilmiştir. Madrabaz denilen kimselerin, malı iskeleye gelmeden alıp depo edip sonra azar azar yüksek fiyatla sattıkları sık sık görülmüştür. Yahut, onlar çoğu zaman malı yüksek fiyat veren yabancı tüccara satarlardı. İhtikâr, özellikle buğday, sadeyağ, zeytinyağı, pi-
rinç, bakkaliye eşyası, sebze ve kerestede görülüyordu.
İhtikâr yolsuzluğuna Çardak İskele-si'nde polis hizmetindeki yeniçeriler, devlet kapısındaki ekâbirin adları karışmakta idi, onlar halkın gıdası üzerinden büyük vurgunlar vurmakta idiler. Kapıkulla-rından ticaret yapanlara muhtesip karışamazdı, istanbul'a gelen yaş ve kuru meyve gemileri, Çardak'a Muhtesip İskelesi'ne gelmeli idi; daha yüksek fiyat verildiğinden Galata, Tophane, Eyüp veya Üsküdar iskelelerine gitmesi yasaklanmıştı.
İstanbul'da ilkin saray ve kışlalardaki askere, sonra halka, yeterince et sağlama işi, bir devlet hizmeti olarak çeşitli önlemlerin alınmasını gerektirmiştir. 17. yy'm ikinci yarısında yalnız istanbul padişah sarayları için günde 500 koyun kesildiği saptanmıştır, istanbul'a kasaplık et başlıca Eflâk, Boğdan ve Anadolu'dan gelirdi. Keza Trakya'dan (Kavala), Bulgaristan'dan, Makedonya'dan (Selanik), Teselya'dan, Mora'dan da koyun ithal olunurdu. Konya Ovası'nda Cihanbeyli aşiret reisi, her yıl 300.000 koyunu İstanbul'a getirmeyi iltizamla üzerine almıştı. Sebze, et sağlanması işlerinden padişahın koyun emini ve ka-sapbaşı sorumlu idiler. Şehre zamanında yeterince koyun eti sağlamak için celep-keşlik yöntemi çıkarılmıştı.
Servetlerinin kaynağı şüpheli görünen zengin kişiler celep yazılıp vilayetlerde belli sayıda koyun alıp zamanında İstanbul'a getirip belli bir fiyat üzerinden kasaplara satmakla yükümlü kılınırdı. Bu hizmetten kaçanlar ölümle cezalandırılırdı. Gönüllü celepler de vardı. Gelen koyunlar şehirde çeşitli gruplar arasında kasaplara koyun emini tarafından dağıtılır, celepler belli bir fiyat üzerinden kasaplardan paralarını alırdı. Örneğin, 1565'te Yahudilere 5 kasap için günde yalnız 80 koyun ayrılmıştır; saray, yeniçeriler ve ekâbir i-çin ayrı kotalar vardı. Zamanla et fiyatları yükseldiği halde yeniçerilere eski fiyattan et verilmesi üzerine bu fark yeni bir vergi olan "kassabiye" ile karşılanmıştır.
Şehirdeki başlıca salhaneler, Bahçeka-pı (saray için), Yedikule ve Ayakapı salhaneleri idi. Yedikule'de, 17. yy'da kasap-başı gözetiminde 200 kasap çalışırdı. İstanbul içinde hayvan kesilmesine izin verilmezdi.
Şehir için pastırma yapımı özellikle ö-nemli olup bir pastırma emini vardı. Eflâk ve Boğdanlı zengin tacirler, kasım ayında çok miktarda getirdikleri sığırları Yedikule dışında hendek kenarında keser, pas-tırmahanede pastırma haline getirirlerdi. Pastırma satışıyla uğraşan dükkânlar Odun Kapısı dışında, Galata'da ve Tophane'de idi.
istanbul'a 3 çeşit tuz gelirdi. Transilvan-ya'dan Eflâk yolu ile gelen kayatuzu en makbul çeşit olup en pahalısı idi. Öteki tuzlar kara tuz ve deniz tuzu idi. Tuz işlerini padişah tarafından bir tuz emini düzenlerdi.
Başlıca tuz kaynakları, Ahyoli (Bulgaristan) ve Kefe (Kırım) tuzu olup gemilerle Eminönü İskelesi'ne gelirdi. Mesela,
1587'de Kırım Hanlığı'ndan İstanbul'a Kefe yolu ile 1.000 ton kadar tuz gönderilmişti. Eflâk'tan Rumeli ve istanbul için gelen tuz, 1583'te 2.600 tonu buluyordu. 17. yy'm başlarında l yılda devlet tuz nakli i-çin beş buçuk milyon akçe verip şahıslara ait 118 gemiyi kiralamıştı. Bu gemiler tuzu taşımak için 658 sefer yapmak zorunda kaldı. Bu rakamlar şehrin tuz ihtiyacının boyutlarını göstermeye yeter.
Şehrin süt, yoğurt ve kaymak ihtiyacını istanbul etrafındaki Eyüp, Üsküdar, Ümraniye bölgesindeki çiftlik ve mandıralar sağlardı. Bu çiftlik ve mandıralar, çoğunlukla askeriyeden ve ilmiyeden ekâbirin tasarrufunda olup kira ile işletilirdi. Sadeyağ, Kuzey Karadeniz'den Kefe yolu ile, Doğu Anadolu'dan, Trabzon Lima-nı'ndan, Bulgaristan'dan; Eflâk yağı ise Rusçuk ve Silistre'den gelirdi.
İstanbul'un iaşesi 19. yy'da ve 20. yy' m başlarında yaşanan olağanüstü durumlarda büyük sorunlar yarattı. Bunun en son örneği I. Dünya Savaşı'dır (bak. Birinci Dünya Savaşı'nda İstanbul).
Bibi. (Altmay), Onaltmcı Asırda-, (Altınay), Onbirinci Asırda; (Altınay), Onikinci Asırda; (Altınay), Onüçüncü Asırda; (Ergin), Mecelle, I; H. inalcık, "istanbul", El2; Evliya, Seyahatname, I; Mantran, istanbul, I-III; R. Mant-ran, "Reglements d'Ilıtisab" Cahiers de Tuni-sie, S. 14 (1956), s. 213-241; M. Kütükoğlu, Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri, İst., 1983.
HALİL İNALCIK
İBN BATTUTA
(24 Şubat 1304, Tanca - 1369, Tanca) Faslı gezgin.
Fas'ta ve ispanya'da kadılıklarda bulunmuş bir aileden geliyordu. Dini eğitim gördü. 1354'e kadar sürecek gezilerine 1325' te hacca gitmek amacıyla başladı.
İbn Battuta Konstantinopolis'i 1332 ya da 1334 yazında ziyaret eder. Tarih belirsizliği yazarın verdiği çelişik bilgilerden doğmaktadır. Mekke'den Eylül 1332'de yola çıkan İbn Battuta, Mısır ve Suriye'yi kat edip Lazkiye'den gemiyle Alanya'ya geçer, tüm Anadolu'yu batıdan dolaşıp Sinop'ta bir daha gemiye binerek Kırım'a çıkar. Altınordu ülkesini gezer, oradan karadan Konstantinopolis'e gidip döner, sonra da Orta Asya, Afganistan ve Horasan'ı dolaşıp .12 Eylül 1333'te Hindistan sınırına vardığını yazar. Oysa alınan mesafeler ve arada verilen mevsimler, bayramlar ve görülen kişiler gibi dolaylı bilgiler bu yolculuğun l değil 3 yılda yapılmış olması gerektiğini gösterir. Bugüne kadar yapılan araştırmalar Mekke'den yola çıkış tarihini 2 yıl geri atmak ya da Hindistan'a varış tarihini 2 yıl ileriye almak konusunda fikir birliğine varamamışlardır. Ancak kanımızca, ikinci şık daha akla yakındır ve bu durumda Konstantinopolis seyahatinin Ağustos-Eylül 1334'te yapılmış olması gerekir.
İbn Battuta Bursa ve Iznik'e uğramasına rağmen oradan Konstantinopolis'e geç-meyip Astırhan yakınlarında Altınordu başkenti Saray'dan hareket ederek ve Ka-
radeniz'i kuzeyden ve batıdan dolaşarak Bizans başkentine ulaşmıştır. Bunun nedeni Osmanlı-Bizans sınırlarını güvensiz kılan iki ülke arasındaki çatışmadır, oysa İmparator III. Andronikos'un (hd 1328-1341) kızlarından biri Altınordu Hakanı Özbek Han ile evlidir ve babasını görmeye gitmektedir. İbn Battuta da bu kafileyle Konstantinopolis'e gelir.
İbn Battuta Konstantinopolis'te 3 gün konuk edildikten sonra III. Andronikos' un yanına çıkarılır, imparator ona gezdiği yerler ve özellikle Kudüs ve kutsal yerler hakkında sorular sorar. Seyyah, kenti ve karşısındaki Galata'yı Fas'ta bir nehirle birbirlerinden ayrılmış Rabat ve Saleh kentlerine benzetir, ancak verdiği bilgiler çok genel ve karışıktır. Ayasofya'mn avlusundan ve çevredeki binalardan söz e-der, içeri girmek için bir haçın önünde diz çökmek gerektiğinden giremediğini yazar. Oysa, 1350 yazında Gımata'nın ileri gelenlerine yolculuğunu anlatırken, bu görüşmeyi kaydeden Almeriya Kadısı Ebu'l-Be-reket el-Belfiki'ye göre, Ayasofya'ya girdiğini ve kilisenin bir kenti içine alabilecek büyüklükte olduğunu anlatmıştır.
Kentin manastırlarından da söz eden İbn Battuta, kentin dışında bulunan bir manastırda keşiş olarak yaşayan ve adı Circis olan imparatorun babasıyla karşılaştığım yazar. Oysa III. Andronikos'un babası değil büyükbabası olan II. Andronikos, torunu tarafından 1328'de tahttan indirildikten sonra Antonios adıyla manastıra girdiyse de adı Circis (Georgios) olmadığı gibi 12 Şubat 1332'de, yani her iki kronoloji varsayımına göre seyyahın Konstan-tinpolis'i ziyaretinden önce ölmüştü. Gerek kentin ve oradaki olayların anlatımında, gerek güzergâhtaki belirsizlikler ve çelişkiler, genellikle doğru bilgiler veren İbn Battuta'nın Konstantinopolis yolculuğunun gerçek olmayabileceği hissini uyandı-rıyorsa da, seyyahın kendi kültürünün ve bildiği dillerin dışındaki bir ortamda bilgi alma ve gözlem yeteneklerini büyük ölçüde yitirmesiyle birlikte bu yolculuğun gerçek olduğu kabul ediliyor.
İbn Battuta Konstantinopolis'te l ay 6 gün, yani büyük bir olasılıkla 18 Ağus-tos-22 Eylül 1334 tarihleri arasında kaldıktan sonra aynı yoldan geri döner.
Tam adı Tuhfetü'n-Nüzzarfi Gara-ibi'l-Emsar ve Acaibi'l-Esfar olan ve kısaca er-Rıhle olarak da anılan seyahatnamesi ilk kez Leş voyages d'îbn Battoutah, texte arabe et traduction française (4 c., Paris, 1853-1858) adıyla yayımlanmıştır. Türkçesi Seyahatname-i İbn Battuta (2 c., İst., 1917-1919) adıyla ve İbn Battuta Seyahatnamesini., 1983) adlarıyla yayımlanmıştır.
STEFANOS YERASİMOS
Dostları ilə paylaş: |