KAPANLAR
430
431
KAPI AĞASI MESCİDİ
mistir: Turistik Eşya El Sanatları Esnaf Derneği. Sonuçta, böylece her işyerini kapsamayan ve herkesten aidat toplamayan güçsüz dernekler bulunduğundan, tek elden yönetim, dayanışma, disiplin ve restorasyon gibi ihtiyaçları karşılayacak bir çarşı içi düzeni de 20. yy biterken kurulamamıştır.
Ekonomik Bünye: istanbul'un alınışı ve II. Mehmed'in çarşısını yaptırması, imparatorluğun yükseliş çizgisinin iyi bir noktasına rastlar. Bu demektir ki, bu pazar yeri, daha açıldığı zaman bile, çarşının malla ve sanatla dolması için her şey hazırdı. Koca bina, Bursa ve Edirne'nin benzer çarşılarından daha şanslı bir başlangıçla dünyaya gözlerini açmıştı; hem de bir dünya şehrinin kalbi olarak. Sonra geçen 4 yüzyıl, buna sadece daha fazla zenginlik, incelik, görgü, bilgi ekledi.
Yüzyıllar boyunca ulu çarşıyı görmüş cilan Batılı gezginler, buradaki bolluk, bereket ve çeşitlilik karşısında hayretlere düşmüşler, içlerinde dünyanın ünlü saraylarında doğup büyümüş olanları bile, "ticaret yapmak üzere kurulmuş bir şehir" çapındaki bu pazara hayranlık duymuşlardı.
Bir yabancı yazarın deyimi ile, sadece iç Bedesten'de bir tur, birkaç Rotschild ailesini harap edecek kadar tutabilirdi. Çar-şû-yı Kebîr, istanbullu için de, her şey demekti. Kapıların birinden girildikten sonra, hiç çıkmadan, kadın ve erkek, çocuk ve büyük, yoksul ve paşa, herkes için, baştan ayağa giyinmek, mücevherlerin, süslerin her çeşidini takmak, takıştırmak, evini endam aynasından mutfağın zencefiline kadar donatmak, yârine gidiyorsa eline gül destesini almak, cenge gidiyorsa dişlerine kadar silahlanmak kabildi.
1800'lü yıllar biterken, çarşıya artık Osmanlı ürünlerinden, el emeği, göz nurundan pek az şey egemendir. Halkın da beğenileri, değer yargıları, ona göre değişmiştir. Bu grafikte ara sıra, daha ani iniş çıkışlar ve krizler, bitişi hızlandırırlar. Osmanlı'nın yaşadığı son birkaç büyük yenilgi ve onun çarşıya etkileri ve halk arasında "93 Harbi" diye anılan 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, İstanbul'u da yıpratmış ve koca bir konağın yangında kirişlerinden birinin daha çökmesi gibi, ekonomiye bir darbe daha indirmişti. Şehirde orta halli birçok aile, biraz gıda maddesi alabilmek üzere, evindeki değerli eşyayı ve taşları yok fiyatına elden çıkarıyordu.
Meşrutiyet Kapalıçarşı'sı, artık iyice sönük, ikinci sınıf mallar satılan, bir terk e-dilmiş yerdir. Şık mağazalar, devrin deyimi ile "bonmarşe'ler, Beyoğlu'nunCadde-i Kebir'inde, biraz da Karaköy'dedir. Bu yüzyılın başında birkaç gelişme, çarşıyı geçici olarak biraz hareketlendirir: Önce beklenmedik bir olay, 1917 Rus ihtilalinde Ro-manoflarm yıkılması ile İstanbul'a akın e-den Beyaz Rusların getirebildikleri değerli eşya, çarşıya bir süre yine altın yağdırır.
Sonra Türkiye'de saltanat lağvolunur ve hanedan sürgüne gider. Bununla başlayan aristokratik çöküntü, çarşıya mallar getirir. Üçüncü olay ve gelişme, biraz bunun sonucudur. Türkiye'deki sosyal değişme ile
eski, değerli, soylu, elişi, göz nuru eşya "demode" sayılır ve gerek eski, gerek yeni zengin ve orta sınıf aileler, bu, "ayıp" saydıkları köhne malları elden çıkarırlar. 20. yy'ın son yarısında çarşı, tarihinin kuşku yok ki, en yoksul dönemini yaşar. Her çağda onun zaten kendi zenginliği veya yoksulluğu değil, ortasına oturduğu kentin ve ülkenin durumu bahis konusudur. Büyük pazar, istanbul'un bugünkü nüfusunun büyük çoğunluğunun ekonomik ve sosyal düzeyim yansıtır.
Günümüzde önce göze çaıpan özellik, çarşının eski yüzlerce çeşitteki el sanatlarını yitirip, beş-on kalem iş etrafında toplandığıdır. Modern çağların "standart ürün" prensibinin bir oranda sonucu olan bu iş kadrosu içerisinde, belli beş-on kalem satılan malların kalitesi de, büyük alıcı kitlesine göredir. Mobilya ise en ucuzu, yorgan ise daha çok köy ve kasaba kökenli nüfusa göre olanıdır.
Geniş bir yer kaplayan "turistik" eşya satımına gelince, yine çoğunlukla, yetersiz bir düzeydedir. Çarşıya mahsus bir şey olarak değil, ülke çapında bu işin hiç düzenlenmemiş ve başıboş, kendi gelişimine bırakılmış hali dolayısıyla, hatıra eşya cinsinden mallar, yüzde doksan oranında, bir zevk ve kaliteden yoksundur.
Halen, çarşının göze ilk çarpan bu mobilya, hatıra eşyası ve kolye, bilezik kalabalığının arkasında, asıl iç zenginliğinin ve faaliyetinin, başlıca 4 alanda yoğunlaştığı söylenebilir: Altın işlenmesi ve ticareti, antika trafiği, döviz ticareti ve hisse senedi, tahvil piyasası. Bu 4 verimli alandan kısa örnekler vermek için, Ekonomist dergisinin 4 Nisan 1991 tarihli özel nüshasından birkaç bilgi aktarılabilir: Dergide, çarşının yıllık işlem hacmi, 1991'de 100 ton altın girişine sahne olduğu, günde 15.000.000 dolarlık döviz alım satımı yapılan çarşıda o zamanki toplam, borsa işlemlerinin de yarısının gerçekleştiği, çarşıdaki bilgisayar, telefakslar, telekslerle dünyanın her yanı ile 24 saat bağlantı kurulduğu ve gizli 6 borsa salonu olduğu kaydedilmiştir. 30 Eylül 1989 tarihli Hürriyet gazetesinde ise, kira bedellerinde altın ölçüsünün uygulandığı, "metrekaresine yılda 10 ila 30 kilo altın ödendiği" bilgileri verilmiştir.
Bibi. Ç. Gülersoy, Kapalı Çarşının Romanı, İst., 1979; S. Eyice, "Büyük Çarşı", DlA, W, 509-513; M. Cezar, Tipik Yapılarıyla Osmanlı Şehirciliğinde Çarşı ve Klasik Dönem imar Sistemi, tst., 1985; G. Özdeş, Türk Çarşıları, ist., 1953, s. 28-47; Kapalı Çarşı, İst., 1972; Bar-kan-Ayverdi, Tahrir Defteri; Evliya, Seyahatname, I, 613 vd; Ayvansarayî, Hadîka, I, 32; Ayvansarayî, Mecmua-i Tevârih, 423; (Ergin), Mecelle, I, 1249 vd; (Altınay), Onikinci Asırda, 35-36; Büngül, Eski Eserler; Müller-Wiener, Bildlexikon, 345-349; Güran, İstanbul Hanları; Cezar, Yangınlar; Eminönü Camileri.
ÇELİK GÜLERSOY
KAPANLAR
Osmanlı merkezi yönetiminin başta İstanbul olmak üzere büyük ticaret pazarlarına sahip önemli kentlerde oluşturduğu toptancı halleri, mal çardakları ve borsalardı. İstanbul'a gelen yiyecek ve ihtiyaç madde-
lerinin, ekspertiz, ölçüm, fiyatlandırma ve dağıtım işlemlerinin yapıldığı kapanlar, Haliç girişinde ayrı birer iş ve ticaret merkezi konumundaydı. Bunların en büyükleri Yağ Kapanı, Bal Kapanı, Dakik Kapanı (Un Kapanı) ve İpek Kapam'ydı.
Arapça "kabban" (büyük kantar) sözcüğünden Türkçeleşen "kapan" deyimi, İstanbul'un alınışından önce de Bursa'daki ticaret ortamında kullanılıyordu. Ulu Cami' nin batısında olup, günümüze ancak izleri kalan Kapan Hanı'nda ve Emir Hanı'n-da kapan işlemleri yapılmaktaydı. Bundan anlaşıldığına göre Osmanlı Devleti' nin kuruluşundan başlayarak kapan düzeni yerleşmiş bulunuyordu.
İstanbul'daki kapanlar da eski Bizans ticaret sistemlerinden de etkilenerek bir tür emtia pazarı ve borsa niteliğinde uzun bir gelişme süreci geçirdi. Günümüzde bu gelişimin uygulanış biçimini İstanbul hallerinde görmek mümkündür. Buna karşılık İstanbul'a özgü tarihsel kapanlar oldukları yerden kaldırılmış bulunmaktadır.
Geçen yüzyıllarda kente kara ve deniz yoluyla getirilen yiyecek maddeleri ilkin kapanlara boşaltılıyor, burada gerekli kontrol, değerlendirme, narh işlemleri yapıldıktan sonra kent ölçeğinde dengeli bir dağıtım amaçlanarak toptan satışları sağlanıyordu. Fetihten hemen sonraki yıllarda, II. Mehmed (Fatih) tarafından Un Kapam'n-da, salt kapan işlemlerim düzende tutmak üzere bir de "Ehl-i Hiref Divanhanesi" yaptırılmıştı. Yemiş İskelesi'nde ise "çardak" adıyla yine esnaf ilişkileri ve kapan işlemleri için bir başka yer bulunmaktaydı. Bu iki yerde, muhtesib (bak. ihtisab) ve kapan naibi ile esnaf temsilcileri olan kethüdalar, yiğitbaşılar otururlardı. Bunların görevleri kapan ve çardaklara gelen her türlü yiyecek maddeleri ile emtianın kalitesini denetlemek, her birinin şer'i ölçü birimlerine göre tartımlarının ve ölçümlerinin doğru yapılıp yapılmadığını kontrol etmek, "narh-ı ruzî üzere" (günlük fiyat o-luşumuna göre) kuruşlandırılmalarını sağlamak, ayrıca kentin nüfus yoğunluğu farklı semtlerine dengeli biçimde toptan dağıtılmasına gözcülük etmekti. Ayrıca kapan ve çardak naipleri gerektiğinde ceza da uygulamaktaydılar. Limana gelen ve kapanlara alınan yağ, bal, un, erzak, hububat, kahve, tütün, enfiye, ipek, pamuk, dokuma vb her şey için "ihtisab", "imaliye", "ruhsatiye", "resm-i munzam" vb vergiler de kamu hazinesi adına yine kapanlarda konur ve tahsil edilirdi. Bu işlemler ilk zamanlarda doğrudan doğruya hazine adına kethüdalar tarafından yerine getirilmekteyken sonraki dönemlerde hazine açıkları yüzünden iltizam yöntemiyle satışa çıkarılmaktaydı. Günümüzde bile hallerde "Kantar Resmi" adı altında, belediye adına toplanan vergi, kapanlar döneminin bir uygulamasından başka şey değildir.
Kapanlara mal ve yiyecek getirme işini üstlenen büyük tüccarlara ve gemi sahiplerine "kapan hacıları" deniyordu. Kapan hacıları, Osmanlı topraklarından veya dış ülkelerden yükledikleri zahire ve emtiayı İstanbul'a getirdiklerinde ilgili ka-
Berggren'in bir
fotoğrafında Yağ
Kapanı'ndan
aldıkları
yağ fıçılarını
taşıyan sırık
hamalları,
19. yy sonları.
Cengiz Kahraman
arşivi
pana boşaltırlar, "çardak" (gümrük) işlemlerini yaptırırlardı. Kapanlardaki fiyatlandırma da genelde kapan hacılarının bildirdikleri alım fiyatı, navlun ve diğer ücretler dikkate alınarak yapılmaktaydı. Kapan hacılarının İstanbul'un gereksinimlerini karşılamaları 18. yy'in sonlarına kadar sürmüştür. Bundan sonra ise kapanlara mal getiren iki tür tüccarın varlığı saptanmaktadır. Bunlar Osmanlı ülkesi içinde ticaret yapan ve Müslüman olan Hayriye tüccarları ile, Avrupa'dan ithal mal getiren Avrupa tüccarlarıdır. Hayriye ve Avrupa tüccarlarının İstanbul'un gereksinimlerini karşılamaya dönük tekelci imtiyazları 20. yy'ın başına kadar sürmüştür.
Kapanlardaki büyük toptancı tüccarlara ise, "kapan taciri" denmekteydi. Bunlar ilk dönemde Müslüman sermaye sahipleri iken, giderek bu kesimin ekonomik gücünü yitirmesi sonucu gayrimüslim Osmanlı tüccarları ve yabancılar kapan tacirliğini de elde etmişlerdir.
İSTANBUL
KAPI AĞASI HÜSEYİN AĞA TÜRBESİ
Küçük Ayasofya Camii'nin(->) kuzeyindeki hazirede bulunmaktadır. Hüseyin Ağa II. Bayezid dönemi (1481-1512) darüssaa-de ağalarındandır. Bizans döneminden kalma Sergios ve Bakhos Kilisesi'ni zaviye ve cami haline getirerek Küçük Ayasofya Camii adıyla vakfetmiştir. Hüseyin Ağa'nın vakfiyesi 913/1507-08 tarihini taşıdığına göre bu yıldan sonra ölmüş olduğu tahmin edilebilir. Ayvansarayî Hadîkctâa Hüseyin Ağa'nın "maktulen" öldüğünü bildirdiğine göre idam edilerek ölmüş olmalıdır.
Sekiz köşeli olan türbe klasik üslupta, taş ve tuğladan yapılmış gösterişsiz bir yapıdır. Bir köşesinde muntazam kesme taş kaplamalı bir kemer vardır. Kemerin yukarısında mermerden üç konsolun varlığı, burada eskiden ahşaptan bir saçak bulunduğunu gösterir. Bu bölüm esas giriş olmayıp "hacet penceresi" olarak düşünülmüştür. Esas giriş ise bunun yanında açılmış olup mermerden söveleri olan geçmeli bir kemere sahiptir.
Türbenin duvarları iki sıra tuğla, bir sıra moloz taşından örülmüştür. Duvarların evvelce sıvalı olduğu anlaşılmaktadır. Duvar üzerinde altta, tuğladan sivri hafifletme kemerleri içine pencereler açılmıştır. Pencerelerin mermer çerçeveleri ve demir parmaklıkları vardır. Duvarın üst kısmında ise, her cephede bir tane olmak üzere ikinci sıra pencereler bulunmaktadır. Hacet penceresinin bulunduğu cephede ise üst sırada pencere yoktur. Pervititch'in 1922-1923' te çizdiği krokide türbenin önünde dışarı taşkın bir giriş sundurması olduğu gösterilmiştir. Bugün böyle bir unsur bulunmamaktadır.
Türbenin saçak silmesi dört kademeli bir korniş halindedir. Çatının tepesinde boynuz biçiminde tunç bir alem vardır. İçeriden türbenin üstü ahşap bir tavanla kaplıdır. Türbenin kagir bir kubbesinin bulunmayışı, ya binanın bitmemiş bir yapı olduğunu ya da kubbeli olarak yapılmışken belki de bir deprem sonucu yıkılan kubbenin sonradan ahşap olarak örüldüğünü gösterir.
Türbenin içinde yan yana iki sanduka bulunmaktadır. Bunlardan biri Hüseyin Ağa'nın, diğeri ise Şeyh Hacı Kâmil Efen-
di'nindir. Hüseyin Ağa'nın sandukası üzerinde oldukça usta bir hattatın elinden çıkma ve üzerinde "Küçük Ayasofya Camii minaresi banisi Kesikbaş Hüseyin Efendi'nin kabridir" yazılı yeni bir levha bulunmaktadır. Levha üzerinde 1475 tarihi ve hattat imzası olarak da Receb ismi görülmektedir. Ancak bu levha, en azından üç hatalı bilgi vermektedir. Hüseyin Ağa Küçük Ayasofya Camii'nin minaresinin değil caminin bânisidir. İkinci olarak Hüseyin "Efendi" değil "Ağa"dır. Levhadaki 1475 tarihi miladi bir tarih olmalıdır. Ancak bu tarihin neyin tarihi olduğu anlaşılmamaktadır.
Bibi. S. Eyice, "Kapu Ağası Hüseyin Ağa'nın Vakıfları", Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Araştırma Dergisi, S. 9 (1978), s. 185-189. SEMAVİ EYİCE
KAPI AĞASI MESCİDİ VE TEKKESİ
Üsküdar İlçesi'nde, Toptaşı'nda, Arakiye-ci Mehmet Ağa Mahallesi'nde, Gündoğu-mu Caddesi'nin başlangıcında yer almaktaydı.
Arakiyeci Hacı Mehmed Ağa (ö. 1543) tarafından 16. yy'ın birinci yarısı içinde tesis edilmiş, 18. yy'ın birinci yarısında, Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'mn (ö. 1730) mühürdarı Abdullah Ağa (ö. 1764) tarafından minber eklenerek camiye çevrilmiştir. Halvetîliğin Cerrahî koluna mensup Şeyh Sevyid Mehmed Arif Dede Efendi (ö. 1813) 18. yy'ın sonlarında bu mescide meşihat koydurmuş, bu tarihten sonra "Arif Dede Tekkesi" ve "Kapı Ağası Tekkesi" adlarıyla anılmaya başlayan yapı, tekkelerin kapatıldığı tarihe kadar (1925) Cer-
KAPICILAR
432
433 KAPTAN İBRAHİM PAŞA CAMÜ
Kapıkulu ocakları mensuplarından sipahi (solda) ve yeniçeri. Tûrkîsche Gewander und Osmanische Gesellschaft, Avusturya, 1966
rahîliğe bağlı olarak faaliyet göstermiştir. 1220/1805'te Karagümrük'te, Cerrahîliğin âsitanesi ve pir evi olan Nureddin Cerrahî Tekkesi'nin(->) şeyhliğine getirilen Arif Dede Efendi'den sonra tekkenin postuna yeğeni ve halifesi olan Şeyh Abdülaziz Zihni Efendi (ö. 1854) geçmiş, bu zat da selefinin vefatı üzerine Cerrahî Âsitane-si'nin meşihatını devralmış, Kapı Ağası Tekkesi bundan sonra, âsitane şeyhlerinin bu göreve gelmeden önce şeyhlik yaptıkları bir zaviye olarak yaşamıştır. Ayin günü perşembe olan Kapı Ağası Tekkesi'nin 20. yy'ın başlarında Maliye Nezareti'nden günde bir okka et tahsisatı olduğu tespit edilmektedir. Cumhuriyet döneminin başlarında ortadan kalkan bu mescit-tekke-nin yerinde günümüzde apartmanlar inşa edilmektedir.
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, 218; Aynur, Sa-liha Sultan, 36, no. 104; Osman Bey, Mec-mua-i Cevâmi, II, 68-69, no. 298; Raif, Mir'at, 127; Vassaf, Sefine, V, 274; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ, 23-24; Öz, istanbul Camileri, II, 5; Konyalı, Üsküdar Tarihi, I, 65, 89-90.
N. ESRA DİŞÖREN
KAPICILAR
Apartmanların genel bakım, temizlik ve gözetiminden sorumlu olan; apartmanda oturanlara, önceden tanımlanmış belli hizmetleri sağlamakla yükümlü personel.
Apartmanların(-0 kurulup yaygınlaşmasına koşut olarak gelişen kapıcılık kurumu ve kapıcılar, özellikle istanbul'da, hizmet işçiliği kesiminin önemli bir grubunu oluşturur.
Apartmanlaşma öncesi dönemlerde konaklarda, köşklerde, vekilharçlar, bekçiler, kâhyalar, günümüz kapıcılarının yaptıkları işlerin bir bölümünü üstlenmişlerdi. 19. yy'ın sonlarında Beyoğlu'nda, Gala-ta'da ilk apartmanlar kurulup bu çevrede yaşayan Levanten burjuvazi apartmanlara yerleşmeye başladığında, gayrimüslimlerden kapıcıları vardı. Bu kapıcılar, yeni konut tipi ve yeni yaşam biçiminin doğurduğu bir ihtiyacın olduğu kadar, aynı zamanda Levantenlerin Avrupa, özellikle de Paris'teki "concierge" (kapıcı) kurumundan esinlenmelerinin de ürünüydü. Bunlar zamanına göre lüks ve konforlu olan ilk apartmanların zemin katlarındaki, günümüz kapıcı dairelerinin çoğundan daha muntazam dairelerde kalırlar, eski vekilharç ve kâhyaların yaptıkları işlerin bir bölümünü yaparlardı.
Daha sonra Teşvikiye, Nişantaşı, Ayas-paşa, Gümüşsüyü vb semtlerde apartmanlar kurulduğunda, bu apartmanlar da kapıcı tuttular. Apartmanları yaptıran zengin ailelerin kâhyalığım, sonraları otomobil yay-gınlaşınca şoförlüğünü de yapan bu kapıcılar, çoğunlukla İstanbullu ailelerden, görmüş geçirmiş kişilerdi.
1950 sonrasında toplumsal, ekonomik, kentsel yapısı hızla değişen istanbul'da, bir yandan apartmanlaşma öte yandan gecekondu olgusu, madalyonun iki yüzü şeklinde ortaya çıkarken kapıcılık da toplumsal, kentsel yeni ihtiyaçların şekillendirdiği bir kurum olarak gelişti. 1950-1960'lar-
dan sonra, eski İstanbullu kapıcı tipinin yerini, 1950'lerin göç dalgalarıyla İstanbul'a gelen "kapıcı ailesi" tipi almaya başladı. 1950 sonrasında kurulan apartmanlardan az daireli ve kalorifersiz olanlar, özellikle de Fatih, Aksaray vb geleneksel yaşamın sürdüğü semtlerdekiler kapıcı kullanmazken, Şişli, Harbiye, Taksim ve diğer yerlerdeki çok daireli büyük apartmanlar bir zorunluluk olarak kapıcı tuttular ve bu kapıcıları apartmanların bodrum katlarındaki, yaşam mekânı olarak düşünülmemiş bölmelere yerleştirdiler.
1950-1960 arasında, İstanbullu kapıcı tipi, "taşının toprağının altın olduğunu" duyduğu İstanbul'a Sivas, Erzincan, Kars, Kastamonu başta olmak üzere, özellikle Karadeniz ve İç Anadolu'dan göçle gelmiş; barınacak yeri olmadığından apartmanların bodrumlarındaki elverişsiz yaşam koşulları sunan bölmelerde yaşayan ve bunu bir nimet olarak kabul eden; apartmanın genel hizmetlerine baktığı kadar apartmanda oturanların da her türlü işini gören, kendisine sık sık iş buyurulan ve düşük ücretle çalışan hizmet işçisidir.
1960'lar sonrasında, apartmanların boyudan büyüyüp daire sayısı arttıkça ve kaloriferli apartmanlar çoğaldıkça, kapıcı sayısı da arttı. Bu dönemlerin yoğun inşaat faaliyetleri sırasında inşaat çavuşu olarak çalışanlar, apartman bittiğinde buraya kapıcı olarak girdiler. Kapıcıların tip ve işlevlerinde değişiklikler görülmeye başladı. Kaloriferli apartmanların artık eskisi gibi kapıcısız idare edilmeleri mümkün olmadığından, o zamana kadar kapıcı kullanmayan apartmanlar da kapıcı çalıştırmak zorunda kaldılar. Çoğunlukla kalorifer dairelerinin bir bölümü kapıcılara ayrıldı. Ya da mahalledeki apartmanlardan birinin kapıcısı diğer apartmanların hizmetlerine de bakmaya başladı. Öte yandan, bu dönemde, artık kapıcılardan değil kapıcı ailelerinden söz edilmeye başlandı. Kente tek başlarına göç etmiş olan 1950'lerin kapıcıları, ya köyden ailelerini getirdiler ya da yeni kapıcılar işe ailecek girmeye başladılar. Ailenin kadını apartman içinde temizliğe giderken çocuklar bakkal vb yerlerden alışveriş yapıyor, a-partmanda oturanlara ailecek hizmet veriliyor, bunun karşılığında görece daha yüksek bir gelir elde edilebiliyordu. Bu dönemde, İstanbul'daki kapıcı dairelerinin sağlığa aykırılığı ve kötü yaşam koşullan sık sık gazete sayfalarında yer alan bir konuydu. Lüks apartmanların bodrumlarındaki karanlık, rutubetli, havasız kapıcı bölmelerinde kalabalık aileler halinde yaşayan ve İstanbul'un toplumsal, sınıfsal çelişkilerini yansıtan tablolar sunan kapıcıların çoğu, bu işi en elverişsiz koşullarla da olsa bir barınak olanağı verdiği için tercih eder ve kira ödemeden çoluk çocuk çalışarak edinebildikleri küçük birikimleriyle gecekondu semtlerinden birinde bir gecekondu sahibi olmayı düşlerlerdi. Bir süre sonra bunların bir bölümü gecekondularım yaptırıp buralara yerleşmişlerdir. 1970'lerden sonra İstanbul'da blok apartmanlardan oluşan siteler yaygınlaştı. Bek-
çili, korumalı, bahçıvanlı ve site girişlerinde müracaat memurlu bu sitelerde kapıcılar, artık Avrupa'dakilere benzeyen özel hizmetler görmeyip sadece apartmanların genel bakım ve hizmetlerinden sorumlu o-lan kişilerdir. Bunların bir bölümü, siteyi meydana getiren blokların zemin katlarında veya bodrum katlarında özel olarak yapılmış kapıcı dairelerinde kalırken, bir bölümü günübirlik çalışmaktadırlar. Öte yandan, siteler dışında da, eski geleneksel kapıcılar daha az daireli apartmanlarda varlıklarını ve hizmetlerini sürdürmektedirler. Bunların bir bölümü, yine aileleriyle birlikte, elverişsiz küçük bölmelerde yaşarken, bir bölümü birkaç apartmana günübirlik hizmet vermekte; çoğunlukla yakındaki bir gecekondu bölgesindeki gecekondusunda kalmaktadır.
1970lere kadar, ev sahiplerinin dayattığı son derece keyfi çalışma koşullarına bağlı olarak çalışan kapıcılar, bu dönemden sonra çeşitli örgütlenme girişimlerinde bulunmuşlardır. 12 Eylül 1980'de tüm sendikalarla birlikte kapatılan ve bir daha da a-çılmayan Kapfer-İş Sendikası bu girişimlerden biridir. Halen İstanbul'da yüzde 90'ı asgari ücreüe çalışmakta olan kapıcıların, günümüzde, 4 sendikaya bölünmüş olarak, sadece 15.000 kadarı örgütlüdür. Aileleriyle birlikte 450.000'e varan bir nüfus kümesi oluşturdukları tahmin edilen ka-pıcılann büyük bölümü, başta olduğu gibi Karadeniz, İç Anadolu ve giderek artan biçimde Doğu Anadolu kökenlidir.
İSTANBUL
KAPIKULU OCAKLARI
Oda denen kışlaları İstanbul'da bulunan ve kentte önemi bir nüfus ve baskı kesimini oluşturan acemioğlanları, yeniçeriler(-»), sipahiler, cebeciler, topçular, top arabacıları, humbaracı ocaklarıydı (bak. Acemi Ocağı, Sipahi Ocağı, Cebeci Ocağı, Humba-rahane). Kapıkullarına "ocaklı" da denirdi.
Kapıkulları, barış zamanı İstanbul'daki kışlalarda ikamet ederler, sefer zamanında da padişahın çevresinde koruma görevi yaparlardı. Büyük çoğunluğu İstanbul'da oturmakla birlikte, sınır kalelerinde muhafızlık yapanlar da vardı.
Acemioğlanlannın İstanbul'daki inşaatlarda, odun taşınmasında, Mudanya-İstan-bul arasında kayıkçılık, Dil İskelesi ile Üsküdar arasında asker naklindeki at gemilerinde çalıştırılmaları gibi, yeniçeri çorbacıları da karakol hizmeti yaparlardı. Ayrıca İstanbul yangınlarının söndürülmesinde de kapıkulu askerleri görev alırlar, odalarında bulunan kanca, su kovası vb araçlarla yangın söndürmeye giderlerdi. Yangından sonra bunlara hediyeler verilir, terfi ettirilirdi. İlk zamanlar yangın araç gereci bedesten tellalında durur ve isteyen alıp yangına koşarken I. Selim (Yavuz) (hd 1512-1520) zamanında kargaşa ve çapulculuğu önlemek için kapıkullarına verilmişti. Oysa kapıkulları da çoğu zaman yangın yerlerine yağma için giderlerdi.
Kapıkulu ocaklarında Bektaşî tarikatının rolü büyüktü. 94. cemaatı ortasında
bir baba, Hacı Bektaş Veli'nin vekili olarak otururdu. Hacı Bektaş Türbesi'ndeki baba (pir evi babası) öldüğü zaman yerine geçen yeni baba İstanbul'a gelir, ocaklı kendisini alıp Ağa Kapısı'na(-») götürür, tacını yeniçeri ağası giydirir, alay ile Babıâli' ye gider ve sadrazam tarafından kendisine ferace giydirilirdi. Yeni Bektaşî babası pir evine gidene kadar ocaklı tarafından misafir edilirdi.
Kapıkulu ocaklarının oda denen kışlaları, kentin ayrı semtlerindeydi. Eski Oda-lar(->) ve Yeni Odalart-») bunların başlıca-larıydı. Cebeci Kışlası Ayasofya'da, Topçu Ocağı Tophane'deydi. Kapıkulu sipahilerinin ye yeniçerilerin ilginç gelenekleri vardı. Örneğin, her gün, sur dışındaki mezbahadan etlerin hayvanlara yüklenip Etmeydanı'na(->) getirilmesi bunlardandı.
Bunun gibi, kapıkullarının yeni yapılara, limana gelen tüccar gemilerine, "balta asıp" para karşılığında koruyuculuk üstlenmeleri de gelenekti.
Bir kapıkulu idama mahkûm edilirse, ismi defterden siyah mürekkeple karalanır, odabaşı, kapıkulunu orta çavuşuna teslim eder, asesbaşı, Baba Cafer Zindam'na götürür, gece cellat boğar ve ceset bir çuvala konarak denize atılırdı.
Sefere çıkılacağı zaman, kapıkulları, İstanbul, Galata, Üsküdar ve Eyüp'te başıboş beygirleri toplayarak ocağa getirirler, burada canbazlar aracılığı ile kıymeti takdir edilir, bedeli sahibine verilirdi.
17. yy'ın sonlarına doğru kapıkulları a-rasında İstanbul'dan belki bir konak dışarı çıkmamış olanlar vardı. Örneğin, Kapıkulu ocaklarının alt sınıflarından olan solaklar, yayabaşılar, dükkân açıp madrabaz-
lık yaparlar, iskelelere gelen odun gemilerine el koyarlardı. Kimileri kabzımallık yapar, kimileri de İstanbul sokaklarında belinde yatağanı ile kabadayılık ederdi.
Kapıkulu süvarilerinden sipah ve silah-dar bölüklerinin büyük kısmı İstanbul civarındaki çiftliklerde otururlardı. İstanbul' daki kışlada kalanlar ise alaylarda(-»), kortejin önünde ve iki yanında yürürler, divan günlerinde de toplantı sonuna kadar Top-kapı Sarayı'nın orta kapısının sol tarafındaki ahırlar bölümünde bulunurlardı.
İstanbul dışındakiler ise iki ayda bir ulufe almak için İstanbul'a gelirlerdi. Giderek disiplinleri bozulan kapıkulu ocakları 1826'da Vak'a-i Hayriye(->) sonunda kapatılmıştır.
KUTLUAY ERDOĞAN
Dostları ilə paylaş: |