Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 265; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, II, 2-3, no. 4; Münib, Mec-
İslam Tarih
Sanat ve
Kültür
Araştırma
Merkezi'nin
Yıldız Sarayı,
Çit Kasrı'nda
bulunan
kütüphanesi.
IRCICA Arşivi
mua-i Tekâyâ, 3; İhsaiyat II, 22; Vassaf, Sefine, V, 271; Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, I, 100; Öz, istanbul Camileri, I, 77; Haskarı, Eyüp Tarihi, I, 56-58, II, 114; A. Egemen, İstanbul'un Çeşme ve Sebilleri, İst., 1993, s. 436-437.
m. baha tanman
islam tarih, sanat ve kültür araştırma merkezi cırcıca)
İslam Konferansı Teşkilatı'na bağlı milletlerarası araştırma merkezi. Beşiktaş'ta, Yıldız Sarayı içinde bulunan Seyir Köşkü, Çit Kasrı ve Yaveran Köşkü'nde faaliyet göstermektedir.
51 üye devleti bulunan İslam Konferansı Teşkilatı'nm kültür sahasındaki araştırma kuruluşu IRCICA, İstanbul'da kurulan ilk milletlerarası kültür merkezidir. 1976' da İstanbul'da toplanan Yedinci İslam Ülkeleri Dışişleri Bakanları Konferansı'nın, Türkiye'nin teklifiyle aldığı bir kararla kurulmuş, 1980'de Genel Direktör Ekmeled-din İhsanoğlu'nun başkanlığında çalışmalarına başlamıştır. IRCICA'nın çalışmaları, üye ülkelerden seçilen 9 ilim adamının meydana getirdiği idare heyetinin tavsiyelerine göre planlanır, yıllık dışişleri bakanları konferansları ve üç yılda bir yapılan devlet ve hükümet başkanları zirve konferansları tarafından onaylanır.
IRCICA, TC Hükümeti tarafından kullanımına tahsis edilen Yıldız Sarayı dahilindeki Seyir Köşkü, Çit Kasrı ve Yaveran Köşkü'nü milletlerarası kampanyalar yoluyla topladığı bağışlarla restore ettirmiştir. Sırasıyla 1980,1983 ve 1985'te restorasyonları tamamlanan bu binalarda merkezin araştırma, yayın, kompüter, kütüphane ve arşiv birimleri, fotoğraf stüdyosu, konferans ve sergi salonu bulunmaktadır. Bu birimler, dünyanın her tarafından gelen, IRCICA'nın çalışmalarına ilgi duyan devlet- adamları, ilim adamları ve araştırmacılar ile konferansları, sanat sergilerini izleyenler tarafından ziyaret edilmektedir.
IRCICA'da yürütülen araştırma projelerinin neticeleri referans kitabı mahiyetindeki yayınlarla bütün dünyadaki araştırmacıların istifadesine sunulmaktadır. Ya-
t
yınılanan kitaplar arasında araştırma eserleri, bibliyografyalar, kataloglar, konferans tebliğleri, sanat kitapları ve fotoğraf albümleri bulunmaktadır. 1980-1994 arasında toplam 42 kitap yayımlanmış, yurt içinde ve dışında 86 sanat sergisi ve 23 milletlerarası toplantı düzenlenmiştir. IRCICA, Müslüman milletlerin tarihi konusunda yürütmekte olduğu araştırma projesi çerçevesinde Türklerin tarihi, Güneydoğu Asya ve Güney Asya Müslüman milletlerinin tarihi, Balkanlar, Kafkasya ve Orta Asya Müslüman milletlerinin tarihi, Bosna-Her-sek tarihi ve kültürü, Batı Afrika İslam tarihi konularında araştırmalar, milletlerarası konferanslar ve yayınlar gerçekleştir-.mektedir. Bilim ve kültür tarihi konusundaki araştırma projesi çerçevesinde de sempozyumlar düzenlemiş, Müslüman bilim adamlarının tarih boyunca çeşitli bilim dallarında yaptıkları katkıları tanıtan bibliyografya ve kataloglar yayımlamıştır. Bunlardan, İstanbul'daki Köprülü Kütüp-hanesi'nde bulunan yazma eserlerin katalogu, İstanbul Kütüphaneleri Arap Harfli Süreli Yayınlar Toplu Katalogu (1828-1928) ve Türkiye kütüphanelerindeki tıp yazmalarının katalogu, İstanbul'un kültür tarihiyle ilgilenen araştırmacıların kullandığı kaynak eserlerdir. Ayrıca IRCICA, bütün dünyada kültür, tarih ve sanat konularında çalışan üniversite, kütüphane, araştırma merkezi, müze vb kurumlar hakkında bir bilgi bankası kurmuş ve rehber kitaplar yayımlamıştır. Diğer yandan, İslam sanatları ve üye ülkelerin el sanatları hakkında araştırmalar ve yayınlar yapmak-ta.bu konularla ilgili konferanslar ve sergiler düzenlemektedir. Sanat konusundaki yayınlardan, İslam Kültür Mirasında Hat Sanatı adlı eser çeşidi dillerde basılmış o-lup, bu sanatın tarihini ve yüzyıllar boyunca yetişmiş hattatları tanıtmakta, büyük çoğunluğu İstanbul'daki koleksiyonlardan derlenen ünlü levhaların röprodüksiyonla-rını ihtiva etmektedir.
IRCICA ilk geniş kapsamlı milletlerarası sergilerini 1983'te İstanbul'da düzenlediği İslam Sanatları Milletlerarası Sempozyumu sırasında TC Kültür Bakanlığı'nın işbirliğiyle gerçekleştirmiş, bu vesileyle istanbul'un müze ve çeşitli koleksiyonlarında bulunan tarihi kültür ve sanat eserlerinden meydana gelen 7 büyük sergi düzenlemiştir. Bunu, 1985'te düzenlenen ve İstanbul'un 19. yy'a ait fotoğraflarını ilk defa tanıtan "Eski İstanbul Fotoğrafları" sergisi izlemiştir. İslam Konferansı Teşkilatı'na bağlı Milletlerarası İslam Kültür Mirasını Koruma Komisyonu'nun sekretarya-sı görevini de yürüten IRCICA, bu çerçevede 3 yılda bir defa olmak üzere milletlerarası hat sanatı yarışmaları düzenlemektedir. Ayrıca İslam mimarisi konulu araştırma ve proje yarışması ile bir fotoğraf yarışması düzenlemiş, Süleymani-ye Kütüphanesi'nin işbirliğiyle İstanbul' da, Afrika ve Asya ülkelerinden arşivci ve kütüphanecilerin katıldıkları, tarihi elyaz-maları ve arşiv belgelerinin tamiri ve korunması konusunda iki eğitim programı gerçekleştirmiştir.
IRCICA'da İslam ülkelerinin tarihi, kültürü, dilleri, sanatı ve sanat tarihi, mimarisi vb konularda uzmanlaşmış ve 40 değişik dilde 30.000'i aşkın kitap, süreli yayın ve çeşitli belgeler ihtiva eden bir kütüphane ve 50.000 tarihi fotoğraftan meydana gelen bir arşiv kurulmuştur. Bu arşivde "Yıldız Albümleri" olarak bilinen ve dünyanın en önemli fotoğraf koleksiyonlarından biri olan, II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) bir araya getirilmiş yaklaşık 35.000 fotoğrafın röprodüksiyonla-rı ile çeşitli özel koleksiyonlardan derlenen tarihi fotoğraflar bulunmaktadır.
IRCICA'nın çalışmaları, Türkiye ile İslam ülkelerinin birbirlerinin kültürünü, tarihini ve sanatını daha iyi tanımalarına ve aralarındaki işbirliğini geliştirmelerine hizmet etmekte, ayrıca bu konuların başta Batı dünyası olmak üzere bütün dünyadaki akademik çevrelerde daha iyi tanıtılmasına da katkıda bulunmaktadır. Bu a-maçla merkez, üye ülkelerdeki araştırma kuruluşları, üniversiteler ve kütüphaneler yanında, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı (UNESCO), ABD'deki Orta Doğu Araştırmaları Birliği (MESA), Harvard Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi (CMES) ve İtalya'daki Üçüncü Dünya Bilim Akademisi (TWAS) gibi milletlararası seviyede çalışan kuruluşlarla işbirliği anlaşmaları, ortak araştırma, yayın projeleri ve yayın değişimi programları gerçekleştirmektedir.
İSTANBUL
İSMAİL DEDE EFENDİ (Hammamîzade)
(9 Ocak 1778, istanbul - 29 Kasım 1846, Mekke) Bestekâr.
Şehzadebaşı'nda doğdu. Babası İstanbul'da geçimini hamam işletmeciliğiyle sağladığı için, Hammamîzade adıyla tanınmıştır. Ancak, günümüzde çoğu zaman Dede Efendi yahut kısaca Dede diye anılır.
îlköğrenimi sırasında, sesinin güzelliği dolayısıyla okulda ilahicibaşı olmuştu. Evinde musiki heveslilerine dersler veren Uncuzade Mehmed Efendi okuldaki bir tören sırasında onun ilahi okuyuşunu dinledikten sonra öğrencileri arasına aldı. İsmail ilköğrenimini tamamladıktan sonra, 7 yıl hem Uncuzade'nin derslerine devam etti. hem de öğretmeninin yardımıyla girdiği Defterdarlık muhasebe kaleminde çalıştı. Bir yandan da Yenikapı Mev-levîhanesi'nde, zamanın musiki üstatlarından Şeyh Ali Nutkî Dede'nin derslerini izlemeye başladı. Şeyhin kardeşi, musiki kuramıyla uğraşan Abdülbakî Nasır Dede'den de yararlandı; ney üflemeyi ondan öğrendiği söylenir. Yenikapı Mevle-vîhanesi o yıllarda, köklü bir musiki geleneği olan Mevlevîliğin İstanbul'daki en güçlü çevrelerinden biriydi. İsmail Efen-di'yi musikide yetiştirenler de bu tekkede toplanan zamanın seçkin musiki adamları oldu.
Önceleri sadece musiki öğrenme hevesiyle tekkeye devam eden genç İsmail,
İsmail Dede Efendi
Yılmaz Öztuna, Türk Bestecileri Ansiklopedisi, ist., 1969
1798'de muhasebe kalemindeki görevinden ayrılarak çileye girmeye karar verdi. Çilesi sırasında bestelediği, "Zülfündedir benim baht-ı siyahım" mısraıyla başlayan buselik şarkı bestecisinin adı üzerinde büyük bir merak uyandırdı. Ünü bütün şehre yayılan şarkı sarayda da okundu. Kendisi de besteci olan III. Selim şarkının çile doldurmakta olan genç bir Mevlevî der-vişince bestelendiğini öğrenince, İsmail'i saraya çağırtarak eseri bir kez de kendisinden dinledi. Onu hemen saray hanendeleri arasına almak isteyen padişahın etkisiyle, derviş İsmail'in aslında 3 yıl (1001 gün) sürmesi gereken çilesinin kalan l yıla yakın bölümü Ali Nutkî Dede tarafından bağışlandı.
1799'da çilesini doldurunca Dede unvanını aldı. Mevlevîhanede hücrenîşin (hücre sahibi) olduktan sonra, özellikle a-yin icra edildiği günler, hücresi kendisinden yararlanmak isteyen musiki meraklılarının uğrağı oldu. O sıralarda bestelediği, "Ey çeşm-i ahu hicr ile tenhalara saldın beni" mısraıyla başlayan hicaz nakış murabba, İstanbul'un musiki çevrelerinde büyük ilgi uyandırdı. Yeniden saraya çağrıldı, bundan sonra haftada 2 gün huzurda düzenlenen saray küme fasıllarına hanende olarak katılmaya başladı. 1802'de saraydan bir kadınla evlendi, dergâhtaki hücresinden ayrılarak Cankurtaran'daki Akbı-yık Mahallesi'nde kiraladığı eve yerleşti.
Dede'nin sanatını geliştirmesine yardımcı olan III. Selim'den sonra tahta geçen IV. Mustafa'nın bir yıllık padişahlığı (1807-1808) sırasında saraydaki musiki meclislerine son verildiği için saraydan u-
İSMAİL EFENDİ
212
213
İSMAiL EFENDİ
zaklaştı. II. Mahmud'un (hd 1808-1839) siyasi karışıklığı gidererek istikrarı sağlamasından sonra yeniden saraya alındı. Önce musahib-i şehriyari, sonra ser-müezzin olduğu bu yıllar bestecilik hayatının en verimli dönemidir.
ismail Dede, Abdülmecid döneminde de (1839-1861) saraydaki yerini muhafaza etti. 1839'da bestelediği ferahfeza Mevlevi ayininden sonra bestecilik hayatında görece bir durgunluk göze çarpar. Kendi sözlerine, davranışlarına bakılırsa, Abdül-mecid'in sarayını yadırgamıştır. Saraydaki havanın birdenbire "alafrangalaşması", Batı musikisi zevkiyle yetişen yeni padişah zamanında Türk musikisinin saraydaki varlığını ancak resmi bir ilgiyle sürdürür hale gelmesi, Dede'nin bu çevreden uzaklaşmasına yol açtı. Öğrencileri Mutafzade Ahmed ve Dellalzade ismail Efendi(->) ile birlikte padişahtan izin isteyip hacca gitmeye karar verdi, istanbul'dan ayrılmadan önce söylediği rivayet edilen "Artık bu o-yunun tadı kalmadı!" sözü, sadece bir musiki üslubu ile zevkinin, bir yaşama biçiminin değişmesini değil, aynı zamanda Dede'nin kişisel dramını da yansıttığı için anlamlıdır.
Hac sırasında bestelediği "Yürük değirmenler gibi dönerler" güfteli şehnaz i-lahi son eseridir. Bu ilahiyi o günlerde kendisinden meşkeden öğrencileri eseri istanbul'a getirerek musiki çevrelerine yaydılar. Dede Efendi hacı olduktan sonra koleraya yakalanarak Mekke'de öldü.
ismail Dede, Doğu musikisinin son büyük merkezi istanbul'da gelişen Osman-lı-Türk musikisi geleneği içinde klasik üsluba bağlı son besteciler arasında en ö-nemli olanıdır. Bu üslubun son temsilcisi olarak da görülebilir. Çünkü kendisinden sonra klasik üslup ancak onun yolunda giden birkaç üstün yetenekli öğrencisinin eserleriyle yaşayabilmiştir.
Dede hem tekke gelenekleri içinde yetişmiş bir Mevlevîydi, hem de bir saray a-damıydı. Sanatı, istanbul Mevlevîhaneleri ile sarayda bulduğu canlı musiki ortamı i-çinde gelişip olgunlaştı. 7 ayiniyle o zamana kadar bu beste şeklinde en çok eser veren besteciydi. Öte yandan, II. Mahmud' un sarayında musiki zevki büyük ölçüde onun eserleriyle yönleniyordu. Gerek Mev-levî musikisinde, gerekse dindışı musikide o dönemde istanbul'un en ileri gelen musiki adamı olan Dede, aynı zamanda şehirli, istanbullu bir halk adamıydı. 19. yy'da musiki zevki bütün şehre yayılmıştı. Dede, istanbul halkının eğlencelerine eşlik eden hafif musikiye de değer veriyordu, istanbul ve Rumeli türkülerini öğrenmişti. Bestelediği köçekçeler, türküler, hafif şarkılar öncelikle şehir halkının zevkine seslenir. Daha yaşadığı yıllarda birçok eseri istanbul'da geniş bir dinleyiciye ulaşan sanatçı, sayısı az olmayan bu tür parçalarıyla bir şehir eğlence musikisi re-pertuvarı oluşturmuştu. Dede'nin halk zevkine duyduğu yakınlık sadece hafif parçalarında görülmez. Pek çok bestecide halk musikisi motiflerini birkaç küçük beste şekli içinde yansıtmakla sınırlı kalan
halk zevki onun sanatının bütününe ait bir nitelik olarak ortaya çıkar. Dindışı büyük beste şekillerindeki çeşitli eserlerinin yanısıra Mevlevi ayinlerinde de halk zevkini yansıtan bölümler vardır.
Musikinin her türüne ve her zevke a-çık tutumun bir ürünü olarak eserleri, Türk musikisinin her düzeyde o güne kadar-ki gelişiminin geniş ve yetkin bir özetidir. Itrî'den(-t) sonraki besteciler arasında hiçbirinin sanatı ismail Dede'ninki ölçüsünde toplayıcı değildir. Dede gitgide gelişen teknik ustalığıyla klasik üslubun bütün inceliklerini yansıttığı gibi, Türk musikisinin hemen bütün beste şekillerinde de eser vermiştir.
Eserleri arasında her zevke seslenebilecek örnekler vardır. Geleneklere genellikle bağlı kalmış olmakla birlikte, onun musikisinde çağdaşlarınkinde bulunmayan bir yenilik çabası da görülür. Sanatının ayrı bir yönü olan bu özellik, geleneksel üslubu içeriden değiştirmeye yönelik bir çabanın ürünüdür. Gerçi bu yenilik arayışı onunla başlamış değildir, daha öncekilerde de aynı doğrultuda bir eğilim görülür; ama bu arayış onda en ileri noktasına ulaşır. Ezgi yapısı, makamların işlenişi, makam geçkileri, usul kullanımı ve usulün güfteye uydurulması ile ilgili yenilikleri çarpıcıdır. Yerleşik kalıpları zorlayan bu tür teknik yenilikleri eserlerine zenginlik katar. Sultaniyegâh, neveser, hicazbuselik, sababuselik ve araban-kürdi makamlarını da o düzenlemiştir. Dede bütün bu yönleriyle gelenek içinde bireysel bir sese ulaşabilmiş bestecilerin başında gelir. Bu yüzden musiki üslubu "Dede Efendi tavrı" diye anılmıştır.
Yenilikçiliğinin bir başka yönü, Batı mu-sikisiyle olan ilişkisindedir. Muzıka-i Hü-mayun'un(->) kuruluşuyla saraya giren italyan musikisini dinleme imkânı bulmuştur. Kulak gücüyle kavramaya çalıştığı Batı musikisinin etkisi bazı eserlerinde, özellikle rast kâr-ı nev ile, vals ritmini gelenekte bulunan 3 zamanlı semai ölçüsüyle verdiği "Yine bir gülnihal aldı bu gönlümü" güfteli şarkısında açıkça görülebilir.
Dede'nin sanatına çeşitli düzeylerde bakıldığında, birçok farklı öğeyi doğal bir uyum içinde kaynaştırdığı söylenebilir, içinde yaşadığı dönemin ve çevrelerin karşıt yönleri onun eserinde bir uzlaşmaya varır. Musikisi hem dünyevidir, hem dini ve mistik; geleneklere bağlı olduğu ölçüde onlan geliştiricidir de; seçkinlere seslenirken halktan da uzak düşmez; eski ile yeniyi hiç yadırgamadan kaynaştırır. Sanatının özü bir bakıma bu ikiliklerin uyu-mundadır. Türk toplumunda birkaç yüzyıldır süregelen zevk değişikliklerinden sonra da geniş bir dinleyici kesiminin duyarlığına seslenebümesi sadece sanat gücünün değil, aynı zamanda eski zevki yeni zevke bağlayan bir köprü rolünü oynamasının da bir sonucudur.
Her eserinde sanatının ayrı bir yönüyle ortaya çıkan Dede bütün ürünleri göz ö-nünde tutularak değerlendirilebilecek bestecilerdendir. Başka bestecilerinki gibi onun da pek çok eseri unutulmuştur; an-
cak unutulmamış eserlerinin başkalannın-kilerle karşılaştırılamayacak ölçüde fazla oluşu, onu hem klasik repertuvarda en çok eseri olan, hem de halk katında en ünlü besteci durumuna getirmiştir.
Çeşidi kaynaklarda benzersiz bir nat-han olduğuna değinilir. Dede bir hanende olarak, Türk musikisinin kendisine u-laşan bütün ürünlerini öğrenmiş, o dönemin istanbul'unda repertuvarı en geniş musikici olarak tanınmıştı. Nitekim klasik repertuvarın günümüze ulaşmasında bir köprü işlevi görmüştür. Bildiği bütün e-serleri öğrencilerine aktarmış, onların öğrencileri de bu eserleri notaya almışlardır. Mutafzade Ahmed Efendi, Dellalzade ismail Efendi, Eyyubî Mehmed Bey, Haşim Bey, Nikoğos, Zekâi Dede yetiştirdiği değerli öğrencilerden bazdandır. Tanburi Keçi Arif Ağa, Dede Efendi'nin damadı; besteci Sermüezzin Rifat Bey de torunudur.
ismail Dede'nin doğduğu Şehzadeba-şı semtindeki bir caddeye Dede Efendi Caddesi adı verilmiştir. Akbıyık Mahalle-si'ndeki evi de Tarihi Türk Evlerini Koruma Vakfı'nca Türk Musikisi Müzesi haline getirilmek amacıyla restore edilmektedir.
Bibi. Ali Nutkî Dede, Defter-i Dervtşan, Süley-maniye Ktp Nafiz Paşa Bölümü, no. 1194; Hızır tlyas Efendi, Letâif-iEnderun, ist., 1859; Rauf Yekta, Esâtiz-i Elhân-III-Dede Efendi, ist., 1924; Ergun, Antoloji, II; Ezgi, Türk Musikisi, I; inal, Hoş Şada; istanbul Belediye Konser-vatuvarı, Dede Efendi, ist., 1964; N. Özalp, Türk Musikisi Tarihi, I, Ankara, 1986; Y. Öztu-na, Dede Efendi, ist., 1987; S. Aksüt, TürkMu-sikisinin 100Bestekârı, tst, 1993.
BÜLENT AKSOY
İSMAİL EFENDİ (Dellalzade)
(l 797, İstanbul - 1869, istanbul) Besteci, hanende.
Fatih'te Sangüzel'de doğdu. Küçük yaşta musiki yeteneği ve sesinin güzelliğiyle dikkati çekti, ilköğrenimini tamamladıktan sonra uzun bir süre Hammamîzade ismail Dede'nin meşklerine katıldı, onun en yetenekli öğrencilerinden biri olarak sivrildi. Dede Efendi'nin aracılığıyla, 19 yaşında saray fasıl heyetine kabul edildi. 10 yıla yakın bir süre Enderun'da musiki bilgilerini geliştirdi; önce ağa, daha sonra da çavuş unvanlarını alarak saray müezzinleri arasına girdi. 1825'te kişisel bir sorun yüzünden saraydan uzaklaşmak zorunda kaldı. Ertesi yıl Yeniçeri Ocağı'run kaldırılması sırasındaki olaylarda halkı ve başkaldı-ranları padişahtan yana olmaya çağırdığı için Musahib-i Şehriyari unvanıyla yeniden saraya alındı. Enderun müezzinliği, hanendeliği ve Muzıka-i Hümayun'daki meşk hocalığı, Abdülmecid döneminde de (1839-1861) devam etti. Çilingirzade Ahmed Ağa'nın ölümü üzerine, 1862'de saray baş-müezzinliğine getirildi. Ölümünden sonra Yahya Efendi Dergâhı haziresine gömüldü.
Dellalzade klasik Türk musikisinin son büyük bestecilerindendir. Dede Efendi' nin en güçlü izleyicisi sayılır. Eserleri, o-nun ezgi yapısında bulunan birçok özelliği yansıtır. Ancak, ondan aldıklarına, kendi sanatının ürünü olan kişisel deyiş ve
anlatını özelliklerim eklemekten de geri kalmamıştır, izleyicisi olduğu üslubu taklitçiliğe düşmeden işleyip zenginleştirerek sürdüren Dellalzade'nin, ezgilerin a-kışmı dinleyiciyi şaşırtacak biçimde geliştirmesi, alışılmadık makam geçkileri kullanması, musikisinin dikkati çeken bir yanıdır. Özellikle eserlerinin "miyan" bölümlerindeki ezgi buluşlarında ulaştığı özgünlük, besteciliğinin ayırt edici yönlerindedir. Bütün bu özellikleriyle, eserleri klasik üslubun en olgun örnekleri arasındadır.
Çoğu bestecinin eserine yansıyan dini ve mistik etkiler onun musikisinde görülmez. Birkaç ilahi dışında dini eser de bes-telememiştir. Daha çok bir saray musiki-cisiolan Dellalzade'nin özellikle kâr, beste ve semaileri genellikle saray çevresinde, istanbul'un seçkin musiki meclislerinde ve ciddi konserlerde okunmuştur. Şarkıları daha geniş bir dinleyici kesimine ulaşmıştır. "Etmedin bir lahza ihya..." ile "A benim gözüm nuru cilveli yârim" güfteli şehnaz ve yegâh sarkılan, günümüze kadar fasıl musikisi repertuvarının sık o-kunan eserleri arasında yer almıştır. Güftelerini hece vezniyle kendisinin yazdığı "Gönül adlı bülbülüm var" ve "Dedim, ey gönül sultanı" mısralarıyla başlayan mahur ve suzinak şarkıları da geniş bir dinleyici kesimine ulaşmış, sevilen eserlerdir. Bestelediği iki "tavşanca" ile güftesinde Göksu'da, Küçüksu'da ve Çubuklu'daki Boğaz sefalarının anlatıldığı Al yanına bir dil-nüvâz / Gönlünce gez, zevk et bu yaz mısralarıyla başlayan mahur aksak şarkı da istanbul'un eğlence hayatına olan ilgisini yansıtır.
BlbL Hızır llyas Efendi, Letâif-i Enderun, ist., 1859; Ezgi, Türk Musikisi, I; R. Kam, "Dellalzade ismail Efendi", Radyo, S. 59 (1946); inal, Hoş Şada; H. Yenigün, "Dellalzade ismail Efendi", Musiki Mecmuası, S. 148 (1960); H. Can, "Dellalzade Hacı ismail Efendi", ae, S. 223 (1960; E. Üngör, Güfteler Antolojisi, I-II, ist., 1981; N. Özalp, Türk Musikisi Tarihi, I, Ankara, 1986; Özruna, BTMA, I; S. Aksüt, Türk Musikisinin 100Bestekârı, ist., 1992.
BÜLENT AKSOY
İSMAİL EFENDİ (Küçük)
(1854, istanbul - 1931 istanbul) Ortaoyuncu.
Fatih'te doğdu. Çocukluğunda Edirne-kapı'da, Kâmil Ağa'nın Süpürge Kolu'nu izledi ve burada Kavuklu arkası olarak ilk kez sahneye çıktıktan sonra Kavuklu Kör Mehmed'in kolunda rol aldı. Kısa sürede ünlenince, dönemin tanınmış ortaoyuncularından Terlikçi ismail Efendi'den ayrılabilmesi için "Küçük" lakabı takıldı. Reza-kizade, Acem ve Laz taklitlerinde ustalaşan ve ustası Kör Mehmed ölünce de Kavuklu Hamdi'nin(-t) pişekârı olan ismail, bu rolde büyük ün kazandı. O dönemde tiyatroculara kimse kızını vermediği için bir süre Karagözcülük yaparak evlenebildi. Bu döneminde saray karagözcübaşısı Yusuf Efendi'yle çalıştı. Kapalı salonda tiyatro yapmak isteyince, Güllü Agop(->) suf-lörlü tiyatro yapma tekelini elinde tuttuğu için, Kavuklu Hamdi'yle birlikte Zuhuri Kolu'nu kurarak "suflörsüz oyun" yapma-
ya başladı ve böylece Güllü Agop'un tekelini kırdı. 23 yaşındayken başlattığı tuluat tiyatrosu adlı bu tür giderek yaygınlaştı. Aksaray Şekerci Sokağı'ndaki tiyatro binasında gösteriler sunan ilk toplulukta, Büyük ismail tiran, Agâh Efendi yaşlı baba, Kavuklu Hamdi komik, Küçük ismail genç âşık (sirar) rolündeydi, Agavni ve Aranik adlı iki de kadın oyuncu vardı. Güllü Agop'tan ayrılarak buraya katılan Tomas Fasulyeciyan'la(-») birlikte ve yeni oyuncular da alarak dram oynamaya başladılar. Topluluk bir ara Kulekapısı'ndaki Bella Vista binasına taşındı. Haftanın bazı günlerinde Aleksanyan Efendi'yle dram, bazı günlerinde de Agâh ve Abdi efendilerle tuluat oynadı. Küçük ismail bu arada bir yandan ortaoyunu oynamayı da sürdürdü. Ahmed Vefik Paşa(-0 yeni kuracağı Bursa Tiyatrosu için çağırınca Küçük ismail, kadın oyuncularından Bayzar, Aranik, Peruz, Küçük Amelya ve öbür arkadaşlarıyla birlikte Bursa'ya gitti. 2 yıl boyunca Tomas Fasulyeciyan'la Ahmed Vefik Paşa' nın Moliere'den yaptığı uyarlamalarda oynadı. Bursa Tiyatrosu'ndan ayrılmasından sonra, istanbul'a dönerek Galata'daki Avrupa Tiyatrosu'nda oyunlar sergiledi. Bu yıllarda da Kavuklu Hamdi'yle birlikte or-taoyununu hâlâ sürdürüyorlardı. 1883'te
Bir ortaoyunu
sahnesinde
Pişekâr Küçük
ismail (sağda)
Kavuklu Hamdi
ile birlikte.
Gözlem Yayıncılık
Arşivi
Temaşahane-i Osmani Tiyatrosu'nu kurdu. Toplulukta Kavuklu Hamdi de yer alıyordu. Küçük ismail, Mısır hıdivinin düzenlediği sünnet düğününde ortaoyunu oynamak üzere 1884'te gittiği Mısır'dan dönüşünde Kuşdili'nde yeni yaptırılan tiyatroda oyunlar sergilemeye başladı. Trabzon, Halep, Beyrut, Edirne ve Adana dolaylarına uzun süren turneler de yaptı.
Yalnızca ortaoyunu ve tuluat yapmakla kalmayan, Benliyan'la birlikte 1890'da kurduğu Osmanlı Opera Kumpanyası'nda ya da kendi topluluğuyla opera, operakomik ve operet çalışmaları da bulunan Küçük ismail, sahne yaşamını II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde de sürdürdü. Küçük ismail'in 1927'de izmir'de 73 yaşında sahneye çıktığı bilinmektedir. Küçük ismail, Kavuklu Hamdi'yle birlikte ortaoyununun Kavuklu-Pişekâr ikilisini en iyi oynayanlar olarak bilinir.
Bibi. And, Osmanlı Tiyatrosu, 232-236; And, Tanzimat, 146, 172-174, 177, 188, 192-193; M. Ertuğrul, Benden Sonra Tufan Olmasın, ist., 1989, s. 557; Ö. Nutku, Dünya Tiyatrosu Tarihi, I, ist., 1985, s. 381-384; M. N. Özön-B. Dür-der, Türk Tiyatrosu Ansiklopedisi, ist., 1967, s. 187, 315-327; (Sevengil), Türk Tiyatrosu, I, 22-27; N. Tilgen, Kavuklu Hamdi, ist., 1948; S. N. Gerçek, Türk Temaşası, ist., 1942.
RAŞIT ÇAVAŞ
İSMAİL HAKKI BEY
214
215
İSMAİL PAŞA YALISI
Beylerbeyi'ndeki İsmail Paşa Yalısı'nın ön cephesinden bir görünüm.
Erkin Emiroğlu
Dostları ilə paylaş: |