KANLICA
416
417
KANTARCILAR MESCtDİ
Günümüzde Kanlıca İskelesi ve Kanlıca yoğurdu satılan çay bahçeleri.
Nazım Timuroğlu
lığından dolayı o dönemde körfeze "Bahai Körfezi" denilmiş; yabancılar, örneğin Alman imparatoru Leopold 1667'de bu yalıda ağırlanmıştır.
Osmanlı döneminde Kanlıca, korular, bağlar, su başlan ve körfez demekti. Akşam güneşinin batışı, ama özellikle mehtaplı gecelerinin güzelliği meşhurdu. Tüm Anadolu yakasında oturanlar kayıklara binerler, özel olarak hazırlanan ahenk kayığı denilen saz ve ses ustalarının bulunduğu kayığın çevresinde toplanır, mehtapta musiki alenileri yaparlardı. Kanlıca Koyu'nun yankı oluşturma özelliği bu tür müzikli toplantıları teşvik ederdi.
17. yy'ın sonunda (1699'da) körfezin güneyinde Köprülülerden Amcazade Hüseyin Paşa bir yalı yaptırmış; 1700'de Karlof-ça Antlaşmasının onaylanması sırasında gelen Avusturya elçisi bu yalıda ağırlan-mıştı. Halen yalının divanhanesi sağlam durumdadır (bak. Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı).
Yüzyıl başında bir kartpostalda Kanlıca.
TETTV Arşivi
la (eski vakfiyelerde rastlanan) "kanglıcak" ve daha sonraki kullanımlarda "kanlıca" şekline dönüştüğü söylenir, A. Dethier(->) ise kan kırmızısı yalılarından dolayı semtin "Kanlıca" adını taşıdığım ileri sürer.
- Semte Türklerin yerleşmesi L Süleyman (Kanuni) döneminde (1520-1566) başlar. Evliya Çelebi'ye göre, 17. yy'ın ortalarında Kanlıca tamamen Müslümanlarca iskân e-dilmiş bir kasaba olup, bağlık, bahçelik, 1.200 hanelik 7 mahalleden ibarettir. Burada yapılan yoğurt çok meşhurdur. Semtte o dönemde ibrahim Çelebi, Emir Paşa, Süleyman Efendi, körfezin sonunda da Langazade yalıları bulunmaktaydı.
Evliya Çelebi'nin de sözünü ettiği iskele başındaki iskender Paşa Camii de 1559-1560 tarihlidir ve "Magosa Fatihi" Gazi iskender Paşa tarafından yaptırılmıştır (bak. İskender Paşa Külliyesi).
IV. Mehmed döneminde şeyhülislam o-lan Mehmed Bâhâeddin Efendi'nin, Kanlıca Koyu'ndaki dillere destan yalısının var-
Kanlıca
istanbul Ansiklopedisi
18. yy'da da III. Ahmed'in (hd 1703-1730) ve Nevşehirli Damat ibrahim Paşa' nın katılmalarıyla Lale Devri'nin bazı âlemleri bu körfezde yapılırdı. I. Mahmud (hd 1730-1754) Çay Körfezi adı verilen buradaki bahçeden çok hoşlanırdı. Kıyıdaki saray ile o günlerde Kanlıca semtine dahil bir alan sayılan Kavacık Mesiresi'ni bu dönemde padişahın nedimlerinden Sadık ve Hüseyin Ağa kardeşler yaptırmışlardı. Saray ile havuz 18. yy'a kadar varlığını korumuştur. Körfezin kuzeyindeki tepede bulunan Mihrâbâd Mesiresi 300 ydlık fıstık, uzun servi ve çınar ağaçlarıyla kaplıdır. Atâullah Efendi Tekkesi(->) (Kanlıca Tekkesi) ile iskele arasında (şimdi yok o-lan) Safvet Paşa Bağı ve kestaneliği ile korusu vardı.
Bunların dışında, Necip Bey Bağı ve Köşkü, imamın Bağı, dut ağaçlı Sahafın Bağı, Hıdiv'in yerinde Rifat Paşa Korusu, Ateş Bağı, Müftü Bostanı, Süngerli Köşk, Fikir-tepe Hamamı Bostanı, Kurbağalı Havuz ve diğerleri gibi koru ve çiftlikler Kanlıca'da yer alıyordu.
I. Mahmud zamanında Mihrâbâd (Mî-râbâd) Mesiresi .atla gezinti için seçkin bir yerdi. Koru, Vecihi Paşa'nın kullanımından sonra terk edildi, halkın gezi yeri oldu. Daha sonra da Mısırlı Prenses Rukiye"ye geçti.
Körfezin Çakal Burnu denilen akıntılı kısmında 1740'ta yapılmış olan Safvet Paşa Yalısı uzun süre karakol binası olarak kullanılmıştır. Üsküdar-Kuzguncuk arasındaki Paşalimam'nda, Üsküdar-Salacak a-rasındaki Şemsipaşa'da ve Çengelköy'de de benzer tarzda yapılmış yalılar bulunur.
18. yy'ın ikinci yarısında, I. Abdülha-mid de (hd 1774-1789) sık sık Mihrâbâd'a gelirdi. III. Selim dönemi (1789-1807) Kabakçı Mustafa Isyam'yla sona erince, Kan-lıca'nın mehtap âlemleri de bir süre yapılmamış, 19. yy'da II. Mahmud (hd 1808-1839) Yeniçeri Ocağı'nı 1826'da kaldırdıktan sonra yeniden başlayıp, Abdülmecid (1839-1861) ve II. Abdülhamld (1876-1909) dönemlerinde de sürmüştür.
Kanlıca,20.yy'ınbirinciyansında, (1934
, n,.. .
VAUS,
istanbul Şehir Rehberi'ne göre) Beykoz ilçesi Anadoluhisarı Nahiyesi'ne bağlı bir mahalleydi. Geçmişten bu yana ünlü o-lan yoğurdu, sahil gazinoları ve kahvehaneleri ile Boğaziçi'nin bir mesire yeri olma durumunu sürdürdü.
1955'te Kanlıca Mahallesi'nin nüfusu 1.600 civarında iken, 1965'te 1.800'e, 1975' te 2.900'e yükselmiş, daha sonra artış hızlanarak 1985'te 4.000'e, 1990'daise 12.000'e ulaşmıştır.
Kanlıca Koyu, semti ve gerisindeki kesimlerin 1965 ve 1989'daki araziden yararlanma tespitlerinin karşılaştırılması, araziden yararlanmada villalar, kooperatif evleri, apartmanların en büyük paya sahip olduğunu gösterir. 1985'teki son imar yasasının, Boğaziçi'nde açık ve yeşil alanlara villa yapımı imkânı vermesiyle artan yapılaşmanın getirdiği nüfus, 1990 sayımın-daki nüfus artışına neden olabilecek mahiyettedir.
1988'de kullanıma açılan Fatih Sultan Mehmet Köprüsü ve çevre yolunun Ümra-niye-Beykoz bağlantısı Kavacık'tan, köprü geçişi ise Kavacık Ormanı içinden yapılmıştır. Dolayısıyla çevrenin doğal coğrafi görünümü yoğun bir ulaşım sistemi kullanımına dönüşmüştür. Boğaziçi Yasası'nın yapılaşma yasağına rağmen, yasal ya da kaçak yapılaşmalar giderek artmaktadır.
Kanlıca'da bugün iskender Paşa Camii, iskender Paşa ve oğlu Ahmed Paşa'nın gömülü olduğu yatır yerleri, gerideki, Göztepe Suyu'nun Osmanlı döneminde Kanlıca Köyü'ne kadar getirtilerek akıtıldığı çeşmeler ve medrese kalıntıları görülmektedir. Sahilde Erol Simavi'nin yaptırmış olduğu iskele yanındaki sağlık merkezi hizmet vermektedir. Kanlıca Körfezi'nin ve Kavacık Deresi'nin kuzeyindeki yamaçlarda yer alan Boğaziçi'nin en güzel görüntülerinin seyredilebildiği Mihrâbâd Ormanı, bugün Orman Bölge Müdürlüğü'nün girişimiyle yeniden düzenlenmiş olarak halkın hizmetine açılmış bir rekreasyon alanı-
dır. Kanlıca, tüm dinlendirici özellikleriyle bugün Boğaziçi'nin seçkin sayfiye ve rekreasyon alam olma niteliğini sürdürmektedir.
Bibi. Eyice, Boğaziçi, 61-62; Janin, Constanti-nople byzantine, 484, 488-489; Evliya, Seyahatname, I; A. Cabir Vada, Boğaziçi Konuşuyor, ist., ty, s. 58-106; A. S. Hisar, Boğaziçi Mehtaptan, ist., 1956; înciciyan, İstanbul, 128. ÇİĞDEM AYSU
KANTAKUZENOS AİLESİ
Bizans tahtına imparator ve imparatoriçe-ler vermiş soylu aile.
Ailenin adı Smyrna (İzmir) yakınlarındaki Kuzenas'tan gelmektedir.
Bilinen ilk Kantakuzenos 1094'te Ku-manlara karşı savaşa giden bir generaldi. 12. yy'da Kantakuzenoslara yüksek rütbeli askerler olarak rastlanır. Bazı kaynaklarda Kantakuzenoslara büyük toprak sahipleri olarak değinilirken, sivil görevlerde yükselen bir aile üyesi bilinmemektedir.
1250'de tekrar sahneye çıkan bir aile üyesi, imparator VIII, Mihael Paleologos' un (hd 1261-1282) generali Mihael'dir. Bu tarihlerde İrene Kantakuzene, imparatorun kardeşi Konstantinos ile evlendi. Bir başka Kantakuzenos 1286-1294 arasında Peleponnes'te (Yunanistan'da) generallik yaptı. Onun oğlu VI. İoannes Kantakuzenos^) (hd 1347-1354) taht vârisi olmadığı halde imparatorluğunu ilan edip tahtı e-le geçirdi. VI. İoannes'in oğullarından Mattheos da 1354'te imparatorluğunu ilan etmesine rağmen, zaferi kalıcı olmadı. Kardeşi Manuel Kantakuzenos "despot" unvanı ile 1348-1349'da Konstantinopolis'i, 1349-1380 arasında ise Peleponnes'i yönetti. VI. İoannes Kantakuzenos'un küçük kızı Helena İmparator V. İoannes Paleolo-gos'la(-0 (hd 1341-1391) evlenerek impa-ratoriçe oldu.
15. yy'da Georgios Kantakuzenos adlı bir üye ileride XI. Konstantinos (hd 1449-1453) adıyla tahta geçecek olan prense
hizmet etti. Georgios'un kardeşi megas domestikos (başkomutan) Andronikos i-se, 1453'te Konstantinopolis'in Osmanlılarca fethinden sonra idam edilmişti. Kız kardeşleri İrene ve Helena soylu ailelere gelin gittiler. Helena'nın kocası I. David Kom-nenos, 1453'ten sonra Trabzon'da son Trabzon imparatoru olarak hüküm sürmüş, sonra da II. Mehmed (Fatih) tarafından İstanbul'da (Pera'da bugünkü Rusya Başkon-solosluğu'nun civarında) kendisine tahsis edilen konutta yaşamıştı. Beyoğlu adının da ondan geldiği yolunda savlar vardır.
Bibi. I. A. Papadrianos, "He protostratorissa Kantakouzene", Byzantinal, 1969, s.159-165; P. Wirth, "Manuel Kantakuzenos Strategopu-los," Byzantinisch'e Forscbungen, S. 6 (1979), s. 345-348.
AYŞE HÜR
KANTARCILAR MESCİDİ
Eminönü Ilçesi'nde Küçükpazar'da bulunmaktadır.
Banisi II. Mehmed (Fatih) döneminde (1451-1481) yaşamış Sarı Timurci Mevla-na Muhiddin Effendi'dir. Bu nedenle "Sarı Timurci Mescidi" adıyla da anılmaktadır. Hadîka'ya. göre minberini Kadızade Mehmed Efendi l688'de koydurmuştur. Cami 1848 ve 1895'te tamir görmüş, son olarak 1967-1968'de aslına uygun olarak yenilenmiştir.
Alt kısımda dükkânların bulunduğu fevkani cami, bir sıra kesme taş, iki sıra tuğladan almaşık düzende inşa edilmiştir. Doğu ve batı cephesinde iki sıralı üç pencere bulunmaktadır. Pencereler sivri kemerli, alçı şebekelidir. Son cemaat yeri kapatılmıştır.
Harim kısmı son onarımda tamamen Kütahya çinileriyle kaplanmıştır. Karimi doğu ve batıda iki, kuzeyde ise dört direğe o-turan ahşap mahfil çevrelemektedir. Mihrap Kütahya çinileriyle kaplanmış, minber ise ahşaptan imal edilmiştir.
Minare batıdadır. Tuğladan üçgen di-
KANTEMİROĞLU___418___419__KANTO'>Kantarcdar Mescidi
Yavuz Çelenk, 1994
KANTEMİROĞLU
418
419
KANTO
limlerle ayrılmış çokgen kaide üzerinde yükselen minare yuvarlak gövdeli ve tek şerefelidir. Şerefe altında üç sıra kirpi saçak mevcuttur. Minarenin külahı soğan gövdeli olup yukarıya doğru sivrilmektedir.
BibL Ayvansarayî, Hadîka, 1,158; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, I, 84-85, no. 345; Ayver-di, Fatihin, 493; Öz, istanbul Camileri, I, 81; Eminönü Camileri, 102.
EMiNE NAZA
KANTEMİROĞLU
(26Ekim 1673, Yaş, Romanya-21 Ağustos 1723, Dimitrievka, Rusya) Romen devlet adamı, şarkiyatçı, ansiklopedici, yazar ve musikici.
Asıl adı Dimitrie Cantemir'dir. Boğdan (Moldavya) Voyvodası Constantin Cante-mir'in (hd 1685-1693) oğludur. Geniş kapsamlı klasik bir öğrenim gördü. Delikanlılık çağında istanbul'a gönderildi: ilkin Boğdan adına "rehine" olarak; sonra, iki kez Boğdan voyvodası olan ağabeyi An-tioch'un yerine (1695-1700 ve 1705-1707); daha sonra da voyvoda olduğu 1710'a kadar Boğdan veliahtı olarak. Çeşitli aralıklarla istanbul'da toplam 22 yıl (1688-1710) yaşadı. l693'te babasının ölümü ü-zerine Boğdan'a gidince yönetimin başına getirildiği ve üç hafta ülkeyi yönettiği süre içinde de istanbul'dan uzak kaldı.
Kantemiroğlu'nun istanbul'a gelişi fikir ve sanat alanında yetişmesine, eğitimine ve bilgisini geliştirmesine yardımcı olmuştur. O dönemin Osmanlı başşehri Doğulu ve Batılı bilginlerin yaratıcı, yeni bir Rönesans sentezi içinde düşünce alışverişinde bulundukları benzersiz bir fikir, ilahiyat ve kültür merkezi olarak tanınıyordu. Sanat ve e-debiyatın sultanlarca himaye edilmesi sonucu dikkate değer bir canlılık vardı. Türklerin kendisine gösterdikleri yakınlığın bir ifadesi olarak Küçük Kantemir yahut Kan-temiroğlu diye anılan genç Cantemir öğrenme merakını derinleştirerek Doğu ve Batı dünyalarını özümledi. Doğduğu yer olan Moldavya'da daha çocuk yaşında, Leipzig Üniversitesi'nde öğrenim görmüş bir Rum papazı plan lieremias Cacavelas' tan Yunan, Latin ve Slav dilleri dersleri almıştı. 15 yaşında İstanbul'a gelince "Büyük Okul" diye de anılan, Rum Patrikha-nesi'nin gözde yüksekokuluna (akademi) girdi. Burada ünlü öğretmenlerin öğrencisi oldu. Bu öğretmenler arasında, seçkin bir dil bilgini ve filozof olan lacomi; Pa-dua Üniversitesi'nde öğrenim gören, felsefe, ilahiyat, tıp öğretmeni ve saray baş-tercümanı Aleksander Mavrokordatos; Aristoteles'in ateşli savunucularından mistik düşünürler Antonio ile Spandoni; Jo-han Baptist van Helmont'un felsefesine inanan saygın bilgin Arta'lı Meletie ve ö-nemli bir coğrafyacı olan Hrisant Notara vardı. Yeni-Aristoculuğu istanbul'un fikir hayatına tanıtmakla görevli olan bu öğretmenlerin etkisi Kantemiroğlu'nun klasik kültüre ve Batı felsefesine ilişkin bilgisini genişletmesine yardım etti. Felsefi düşüncesinin oluşumunu belirledi. Osmanlı kültürünü, Osmanlı hayatını anlamak için tükenmez bir merak ve istekle
dolu olan Kantemir, kendini şarkiyat çalışmalarına verdi. Türkçe, Arapça, Farsça öğrendi. İslam ilahiyatını ve tarihini inceledi. Öğretmenleri tanınmış bir müfessir olan Nefîoğlu; devlet adamı, şair, musikici, III. Ahmed'in barış yanlısı sadrazamı Rami Mehmed Paşa ile matematikçi, filozof, astronomi bilgini ve Aristoteles'in eserlerinin çevirmeni Yanyah Esad Efendi gibi saygın, bilgili kimselerdi. Rami Mehmed Paşa kültürel, siyasi konularda ve resmi barış görüşmelerinde önemli bir rol oynayan zeki diplomat Mavrokordatos'la birlikte, genç Kantemiroğlu'nun arkadaşı ve akıl hocası oldu.
Çok yönlü bir kültürü ve dehası olan Kantemiroğlu bütün gayrimüslim ve Türk çevrelerinde benzersiz bir ün kazandı. Boğdan prensinin tanburi, saz eseri bestecisi ve musiki kuramcısı olarak dikkate değer bir yeteneği vardı. Bu yeteneği, çevresinde derin bir hayranlık uyandırdı ve ona sarayın kapısını açtı. II. Ahmed (hd 1691-1695) ile III. Ahmed (hd 1703-1730) Boğdan prensinden ilgilerini esirgemediler, imparatorluğun ileri gelenleri ve ulema, Kantemiroğlu'nun geniş kültürünü, bilgisini, sanat yeteneğini takdir ettiler.
Kantemiroğlu
Nuri Akbayar koleksiyonu
Kantemiroğlu istanbul'da yaşamaya başlayınca sarayın saygıdeğer musiki hocaları, sonradan Müslüman olan Rum asıllı Kemani Ahmed ile gene bir Rum olan Ange-li'den tanbur öğrendi. Boğdan prensi Türk musikisinin bütün kuramım ve uygulamasını iyice özümledi. İcracı olarak yaratıcı yorumlarıyla beğenildi. Harf notası sistemine dayanan özgün bir öğretim yöntemi geliştirdi ve öğrencilerine Türk musikisinin temellerini kendi nota işaretleriyle öğretti. Öğrencileri yüksek makamlardaki devlet görevlileri ile musikiden iyi anlayan kimselerdi. Bunlardan biri, saray baş-hazinedarı ve Kırım Hanı II. Devlet Giray' in (hd 1707-1713) temsilcisi olan yakın dostu İsmail Efendi'ydi.
Kantemiroğlu İstanbul'a ilk geldiği gün-
lerde Boğdan voyvodalarının Fener'deki konutu Boğdan Sarayı'nda kalıyordu. Daha sonra 1692'de Boğaz'da Ortaköy'de güzel bir saray satın aldı. Bu binayı genişleterek ender sanat eserleri ve antika eşyalarla donattı. Ama 1700'den sonra sarayı eski sahibine satarak Fener'de Sancaktar Yokuşu'nda, kayınpederi Eflâk Voyvodası Şerban Cantacuzino'nun (hd 1678-1688) oturduğu binanın temeli üzerinde kendi sarayını inşa ettirmeye başladı. Sarayın görkemli bir manzarası vardı. Sarayın planını Kantemiroğlu kendisi çizmiş ve bina, prens Osmanlı başşehrinden ayrılarak Boğdan'a gitmeden tamamlanmıştı.
Osmanlı yöneticileriyle ve Batılı diplomatlarla önemli ilişkiler kurmuş olan Kantemiroğlu, sarayında seçkin konukların katıldığı sohbetler ve musiki icrasıyla geçen özel toplantılar düzenlerdi. Yüksek tabakadan, kafaca incelmiş kişiler, cirit oynamayı seven, Latince, Türkçe ve Avrupa dilleri konuşan, Doğu'ya özgü şık elbiseler giyen ve Türk musikisini ustaca bir yaratıcılıkla icra eden bu hayranlık verici prensi övgülere boğarlardı.
Kantemiroğlu derin bilgisi ve dikkate değer sanat yeteneği dışında, siyasi yönden çok hırslı bir adamdı. Fransız Elçisi Pi-erre-Antoine de Castagneres ve onun halefi Charles de FerrioPle tanışıklığı vardı; Felemenk Sefiri Jacob Colyer'i ziyaret e-der; Imre Tököli'yi tanır; Rus Elçisi Piotr Andreyeviç Tolstoy'la siyasi sohbetler e-derdi. Gelecekte büyük Avrupa devletlerinin hâkim olacağı bir dünya hayal eden Kantemiroğlu, aynı zamanda sarayda, Avrupa devletleri temsilcilerinin konutlarında ve Fener çevrelerinde dönen siyasi o-yunlardan çıkar sağlamasını bilen, işbilir bir diplomattı. Boğdan tahtını elde edebilmek için üst düzeydeki ilişkilerini ve zihni yeteneklerini olduğu kadar musiki yeteneğini de kullanarak karmaşık siyasi planları lehine çevirmeye çalışırdı. Bu a-maçla entrika dolu, gizli siyasi faaliyetlere karışmıştı. 1710'da III. Ahmed onu Boğdan voyvodalığına getirdi. Kantemiroğlu' nün o günlerde sultanın huzurunda kendi neva saz semaisini çaldığı ve padişahın eseri çok beğendiği söylenir.
Kantemiroğlu İstanbul'da geçirdiği 22 yıl içinde çeşiüi dillerde felsefi konulu birçok eser verdi. Divanul sau Gîlciava în-teleptului cuLumea (1698) Rum Ortodoks kaynaklarından esinlenilerek yazılmıştır; Sacrosanctea Scientiae Indepingibilis Ima-go (yak. 1700) alegori biçiminde yazılmış, evrenin yaratılışı üzerine bir incelemedir; Compediolum Universae Logices Institu-tionis (1701) de skolastik örneklere göre hazırlanmış bir ders kitabıdır. Aynı dönemde yazdığı loannis Baptistae von Helmont Physices Universalis Doctrina adlı risalesi ise Hollandalı filozofun felsefi tezinin bir özetidir. Kantemiroğlu bu kitaplarının hiçbirinde özgün bir görüş getirmemiş, birçok kaynaktan aldığı düşünceleri eklektik bir düzen içinde ortaya koymuştur.
Kantemiroğlu 1700 dolaylarında, kendisini Türk klasik musikisinin önde gelen bir kuramcısı katına yükselten, daha çok
Kantemiroğlu Edvarı diye anılan Kitâb-ı İlmi'l-Musiki Âlâ Vechil-Hurufât&âlı incelemesini yazdı. Kitap, asıl konunun incelendiği bölümle, Kantemiroğlu'nun icat ettiği harf notasıyla yazılmış 350'yi aşkın saz eserinin notalarının verildiği derleme olmak üzere iki bölüme ayrılmıştır. İnceleme, Türk musikisi kuramının gelişiminde bir kilometre taşıdır. Kantemiroğlu kitabında musiki icrasında ve eğitiminde kullanılmak üzere geliştirdiği notalama yönteminin tanıtımına dayanan "yeni kuramı" m açıklar. Musikinin uygulamasına dayanan "yeni kuram", ortaçağ musiki otoritelerince sistemleştirilen soyut nitelikteki "eski kuram"a güçlü bir karşı çıkış özelliği taşır. Kantemiroğlu musikide nota kullanılmasının musikiyi genel anlamda geliştireceğini ve icracıların icra tekniklerini zenginleştireceğini ileri sürer. Makamları sınıflandırmak için yeni ilkeler koyar, tan-burun perde ve aralıklarına göre ana diziyi tanımlar. Kendi çağında kullanılan makam seyirlerini anlatır ve Türk musikisini İran musikisinden ayıran özellikleri belirtir.
Kantemiroğlu'nun harf notası sistemi kısa bir süre sonra terk edilmişse de, fikirleri kendisinden sonra gelen kuramcıların yaklaşımını büyük ölçüde etkilemiştir. Kantemiroğlu bir besteci olarak klasik Türk musikisi repertuvarına, taşıdığı yüksek ifade gücü dolayısıyla çok beğenilen 40'ı aşkın peşrev ile saz semaisi bırakmıştır. İcracı, kuramcı ve besteci olarak dikkate değer nitelikleriyle musikici Kantemiroğlu' nün Türk musikisi tarihinde seçkin bir yeri vardır.
Kantemiroğlu İstanbul'dan ayrılmadan önce Romen dilinde, Istoria leroglifica (1705) adlı, Romanya'nın ileri gelen aileleri arasındaki düşmanlığı, Osmanlı saray siyasetini ve Fener entrikalarını alegorilerle örülü hayvan benzetmeleri, keskin bir hiciv üslubu ve bilgiççe özdeyişlerle anlattığı siyasi bir risale de kaleme almıştır.
Kantemiroğlu derin bilgisini Osmanlı toplumsal ortamındaki kültüre ve kurumlara ilişkin birinci elden gözlemleriyle zen-ginleştirmiştir. Çevreyle kaynaşarak Türk yaşama biçiminin önemli olgularını yakından tanımış ve bunları eserlerinde ustaca aktarmıştır. Modern bir etnograf ve keskin bir tahlilci ustalığıyla yazılarına toplumsal, dini ve kültürel olguların çeşitli yönlerine ilişkin geniş kapsamlı açıklayıcı notlar eklemesi, eserlerinin anlamını zengin-leştirmiştir.
Şarkiyatçı ve aydın bir hümanist olarak Kantemiroğlu'nun ünü sağlığında Avrupa'ya ulaşmıştır. 1714'te ansiklopedik bilgisi, şarkiyat çalışmalarındaki yeri ve Türk musikisi hakkındaki eseri dolayısıyla Berlin Akademisi'ne üye seçilmiştir.
Boğdan voyvodası olduğu kısa süre i-çinde bağımsız Boğdan idealini gerçekleştirme umuduyla Rus Çarı Büyük Pet-ro'yla gizli bir ittifak kurmuştur. 1711'de Osmanlı orduları Rusları yenince düşleri yıkılmış ve Rusya'ya sürgün gitmek zorunda kalmıştır. Kantemir Rusya'da, Avrupalılar ile Ruslara okunması amacıyla, Os-
manlı İmparatorluğu'nun geniş kapsamlı bir tarihi olan Incrementa atque Aulae Othomanicae (1714-1716) (Osmanlı İmparatorluğu'nun Yükseliş ve Çöküş Tarihi, I-III, Ankara, 1979-1980) adlı kitabını kaleme aldı; sonra, Avrupa'da bir yüzyılı aşkın bir süre Osmanlı tarihi alanında klasik bir ders kitabı olarak okutulan bu eserini çeşitli Avrupa dillerine çevirdi; daha sonra da, Türklerin dini ve kültürü konusunda Ruslara bilgi veren Kniga Sistima ili Sostonianie Mııhammedanskoi jReligii (1722) adlı kitabım yazdı. Her iki eserde de yer alan, göreneklerin ve toplumsal gerçeklerin etnografik tasviri, yaşadığı dönemin Osmanlı hayatıyla ilgili canlı gözlemlerini ortaya koyar.
Kantemiroğlu'nun yaratıcı bir düşünür, ansiklopedici, Rönesans hümanisti, Aydınlanma çağının habercisi, modern bir gözlemci ve tahlilci, yetkin bir musikici, diplomat ve şarkiyatçı olarak dehası 17-18. yy İstanbul'unda Osmanlı toplumsal, kültürel ve siyasi hayatının merkezinde Batı ile Doğu arasında kurulan alışverişin doruk noktasını temsil eder.
Bibi. T. T. Burada, Senenle Müzikale ale lui Dimitrie Cantemir (Dimitrie Cantemir'in Musiki Üstüne Yazıları), Bükreş, 1910; H. S. Arel, "Kitâb-ı İlmil-Mûsikî. Müellif Kantemir Oğlu", Şehbal, S. 67-85 (1910-1911); Rauf Yekta, "Kantemiroğlu", ae, S. 48 (1911); P. P. Pana-itescu, Dimitrie Cantemir, Viata si Opera (Dimitrie Cantemir, Hayatı ve Eseri), Bükreş, 1958; M. Guboğlu, "Dimitrie Cantemir Orien-taliste", StudiaetActa Orientalia, III, 1960; B. Lewis, istanbul and the Civilization ofthe Ottoman Empire, Norman, 1963; A. Piru, Istoria Literatürü Române (Romen Edebiyatı Tarihi), I, Bükreş, 1970; C. Maciuca, Dimitrie Cantemir, Bükreş, 1972; V. Cândea, Dimitrie Cantemir (1673-1723), Bükreş, 1973; A. Du-tu-P. Cernavodeanu, Dimitrie Cantemir, Bükreş, 1973; E. Popescu-Judetz, Dimitrie Cantemir: Cartae Stiintei Muzicii (Dimitrie Cantemir'in Musiki Hakkındaki Kitabı), Bükreş, 1973; I. B. Sürelsan, "Kantemiroğlu ve Türk Musikisi", Dimitrie Cantemir (1673-1723), Ankara, 1975; B. Tuncel, "Dimitrie Cantemir ve Türkler", Dimitrie Cantemir (1673-1723), Ankara, 1975; Y. Tura, Kantemiroğlu: Kitâb-ı 11-mi'l-Mûsikî, I, ist., 1976; 1. H. Uzunçarşılı, "Osmanlılar Zamanında Saraylarda Musiki Hayatı", Belleten, S. 161 (1977); O. Wright, Demet-rius Cantemir, The Collection ofNotations, Londra, 1992.
EUGENIA POPESCU-JUDETZ
KANTO
Latince "cantus", İtalyanca "canto" kelimelerinden gelen, "şarkı, ezgi, şarkı söyleme sanatı" anlamını taşıyan kanto, Türkçede 19- yy İstanbul'unda tiyatro oyunlarının ö-nemsenmediği tuluat tiyatrolarında çeşitlilik sağlamak ve birkaç saat boyunca halkın ilgisini canlı tutmak amacıyla, asıl oyun dışında söylenen fantezi şarkılar için kullanılmıştır. 1847'de perdelerini açan, İstanbul'un ilk tiyatrosu durumundaki Naum Tiyatrosu'nda Avrupa'dan gelen opera ve operet topluluklarıyla tanışan şehir halkı Avrupalılaşma modasına uygun olarak bu eğlenceli oyunlara büyük ilgi gösterdi. Türkiye'de Batı türü tiyatro, ilk kez 1857' de Karabet Papazyan'ın Şark Tiyatrosu'nda Batı dillerinden Türkçeye çevrilip oy-
nanan oyunların büyük ilgi topladığını gören Güllü Agop'un Gedikpaşa'da bir at cambazhanesinde telif, uyarlama ve çeviri Türkçe oyunlar oynayan tiyatroyu kurmasıyla başlamıştı. Öte yandan, halk katında güçlü bir istek ve ilgi halkasıyla sarılı olan ortaoyunu varlığını sürdürmekle birlikte, sarayın desteğim de yanına alan Batı türü tiyatro ile rekabet edemeyecek duruma düşmesi sonucu, ortaoyunu unsurlarından sahnede yararlanan tuluat tiyatrosu doğdu. Bu yeni tür, İstanbul'un eğlence piyasasını yıllar boyunca kasıp kavurmuş, izleyicileri arasına saray halkı ile zengin sınıflardan en sade halk tabakalarına kadar, toplumun her kesiminden binlerce insanı katmıştır. Tuluat tiyatrolarının bu denli geniş ilgi uyandırmasında kantoların sanat değerlerinden çok sunuluş biçimleri rol oynamıştır. Kantolar aslında tuluat tiyatrolarının bir ürünü değildir, ilk örnekleri, Tanzimat sonrası Pera'sında faaliyet gösteren, bahçeli bir birahaneyi andıran, italyan komedilerinin oynandığı küçük tiyatrolarda görülmüştü. Güftelerinin gündelik hafif zevklere seslenmesi, ezgilerinin kolayca tekrarlanabilmesi yanında kantonun söyleniş ve sunuluş biçimlerindeki kendine özgü tavır ve eda, kanto türünün en belirleyici özelliği olmuştur. Bu anlamıyla kantolar, Batı tarzı tiyatro ile tuluat tiyatrosunun rekabet ortamında doğmuş, toplumun "asrileşme" özlemiyle değer ölçülerinin değişmeye başladığı bir
Küçük Virjin
Ara Güler fotoğraf arşivi
L
Dostları ilə paylaş: |