İŞÇİ HAREKETİ
282
283
İŞÇİ HAREKETİ
Grubu ise çevresindeki işçilerin enternas-yonalist bir anlayışla ve ekonomik olduğu kadar kültürel ve politik hedeflerle de örgütlenmesini sağlamaya çalışmıştır.
l Mayıs 1909'dan itibaren "İstanbul'un işçi sınıflarını eğitmek, onlar arasında sosyalist fikirleri yaymak, kapitalizmin sömürüsüne karşı mücadele etmek üzere ve onları ekonomik ve politik alanda örgütlemek için bir sosyalist grup kurmaya karar veren bazı sosyalist yoldaşlar"ın kendilerine izin verilmemesi karşısında gizli olarak çalışmaya girişmeleriyle oluşan bu grup, daha sonra o sıralarda İstanbul'da bulunan ünlü Parvus'ün de önerisiyle örgütlerinin biçim ve adını değiştirip l Ocak 1912'den sonra resmen tanınarak çalışmalarını sürdürmüştür. Toplumsal Araştırmalar Grubu'nün ilk olarak -büyük olasılıkla 1909 içinde ya da 1910 başlarında- terzileri ve şemsiye yapımevi işçilerim kapsayan iki sendika kurduğu, daha sonra ise değirmen, liman, marangozhane, pastane, halı imalathanesi işçilerine, mücellitlere, dizgicilere, müstahdemlere, kadın terzilerine ve berberlere yönelik 10 sendika daha örgütlediği anlaşılmaktadır. Daha sonra 1912 ortalarında yukarıdakilere ek olarak, ticaret ve sanayi müstahdemleri, bira fabrikası işçileri, eczane işçileri, Cibali Reji işçilerinin derneklerinin birleşmesiyle Galata Kuledibi'nde bir işçi kulübü kurulduğu, Ergatis adında Rumca bir dergi de yayımlayan ve l Mayıs 1912 gösterilerini örgütleyen bu grubun II. Enternasyonalle hayli sıkı ilişkiler içinde olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim, Aralık 1909'da Belg-rad'da yapılan I. Balkan Sosyalist Konfe-ransı'na da, l yd sonra 25-27 Aralık 1910' da Selanik'te yapılan Osmanlı Sosyalist Kuruluşları I. Konferansı'na da İstanbul grubu katılmıştır.
Sendika tüzükleri Fransızca, Rumca, Ermenice, Ladino ve Türkçe olmak üzere ayrı ayrı 5 dilde yayımlanan bu grubun Der-saadet Amele Cemiyetleri İttihadı (İstanbul İşçi Sendikaları Birliği) adlı bir birlik kurmuş olduğunu gösteren kanıtlar vardır.
1910 sonrasında İstanbul'da, 2 yıl sonra da tüm ülkede, sendika biçiminde örgütlenmeyi "Esnaf Cemiyetleri Hakkında Talimaf'ın 16. maddesi ile yasaklamış o-lan Osmanlı mevzuatının bu yasağının, bir "Osmanlı yasağı" olduğu, ilgili kuruluş ciddi bir tehdit oluşturacak büyüklüğe ve eylemliliğe ulaşmadıkça sıkı bir biçimde uygulanmadığı, bu grup tarafından yayımlanan Türkçe ve Fransızca isim ve tüzük metninin içerdiği farklılıktan da anlaşılmaktadır.
İstanbul Toplumsal Araştırmalar Grubu' na ait yayının arka kapağında Temmuz 1912 tarihli şu ilgi çekici çağrıya yer verilmektedir:
"Arkadaşlar: Ezilen ve sömürülen bizler, kendimizi önce savunmak, sonra da kurtarmak için bir araya gelmiş bulunuyoruz. Sendikamız, müstahdemlere en iyiyi, yani yaşamda sahip oldukları hakların bilincini ve bunları elde etmek için özgüç-lerine güvenme bilincini veriyor.
Sendikal eğitimle 'mutsuzluğumuzun
bilimini' elde edebiliriz ve bunu sona erdirmek için ise kendimizden başkasına gü-venemeyiz.
Sevgili arkadaşlar, sakınmadan bize geliniz ve kendi iradenizin elinizden gideceğinden korkmaymız; çünkü bizim tek arzumuz bireyselliğin nihai zaferidir.
Kapitalist sömürüye karşı ve Osmanlı proletaryasının kurtuluşu için bizimle birlikte mücadeleye gelin.
Kendi kendinize ihanet etmeden bizim çağrımıza kayıtsız kalamazsınız."
Bu grubun sıkıyönetime ve yasaklamalara rağmen 19l4'ün l Mayıs'ı dolayısıyla bir bildiri yayımlayıp yurtdışına da yolladığı, bu grupla Mütareke döneminin Beynelmilel İşçiler İttihadı arasında hayli sıkı bir ilişkinin, hattâ sürekliliğin var olduğu, Türkiye Komünist Partisi'nin İstanbul örgütünü oluşturan gruplardan biri olduğu yönünde ipuçları vardır.
1908 Devrimi sonrasında işçi hareketi içinde önemli bir yere sahip olan bir başka grup İştirakçi Hilmi ve çevresidir. 1910 başlarında iştirak dergisini yayımlamaya başlayan ve aynı yıl eylül ayında Osmanlı Sosyalist Fırkası'nı kuran Hüseyin Hilmi ve arkadaşları tarafından yazılan politik metinler, Türk milliyetçisi, emek yanlısı, demokrat bir politik çizgiyi, bir eklektik bütün olarak ifade etmektedir. Gerek çıkardıkları yayınlar ve gerekse partileri, rejimin sürekli baskıları ile karşılaşan iştirakçi Hilmi, işçiler arasında artan bir taban bulmuş, öteki işçi örgütleriyle ve sol kuruluşlarla ilişkiler kurmuştur. Osmanlı Sosyalist Fırkası'mn Refik Nevzat tarafından yönetilen ve baskıların yoğunlaşması üzerine bir süre merkez işlevini de üstlenen Paris şubesi, bu partinin yurtdışında da belirli bir yankı bulmasını, kimi uluslararası bağlantılar kurmasını sağlamıştır. Ancak iştirakçi Hilmi ve çevresinin yıldızının asıl parladığı dönem mütareke yıllarıdır.
1913 ortalarından 1918 sonlarına kadar-ki 5 yıl, İttihad ve Terakki'nin diktası altında geçen bir savaş dönemi olarak kayıp yıllardır. İşçi hareketinin başlıca önderleri bu yılları sürgünde, yurtdışında ya da cephede geçirmişlerdir. 1918 sonlarında bunların geri dönmeleri ve İstanbul'da bir iktidar boşluğu, daha doğru bir deyimle iktidar karmaşası yaşanıyor olması, işçi hareketinin yeni bir ivme kazanmasına yol açmıştır.
1919-1923 Döneminde İşçi Hareketi
İstanbul 1919-1923 döneminin büyük bir bölümünü işgal altında geçirmiştir. İstanbul işçileri bir yandan Anadolu'daki savaşa ilişkin tutum alır ve savaşın sonucunu beklerken, öte yandan 1908-1913 dönemi işçi hareketinin birçok birikimi yeni biçimler altında canlanmıştır. Uluslararası işçi hareketinde II. ve III. enternasyonaller arasındaki karşıtlık ve rekabetlerin, komşu bir coğrafyada Sovyet Devrimi ile yaşanan altüstlüklerin doğrudan etkilediği koşullarda sendikal ve politik hareket 3 önemli yıl geçirmiştir.
1919'un ilk haftalarından başlayarak İstanbul işçileri savaş yıllarında kaybettik-
lerini geri almak için çeşitli eylemlere girişmişlerdir. Şirket-i Hayriye ve Telefon Şirketi işçileri grev tehdidinde bulunmuş, Reji, belediye temizlik, fırın işçileri, Haliç vapurları çalışanları, limanda çalışan hamallar ise greve gitmişlerdir. 1919'un bir başka önemli olayı, mayıs ayı içinde yapılan ve İzmir'in işgalinin kınandığı protesto mitingleridir; özellikle 30 Mayıs'ta Sultanahmet'te yapılan büyük mitinge işçiler kitlesel bir biçimde katılmışlardır (bak. Sultanahmet mitingleri). 1920'de işçi grevleri tramvay ve Tünel, Kasımpaşa Tersanesi, Kazlıçeşme deri işçileri, gazete mürettipleri ve Haliç vapurları çalışanlarıyla devam etmiş; özellikle tramvay grevleri kısa aralıklarla tekrarlanmıştır. 1921' de Şirket-i Hayriye, Kadıköy tramvay, Elektrik-Tünel-Tramvay Şirketi, Zeytin-burnu fabrikası işçilerinin ve mürettiple-rin grevleri yıl ortasında bir genel grev o-lasılığını gündeme getirmiştir. İstanbul 1922 başlarında başarısız bir tramvay grevine ve daha sonra belediye çöpçülerinin grevine sahne olduktan sonra l yılı aşan hayli sakin bir dönem geçirmiştir. Eylül-Ekim 1923'te yeni bir kımıldanma olmuş, matbaa işçileri, Bomonti Bira Fabrikası, Dolmabahçe Gazhanesi, Şark Şimendiferleri, liman, tramvay ve Terkos işçileri art arda greve gitmişlerdir. 1919-1922 grevlerinde ücret artışları, iş koşullarının düzeltilmesi, iş saatlerinin kısaltılması, gece mesaisi için fazla ücret, çalışanlar arasında eşitlik sağlanması, işçi çocukları için o-kul açılması gibi talepler önde iken, Anadolu'da savaşın sonuçlarının kesinlik kazandığı 1923 sonbahar grevlerinde, yabancı işverenlere karşı bir öfke patlaması, eylemlerin başlıca gerekçesini oluşturmuştur. Bu öfke bazı eylem hazırlıkları ve eylemlerde Müslüman olmayan işçilerin işten çıkarılması taleplerine kadar gitmiştir.. 1923 öncesinde de dönemin tüm işçi eylemlerinde emperyalist güçlere karşı çıkış unsurunun, artan bir milliyetçi vurgunun kendini gösterdiğini söylemek doğru olacaktır.
Dönemin dikkat çekici bir işçi eylemi kategorisi l Mayıs kutlamalarıdır. Özellikle 1921 ve 1922 l Mayısları, İstanbul' un tarihinde daha önce görülmemiş ve 1970lere kadar görülmeyecek yaygın bir katılım ve coşku ile kutlanmıştır (bak. Bir Mayıs kutlamaları).
İstanbul'da mütareke yıllarında -bir yönüyle savaş öncesi dönemin uzantısı olarak- başlıca üç çevre işçi hareketine yön vermeye çabalamıştır: İlk olarak İttihad ve Terakki'nin devamı olan ya da Anadolu' daki Kemalist hareketle doğrudan ilişki içindeki örgütler (başlıcaları, Resmi Türkiye Komünist Fırkası, Osmanlı Mesai Fırkası, Amele Siyanet Cemiyeti, İstanbul Umum Amele Birliği); ikinci olarak III. Enternasyonal çizgisine yakın örgütler (başlıcaları, Beynelmilel İşçiler İttihadı, Aydınlık çevresi, Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası, Türkiye İşçiler Derneği, Türkiye Komünist Partisi); üçüncü olarak Sosyalist İşçi Enternasyonali çizgisinde ya da bağımsız örgütler ve bireysel girişimler
fbaslıcalan, Türkiye Sosyalist Fırkası, Sosyal Demokrat Fırkası, Müstakil Sosyalist Fırka Türkiye İşçi Sosyalist Fırkası).
Bu üç çevrenin işçi hareketi içindeki ağırlıkları bir dönemden ötekine değişmiştir Ne var ki, İştirakçi Hilmi ve arkadaşlarının 1919-1921 arasındaki sürükleyici çalışmaları dışında sırtını Anadolu'ya ve işgal koşullarında bile olsa devlet kurumlarına dayayan, bağımsız bir işçi hareketinin gerekliliğini reddeden milliyetçi çizgi en büyük etkinliğe sahip olmuştur. Üstelik bu çevre, gerekli bulduğu her türlü ittifakı ve kimlik tanımını büyük bir pragmatizm içinde gerçekleştirerek özel bir avantaj elde etmiştir.
III. Enternasyonal yanlısı örgütler dünyadaki dengeleri altüst eden bir gelişmenin Türkiye'deki destekçileri ya da uzantıları olmalarına karşın, dönem içinde bir dizi elverişsiz etki ile yüz yüze gelmişlerdir: 1) Savaş süresince, özellikle savaşın sonlarında İstanbul işçilerinin etnik dağılımının hızla değişmesi ve en deneyimliler grubunun önemli bir bölümünü oluşturan Rum, Ermeni, Yahudi vb işçilerin sayısında hızlı bir düşüş olması, 2) yerli olsun, yabancı olsun patronların ve işgal kuvvetlerinin en sert tepkilerinin bu gruba yönelmesi, 3) bu çevrenin kendi içinde derin görüş ve kişilik ayrılıklarının varlığı, 4) Mustafa Suphi ve arkadaşlarının Türkiye yolunda öldürtülmesi ile önder kadronun kaybı, bu kapsamda belirtilebilecek unsurlardır.
İştirakçi Hilmi ve çevresi bu iki büyük gücün rekabeti koşullarında, geniş işçi kitlelerinin günlük sendikal mücadelelerini de yönlendirebilecek, karizmatik bir liderliğe duydukları susuzluğu ve işgal kuvvetleri arasındaki çelişkileri iyi değerlendirerek hızla güç kazanmıştır. 1910'ların Osmanlı Sosyalist Fırkası'ndan daha sol ve anlaşılır bir programla ortaya çıkan daha sonra Marksist hareket içinde yer alacak bazı aydınların da desteğini alan Türkiye Sosyalist Fırkası, birçok durumda doğrudan doğruya bir sendika işlevini görerek çok sayıda işçiyi üye yapmıştır. İştirakçi Hilmi ve arkadaşları, parti çalışmalarıyla 1919-1921 dönemi boyunca çeşitli işçi isteklerini patronlara ve kamuoyuna duyuran bir sendikal kuruluş gibi ekonomik mücadele ile iç içe olmuşlar, başta tramvay grevi olmak üzere birçok grevi yönetmişler, özellikle 1921 -ve bir ölçüde de 1922- l Mayıs gösterilerinin örgütlenmesinde büyük rol oynamışlardır. Türkiye Sosyalist Fırkası daha önce Türkiye' de hiçbir başka örgütün başaramadığı a-dımı da atarak, Sosyalist İşçi Enternasyo-nali'nin Türkiye temsilciliğini onaylatmış ve 1919 ve 1920 kongrelerine Türkiye adına temsilci yollamıştır.
1919-1923 döneminde işçi hareketi bakımından özel önem taşıyan bir sorun, çeşitli işçi örgütleri arasında birliğin sağlanmasıdır. Bu alanda daha çok III. Enternasyonal yanlıları tarafından daha 1919 ortalarında başlatılan bir dizi toplantı ve hazırlığın ısrarla engellendiği görülmektedir. Türkiye Sosyalist Fırkası'mn gücünün zir-
vesinde iken uzak durduğu çalışmalar, işgal kuvvetlerine, milliyetçi güçlere ve patronlara (İstanbul Ticaret Odası) yakın çevrelerce kesin olarak baltalanmıştır. Bu a-maçla en açık örneği İstanbul Umum (daha sonra Türkiye) Amele Birliği olan bazı özel dernek ve birlikler kurdurulması yoluna bile gidilmiştir. 1922 ve 1923 l Mayıs gösterilerinin düzenlenmesi için sağlanan geniş tabanlı işbirliği ise süreklilik kazanamamıştır.
1923-1946 Döneminde İşçi Hareketi 1923 l Mayıs kutlamalarının hemen ardından İstanbul'da sol güçlere yönelik olarak başlatılan baskı ve tutuklamalarla Mütareke yıllarının canlı ve çoğulcu yapısı ağır bir darbe yemiştir. Böylece 1925'te Takrir-i Sükûn Kanunu uygulaması ile daha kesinleşecek ve 1920lerin sonundan itibaren büsbütün ağırlık kazanacak bir baskı ve yasaklama dönemine girilmiştir.
Temmuz 1924'te grevci tramvay işçilerine karşı süngülü jandarmaların kullanılması, ardından Şark Demiryolları grevcilerine karşı da benzer biçimde şiddet kullanılması, yeni rejimin işçi eylemlerine ve örgütlenmesine ilişkin tutumunu ortaya koymuştur. Aynı yıl içinde posta dağıtımcılarının, Ayvansaray Un Fabrikası ve dokuma fabrikaları işçilerinin daha yüksek ücret, daha iyi iş koşulları ve çok uzun o-lan çalışma saatlerinin kısaltılması için giriştikleri grevler hep başarısızlığa uğratılmıştır.
Mart 1925'te çıkarılan ve temel olarak tüm muhalefeti yok etmeyi ve demokratik direniş ve örgütlenmeleri yasaklamayı a-maçlayan Takrir-i Sükûn Kanunu sonrasında Ağustos 1925'te bazı Şirket-i Hayriye işçilerinin grev girişimi dışında basına yansıyan bir işçi eylemi olmamıştır. 1924'te Türkiye Amele Birliği'nin kendi merkezinde yapacağı l Mayıs kutlamalarına bile izin verilmemiştir. Aynı şekilde
Cibali Tütün
Fabrikası
işçileri toplu
halde, 1923.
TETTVArşivi
Ağustos 1924'te kurulan Amele Teali Ce-miyeti'nin(->) 1925 l Mayıs'ını kutlamak için yaptığı tüm başvuru ve girişimler engellenmiş ve l Mayıs broşürleri hazırlayan ve dağıtan Türkiye Komünist Partisi (TKP) mensuplarından 38 kişinin tutuklanıp İstiklal Mahkemesi'nde 7-15 yıllık cezalara çarptırılması ile örneklenebilecek çapta bir baskı uygulanması yoluna gidilmiştir.
Bu arada daha 1925'te Türkiye Amele Birliği dışında başlatılan, sonra bu birlik içine taşınan ve Mayıs 1924'te Amele Birliği'nin kapanıp birkaç ay sonra Amele Teali Cemiyeti'nin kurulmasından sonra bu dernek içinde sürdürülen işçi örgütlerinin etkinleştirilmesi ve birleştirilmesi çalışmalan hep rejimin istemediği sonuçlar vermiştir. Komünistlerin öne çıkması, alternatif bir iş yasası taslağının hazırlanması, işçi tabanında yeni kıpırdamşlar olması karşısında önce Amele Teavvün Cemiyeti adlı bir alternatif örgüt kurdurulmuş, daha sonra bu tür örgütlerin (Amele Teali Cemiyeti, 1928) tümüyle yok edilmesi yoluna gidilmiştir.
Ne var ki, tüm bu önlemlere rağmen, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) iktidarının işçi eylemlerini tümüyle durdurması yine de mümkün olmamıştır. 1926 ve 1927'de liman işçileri, 1927'de ayrıca tütün işçileri, 1928'de demiryolu, dokuma, tütün, demir-çelik ve tramvay işçileri, 1929'da tramvay ve tütün işçileri, 1931'de Feshane ve tütün işçileri, 1932'de Seyr-i Sefain İdaresi işçileri, 1933'te Süreyyapaşa Mensucat Fabrikası işçileri, 1935'te Kuruçeşme Depoları işçileri, 1936'da yine Süreyyapaşa Mensucat Fabrikası işçileri direniş ve grevler yapmışlardır. Bunlar karşısında bulunan çözüm, baskının daha da artırılması, 1933' te grevin özel bir yasa çıkarılarak yasaklanması, 1935'te çıkarılan bir kanunla her yıl tüm yasaklamalara rağmen çeşitli giz-
İŞÇİ HAREKETİ
284
285
İŞÇİ HAREKETİ
li faaliyet ve küçük çaplı gösterilere neden olan l Mayıs'ın kanunla "Bahar Bayramı" ilan edilmesi, 1936'da sol faaliyetleri çok ağır ceza hükümlerine bağlayan 141. ve 142. maddelerin ceza yasasına konulması, 1938'de sınıf temelinde örgüt kurulmasının bir yasa değişikliğiyle yasaklanması olmuştur.
Böylece özellikle 1930'lardan başlayarak izlenen devletçi ekonomik politikayla hızla sanayileşmeye başlayan, işçi sınıfı sayıca kabaran ve büyük işletmelerde yoğunlaşan bir ülkede, toplumsal ilişkiler hemen yalnızca baskı yöntemleriyle çözülmeye çalışılmıştır, işçi emeklilik ve dayanışma sandıklarının teşvik edilmesi, bir dönem izmir'de korporatist bir anlayışla denenen güdümlü işçi derneğine zorunlu üyelik uygulamaları bile riskli bulunmuş, bu koşullarda işçi eylemleri komünistlerin illegal, küçük çaplı varlık ve direnç gösterilerinden ibaret kalmıştır.
Savaş yılları, getirdiği yüklerle işçilerin yaşam zorluklarını, örgütlenmeye ve özgürlüklere susamışlıklarını daha da artırmıştır. Gerçek ücretlerin 1938'den 1945'e yüzde 49 oranında düştüğü, özellikle 1940' ta çıkarılan Milli Korunma Kanunu'nun bazı hükümlerine dayanılarak çalışma koşullarının daha da ağırlaştırıldığı yıllar boyunca büyük bir birikim olmuştur. Haziran 1946'da sınıf esasına dayanan cemiyet kurulması yasağının demokratikleşme paketinin bir parçası olarak kaldırılmasıyla bu büyük birikim dışa vurmuştur (bak. işçi örgütlenmesi). Gerçi hemen bir hafta sonra ceza kanununun 141. ve 142. maddelerinde yapılan bir değişiklikle cezalar ağırlaştırılarak tüm işçi önderlerine ve sol çevrelere gözdağı verilmiş, ancak bu bile yeterince engelleyici olamamıştır.
Kanun değişikliğinden hemen sonra, Türkiye Sosyalist Partisi (kuruluşu 14 Mayıs 1946), Türkiye Sosyalist Emekçi Köylü Partisi ve Türkiye işçi Derneği'ni yaygınlaştırma taktiği ile doğrudan doğruya CHP, işçi örgütleri kurmak için kolları sıvadılar, iki sol parti, kendi aralarında öteki konulara ek olarak işçi örgütlenmesinin yöntem ve önceliklerine ilişkin bir anlaşmazlık içinde olup birbirleriyle yarışarak güçlerinin bir bölümünü tüketseler de, bu patlamanın asıl etkili unsurları oldular. Resmi açıklamalara göre haziranla aralık arasındaki 5 ayda 100'ün üzerinde sendika kuruldu, 600 işyerinde işçiler sendikalarda örgütlendiler. İstanbul işçileri bu örgütlenme yarışında en önde oldular. Son derece canlı ve yüksek tirajlı bir sendika basını ortaya çıktı, istanbul İşçi Sendikaları Birliği'nin(-+) öncülüğü altında, Ekim 1946'da, işçiler arasında tecrübe aktarımını sağlayarak dayanışmayı artırmak, işçilerin hak ve özgürlüklerini savunabilecek bir örgütlenmeyi başarmalarına yardımcı olmak, mesleki eğitimlerini ve genel kültür düzeylerini geliştirmek üzere İşçi Kulübü kuruldu. Mavi ve beyaz yakalı emekçilerin sendikalarda ortak çalışmaları için örnekler geliştirildi. Dünya Sendikalar Birliği ile üyelik için bağlantı kuruldu.
Yabana bir gözlemcinin ifade ettiği gi-
bi "birkaç ay boyunca CHP ve hükümetle soldaki büyüyen muhalefet partileri ve aktivistler arasında bir üstünlük ve etki yarışı yaşandı. Daha kasımda hükümet özgürlükler politikası dışında çözümler aramaya başladı." Böylece Kasım 1940'tan beri yürürlükte olan sıkıyönetim yetkileri kullanılarak, 16 Aralık 1946'da, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı'nın bir kararıyla, sol partiler, onlarla doğrudan ilişkili işçi örgütleri ve sendikalar kapatıldı, bu kuruluşların yöneticileri tutuklandı ya da yıllar boyu devam edecek davalar için mahkeme önüne çıkarıldı. Doğrudan dava konusu olmayan işçi kuruluşları ise idari kararlarla ve dolaylı yöntemlerle kapatıldı. 1947-1961 Döneminde İşçi Hareketi İşçi hareketi, 1946 sendikacılığına son verilmesinin hemen ardından çıkarılan İşçi ve İşveren Sendikaları Kanunu ile ancak 1961 Anayasası'yla son bulacak güdümlü ve işlevleri son derece sınırlanmış bir sendikacılık ve siyasal örgütsüzlük dönemine girdi. 1947 başlarından itibaren kurulan ya da kurdurulan sendikaların, çalışmalarını yalnız ücret artışı ve çalışma koşulları alanına yöneltmeleri, bunun için de devlet tarafından oluşturulan hakem kurullarını etkilemeye çabalamaları sendikacılığın çerçevesi olarak belirlendi. Sendikaların çok önemli bir bölümü işçi kitlesine yabancı, güçsüz kuruluşlar ya da başlarındaki sendikacıların kişisel çıkarlarına, politik hesaplarına alet edilen kuruluşlar olarak gelişti. İlk aylarda doğrudan doğruya CHP işçi büroları mensuplarınca kurulan ya da kurdurulan sendikalar, giderek CHP-Demokrat Parti (DP) çatışmasının bir alanı haline dönüştüler.
Sendikalardaki ABD etkisi, toplumsal yaşamda başka pek az alanda rastlanır bir düzeye ulaştı. Yüzlerce sendika yöneticisi ücret sendikacılığının yararlarını öğrenmeleri için ABD'ye gönderildi. 1952'de Türkiye işçi Sendikaları Konferasyonu'
Topkapı'da Samurkaş Fabrikası grevi, 1960'lar.
TETTVArşivi
nün (Türk-İş) kurulması ile işçi hareketinde ABD etkisi önemli ölçüde arttı.
Bu arada sendikalar antikomünist gösteriler düzenlemek ya da sol yayınlar a-leyhine kampanyalar açmak gibi çalışmalara başladılar. 1960'lı yılların başlarına kadar sendikaların düzenlediği ya da katıldığı en büyük kitle eylemleri "komünizmi telin mitingleri" oldu. Sendikalar belirlenen çizgiden uzaklaştıklarından şüphele-nildiği her durumda hemen devlet tarafından hizaya getirildiler. Örneğin 1954 seçimlerinden önce oluşturulan İşçi ve İşçi Dostu Milletvekilleriyle Dayanışma Komitesi daha kurulur kurulmaz çalışmaları dava açılarak engellendi. 6-7 Eylül Olayları bahane edilerek İstanbul'daki bazı sendikaların faaliyetleri askıya alındı.
Tüm bu gelişmelere rağmen, dönem boyunca basına da yansıyan tek tuk işçi eylemleri de gerçekleşti. 1948'de İstanbul Çimento Fabrikası işçileri patronun dayattığı yeni çalışma koşullarım protesto için kısa süreli olarak fabrikalarım işgal ettiler. 1949'da Eyüp Mensucat Sanayi İşçileri Sendikası işsizliği protesto için 1.000 kişinin katıldığı bir kapalı salon toplantısı düzenledi ve aynı yıl bazı liman işçileri greve gittiler. 1959'da Zeytinburnu'nda bir taşoca-ğında çalışan işçiler, işten atılan arkadaşlarıyla dayanışma için başarısız bir iş bırakma eylemi yaptılar. Bu dönemde, artık devlet kuruluşlarına ek olarak büyük çaplı özel sektör fabrikalarının kurulduğu, çeşitli altyapı inşaatlarında on binlerce işçinin çalıştığı, önemli bir sanayi merkezi durumuna gelmiş olan İstanbul'da büyük olasılıkla basına yansımayan azımsanma-yacak sayıda işçi eylemi yapılmış olabilir. Ancak, bu tür eylemler ve kimi sendikaların bir bütün olarak ya da bazı şubelerinde aktif, işçi yanlısı çalışmalar yürütmüş olmaları gibi kural dışı özellikler, dönemin bir baskı ve durgunluk dönemi olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.
1961-1980 Döneminde İşçi Hareketi
27 Mayıs darbesi ile DP iktidarının yıkılması işçi hareketi için göreli bir özgürlük, hareketlilik, kültürel ve politik gelişme dönemini birlikte getirdi.
1950'lerin çok tartışılan grev hakkı konusu ve sendikal özgürlüklerin sağlanması bir anayasa hükmü haline geldi. İşçiler ve bazı sendikalar ve sendikacılar daha yeni grev ve toplusözleşme yasalarının yürürlüğe girmesini beklemeden bu hakkı kullanmaya ve daha geniş haklar talep etmeye giriştiler. Daha Ocak 196l'de İstanbul'da 9 gazetede çalışanların patronlarını protesto için yaptıkları sessiz yürüyüşle başlayan süreç, 1961 sonunda işçi haklan için yapılan ve 150.000 işçinin katıldığı Saraçhane Mitingi(-») ile devam etti. 24 Temmuz 1963'te grev ve toplusözleşme yasaları mecliste kabul edilmeden çok daha önce, Şubat 1962'de Gislavet Lastik Fabrikası'nın 1.200 işçisi l gün, haziranda Gümüş Motor Fabrikası'nın 280 işçisi 15 gün, temmuzda Sümerbank Defterdar Fabrikası'nın 59 işçisi 2 gün, ağustosta Bahariye Mensucat Fabrikası'nın 80 işçisi l gün, eylülde yine Gümüş Motor Fabrikası ve Rekor Idrofil Fabrikası işçileri l'er gün, ekimde Sümer Lastik Fabrikası'nın 86 işçisi l gün, Şubat 1963'te Kavel Fabrikası' nın 220 işçisi 34 gün ve Good Year Lastik Fabrikası'nın 79 işçisi l gün, martta Good Year işçileri yeniden l gün, nisanda Altıntekne Boya Fabrikası'nın 100 işçisi l gün, mayısta Gazoz Kapsülü Fabrikası'nın 43 işçisi l gün ve Adalet Mensucat Fabrikası işçileri 5 gün, haziranda Kavel Kablo Fabrikası işçileri l gün ve Fargo Lastik Fabrikası'nın 84 işçisi 14 gün, temmuz başında Koçbeş Lastik Fabrikası'nın 63 işçisi l gün grev yaptılar.
196l'den 1980'e işçi eylemleri, sıkıyönetim dönemleri dışında genel olarak her yıl biraz daha artarak, gerek Türkiye'nin, gerekse istanbul'un tarihinde görülmemiş düzeylere çıkmıştır. Bu 20 yıllık dönem boyunca gerçekleştirilen ve çeşitli basın organlarından varlığı tespit edilebilen işçi eylemlerine ilişkin olarak yapılan bir araştırmaya göre bu dönemde 4.794 işçi eyleminden 1.152'si, yani yüzde 31'i İstanbul'da (yüzde 24'ü ise Istanbul-Ko-caeli hattı ile Tekirdağ ve Bursa'da) gerçekleşmiştir.
İstanbul'un yıllara göre toplam işçi eylemleri içindeki payı ilgi çekici bir gelişme göstermiştir. İşçi hareketinin kritik e-şikler aşması, yeni mücadele biçimleri ü-retmesi dönemlerinde İstanbul'da yapılan eylemlerin payı yüksek olmuş, daha sonra bu aşamadaki öncülük görevi tamamlandığı zaman bir yaygınlaşma ve coğrafi dağılma görülmüştür. Örneğin 1961-1963 döneminde İstanbul'un payı hep yarı yarıya ya da daha yüksek (196l'de yüzde 67, 1962'de yüzde 47, 1963'te yüzde 53) iken yasal grevler dalgası geçtikten sonra 1964'te yüzde 16'ya kadar düşmüş, 1968-1970 döneminde yeniden yükselmiş ve bu yüksek payını 12 Mart döneminde de korumuş, ortamın biraz gevşemesinden sonra Anadolu illerindeki canlanma ile İs-
15-16 Haziran olayları.
TETTVArşivi
tanbul'un payı düşmüş, 12 Eylül öncesinde 1980'de yeniden yükselmiştir.
1961-1980 arasındaki işçi eylemleri bir bütün olarak ele alındığında İstanbul'daki işçi hareketlerinin yüzde 1,9'u Temmuz 1963'te grev ve toplusözleşmeler yasasının kabulünden önce (Türkiye'de binde 8), yüzde 6,1'i 1963 ile 1967 arasındaki yaygınlaşma döneminde (Türkiye'de yüzde 6,9), yüzde 25,5'i 1968'den 12 Mart'a kadar (Türkiye yüzde 21,8), yüzde 10,6'sı 12 Mart'tan 1973 seçimlerine kadar olan dönemde (Türkiye yüzde 9,8), yüzde 37,1'i 1973 seçimlerinden 1978 sonuna kadar (Türkiye yüzde 42,8) ve yüzde 17,6'sı 1978' den 12 Eylül 1980'e kadar (Türkiye yüzde 18,5) gerçekleştirilmiştir. Bir başka grup-lama ile 20 yıllık dönem boyunca yapılan işçi eylemlerinin Türkiye'de yüzde 51,5'i, İstanbul'da yüzde 47'si dönemin son beş yılında (1976-1980) yapılmıştır.
İşçi hareketlerinin hareket tiplerine göre dağılımında, grevler Türkiye ortalamasında yüzde 63,2, pasif protesto eylemleri yüzde 2,6, miting ve yürüyüşler yüzde 5,0, oturma grevleri-direnişler yüzde 27,6, fabrika işgalleri yüzde 1,4 iken, İstanbul' da işgallerin payı (yüzde 3,0) daha yüksek, grevlerin (yüzde 63,5), oturma grevi ve direnişlerin (yüzde 27,7) paylan ortalama civarında, buna karşılık pasif eylemler (yüzde 2,1) ile miting ve yürüyüşlerin payı (yüzde 3,3) ortalamanın hayli altında olmuştur. Üstelik bu eylem biçimlerinin zaman içindeki dağılımı İstanbul'un yeni ve riskli eylem biçimlerinin öncülüğünü yaptığını göstermektedir. İstanbul'daki tüm işçi eylemleri arasında yasalarla çizilen mekanizmayı beklemeden yapılan grev, direniş ve gösteri-yürüyüşlerin payı (yüzde 36,6), Türkiye ortalamasından (yüzde 34,5) daha yüksektir.
İşçi eylemlerinin nedenlerine göre dağılımında, tüm Türkiye gözetildiğinde, toplu sözleşme anlaşmazlığı, ücretlerin geç
ödenmesi ve iş koşullarına bağlı ekonomik nedenler yüzde 68,5'i bulurken, İstanbul'da bu oran yüzde 60'ın altına düşmekte, İstanbul işçilerinin sendika seçme özgürlüğü (yüzde 8'e karşı yüzde 14,9), işten atılan işçilerle dayanışma (yüzde 15,4'e karşı yüzde 18,6) ve yasalara ilişkin ve politik talepler ya da protestolar nedeniyle (yüzde 1,7'ye karşı yüzde 3,0) toplu eyleme gitme oranlarının daha yüksek olduğu ortaya çıkmaktadır. Genel olarak Türkiye'de lokavtla karşılaşma oranı yüzde 5,9 iken İstanbul'da yüzde 3,6'dır.
1961-1980'döneminde işçi eylemlerinin ekonomik sektörlere göre dağılımında -yaygın fırın işçileri grevlerinin etkisiyle- gıda sektörü yüzde 35 ile başta gelir, bunu yüzde 10 ile metal, yüzde 8 ile tekstil, yüzde 5'erlik oranlarla petrol, belediye hizmetleri ve büro hizmetleri, yüzde 3'er ile kimya-ilaç, turizm ve yol yapımı, yüzde 2 ile lastik ve inşaat sektörleri izlerken İstanbul'daki işçi eylemlerinde metal, kimya ve lastik sektörlerinin payı genel ortalamadan çok daha yüksek olmuştur.
Eylem yapılan işyerlerinin mülkiyet durumunun incelenmesi, İstanbul'da işçi eylemlerinin Türkiye ortalamasının hayli üzerinde oranlarda özel (yüzde 63'e karşı İstanbul'da yüzde 67) ve yabancı sermaye ortaklıklı (yüzde 8'e karşı yüzde 12) işyerlerinde yoğunlaştığını göstermektedir.
1961-1980 döneminde gerçekleştirilen işçi eylemlerinden Türkiye çapında yüzde 55,3'ü Türk-İş üyesi sendikaların işçileri tarafından yapılmış, buna karşılık Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonuma (DİSK) bağlı işçilerin payı yüzde 31,0 i-ken, İstanbul'da Türk-İş'in payı yüzde 39,5, DİSK'in payı ise yüzde 46 olmuştur.
Türkiye çapında gerçekleştirilen işçi eylemlerinin yüzde 18,1'i 10 kişiden daha az işçi çalıştıran işyerlerinde, yüzde 30,8'i 10-49 kişi çalıştıran işyerlerinde, yüzde 24,9'u 50-249 kişi çalıştıran orta büyük-
Dostları ilə paylaş: |