KAPALIÇARŞI
424
425
KAPALIÇARŞI
Kapalıçarşı
istanbul Ansiklopedisi
lece, değerli çarşının tarihi kimliğinden ve atmosferinden geriye pek bir şey bırakmadı. Daha sonra bu reklam kargaşası sona erdirilmişse de, 1980'li yıllar boyunca süren iç onarım sırasında, kubbe ve tonoz içleri ile pencere kemerlerine ve duvarlara uygulanan kalem işi süslemelerine, hem çiğ renkleri ile, hem de sadeliğe dayalı klasik Osmanlı sanatını aşan bir süsleme bolluğu ve doluluğu ile rahatsız edici bir görüntü verilmiş durumdadır. Kapalıçarşı'nın Bölümleri Yaklaşık 30,7 hektar yüzölçümüne oturmuş, 61 sokaktan oluşan yapı kompleksini, 3 ana bölümde ele almak gerekir:
İç Bedesten: Kapalıçarşı içinde ilk yükselen bina, çarşının esas çekirdeğini oluşturan Eski Bedesten'dir (öbür adları ile îç Bedesten, Cevahir Bedesteni). Yapı, 3 sırada 15 kubbe ve filayakları üstüne gelen 8 küçük tümsek ile örtülüdür. Kubbe kasnakları düz yüzlü ve 8 köşelidir. Kubbeler 1,5 m kalınlığındaki 4 duvarına ve 4,35x
2,45 boyutlarındaki 8 masif ayağa ve bunları örten tonozlara oturmuştur. Ayaklar 6,85 m'ye kadar kesme taştan, duvarlarsa bir sıra tuğla, bir sıra düzgün moloz taşı ile örülmüş, taşlar arasına dikey tuğla beslemeler konulmuştur. Filayakları arasındaki tonozlar ve kubbeler, tuğladan yapılmıştır. Tonozlar arasında ardıç ağacından gergiler vardır. Kubbeler birkaç cm farkla birbirinin aynıdır ve orta kubbe yüksekliği, 14,89 m'dir. Dört yandaki kapılar birbirinin aynıdır, üst kısmın yan duvarlarında, her aksta bir tane olmak üzere 1,50x1,75 m boyutunda pencereler vardır.
Binanın iç yüzölçümü, 45,3x29,5 olmak üzere, 1.336 rtf'dir.
iç Bedesten'in kapılan, içten ve dıştan, iki merkezli sivri hafifletme kemerleri altında basık mermer kemerler ve mermer sö-ve ve mil yatakları ile yapılmış, kanatları kalın çivi başları ile süslenmiştir. Kapılar, son devirlerdeki adları ile, kuzeye bakanı Sahaflar, güneyi Takkeciler, doğudaki Ku-
yumcular ve batıya açılanı ise Zenneciler' dir.
Aşağı kesimlerde ve kubbelerde pencere yoktur. Sadece, çevredeki bina ve galerilerden daha yukarı düzeyde, duvarlardadır. Pencereleri açıp kapatabilmek üzere duvarlara içten dolaşan tahta ve basit bir balkon yol yapılmıştır. Bunun, gece bekçilerinin çarşıyı yukarıdan gözetleme ve dolaşmalarını sağlamak için yapıldığını ileri sürenler de vardır.
Yapının içinde, eski ve klasik yerleşme düzeninde, sivri kemerli kapılarla girilen ve "mahzen" denilen 44 adet hücre-dük-kân bulunuyordu. Mahzen deyimi birçok yazarı yanıltmış ve yeraltı deposu zannet-tirmiştir. Bunlar dört yüzlü iç tonozlarının en yüksek noktasındaki bir delikten hava alır. Işık düzeni yoktur. İlk şeklinde kapılan demirdendi. Son 25-30 yılda çarşı yoz-laşır ve "sandık'lar "dükkân'laşırken, bu mahzen bölümleri de dükkânların ve vitrinlerin arkasında kaldılar. Tabii bu iç mah-
zenler, ancak duvar kenarına dizili dükkânlar için bahis konusudur.
Yükseklik bakımından çarşı, tüm yapılarında, tek katlıdır. Sadece Kürkçüler Çarşısı iki katlı ise de, bu da geç devir eseri olan, sokakları demir konstrüksiyon ve camla kaplı, değişik bir yapıdır.
Malzeme kimi yerlerde tek cins, kimi yerlerde değişiktir. Kemerler ve tonozlar hep tuğladır. Sütunlar çoğunlukla kesme taştır. Duvarlar ise bazen tuğla üzeri sıva, bazen taş, bazen de karışık taş üzeri sıvadır.
Çatı kaplamaları, genellikle kiremitti. Önceki yüzyıllarda kurşun kullanıldığı düşünülebilir. 1954 yangınından sonra yapılan tamirde kiremit yerine asfalt çekilmiştir.
Kalpakçılar Caddesi'nin üstü, betondan beşik tonozlu bir çatı ile kapatılmıştır.
Yağmur olukları ve çatıda dereler, tek tip ve muntazam bir sisteme bağlanmamıştır. Çarşı ayrıca eklemeler, kısmi düzeltmeler gibi palyatif inşaatla da biçim aldığından yağmur akıntıları sorunu her zaman sağlıklı bir düzene kavuşturulamamış ve bu su işi mimari içinde hep olumsuz bir rol oynayarak, tonozları, duvarları, içten içe çürüten, rutubeti artıran, koca yapıyı hızla harap etmeye götüren bir unsur halinde işlemiştir.
Kapalıçarşı aydınlatma bakımından, doğal sistemdeydi, yani gümşığı ile aydınlanırdı. Camilerde olduğu gibi ortadan inen avizeler, kandiller yolu ile ışık düşünülmemişti. Verilen aydınlatma biçimi, sokakların üstünü örten tonozların, yani yarım silindir biçimi kemerli örtünün yanları boyunca pencereler açılmasıdır. Bazen pencereler, özellikle eğimli sokaklarda, kademeli olarak seviyesi düşürülen tavanda, alınlıklarda sıralanmıştır. Kimi yerde de, bir sokağın üstünde tonoz, baca gibi yükselmiş, fırdolayı pencerelerle fener usulü aydınlık verilmiştir.
Aydınlatmanın sadece güneş ışığına bağlanması, biraz, belki kolay yanma tehlikesi gösteren eşyaya karşı güvenlik ihtiyacı ve biraz da çarşının günlük programının, yani açık bulunduğu zamanın bir sonucu idi: Akşam geç vakte kadar açık kalmayan bir pazar yeri için, fazlasına gerek yoktu. Ama bu, yüzeysel ve görünürdeki bir nedendir. Asıl sebep filozofiktir. Bu çalışma saatleri eski Türk toplumunun manevi dünyasının bir sonucuydu. Dünkü istanbul erken kalkar, ticaret ve el sanatları gün boyunca işler, özellikle kış günleri akşam e-zanı okunmadan herkes elinde çıkını ile evinin yolunu tutardı; çarşı tüccarı ve esnafının, o yüzden, tavandan giren aydınlıktan fazlasına ihtiyacı yoktu.
Havalandırma bakımından çarşı, yapıldığı çağın dengeli nüfusuna ve ölçülü yerleşimine uygun olarak, doğal vantilasyo-nuna bırakılmış, ayrıca önlemler düşünüle-memiştir. Bu kadarı, geçen yüzyıllar için yetiyordu. Bütün Osmanlı çarşılarında olduğu gibi, masif taş bir yapı, yüksek tavan ve yukarıda pencereler düzeni, yazın serin, kışın ılık bir hava sağlamanın yeterli ortamı idi. 20. yy sona ererken İstanbul'un içine düştüğü, altyapı tesisleri hazırlanma-
19. yy'ın
sonlarına ait
iki kartpostalda
Kapalıçarşı.
Halet Halefoğlu
koleksiyonu (üst),
TETTVArşivi
dan nüfus akını ve patlaması ve buna paralel olarak kentin her köşesinde gezici ve dükkâncı esnaf sayısının hızla yükselmesi, Kapalıçarşı'yı bu konuda da olumsuz etkilemiştir. Eski ferah, rahat çarşıyı, artık ö-zellikle yaz aylarında, ampul yüklü vitrinlerinden yayılan sıcaklıkla bir kat daha a-ğırlaşan nemli ve ağır bir hava doldurmaktadır.
Sandal Bedesteni: Yapılış sırası ile çarşının ikinci çekirdek binası olan Sandal Bedesteni ise (öbür adları ile Bedestân-ı Ce-dîd, Yeni Bedesten, Küçük Bedesten), Eski Bedesten'e benzer. Küçük adı, yüzölçümünün 40x32 m boyutlarında oluşundan gelir. Yapı 2,25x2,63 boyutlarında 12 filayağı'nın ve 1,30 m kalınlığında 4 duvarın taşıdığı 20 kubbe ile örtülüdür. Kubbe sayısı, bu cins Osmanlı çarşıları içinde en fazla olanıdır. Kubbeler birbirinin eşidir ve 12,70 myüksektedir. Yapı tekniği ve materyali de hemen hemen Eski Bedesten'in aynıdır. Yani ayaklar kesme taştan, duvarlar moloz, kemer ve kubbeler tuğladır. Kubbe kasnaklan alçak ve sağırdır. Bunda da pencereler sadece duvarlarda ve çevreden yüksek bir hizadadır. Yapıya 4 kapı ile girilirken bugün sadece biri Kapalıçar-
şı'nın içinden, öbürü, Nuruosmaniye'den olmak üzere 2 girişi kalmış, bunlara tam karşı yöndekiler örülerek, önlerine muhammin odası ve tuvalet yapılmıştır. Sandal Bedesteni, 19. yy'ın ortasında Osmanlı İmparatorluğu gümrük indirimleri ile Avrupa endüstrisine teslim edilirken, yerli dokumacılığın çöküşüne paralel olarak yoksul-laşmış, 1912'den itibaren esnaf düzeninin kaldırılması ile çökmüş ve 1914'te belediyece satın alınıp ya da kanıulaştırılıp, müzayede yeri haline konulmuştur. Bu düzenlemeyi yapan Şehremini Operatör Cemil Paşa'nın (Topuzlu) Paris'in ünlü mezat yeri Drouot'yu takliden bedesteni müzayede salonu haline getirdiği söylenir (müzayede salonları 1980'li yıllarda kaldı-rılmışır).
Öbür Bölümler: Kapalıçarşı'nın 2 bedesten dışında kalan bölümlerinin genel yapı karakterleri şöyle özetlenebilir: Mimari yerleşim bakımından bu sokaklar dünyası, simetrik ve geometrik değil, oluşum biçimini ve geçirdiği depremler, yangınlar ve kısmi onarımları tamamen yansıtacak şekilde, dağınık ve deyim yerindeyse, "romantik" bir bünyededir. Batı kentlerinin kapalıçarşılarında görülen plan, yani tam
KAPAIIÇARŞI
426
427
KAPAIIÇARŞI
seı
Kapalıçarşı'da 1954
yangınından bir görünüm.
Salâhauin Giz
satranç desenli caddeler düzeni yoktur. Çünkü bir Doğu çarşısına özelliğim veren karakteri, zamana ve ihtiyaçlara göre biçim almış serbest yerleşimi ve -gelişmelerle, olaylarla değişiklik kazanan- tipik mimari-sidir. Kapalıçarşı sokaklarında da, bir kavşağa gelinince, burası her zaman dik açılı bir dört yol ağzı olmayabilir. Böyle bir kavşak, üstü tek tonozla kapatılamayacak genişlikte olduğu zaman, mekâna anıtsal bir görünüm verme endişesinin ağır basmadığı ve ortaya bir veya birkaç sütunun dikilerek üzerinin eğri kemerler ve tonozlarla alelusul örtüldüğü görülebilir. Bir kemerin bir ucu, iki dükkânın arasında düzenli bir yerde iken, öbür tarafın rasgele bir yere oturduğu, görülen çözümlerdendir. Her sokak dik gitmez, sağa sola sapar, ilerisini göstermeyen dönemeçlerde kaybolur. Bütün bunlar, başlangıçtaki bir formasyon olmaktan, yani açık sokakların üstünün ilk kapatılışındaki yanlışlıklardan çok, depremler ve yangınlardan sonra yüzyıllar boyunca verilmiş olan biçimlerin sonucudur. Ama bu dağınıklık, bu serbest yerleşim, koca çarşıyı monotonluktan kurtaran, ona belli bir romantizm kazandıran bir özelliktir.
Böyle bir karmaşık yapı, bu kompleks kuruluş ve yerleşim biçimi, yapının anıt-sallığına da hiçbir gölge düşürmemekte, sadece, onu bir Doğulu alışveriş sarayı yapmaktadır.
Hanlar: Kapalıçarşı'nın bitişik dört yanı ve yakın çevresi, kendi içinde ayrı birer
ünite olan hanlarla çevrilidir. Bunların baş-lıcaları, geçen yüzyılın sonunda, Paçavracı Hanı, Sarnıçlı Han, Ali Paşa Hanı, Camili Han, Çuhacı Ham, iç ve Dış Cebeci hanları, Yağcı Hanı, Rabia Hanı, Baltacı Hanı, Sorguçlu Han, Yolgeçen Hanı, Sepetçi Hanı, Bodrum Ham, Astarcı Hanı, Pastırmacı Hanı, Mercan Ağa Ham, Tarakçılar Hanı, Perdahçılar Hanı, Kızlarağası Hanı, Ima-meli Han, Zincirli Han ve Büyük ve Küçük Cebeci hanları, Büyük ve Küçük Safran hanları, Evliya Hanı, Sarraf Hanı, Kuyumcular Hanı, Yarım Taş Hanı idi.
1894 depreminden sonra çarşı tamir e-dilirken, sınırları daraltılmış ve bunlardan yansı çarşı dışında bırakılmıştır. Yukarıda yazılanlar arasında bugün çarşıya doğrudan bağlı kalan, yani sadece çarşıdan giri-lebilen ve dışarıya kapısı olmayan hanlar şunlardır:
Astarcı Hanı, Büyük ve Küçük Safran hanları, Evliya Hanı, Sarraf Hanı, Mercan Ağa Hanı, Zincirli Han, Varakçı Hanı, Rabia Hanı, Kuyumcular Hanı, Yarım Taş Hanı.
Bunlar klasik tipte, 2 ya da 3 katlı re-vakların baktığı, ortası avlulu iş merkezleridir. Birçoğu kenarlarına ve bazen ortalarına yapılan beton ilavelerle, orijinal mimarilerini kaybetmişlerdir.
İç Mimari: Yapılar kompleksinin iç yerleşme düzenine gelince, bir ölçüde, yani sokaklar ve caddeler için, 1894 depremine ve onu izleyen tamire, bir ölçüde de, 1950' H yılların ekonomik büyümesine gelinceye kadar çarşının çalışma ve satış-teşhir
Kapalıçarşı'nın genel görünümü. Ara Güler
yerleşmesi, onun binasından ve dış görünüşünden daha güzel, daha sevimli, daha görkemli görünümlerini oluşturan, en ö-nemli özelliği demekti: Yollar, caddeler boyunca iki taraf, vitrinsiz, perdesiz, came-kânsız, uzayıp giden kerevetler, onların Üstünde oturan satıcılar, satıcıların arkasında da duvarda yer alan raflar ve dolaplar. Bazı satıcılar önlerine, yanlarına, çekmeceler, camlı kutular koyabiliyor, yaptıkları işin çeşidine, sattıkları malın cinsine göre en değerli objelerini onların içine yerleştiriyorlardı.
Her esnafın işgal ettiği yer böylece, duvar önlerinde genellikle 6-8 ayak uzunluğunda küçük mekânlardı. Bunların çarşı dilinde adlan, dolaptı. Derinlikleri 3-4 a-yak kadardı. Aralarının hafif, ince perdeler, belki çıta tahtadan bölme ile ayrıldığı olabiliyordu. Alıcı da isterse satıcı ile beraber aynı kerevete, peykeye onun yanına oturabiliyor, alacağı malı inceliyor, esnafı ile rahat ve dertsiz bir ilişki içinde sohbete dalabiliyor, kahve ve çubuk içebiliyordu. Kimi satıcılar müşterileri için peykelerinin önüne küçük sandalyeler koyarlardı. Ama hanım alıcıların bile peykeye oturmaları yadırganır değildi.
Dolaplar, böylece önlerindeki yaya trafiğine açık, duvar kenarında yer tutmuş bir divanlar dizisi halinde olunca, önlerinde vitrin ve duvara yer verilmiyordu. Dükkânı kapatma usulü olarak, birçok yerde, iki yana açılan değil, bu yerleşim biçiminin gereği olarak, aşağı inen ve yukarı kalkan
iki kepenk kullanılıyordu. Bir kanat, oturulan kerevetten aşağı yere sarkıyor, arkadan menteşeli üst kanat ise iple yukarı çekilerek açılıyordu. Bunlar üzerleri desenli, resimli, süslü dolap kapakları idi. Bir Fransız soylusu (Baron de Bussiere), bu cins bir dükkânı okuyucusuna anlatabilmek için, "tıpkı yan yatmış bir dolap gibi" diye tanımlıyor (1829). Satıcıların önündeki ca-mekânların içinde ve arkasındaki rafların üstünde, orada ne satıyorsa teşhirdeydi: Kesme kristal sürahiler, gümüş aynalar, kadife kutular, inci demetleri, yeşim taşından heykeller, porselen, fağfur, cam küpler, her neyse. Fakat asıl değerli eşya, yükte hafif pahada ağır iyice ağır mallar, tabii ki bunlar da değildi. Her cins eşyanın en değerlisi, çekmâneler içinde olur, anlayanına, meraklısına ve çok altın sayabilenine, birer birer, göz kamaştırarak çıkarılır, gösterilirdi.
Bu cins teşhir, yani malların bir dükkân ya da mağaza vitrininde, ne de olsa ahşap, demir bir konstrüksiyonun içinde ve camlar arkasında değil de, raflar üzerinde çıplak gözle görülebilecek düzende, birbiri ardı sıra göz doyuran bir bolluk ve zenginlikle dizilmesi prensibinin, bu yerleşim sadeliği ve basitliğinin yanında, aslında satışı ve sürümü artıran, daha ticari bir buluş olduğunu yabancılar da fark ediyorlardı. Yol boyunca iki keçeli dizilmiş, duvarlar boyunca raflarda yer tutmuş, albenisi olan ne kadar mal varsa, Bursa'mn kadifeleri, İran ve Hint şalları, Çin küpleri, Bohemya ve Venedik camları, Alman oyuncakları, peş peşe renkli yelpazeler gibi açılıyor, gözleri tüyülüyordu. Sergilenen eşya sadece raflarda kalmıyordu. Özellikle kumaşçılarda
âdet, kepenklerin yukarıya kalkan kanadından veya tonozları tutan demir çubuklardan aşağı doğru, kumaş parçalarının a-sılması, sarkıtılması idi. Bu binbir renkli i-pekliler, muslinler, atlaslar, canfesler, arkalarındaki pencerelerden giren günışığını, alaca bulaca yansıtır, parlatır ve alaimise-ma renklerini yola döker, gelen geçen herkesi bir masal dünyasının kişileri gibi boyardı. Çarşıyı hayran hayran gezen yabancıların gözlerine bu kumaşlar, katedrallerin pencerelerindeki renkli vitraylar gibi görünüyorlardı.
Doğu tipi yaşamda, evlerin güzelliğinin dış süslemelerinde değil, iç zenginliğinde olması gibi, dükkânları ve mağazaları dıştan dekore etmek, bunları göz alıcı binalara, vitrinlere kavuşturmak, bilinmeyen u-sullerdi. Görkemli mağaza, süslü cephe, gösterişli vitrin, Batı'ya özgü, yerleşik hayat sürdüren toplulukların alışkanlıkları ve beğenileri idi. Doğu'da ticaret zenginliği, dekorlarında, mağaza binalarında olmaz, sattıkları eşyanın bolluğunda, çeşitliliğinde ve değerliliğinde aranır ve sayılırdı. Kapalıçarşı da bu eski değer yargısının prensipleri içinde yerleşmiş oluyordu. Dükkân bulunmamasının, açık peyke ve açık raf düzeninde yerleşilmesinin bir başka sosyal nedeni de, belki kaçgöç geleneği dolayısıyla, kadınların kapalı mekânlara girip erkek satıcılarla görüşmesinin önlenmesi ve toplumsal işlerin açıkta ve göz önünde çözümlenmesi eğilimi idi.
Çarşının iç mimarisinde, görünümünde, bu teşhirdeki mal zenginliğinin ve gözü yeter derecede dolduran, doyuran alışveriş renkliliğinin üstünde ve dışında prensip, bina süslemelerinin olmamasıydı. Duvarlar,
tonozlar kireçle badanalıydı. Sütunlar, direkler, kesme taştandı. Fakat belki bu sadelik, basitlik, çarşı dekorasyonunda sanki düşünülmüş gibi olumlu bir rol oynuyor, yani duvarların ve kemerlerin, kubbe içlerinin süslemesiz düzlüğü, yalınlığı, aşağıdaki renk dünyasını daha iyi belirten, ortaya çıkaran bir fon oluşturuyordu.
1894 depreminden sonraki tamirde duvarlara ve tonozlara kalem işi süslemeler yapılmıştı. Fakat daha önce de, yer yer duvarlarda, dolaplar üstünde, badana üzerine renkli motifler ve buket çiçek desenlerinin resmedilmiş olduğuna dair inanılır kaynaklar vardır. Çarşının orijinal mimarisinde, iç düzeninde, işaret edilmesi gereken bir başka husus, dükkânların, daha doğrusu dolapların, numaralarının ve üstlerinde ve önlerinde, levhaları ile zanaat tabelalarının ve reklam unsurlarının hiç bulunmamasıdır.
Çarşının iç mimarisini ilk kez değiştiren ve standart alelade yerleşme düzenim getiren olay, 1894 depremi ve ondan sonra 4 yıl süren tamiri oldu. 19. yy'ın bu son yılları, zaten ülkenin bir yüzyıldan beri içine girdiği Batılılaşma sürecinin meyvelerini verdiği ve eskinin güzel ve yararlı, hattâ gerekli nesi varsa Batı'dan ithal edilen her çeşit benzerine kurban edildiği bir periyoda rastlıyordu. Başkentte, nasıl Haliç ve Boğaziçi kalkınma niyetine endüstrinin ilk öncüleri olan tersanelere, fabrikalara, antrepolara feda ediliyor idiyse, eski ahşap, altın ve çiçek süslemeli saraylar nasıl 1840' lar, 1850'lerden beri yerlerini masif, simetrik taş binalara bırakıyor idiyseler, Kapalıçarşı'nın iç âlemi de bu akımdan kendini kurtaramazdı: Peyke ve dolap yerleş-
KAPAIIÇARŞI
428
429
KAPALIÇARŞI
Bugünkü Kapalıçarşı'dan bir görünüm.
Ayla Düzgün arşivi
mesi "demode" "kâr-ı kadîm, "köhne" görülerek, "dükkân" sistemi, çarşıya sokuldu. Eski taş hücrelerin önleri vitrinle kapatılarak, bellibaşlı anacaddeler bugünkü sıra dükkân görünüşüne kavuşturuldu.
Fakat bazı tipik eski sokaklar ile her iki bedesten ve özellikle iç Bedesten, değiştirilmeden kalabilmişti.
Bu yüzyılın başında gelen yabancılar, tabii ki, kendilerinde çok daha âlâsı, gösterişlisi ve daha iyi yapılmışı bulunan bu uyduruk dükkân ve mağazalar yerine, istanbul'un kendisine has, eski ve orijinal çarşısını arıyorlardı.
Böyle bir caddeyi, köşeyi bulabilmek için, 1894-1898 tamirinden sonra, turistlerin biraz araması, dolaşması gerekiyordu. Fakat hâlâ bu cins tipik köşeler, yüzyılın başında bile vardı: Bedestenler ve Pabuççu-lar Çarşısı böyleydi. Pabuççular Çarşısı duvarlar boyu rengârenk çizmelerin, mestlerin, terliklerin dizildiği bir masal çarşısıy-dı. Bakir kalmış olan İç Bedesten'in de hakkından, Türkiye'de çok şeyi değiştiren 1950 yıllarının ekonomik büyüme devresi geldi. Eski, önleri çekmeceli, arkalan dolaplı peyke düzeni, iş gelişmesi furyası içinde tamamen yok edildi. Bu klasik mekânın içine, sıra sıra, tabur tabur, enti-püften dükkân ve vitrin yerleşmesi dolduruldu.
Bedestenin iç mekânım silme dolduran bu dükkân düzeni, sokakları daraltıp bir labirentler dehlizi haline getirdi. Dolap ti-
pi eski dükkânlardan bugün sadece 3-4 tanesi bir duvar kenarında bırakılmıştır ve enkaz halindedir.
içine iki kişinin zor gireceği, telefon kabini biçimli yeni tuhaf dükkânlar, ise "turistik" eşya ile yığılıdır. Çarşıda Yaşam
Yerleşme Düzeni: Yüzyıllar boyunca çarşı içinde satış ünitelerinin görüntüsü, gündüzleri her yeri açık, önde bir kerevet ve arkada raflar ve bazen önde veya satıcının yanında, bir camekân unsurlarından oluşuyordu. Geceleri bunlar, tavana ip ya da zincirle kaldırılmış, çoğu çiçek desenleri ile süslü olan kepenklerin aşağı indirilmesi ile ve yan kanatların da örtülmesi ile kapatılıyordu. Alıcı, çoğu kez satıcının yanı başına oturarak, yapmacıksız bir ilişki içinde tercihini yapardı.
Her sokağın belli bir ürüne ayrılması, kesinlikle uyulan bir prensipti. Lonca dokusunun bir gereği ve uzantısı olan bu durum, aranan maddenin kolaylıkla bulunması ve alıcıların fiyat ve kalite karşılaştırması yapabilmesini kolaylaştırıyordu. Gerek dükkân tipleri, gerekse sokakların belli sanatlara ayrılması kuralı, 1894-1898 onarımı sonrasında değişmiştir. İlk bedesten, son zamanlara kadar, mücevhercilik, billurculuk, silahçılık ve bir miktar kumaşçılık mesleklerine ayrılmıştı, ikinci bedesten ise, iplik ve kumaş ticaretinin merkeziydi ve adım, Bursa'da dokunan bir kumaştan almaktaydı. Diğer bölümlere yüz-
lerce meslek ve sanat kolu yerleşmiş durumdaydı. Birçoğu modern ekonomi içinde kaybolup gitmiş olan bu esnaf türleri, halen çarşının ancak bir kısım cadde ve sokak isimlerinde yaşamaktadırlar. Bu meslek sahipleri hakkında bir fikir vermek üzere, şöyle bir özet yapılabilir: Altıncılar, kuyumcular-gümüşçüler, minyatür-cüler, yaldızcılar, bozmacılar, oymacılar, çakmakçılar, kakmacılar, kabartmacılar, hakkâklar, varakçılar, hattatlar, sahaflar-ki-tapçılar, müzehhipler, bıçakçılar, makasçılar ve onların altın işlemecileri, miğferciler, tüfekçiler, kılıççılar, maktacılar, müttekâcı-lar, antikacılar, halıcılar, pabuççular, kü-rekçiler, işlemeciler, salcılar, çuhacılar, as-tarcılar, rubiyeciler, sırmacdar, altın gümüş telcileri, sedefkârlar, zarfçılar, taklitçiler, tamirciler, izabeciler, kaşıkçılar, bağa ve fildişi işleyenler, aynacılar, kalemtıraş yapanlar, tespihçiler, artarlar, ıtriyatçılar, kürkçüler, yorgancılar, tuhafiyeciler, eskiciler, haffaflar.
1894 depremine kadar, sahaflar, yani yazma kitap satanlar da çarşı içindeydiler. Aynı şekilde, 1847'de çıkarılan yasaklamaya kadar, çarşı dışında Nuruosmaniye'de bir handa yürütülen esir ticaretinde, açık artırmalar, bedestende yapılmaktaydı.
Ahlak ve Görgü Kuralları: Binanın klasik devirleri için bu konuda gözlenen özellik bu büyük pazarda egemen olan toplumsal ahlak kurallarının, yazılı olmayan bir hukuk ve düzenin, sattıkları cevahir par-
çaları, altınlı ve simli kumaşlar ve şallar kadar, hattâ onlardan çok daha değerli, moral varlıklar olduğudur.
Bu da tabii kendi başına bir şey değildi. O çağların Müslüman-Türk sosyetesinin manevi dünyasının, genel atmosferinin, yaşam görüşünün çarşıya bir yansımasıydı. Çarşı, ticaretin her çağda gereksinme duyduğu güvenlik ortamını sürdüren bir çevre demekti. Onun için, durgun, tutucu ve statik bir sosyal yapıya sahipti. Fakat hiç kuşku yok ki, moral dünyası bu ekonomik koşulun öngördüğü yerden daha yüksekte, daha soylu bir düzey ve değer gösteriyordu. Çarşının eski moral dünyasının kendisini belli ettiği başlıca sahneler şu noktalar etrafında toplanabilir: Komşu dükkânın ticaretini kıskanmamak, aksine memnun olmak, ilk prensip ve çarşı ahlakının temeliydi.
Kâra karşı tokgözlülük, kanaatkârlık, esnaflığın ortaçağdan kalan ve egemen olan temelleriydi. Kapalıçarşı'da böyle bir ticaret tipinin biçimlendirdiği satıcı, komşusu siftah etmemişse, kendisine gelen ikinci müşteriyi ona gönderirdi.
Tek fiyat ve doğru fiyat esastı. Pazarlık, özellikle Müslüman esnaf arasında ayıp bir şeydi.
Yaklaşan bir müşterinin üzerine adamamak, onu şerbet bırakmak geleneği, Doğu' nün gözü tokluğunun bir gereği idi. Ama kimi yabancılar, müşteriyi kaçıran satıcı tipine karşı bu âdeti, rahatça bir şey beğenip almaya yol açtığı için, daha ticari de bulurlardı.
Çarşıda tam güvenlik ve rahatlık egemendi. Dükkânların gündüz bekçisi yoktu. Fransız Akademisi'nin tanınmış üyesi Michaud, 1830'da geldiği İstanbul'da, saatlerce boş, sahipsiz kalan dolaplardan ve kerevetlerden hiçbir şeyin çakmadığım hayretle gözlemler. Bu gelenek ve göreneklere sahip olan çarşı tüccarları, eskiye bağlılıkları ile tanınırdı. Bu sosyal özellikleri nedeniyle, II. Mahmud'un reformlarını da yadırgamışlar, uzun süre, eski görkemli kılıklarını değiştirmeyerek, fes ve pantolona karşı çıkmışlardır. Fakat değişen, güçlü sosyal koşullara uzun süre direnilemez. Batı, daha önce bir merkantilizm döneminden geçmiş, dünya ticaretine açılmış, para kazanmanın yollarım.öğrenmiş ve ortaçağın kapalı koşullan yerine daha iyi yaşamanın tadına varmıştır. Prensip, para kazanmak, iş yapmak ve iş geliştirmektir. Bu yapıdaki Batı toplumuna 19. yy'da endüstri kurumu da girince ve kolonyalizm gelişmesi de eklenince, iyice güç kazanmış ve dünyaya egemen olmuştu. Böyle bir olgunun etkilerini eski zengin, soylu, gözü tok, ama her yıl gerileyen Doğu'nun üstünde göstermemesi imkânsızdı.
19. yy'dan beri Batı'mn Doğu'ya etkisi tam olmamış, hep bir yanlı kalmıştır; genellikle, spiritüalizmin yerine materyalizm girmeye başlamış, ama onu öbür Batı erdemleri izlememiştir. Bu gelişmede önemli bir faktör rolünü aracı azınlıklar oynamıştır. Onun için Kapalıçarşı'da, kâra, kazanca dönük, açıkgöz ve becerikli tüccar tipinin, önce gayrimüslim esnaf arasında
Kapalıçarşı'da
iç Bedesten'!
çevreleyen
sütunlu
yollardan
bir görünüm.
Ayla Düzgün
arşivi
görülmeye ve yayılmaya başlaması sebepsiz değildir. 19. yy'ın ikinci yarısında, çarşı bugünkü alışveriş alışkanlıklarını, yani "sıkı pazarlık gereğini" ve müşteriyi yoldan çağrılarla çevirme metotlarını iyice kazanmaya başlamıştı.
Esnaf Teşkilatlanması: Dükkân açılmasına, bunun için kredi bulunmasına, yanında personel çalıştırılmasına, bu yardımcı elemanların sanatlarında yükselip kalfalığa, ustalığa çıkmalarına ve ayrılmalarına ait kuralların, 17. yy'm sonlarına kadar "ta-rik-i fütüvvet" topluluklarınca, ondan sonra ve bu yüzyılın başına kadar da, onların yerini alan "lonca" kuruluşları tarafından saptanıp sıkı surette uygulanması düzeni, Kapalıçarşı'da da geçerliydi ve her mesleğin, her işkolunun bir loncası vardı.
İmparatorluğun, duraklama, gerileme ve çöküş devrelerinde bütün belirtiler çarşı içinde de kendini gösterdi ve devletteki, toplumdaki hastalıklar, bu kuruluşlarda da başladı: Kötü imalat, eksik tartı, sandık paralarının iç edilmesi, lonca üyelerinden zorla ve zulümle para toplanması gibi o-laylar aldı yürüdü.
İmparatorluğun iç çekişmeleri ve çelişkilerine, dış etkenler ve Batı ekonomisinin baskısı eklenince, lonca kurumu da tö-
releri ile beraber battı. 1913'te, artık hiçbir fonksiyonları kalmamış olan loncalar hukuken de kaldırıldı.
Prof. Hilmi Ziya Ülken'in 1944'te öğrencilerine yaptırdığı bir araştırmaya göre, Meşrutiyet'ten sonra lonca sistemi kaldırılınca, Kapalıçarşı esnafı iç yönetim için, önce "Ümran" adı altında bir dernek kurmuş, sonra bu kuruluş "Kapalıçarşı Ba-kındırma ve Koruma Cemiyeti" adım almış. Dernek, kendi ödediği parayla bekçi tutmaya başlamış ve çarşı içinde bir karakol açılmasını sağlamıştır.
Bugün, çarşıda çok sayıda dernek vardır. Önce tüm çarşıyı kapsamına alması gereken bir "Kapalıçarşı Tesanüd ve Koruma Derneği" varsa da, bütün esnafın ve tüccarın üye olmadığı görülür. Çarşıdaki dükkân sayısına göre derneğin üyeleri 1.500 kadar daha azdır. Sonra, kuyumcuların kendi demeği vardır. Bu da, kuyumcu sayısına göre 100-150 kadar daha az üyeye sahiptir. Üç dernek daha bulunmaktadır: Antikacılar, sarraflar ve elbisecilerin dernekleri. Bunlar da herkesi kapsamamakta ve üyeler düzenli aidat ödememektedirler. Eski lonca düzenine benzetilerek bir esnaf kuruluşu getirmek isteyen 507 sayılı kanuna uyularak, sadece tek dernek doğabil-
Dostları ilə paylaş: |